öğretmen mi öğretemez yoksa öğrenci mi öğrenemez sorunsalı
öğretene öğretmen, öğrenene öğrenci denir.
yani; öğretemeyene öğretmen, öğrenemeyene de öğrenci denilmez.
yani; öğretemeyene öğretmen, öğrenemeyene de öğrenci denilmez.
devamını gör...
yalnız çok yalnız yapayalnız biri olmak
beni tarif eden başlıktır.
bu kadar sıfatı taşımaktan ben de sıkıldım ama çaresizlik insanın elini kolunu bağlıyor. keşke istediğim zaman yanıma biri beliriverse
keşke ihtiyacım olduğunda '' ben varım '' diyen biri olsa. keşke hayalden öte bir adım atabilse. keşke kelimesi kısa süreliğine de olsa uzaklaşıp gitse...
bu kadar sıfatı taşımaktan ben de sıkıldım ama çaresizlik insanın elini kolunu bağlıyor. keşke istediğim zaman yanıma biri beliriverse
keşke ihtiyacım olduğunda '' ben varım '' diyen biri olsa. keşke hayalden öte bir adım atabilse. keşke kelimesi kısa süreliğine de olsa uzaklaşıp gitse...
devamını gör...
sözlükte yazma şevkinizi kıran nedenler
birilerinin ideolojisine zıt bi tanım girdiğimizde “acaba yine terörist ilan ediliriz mi” korkusudur. bazen özgürce yazmak çizmek istersin lakin sana laf sokacak olan bir sürü manyak vardır burada. hiçbir görüşe saygı duyulmuyor azizim, herkes kendisi gibi olsun istiyor herkesi, yok öyle dava halbuki. bi başlık açıyorsun yerli yersiz ahkam kesenler var misal, bu da çok kötü bir şey. açılan başlık mizahla alakası olsa bile…
ayol yoruyorlar adamı. nedir bu düşüncesizlerden çektiğimiz bilmem vallahi üfff…
ayol yoruyorlar adamı. nedir bu düşüncesizlerden çektiğimiz bilmem vallahi üfff…
devamını gör...
türklerin göç ettikleri ülkede dönerci açması
valla doğru karardır, olmayan ne varsa onu açıyorlar ne yapsınlar. ben göçsem ben de tantunici açar ipe dizerdim ecnebileri. *
devamını gör...
1 milyon euro verseler sevgilini terk eder misin
etmem guzum..
yiğidim aslanımı dünyalara değişmem..
yiğidim aslanımı dünyalara değişmem..
devamını gör...
uzun süre beklemenin yaratıcılık üzerindeki olumlu etkisi
çoğu zaman deneyimlediğim etkidir.
beklemekten hiç hoşlanmam. kimse hoşlanmaz sanırım ama ben sinir olurum. herkes sinir olur sanırım ama ben sıkıntıdan patlarım. birçok kereler banka sırasında beklemekten sıkılıp numarama on on beş sayı kala ayrılmışlığım oldu. dolmuş beklememek için yürüyerek gittiğim çok güzergah vardır. kafelerde insanlarla buluşmam gerekirse çantamda kitabın mutlaka hazır bekler. çünkü beklemeye dayanamıyorum.
ama modern çağın ilkel canlılarından biri olarak sürekli beklemek zorunda kalıyorum. yalnız ve güzel ülkemde beklemek alelade bir eylem. kimse işini tam, düzgün ve hakkıyla yapmadığı için hiçbir iş zamanında bitmiyor maalesef.
bu yüzden de bolca beklemek gerekiyor her yerde. işte bu zamanları iyi değerlendirmenin çeşitli yolları vardır. kitap okumak bir yol olabilir mesela ya da kitap okuyan kişiye acıyan gözlerle arada bir bakıp sosyal medya maymunlarının çektiği kısa, öz ve zeka gerektirmeyen videoları izlemek olabilir. yanınızdaki insanla -eğer varsa- konuşmak başka bir sıkıntı giderme yöntemi sayılabilir. eğer bunların hiçbiri mümkün ya da uygun değilse o zaman iş yıllardır üvey organ muamelesi yapılan beyine kalacaktır.
