türkiye'de psikolojisi bozuk insanlar
ne yazık ki bizim insanımız asla bir sorunu olduğunu kabul etmiyor. gelişmekte olan bir ülkede yaşıyoruz, 21. yüzyıldayız, böyle şeyler normal karşılanmalı artık. bana kalırsa bir hastalığı olmayan insan da psikoloğa gitmeli. insanların konuşmaya, anlatmaya, dinlenmeye ve dinlenilmeye ihtiyaçları var.
devamını gör...
bir küvet hikayesi
nazım, piraye'yi aldatınca piraye bu şiiri yazıp nazım'a göndermiş. nazım da birkaç dizesini değiştirip 1940 yılında* kendi adıyla yayınlamış.
"süleyman'a karısı telefon etti :
— konuşan ben,
ben, fahire.
tanımadın mı sesimden?
demek çok bağırdım birdenbire.
çığlık mı?
belki...
hayır,
çocuklar hasta değil.
dinle beni :
işini bırak da gel,
çabuk ol ama.
telefonda anlatamam,
olmaz.
daha kıyamet kadar vakit var akşama.
saatlar, saatlar,
kıyamet kadar.
sorma.
dinle beni...
hemen vapur bulamazsan
üsküdar'a kayıkla geç.
bir taksiye atla.
paran yoksa
patrondan avans al.
yolda hiçbir şey düşünme,
mümkün mertebe yalansız gelmeye çalış.
yalan kuvvetliye söylenir
ben kuvvetsizim.
alay etme kuzum.
evet kar yağacak,
evet
hava güzel.
koynuna girdiğim adam gibi
kocam gibi değil,
büyüğüm, akıllım,
babam gibi gel...
geldi süleyman,
fahire, kocası süleyman'a sordu :
— doğru mu?
— evet.
— teşekkür ederim süleyman.
bak işte rahatladım.
bak işte ağlamıyorum artık.
nerde buluşuyordunuz?
— bir otelde.
— beyoğlu tarafında mı?
— evet.
— kaç defa?
— ya üç, ya dört.
— üç mü, dört mü?
— bilmiyorum.
— bunu hatırlamak bu kadar mı güç süleyman?
— bilmiyorum.
— demek ki bir otel odasında.
kim bilir çarşaflar nasıl kirliydi.
bir ingiliz romanında okudum,
bu işlere yarayan otellerde
kırık küvetler varmış.
sizinkinde de var mıydı süleyman?
— bilmiyorum.
— hele düşün,
toz pembe çiçekli, kırık bir küvet?
— evet.
— hiç hediye verdin mi?
— hayır.
— çukulata, filân?
— bir defa.
— çok mu seviyordun?
— sevmek mi?
hayır...
— başkaları da var mı süleyman?
— yok.
— olmadı mı?
— hayır.
— bunu sevdin demek...
başkaları da olsaydı
daha rahat ederdim...
çok mu güzel yatıyordu?
— hayır.
— doğru söyle, bak ne kadar cesurum...
— doğru söylüyorum...
— zaten gösterdiler bana.
inek gibi karı.
belimden kalın bacakları...
fakat zevk meselesi bu...
bir sual daha, süleyman :
niçin?
— bilmiyorum...
karanlıkta pencerenin hizasında
karlı, ağır bir çam dalı.
bir hayli zaman oldu
sofada asma saat on ikiyi çalalı.
süleyman'ın karısı fahire
şunları anlattı kocasına ertesi gün :
— ... dayanılmaz bir acı halindeydi
kendime karşı duyduğum merhamet,
ölmeye karar verdimdi, süleyman...
annem, çocuklarım ve en önde sen
bulacaktınız karda ayak izlerimi.
bekçi, polisler, bir tahta merdiven
ve bir kadın ölüsü çıkaracaktınız
arka arsada bostan kuyusundan.
kolay mı?
gece bostan kuyusuna doğru yürümek,
sonra kenarına çıkıp durarak
baş aşağı atlamak karanlığına?