can sıkıntısı çok güçlü bir duygudur. beklemenin süresi uzadıkça da can sıkıntısı artar. beklemek acısını dindirmek için düşünmeye başlayan insan başlarda çok zorluk çekse de zaman içinde odaklanıp düşünme eyleminin kucağına bırakabilir kendini. bu andan itibaren morpheus tarafından haplanmış neo gibi yepyeni bir dünyaya girer insan.
insan bu dünyada yeteri kadar süre harcarsa -ki bekleme süresi her zaman çok uzun olacağı için bu kuvvetle muhtemeldir- odaklanma da o kadar kuvvetli olacaktır. bundan sonra gelsin yepyeni fikirler gitsin hayat değiştiren kararlar.
bekleme esnasında her şey beynin kontrolüne girip soyut bir akışın içine girdiğinde insan daha önce çözüm bulmaya bile yaklaşamadığı bazı sorunların aslında ne kadar etkisiz olduğunu görür, uzun zamandır kafasını kurcalayan bazı kararları almanın ne kadar basit bir adıma dayandığını fark eder, yazmaya başladığı ama bir türlü devamını getiremediği öykünün düğüm olmuş yerini çözer, kendine dair boğuşmak zorunda olduğu ikilemler için bir çıkar yol bulur.
yani beklemek çok sıkıcı da olsa yaratıcılığı körükler ve insanı aydınlığa çıkaracak bir deniz feneri gibi parlar.
beklemekten hiç hoşlanmam. kimse hoşlanmaz sanırım ama ben sinir olurum. herkes sinir olur sanırım ama ben sıkıntıdan patlarım. birçok kereler banka sırasında beklemekten sıkılıp numarama on on beş sayı kala ayrılmışlığım oldu. dolmuş beklememek için yürüyerek gittiğim çok güzergah vardır. kafelerde insanlarla buluşmam gerekirse çantamda kitabın mutlaka hazır bekler. çünkü beklemeye dayanamıyorum.
ama modern çağın ilkel canlılarından biri olarak sürekli beklemek zorunda kalıyorum. yalnız ve güzel ülkemde beklemek alelade bir eylem. kimse işini tam, düzgün ve hakkıyla yapmadığı için hiçbir iş zamanında bitmiyor maalesef.
bu yüzden de bolca beklemek gerekiyor her yerde. işte bu zamanları iyi değerlendirmenin çeşitli yolları vardır. kitap okumak bir yol olabilir mesela ya da kitap okuyan kişiye acıyan gözlerle arada bir bakıp sosyal medya maymunlarının çektiği kısa, öz ve zeka gerektirmeyen videoları izlemek olabilir. yanınızdaki insanla -eğer varsa- konuşmak başka bir sıkıntı giderme yöntemi sayılabilir. eğer bunların hiçbiri mümkün ya da uygun değilse o zaman iş yıllardır üvey organ muamelesi yapılan beyine kalacaktır.
can sıkıntısı çok güçlü bir duygudur. beklemenin süresi uzadıkça da can sıkıntısı artar. beklemek acısını dindirmek için düşünmeye başlayan insan başlarda çok zorluk çekse de zaman içinde odaklanıp düşünme eyleminin kucağına bırakabilir kendini. bu andan itibaren morpheus tarafından haplanmış neo gibi yepyeni bir dünyaya girer insan.
insan bu dünyada yeteri kadar süre harcarsa -ki bekleme süresi her zaman çok uzun olacağı için bu kuvvetle muhtemeldir- odaklanma da o kadar kuvvetli olacaktır. bundan sonra gelsin yepyeni fikirler gitsin hayat değiştiren kararlar.
bekleme esnasında her şey beynin kontrolüne girip soyut bir akışın içine girdiğinde insan daha önce çözüm bulmaya bile yaklaşamadığı bazı sorunların aslında ne kadar etkisiz olduğunu görür, uzun zamandır kafasını kurcalayan bazı kararları almanın ne kadar basit bir adıma dayandığını fark eder, yazmaya başladığı ama bir türlü devamını getiremediği öykünün düğüm olmuş yerini çözer, kendine dair boğuşmak zorunda olduğu ikilemler için bir çıkar yol bulur.
yani beklemek çok sıkıcı da olsa yaratıcılığı körükler ve insanı aydınlığa çıkaracak bir deniz feneri gibi parlar.