fakat bulmadınızsa eğer
karda ayak izlerimi
sade korktuğumdan değil.
bekçi, merdiven, polisler,
dedikodu, kepazelik,
aldatılmış bir zevcenin intiharı :
komik.
niçin öldüğümü anlatmak müşkül.
kime? herkese, sana meselâ.
insan, ölmeye karar verirken bile
insanları düşünüyor...
sen yatakta uyuyordun
yüzün rahat,
her zaman nasıl uyursan
ondan evvel ve o varken.
dışarda kar yağmaya başladı.
bir tek gecelikle çıkmak balkona :
zatürree ertesi gün,
nümayişsiz ölüvermek.
hayır,
hiç aklıma gelmedi nezle olmak ihtimali.
yaktım sobamızı.
iyice ısınmak lâzım ilkönce.
ciğer bir çay bardağı gibi çatlarmış.
pencereye, kara bakıyorum :
«eşini gaip eyleyen bir kuş
gibi kar
geçen eyyamı nev baharı arar...»
babam bu şiiri çok severdi.
sen beğenmezsin.
«sağdan sola, soldan sağa lerzânı girizan...»
lambayı söndürmeden balkona çıktım.
« ... gibi kar
düşer düşer ağlar...»
oturdum balkonda iskemleye.
havada çıt yok.
karanlık bembeyaz.
uykudayım sanki.
sanki çok sevdiğim bir insan
korkarak beni uyandırmaktan
yumuşacık dolaşıyor etrafımda.
üşümüyordum.
kederim duruluyor
berraklaşıyor.
odanın camlı kapısından balkona vuran ışık
sıcak bir kumaş gibiydi üstünde dizlerimin.
ben rehavetli bir mahzunluk içinde
acayip şeyler düşünüyordum :
feneryolu'ndaki çınar
150 yaşındaymış.
ömrü bir gün süren böcekler.
gün gelecek
insanlar çok uzun
çok bahtiyar yaşayacaklar.
insanın yüreği ve kafası var...
insanın elleri...
insan?
ne zamanki,
nerdeki,
hangi sınıftan?
onların insanları,
bizim insanlarımız.
ve her şeye rağmen
yeni bir dünya için yapılan kavga.
sonra sen
ben
bir kırık küvet
ve benim
kendime karşı duyduğum merhamet...
kar durdu.
sökmek üzre şafak.
utanarak
odaya döndüm.
o anda uyansaydın
sarılıp boynuna...
uyanmadın.
evet,
çok şükür nezle bile değilim.
şimdi?
zaman zaman hatırlayıp
zaman zaman unutacağım.
yine yan yana yaşayacağız
beni sevdiğine emin olarak.
altı ay kadar geçti aradan.
bir gece karı koca denizden dönüyorlardı.
gökte yıldızlar, ağaçlarda yaz meyveleri vardı.
fahire birdenbire durdu
baktı muhabbetle kocasının gözlerine
ve suratına tükürür gibi bir tokat vurdu."
- nazım hikmet
"süleyman'a karısı telefon etti :
— konuşan ben,
ben, fahire.
tanımadın mı sesimden?
demek çok bağırdım birdenbire.
çığlık mı?
belki...
hayır,
çocuklar hasta değil.
dinle beni :
işini bırak da gel,
çabuk ol ama.
telefonda anlatamam,
olmaz.
daha kıyamet kadar vakit var akşama.
saatlar, saatlar,
kıyamet kadar.
sorma.
dinle beni...
hemen vapur bulamazsan
üsküdar'a kayıkla geç.
bir taksiye atla.
paran yoksa
patrondan avans al.
yolda hiçbir şey düşünme,
mümkün mertebe yalansız gelmeye çalış.
yalan kuvvetliye söylenir
ben kuvvetsizim.
alay etme kuzum.
evet kar yağacak,
evet
hava güzel.
koynuna girdiğim adam gibi
kocam gibi değil,
büyüğüm, akıllım,
babam gibi gel...
geldi süleyman,
fahire, kocası süleyman'a sordu :
— doğru mu?