devamını gör...
aşk
"ama benim için aşk, kapısı önünde çekingen bir özlemle beklediğim kilitli bir bahçeydi henüz."
devamını gör...
domestic hıyar
domestic kelimesi ve kırmızı profil resmi bana aşık olduğum meyve olan domatesi çağrıştırıyor.** bundan sonra benim için domatessin.*
sohbet etmeye bayıldığım, tanımlarını okumayı da bir o kadar sevdiğim kafa sözlük yazarı. sağ olun, var olun efenim.*
ponçik isyan şarkımızı eklemeden duramadım.*
sohbet etmeye bayıldığım, tanımlarını okumayı da bir o kadar sevdiğim kafa sözlük yazarı. sağ olun, var olun efenim.*
ponçik isyan şarkımızı eklemeden duramadım.*
devamını gör...
çocukluk
ben çocukluğun tanımını bir hikaye ile birlikte yazmak istiyorum.**
güneş bulutların arkasına saklanmıştı bugün. rana ve annesi parka gitmek için çıkmışlardı evden ama rana hüzünlü bir şekilde ağır adımlarla ilerliyordu. çünkü güneş ona ışıklarını saçıp gülümsememişti. kapkara bulutlar kaplamıştı gökyüzünü yavaş yavaş çiseliyordu yağmur. sonra birden bir yağmur damlası kondu rana'nın burnun ucuna. rana gülümseyerek gökyüzüne baktı.
rana: anne bulutlar bana selam verdi.
annesi(gülümseyerek): peki sen onlara selam vermeyecek misin?
rana küçük sırt çantasından suluğunu çıkardı annesi şaşkındı. herhalde, sadece rana’nın size de merhaba bulutlar demesini bekliyordu.
rana suluğu açtı ve yere biraz su döktü annesi daha da çok şaşırdı.
annesi: rana ne yapıyorsun sen?
rana: bulutlara selam gönderdim anne bu su buharlaşarak onlara gidecek ve onlar da selamımı alacak.
annesi gülerek rana'nın başını okşadı ne kadar da güzel düşüncelerdi bunlar. parka doğru yürümeye devam ettiler yağmurun hızı da bir hayli artmıştı annesi geri mi dönsek acaba diye düşünüyordu ama rana'nın sevincini bozmak istemiyordu çünkü rana bir hayli memnundu bu durumdan.
rana: anne neden insanlar koşuyor?
annesi: yağmur yağıyor diye kızım.
rana: ama yağmurdan kaçılmaz ki.
annesi: ıslanmak istemiyorlar rana o yüzden de evlerine gidiyorlar
rana: ama hava sıcak olduğunda yağmurun yağmasını istiyor herkes.
annesi (biraz şaşkın bir tavırla ve gülümseyerek): herkes senin gibi düşünmüyor kızım. dedi.
parka varmışlardı yağmur yavaş yavaş azalıyor kara bulutlar dağılıyordu. parkta köpeğini gezdiren bir adam vardı ve rana'nın gözü onlara takılmıştı. rana adamın yanına doğru gitti.
annesi: rana nereye gidiyorsun? rana!
rana: siz köpeğinizi sevmiyor musunuz?
adam(şaşkınlıkla): o da nereden çıktı?
rana: insan sevdiğini bağlamaz ki.
adam şaşkınlıkla karşıladı durumu annesi de yanlarına gelmişti.
adam: sevmez olur muyum tabi ki seviyorum. kaçmasın diye tasmasını taktım. adın ne senin bakayım?
rana: adım rana ama zaten sizden kaçarsa o da sizi sevmiyor demektir.
adam daha çok şaşırmıştı annesi de adama selam verdi ve tanıştılar.
adam: kızınız çok akıllı hanımefendi adam rana’ya dönerek aslında biliyor musun haklısın rana hiçbir canlıyı zorla alı koyamayız ama ben onu daha iyi koşullarda bakmak için yanımda tutuyorum.
rana şansı sevmişti. köpeğin adı şanstı. rana şansın başını usulca okşadı ve sevdi. şans da kuyruğunu sallıyor ve patisini rana’ya doğru uzatıyordu. iyi anlaşmışlardı. şans da memnun görünüyordu halinden.