— evet.
— teşekkür ederim süleyman.
bak işte rahatladım.
bak işte ağlamıyorum artık.
nerde buluşuyordunuz?
— bir otelde.
— beyoğlu tarafında mı?
— evet.
— kaç defa?
— ya üç, ya dört.
— üç mü, dört mü?
— bilmiyorum.
— bunu hatırlamak bu kadar mı güç süleyman?
— bilmiyorum.
— demek ki bir otel odasında.
kim bilir çarşaflar nasıl kirliydi.
bir ingiliz romanında okudum,
bu işlere yarayan otellerde
kırık küvetler varmış.
sizinkinde de var mıydı süleyman?
— bilmiyorum.
— hele düşün,
toz pembe çiçekli, kırık bir küvet?
— evet.
— hiç hediye verdin mi?
— hayır.
— çukulata, filân?
— bir defa.
— çok mu seviyordun?
— sevmek mi?
hayır...
— başkaları da var mı süleyman?
— yok.
— olmadı mı?
— hayır.
— bunu sevdin demek...
başkaları da olsaydı
daha rahat ederdim...
çok mu güzel yatıyordu?
— hayır.
— doğru söyle, bak ne kadar cesurum...
— doğru söylüyorum...
— zaten gösterdiler bana.
inek gibi karı.
belimden kalın bacakları...
fakat zevk meselesi bu...
bir sual daha, süleyman :
niçin?
— bilmiyorum...
karanlıkta pencerenin hizasında
karlı, ağır bir çam dalı.
bir hayli zaman oldu
sofada asma saat on ikiyi çalalı.
süleyman'ın karısı fahire
şunları anlattı kocasına ertesi gün :
— ... dayanılmaz bir acı halindeydi
kendime karşı duyduğum merhamet,
ölmeye karar verdimdi, süleyman...
annem, çocuklarım ve en önde sen
bulacaktınız karda ayak izlerimi.
bekçi, polisler, bir tahta merdiven
ve bir kadın ölüsü çıkaracaktınız
arka arsada bostan kuyusundan.
kolay mı?
gece bostan kuyusuna doğru yürümek,
sonra kenarına çıkıp durarak
baş aşağı atlamak karanlığına?
fakat bulmadınızsa eğer
karda ayak izlerimi
sade korktuğumdan değil.
bekçi, merdiven, polisler,
dedikodu, kepazelik,
aldatılmış bir zevcenin intiharı :
komik.
niçin öldüğümü anlatmak müşkül.
kime? herkese, sana meselâ.
insan, ölmeye karar verirken bile
insanları düşünüyor...
sen yatakta uyuyordun
yüzün rahat,
her zaman nasıl uyursan
ondan evvel ve o varken.
dışarda kar yağmaya başladı.
bir tek gecelikle çıkmak balkona :
zatürree ertesi gün,
nümayişsiz ölüvermek.
hayır,
hiç aklıma gelmedi nezle olmak ihtimali.
yaktım sobamızı.
iyice ısınmak lâzım ilkönce.
ciğer bir çay bardağı gibi çatlarmış.
pencereye, kara bakıyorum :
«eşini gaip eyleyen bir kuş
gibi kar
geçen eyyamı nev baharı arar...»
babam bu şiiri çok severdi.
sen beğenmezsin.
«sağdan sola, soldan sağa lerzânı girizan...»
lambayı söndürmeden balkona çıktım.
« ... gibi kar
düşer düşer ağlar...»
oturdum balkonda iskemleye.
havada çıt yok.
karanlık bembeyaz.
uykudayım sanki.
sanki çok sevdiğim bir insan
korkarak beni uyandırmaktan
yumuşacık dolaşıyor etrafımda.
üşümüyordum.
kederim duruluyor
berraklaşıyor.
odanın camlı kapısından balkona vuran ışık
sıcak bir kumaş gibiydi üstünde dizlerimin.
ben rehavetli bir mahzunluk içinde
acayip şeyler düşünüyordum :
feneryolu'ndaki çınar
150 yaşındaymış.
ömrü bir gün süren böcekler.
gün gelecek
insanlar çok uzun
çok bahtiyar yaşayacaklar.
insanın yüreği ve kafası var...
insanın elleri...
insan?
ne zamanki,
nerdeki,
hangi sınıftan?
onların insanları,
bizim insanlarımız.
ve her şeye rağmen
yeni bir dünya için yapılan kavga.
sonra sen
ben
bir kırık küvet
ve benim
kendime karşı duyduğum merhamet...
kar durdu.
sökmek üzre şafak.
utanarak
odaya döndüm.
o anda uyansaydın
sarılıp boynuna...
uyanmadın.
evet,
çok şükür nezle bile değilim.
şimdi?
zaman zaman hatırlayıp
zaman zaman unutacağım.
yine yan yana yaşayacağız
beni sevdiğine emin olarak.
altı ay kadar geçti aradan.
bir gece karı koca denizden dönüyorlardı.
gökte yıldızlar, ağaçlarda yaz meyveleri vardı.
fahire birdenbire durdu
baktı muhabbetle kocasının gözlerine
ve suratına tükürür gibi bir tokat vurdu."
- nazım hikmet
devamını gör...
the platform
"yukarı doğru sıçamam hanımefendi " repliğiyle kafamda yer etmiş (bkz: netflix) yapımı gerilim filmidir.
toplumsal sınıflaşmaya yaptığı eleştiriler ile oldukça kaliteli mesajlar veren filmin finali biraz zayıf kalmıştı bana göre. çok daha net ve çarpıcı bir fikir ile bitebilirdi..
filmde en beğendiğim kısım ise, platformda olan her kişi için bir yemek belirlenmesi ve herkes hakkı kadarını aldığı takdirde hiç kimsenin aç kalmayacağının vurgulanması. günümüzde de insanlar açgözlülük etmeyip, paylaşmayı öğrenirlerse dünyanın çok daha yaşanabilir olacağını göstermiştir..
toplumsal sınıflaşmaya yaptığı eleştiriler ile oldukça kaliteli mesajlar veren filmin finali biraz zayıf kalmıştı bana göre. çok daha net ve çarpıcı bir fikir ile bitebilirdi..
filmde en beğendiğim kısım ise, platformda olan her kişi için bir yemek belirlenmesi ve herkes hakkı kadarını aldığı takdirde hiç kimsenin aç kalmayacağının vurgulanması. günümüzde de insanlar açgözlülük etmeyip, paylaşmayı öğrenirlerse dünyanın çok daha yaşanabilir olacağını göstermiştir..
devamını gör...
köylü yazardan ironiler
orucunu açtıktan sonra köy sütüyle yapılmış kekini, çocuklarıyla beraber üfleyip, çayını yudumlarken sahura ne yapsam diye düşünecek.
tıpkı geçen ömrünün nasıl bu kadar hızlı geçip de planladığını anlayamadığı gibi, yine bir (kendi tabiriyle 40+ doğumgünü şeysi) daha olacak.
en kötü günleri bitmiş ve artık her gün bir öncekinden iyi olan yeni güzel günleri olsun umarım..
hepimiz birer insanız, gülmeyi hakediyoruz. hep gülün inşallah.
tıpkı geçen ömrünün nasıl bu kadar hızlı geçip de planladığını anlayamadığı gibi, yine bir (kendi tabiriyle 40+ doğumgünü şeysi) daha olacak.
en kötü günleri bitmiş ve artık her gün bir öncekinden iyi olan yeni güzel günleri olsun umarım..
hepimiz birer insanız, gülmeyi hakediyoruz. hep gülün inşallah.
devamını gör...
iyi ki varsın normal sözlük
diğer sözlük platformlarına göre daha seviyeli ve ilgili moderasyon ekibi nedeniyle iyi ki varsın diyorum.
devamını gör...