adam: bak ne diyeceğim rana ben her sabah şansı yürüyüşe çıkarıyorum sen de gelir onunla oynarsın olur mu?
rana bunu duyunca çok sevinmişti.
rana (büyük bir sevinçle olduğu yerde zıplayarak): yaşasın yeni bir arkadaşım oldu. dedi.
aradan zaman geçmiş parkta geçirilen güzel bir vakitten sonra eve doğru yola koyulmuştu rana ve annesi.
rana çok keyifli bir gün geçirmiş ve yeni bir arkadaş edinmişti. eve varmışlardı.
akşam babası işten geldiğinde rana babasına gününün nasıl geçtiğini, neler yaptığını anlattı. babası da şaşkınlığını gizleyemedi tabi. çok seviyordu rana'yı. rana babasının dizlerinde uykuya dalmıştı ama babası da rana’dan farksız değildi. çünkü derin düşüncelere dalıp gitmişti...
çocukluk anı yaşamaktı. yağmurun altında kolları açarak dönmek, güneşin bize gülüşünü çimlere uzanarak iliklerine kadar hissetmek, sonbaharda düşen yaprakları dağ gibi yapıp üzerine atlamaktı çocukluk. diğer canlıları da dost bilmekti çocukluk. meraklı olup sorgulamak, sevgi dolu olup paylaşmaktı çocukluk.
çocukluk sadece belli bir yaş grubuna ait değildi. çocukluk aslında içimizdeydi. büyüdükçe kimimiz onu her gün biraz daha derine gömüyor kimimiz ise yaşıyordu.**
güneş bulutların arkasına saklanmıştı bugün. rana ve annesi parka gitmek için çıkmışlardı evden ama rana hüzünlü bir şekilde ağır adımlarla ilerliyordu. çünkü güneş ona ışıklarını saçıp gülümsememişti. kapkara bulutlar kaplamıştı gökyüzünü yavaş yavaş çiseliyordu yağmur. sonra birden bir yağmur damlası kondu rana'nın burnun ucuna. rana gülümseyerek gökyüzüne baktı.
rana: anne bulutlar bana selam verdi.
annesi(gülümseyerek): peki sen onlara selam vermeyecek misin?
rana küçük sırt çantasından suluğunu çıkardı annesi şaşkındı. herhalde, sadece rana’nın size de merhaba bulutlar demesini bekliyordu.
rana suluğu açtı ve yere biraz su döktü annesi daha da çok şaşırdı.
annesi: rana ne yapıyorsun sen?
rana: bulutlara selam gönderdim anne bu su buharlaşarak onlara gidecek ve onlar da selamımı alacak.
annesi gülerek rana'nın başını okşadı ne kadar da güzel düşüncelerdi bunlar. parka doğru yürümeye devam ettiler yağmurun hızı da bir hayli artmıştı annesi geri mi dönsek acaba diye düşünüyordu ama rana'nın sevincini bozmak istemiyordu çünkü rana bir hayli memnundu bu durumdan.
rana: anne neden insanlar koşuyor?
annesi: yağmur yağıyor diye kızım.
rana: ama yağmurdan kaçılmaz ki.
annesi: ıslanmak istemiyorlar rana o yüzden de evlerine gidiyorlar
rana: ama hava sıcak olduğunda yağmurun yağmasını istiyor herkes.
annesi (biraz şaşkın bir tavırla ve gülümseyerek): herkes senin gibi düşünmüyor kızım. dedi.
parka varmışlardı yağmur yavaş yavaş azalıyor kara bulutlar dağılıyordu. parkta köpeğini gezdiren bir adam vardı ve rana'nın gözü onlara takılmıştı. rana adamın yanına doğru gitti.
annesi: rana nereye gidiyorsun? rana!
rana: siz köpeğinizi sevmiyor musunuz?
adam(şaşkınlıkla): o da nereden çıktı?
rana: insan sevdiğini bağlamaz ki.
adam şaşkınlıkla karşıladı durumu annesi de yanlarına gelmişti.
adam: sevmez olur muyum tabi ki seviyorum. kaçmasın diye tasmasını taktım. adın ne senin bakayım?