sözlük isim değiştirirken tematik başlık giren yazar
işçi yazardır. olacaklardan haberi henüz yoktur. yeni tematik bilgiler girerken bu durumu fark edecek, bir süre duraksayacak ve sonra yeni başlıklarına devam edecektir.
devamını gör...
normal sözlük ne lan
devamını gör...
normal sözlük tahmini ne zaman büyür sorusu
bu kardeşinize yetkiyi verin şunla bunla nasıl uğraşılır göreceksiniz.
devamını gör...
athabaskan
kuzey amerika'da yaşayan, athabaskan dil ailesine ismini veren bir kızılderili kabilesidir.
a.b.d'nin alaska eyaleti ve kanada'nın kuzey bölgeleri ve british columbia, alberta eyaletlerinde yaşıyorlar. kendilerine insan anlamında dene diyorlar ama cree kabilesi onların yaşadıkları bölgede bulunan bir göle athapaskaw demiş ve kabilenin adı böyle kalmış.
bir zamanlar çoğu athabaskan yerlisi, yav burası ne pislik, ne lanet bir yer devamlı soğuk, kar, kış, devamlı balık yemek... bıktık artık deyip ayrılmaya karar vermişler. ama athabaskan reisi, yav nereye gidiyorsunuz gün gelecek burada kurulan kanada devleti dünyada en iyi on ülkeden biri olacak, dünyanın dandik ülkelerinden gençler ne olur bizi al kanada diye yalvaracak ama kanada her on kişiden dokuzuna red verecek, buraları terketmeyin demiş.
ama çoğu başlarım kanadasına demiş ve güneye doğru yola çıkmışlar. alberta'nın güneyine gelmeleri yaz mevsimini bulmuş, rocky dağlarının manzarası, göller, yemyeşil ovalar, meyveler, başta bizon birçok değişik av hayvanı bulmuşlar. tabi onları avlayan blackfoot kabilesini görmüşler ve bazı athabaskan'lar onlardan çok etkilenmiş ve onlar gibi olalım, burada kalalım, burası çok güzel ve hâla kanadadayız, torunlarımız güzel bir ülkede yaşar demişler. ama yine kış gelmiş ve kabilenin çoğu amannnn iyi, güzel ama hâla kar, kış hadi daha güneye gidelim demişler. her üç kişiden ikisi yola çıkmış. geride kalan kabileye sarcee demişler ve onlar hep blackfoot'larla yaşayıp onlar gibi ova yerlisi olmuşlar.
güneye gidenler daha sıcak, daha sıcak derken taaa meksika sınırına arizona, new mexico'ya kadar gitmişler. meksika çölünün sıcağını görünce oh be dünya varmış, lanet gelsin alaska'yada, kanada'yada demişler. geldikleri bölgede pueblo yerlieri yaşıyormuş. bunlar taştan evlerde, köylerde oturan, tarım yapan, meyve bahçeleri olan, halı kilim dokuyan koyun sürüleri olan değişik bir kabileymiş. bazı athabaskan'lar bu kabileden çok etkilenmiş ve onlar gibi olalım demişler. koyun sürüleri sahibi olup, meyve ağaçları diken, tarım yapan bu gruba navajo denmiş.
ama bazı athabaskan'lar, bu ne lo böyle, delikanlı adam koyun peşinde koşup, tarlada çapa yaparmı demişler ve onlardan ayrılıp avcı, toplayıcı, gaspçı, asan, kesen, delikanlı savaşçılar olarak yaşamışlar. bu son gruba da apache denilmiş.
böylece athabascan dili alaskanın ücra bir köşesinde konuşulan dil iken, bütün kuzey amerikaya yayılmış, hatta ikinci dünya savaşında haberleşmede navajo dili kullanılmış ve japonlar mesajları bir türlü çözememiş.
a.b.d'nin alaska eyaleti ve kanada'nın kuzey bölgeleri ve british columbia, alberta eyaletlerinde yaşıyorlar. kendilerine insan anlamında dene diyorlar ama cree kabilesi onların yaşadıkları bölgede bulunan bir göle athapaskaw demiş ve kabilenin adı böyle kalmış.
bir zamanlar çoğu athabaskan yerlisi, yav burası ne pislik, ne lanet bir yer devamlı soğuk, kar, kış, devamlı balık yemek... bıktık artık deyip ayrılmaya karar vermişler. ama athabaskan reisi, yav nereye gidiyorsunuz gün gelecek burada kurulan kanada devleti dünyada en iyi on ülkeden biri olacak, dünyanın dandik ülkelerinden gençler ne olur bizi al kanada diye yalvaracak ama kanada her on kişiden dokuzuna red verecek, buraları terketmeyin demiş.
ama çoğu başlarım kanadasına demiş ve güneye doğru yola çıkmışlar. alberta'nın güneyine gelmeleri yaz mevsimini bulmuş, rocky dağlarının manzarası, göller, yemyeşil ovalar, meyveler, başta bizon birçok değişik av hayvanı bulmuşlar. tabi onları avlayan blackfoot kabilesini görmüşler ve bazı athabaskan'lar onlardan çok etkilenmiş ve onlar gibi olalım, burada kalalım, burası çok güzel ve hâla kanadadayız, torunlarımız güzel bir ülkede yaşar demişler. ama yine kış gelmiş ve kabilenin çoğu amannnn iyi, güzel ama hâla kar, kış hadi daha güneye gidelim demişler. her üç kişiden ikisi yola çıkmış. geride kalan kabileye sarcee demişler ve onlar hep blackfoot'larla yaşayıp onlar gibi ova yerlisi olmuşlar.
güneye gidenler daha sıcak, daha sıcak derken taaa meksika sınırına arizona, new mexico'ya kadar gitmişler. meksika çölünün sıcağını görünce oh be dünya varmış, lanet gelsin alaska'yada, kanada'yada demişler. geldikleri bölgede pueblo yerlieri yaşıyormuş. bunlar taştan evlerde, köylerde oturan, tarım yapan, meyve bahçeleri olan, halı kilim dokuyan koyun sürüleri olan değişik bir kabileymiş. bazı athabaskan'lar bu kabileden çok etkilenmiş ve onlar gibi olalım demişler. koyun sürüleri sahibi olup, meyve ağaçları diken, tarım yapan bu gruba navajo denmiş.
ama bazı athabaskan'lar, bu ne lo böyle, delikanlı adam koyun peşinde koşup, tarlada çapa yaparmı demişler ve onlardan ayrılıp avcı, toplayıcı, gaspçı, asan, kesen, delikanlı savaşçılar olarak yaşamışlar. bu son gruba da apache denilmiş.
böylece athabascan dili alaskanın ücra bir köşesinde konuşulan dil iken, bütün kuzey amerikaya yayılmış, hatta ikinci dünya savaşında haberleşmede navajo dili kullanılmış ve japonlar mesajları bir türlü çözememiş.
devamını gör...
şarkılarda geçen etkileyici sözler
kavganın haklı olanı erkek dişi bilmiyor.
bütün halk birlik olmazsa kavga haklı olmuyor.
cem karaca
kavga
bütün halk birlik olmazsa kavga haklı olmuyor.
cem karaca
kavga
devamını gör...
müslüman kibri
varolan ve hayrete düşüren kibirdir. islam dininin muhteşemliğinden bahsedip çağa ayak uydurmasına dayanamazlar, sabah akşam israf yerip tüketim toplumlarının en önde gidenidirler. geçmişte yaşayıp tüm dini ritüelleri putlaştırırlar(örn: ezan, pide, mahya)
hurma diğer meyvelerden başka olabilir mi ya, hurma bu, ama tabi ki başkadır, bir kere kutsal topraklardan gelmedir. çay demlerken 35 kere tövbe est., bişeyler bişeyler denir, n'alaka aq 100 yıl önce çay yoktu memlekette demez kimse, ama bu sefer de çay üzerinden din pornosu yaşanır.