rana: adım rana ama zaten sizden kaçarsa o da sizi sevmiyor demektir.
adam daha çok şaşırmıştı annesi de adama selam verdi ve tanıştılar.
adam: kızınız çok akıllı hanımefendi adam rana’ya dönerek aslında biliyor musun haklısın rana hiçbir canlıyı zorla alı koyamayız ama ben onu daha iyi koşullarda bakmak için yanımda tutuyorum.
rana şansı sevmişti. köpeğin adı şanstı. rana şansın başını usulca okşadı ve sevdi. şans da kuyruğunu sallıyor ve patisini rana’ya doğru uzatıyordu. iyi anlaşmışlardı. şans da memnun görünüyordu halinden.
adam: bak ne diyeceğim rana ben her sabah şansı yürüyüşe çıkarıyorum sen de gelir onunla oynarsın olur mu?
rana bunu duyunca çok sevinmişti.
rana (büyük bir sevinçle olduğu yerde zıplayarak): yaşasın yeni bir arkadaşım oldu. dedi.
aradan zaman geçmiş parkta geçirilen güzel bir vakitten sonra eve doğru yola koyulmuştu rana ve annesi.
rana çok keyifli bir gün geçirmiş ve yeni bir arkadaş edinmişti. eve varmışlardı.
akşam babası işten geldiğinde rana babasına gününün nasıl geçtiğini, neler yaptığını anlattı. babası da şaşkınlığını gizleyemedi tabi. çok seviyordu rana'yı. rana babasının dizlerinde uykuya dalmıştı ama babası da rana’dan farksız değildi. çünkü derin düşüncelere dalıp gitmişti...
çocukluk anı yaşamaktı. yağmurun altında kolları açarak dönmek, güneşin bize gülüşünü çimlere uzanarak iliklerine kadar hissetmek, sonbaharda düşen yaprakları dağ gibi yapıp üzerine atlamaktı çocukluk. diğer canlıları da dost bilmekti çocukluk. meraklı olup sorgulamak, sevgi dolu olup paylaşmaktı çocukluk.
çocukluk sadece belli bir yaş grubuna ait değildi. çocukluk aslında içimizdeydi. büyüdükçe kimimiz onu her gün biraz daha derine gömüyor kimimiz ise yaşıyordu.**
devamını gör...
insanın beynini uyuşturan şeyler
devamını gör...
başkası adına utanmak
tiktokçu birilerini gördüğümde yaşadığım. kendilerinden haberleri yok, üzülüyorum.
devamını gör...
yazarları bugün mutlu eden olaylar
bir kitap daha bitirdim.
devamını gör...
bu duvar da beni seviyor olabilir bilemem
gizlenen, gösterilmeyen, hissettirilmeyen sevginin zerre değeri kıymeti yok gözümde. bu duvar da beni çok seviyor olabilir, bilemem. turgut uyar
devamını gör...
islam'ı bilmeyen yazarların islam'ı kötüleyici başlıklar açması
iyi ki tek sayfasını okumadım. yoksa ataist törör örgütükurardım.*
devamını gör...
mama
evet efendim 2013 yılında vizyona girmiş, diğer korku filmlerinden farklı temaya sahip bir korku filmidir.
ben bunu ilk çıktığı zamanlarda izlemiştim ancak şimdilerde aklıma geldi, çünkü beni cidden ürkütmeyi başarabilen ayrıca oturup hayaletin duygularını sorguladığım garip bir korku filmiydi. konusu itibariyle zaten klişelerden uzak başlıyor film.
kaç sene evvel izlemişim, yine belirteyim sahnelere hakim değilim ancak bu etkileyici filmi izlemeniz için biraz irdeleyeceğim.
film şöyle başlıyor, anne ve babası ölen iki kız kardeş ormanda bir kulübede ikisi hayatta kalmaya çalışıyor. buraya kadar başlı başına garip zaten, ebeveynler ölüyor ve kızların ikiside küçük, imkansız değil mi kulübede iki çocuğun hayatta kalması? işte tamda burda ilk gerilimi veriyorlar çünkü kızlarımız bir hayalet annenin bakımıyla kulübede hayatta kalıyor.
aynen öyle evet. beni etkileyen ve kafamda kalan sahnelerinden biri bu iki kızın kulübede bulunup da amcası ve kız arkadaşı tarafından sahiplenilmesiydi. çocuklar bildiğiniz vahşi, e kolay mı 5 sene ormanda yaşadı bu kızlar, 4 ayak üzerinde yürüyor, garip sesler çıkarıyorlar. çocuklarda bir acayipti yani. çocukların tdaviye alınma süreci, evcilleştirilme çabaları, tüm bunlar olurken de hayalet anamızın çocukları bırakmak istememesi filmde garip bir hava yaratıyor.
aslında rahatsız edici sahneleri yok, aman aman korkacağınız yani. sanırım bir yerde hayalet mamayı tamamen görebiliyoruz. ona rağmen ben izlerken çok garip hissedip korkmuştum açıkçası.
neyse efendim konudan sapmayayım, çocuklar evcilleştirilmeye çalışırken mama elbette evlatlarını bırakmak istemiyor. mama dediğimiz hayalet anneleri değil bakın, acılı ve yalnız bir ruh, işte bu kısım hikayeyi dramatikleştiriyor çünkü hayalet mama acısını bu iki kız çocuğuna beslediği annelik içgüdüsü, şefkat ile dindiriyor. çocuklar ondan koparılmak istenince elbette öfke doluyor ve musallat oluyor.
işte hayalet sempatimin bir sebebi daha. bakın doğurmadığı çocukları hayalet haliyle sahiplenip besleyip büyütüyor bu acılı ruh. yine hassas kalbim zonkladı. sonra bu yavruları ruhtan alıyorlar işte.
güzeldi film ama çok da beklentiye sokmuş olmayayım sizi. klişe konusu yok sonuç olarak, biraz gerileyim biraz da mommy issueslarımı kaşıyayım derseniz izleyin yani, yarasa onaylı. öyle işte filmin sonunu da hatırlamıyorum bu arada, mama ölmüştü sanırım. of gerçekten çok heartbreaker.
ben bunu ilk çıktığı zamanlarda izlemiştim ancak şimdilerde aklıma geldi, çünkü beni cidden ürkütmeyi başarabilen ayrıca oturup hayaletin duygularını sorguladığım garip bir korku filmiydi. konusu itibariyle zaten klişelerden uzak başlıyor film.
kaç sene evvel izlemişim, yine belirteyim sahnelere hakim değilim ancak bu etkileyici filmi izlemeniz için biraz irdeleyeceğim.
film şöyle başlıyor, anne ve babası ölen iki kız kardeş ormanda bir kulübede ikisi hayatta kalmaya çalışıyor. buraya kadar başlı başına garip zaten, ebeveynler ölüyor ve kızların ikiside küçük, imkansız değil mi kulübede iki çocuğun hayatta kalması? işte tamda burda ilk gerilimi veriyorlar çünkü kızlarımız bir hayalet annenin bakımıyla kulübede hayatta kalıyor.
aynen öyle evet. beni etkileyen ve kafamda kalan sahnelerinden biri bu iki kızın kulübede bulunup da amcası ve kız arkadaşı tarafından sahiplenilmesiydi. çocuklar bildiğiniz vahşi, e kolay mı 5 sene ormanda yaşadı bu kızlar, 4 ayak üzerinde yürüyor, garip sesler çıkarıyorlar. çocuklarda bir acayipti yani. çocukların tdaviye alınma süreci, evcilleştirilme çabaları, tüm bunlar olurken de hayalet anamızın çocukları bırakmak istememesi filmde garip bir hava yaratıyor.
aslında rahatsız edici sahneleri yok, aman aman korkacağınız yani. sanırım bir yerde hayalet mamayı tamamen görebiliyoruz. ona rağmen ben izlerken çok garip hissedip korkmuştum açıkçası.
neyse efendim konudan sapmayayım, çocuklar evcilleştirilmeye çalışırken mama elbette evlatlarını bırakmak istemiyor. mama dediğimiz hayalet anneleri değil bakın, acılı ve yalnız bir ruh, işte bu kısım hikayeyi dramatikleştiriyor çünkü hayalet mama acısını bu iki kız çocuğuna beslediği annelik içgüdüsü, şefkat ile dindiriyor. çocuklar ondan koparılmak istenince elbette öfke doluyor ve musallat oluyor.
işte hayalet sempatimin bir sebebi daha. bakın doğurmadığı çocukları hayalet haliyle sahiplenip besleyip büyütüyor bu acılı ruh. yine hassas kalbim zonkladı. sonra bu yavruları ruhtan alıyorlar işte.
güzeldi film ama çok da beklentiye sokmuş olmayayım sizi. klişe konusu yok sonuç olarak, biraz gerileyim biraz da mommy issueslarımı kaşıyayım derseniz izleyin yani, yarasa onaylı. öyle işte filmin sonunu da hatırlamıyorum bu arada, mama ölmüştü sanırım. of gerçekten çok heartbreaker.
devamını gör...
yazarların risk tanımları
risk.. iki kadına sahip olmaktır.. yada iki erkeğe..
devamını gör...
kadın olmanın zorlukları
ajitasyonlara yer verilmemesi gereken başlık. ben de bir kadınım ama sadece mantıklı düşünmeye çalışıyorum.
her iki cinsiyetin de birbirine göre fizyolojik ve psikolojik farklılıkları var. fakat bunlar üstünlüğü ya da özel olunduğunu göstermez. evrimsel açıdan baktığımızda, erkek koruyucu-kollayıcı ve döl dağıtıcı olarak görev yaparken, kadınlar yavrunun doğurulmasını, büyütülmesini ve yeni bir birey ortaya çıkarmayı görev edinir. evet, bu çok özeldir ama "üstünlük" olarak özel değildir. aslında yaşadığımız medeniyette her şeyin tek amacı budur. fazla abartmaya gerek olmadığını düşünüyorum. her iki cinsiyet birbirine bağlıdır, bağımlıdır. bu kadar.
ha, tr gibi bir ülkede her gün kötü haberler alıyoruz. olmaması gerekir. keşke olmasa. ezildikçe, üstün ve özel olunduğu düşünülebilir ama bu olay çok farklı. o yüzden bu kısma değinmeyeceğim.
her iki cinsiyetin de birbirine göre fizyolojik ve psikolojik farklılıkları var. fakat bunlar üstünlüğü ya da özel olunduğunu göstermez. evrimsel açıdan baktığımızda, erkek koruyucu-kollayıcı ve döl dağıtıcı olarak görev yaparken, kadınlar yavrunun doğurulmasını, büyütülmesini ve yeni bir birey ortaya çıkarmayı görev edinir. evet, bu çok özeldir ama "üstünlük" olarak özel değildir. aslında yaşadığımız medeniyette her şeyin tek amacı budur. fazla abartmaya gerek olmadığını düşünüyorum. her iki cinsiyet birbirine bağlıdır, bağımlıdır. bu kadar.
ha, tr gibi bir ülkede her gün kötü haberler alıyoruz. olmaması gerekir. keşke olmasa. ezildikçe, üstün ve özel olunduğu düşünülebilir ama bu olay çok farklı. o yüzden bu kısma değinmeyeceğim.
devamını gör...
normal sözlük yazarlarının başarıları
üniversiteyi ruh sağlığımı kaybetmeden ve katil olmadan bitirdim.
kpss'ye hazırlandım ve hala yaşıyorum.
özel sektörde çalıştım ve kendimi ezdirmedim.
hala corona olmadım.
son olarak kalimba çalabiliyorum.
kpss'ye hazırlandım ve hala yaşıyorum.
özel sektörde çalıştım ve kendimi ezdirmedim.
hala corona olmadım.
son olarak kalimba çalabiliyorum.
devamını gör...
uyurken babanın çocuğunu öpmesi
kültür kisvesi altında sevgisini gösteremeyen baba hareketidir. bu yüzden sevilmenin ne olduğunu bilmeden büyüdü çocuklar, bu yüzden sevgi sandıkları hastalıklı duygulara sahip insanlar tarafından katledildi...
gösterin sevginizi, öğretin gerçek sevgi'nin ne demek olduğunu.. kimse can yakmasın, kimsenin canı yanmasın artık!
gösterin sevginizi, öğretin gerçek sevgi'nin ne demek olduğunu.. kimse can yakmasın, kimsenin canı yanmasın artık!
devamını gör...