ezan okununca müzik kapatır, bacak bacak üstünde atamazlar, belki bunlar zararlı şeyler değildir, ancak yapmayanları uyarırlar, fırsatını bulsalar zorla ayak uydurturlar. otobüste, yolda, her yerde namaz kılmaya çalışırlar, kendi ritüellerine saygıları yoktur, aklı başında müslümanlar bile ses çıkaramaz bu duruma.
cumalar ve bayramlar sadece mübarek olabilir, kutlanamaz. kitap sadece arapça okunur, anlanmaz, "türkçe kuran" diyemezsin "kuran meali" olabilir sadece. çünkü asla tam anlamıyla çevrilemez. hasbelkader ağzından çeviri çıkarsa, düzeltilirsin. meal kelimesinin anlamını bilmeden meal kullanan yığınlar yaratır.
barış dinine mensup olduklarını zannedip içlerinde sürekli savaş duygusu ile yetişirler. gerçekten bu kafayla islamiyetin her yere erişebileceğini düşünürler, gözleri gerçekten kördür, kulakları sağırdır, kuran’da bahsedilen münafıklara dönüşmüşlerdir bile.
ancak size rağmen sizi bağnazlığınızdan kurtarıp sizleri gerçek islama ulaştıracağız. ben ve benim gibilerin neden böyle çabaya girdiğini anlamayanlar için (bkz: too big for fail)
not: kimseyi kırma niyetim yok, olabildiğince kırmadan yazmaya çalıştım, alınanlar beni haklı çıkarır, alınmayanlar islamı kurtarmaya çalışanlardır.
hurma diğer meyvelerden başka olabilir mi ya, hurma bu, ama tabi ki başkadır, bir kere kutsal topraklardan gelmedir. çay demlerken 35 kere tövbe est., bişeyler bişeyler denir, n'alaka aq 100 yıl önce çay yoktu memlekette demez kimse, ama bu sefer de çay üzerinden din pornosu yaşanır.
ezan okununca müzik kapatır, bacak bacak üstünde atamazlar, belki bunlar zararlı şeyler değildir, ancak yapmayanları uyarırlar, fırsatını bulsalar zorla ayak uydurturlar. otobüste, yolda, her yerde namaz kılmaya çalışırlar, kendi ritüellerine saygıları yoktur, aklı başında müslümanlar bile ses çıkaramaz bu duruma.
cumalar ve bayramlar sadece mübarek olabilir, kutlanamaz. kitap sadece arapça okunur, anlanmaz, "türkçe kuran" diyemezsin "kuran meali" olabilir sadece. çünkü asla tam anlamıyla çevrilemez. hasbelkader ağzından çeviri çıkarsa, düzeltilirsin. meal kelimesinin anlamını bilmeden meal kullanan yığınlar yaratır.
barış dinine mensup olduklarını zannedip içlerinde sürekli savaş duygusu ile yetişirler. gerçekten bu kafayla islamiyetin her yere erişebileceğini düşünürler, gözleri gerçekten kördür, kulakları sağırdır, kuran’da bahsedilen münafıklara dönüşmüşlerdir bile.
ancak size rağmen sizi bağnazlığınızdan kurtarıp sizleri gerçek islama ulaştıracağız. ben ve benim gibilerin neden böyle çabaya girdiğini anlamayanlar için (bkz: too big for fail)
not: kimseyi kırma niyetim yok, olabildiğince kırmadan yazmaya çalıştım, alınanlar beni haklı çıkarır, alınmayanlar islamı kurtarmaya çalışanlardır.
devamını gör...
münir nurettin selçuk
musiki nazariyesi bilen, müzik aşkı yüzünden macaristan'da okuduğu ziraatı bırakarak yurduna dönmüş olan, sultan vahideddin zamanında mızıkayi hümayun müezzinliği yapmış, daha sonra riyaset-i cumhur musiki heyetinde*
mülazım-ı evvellik*görevini ifa etmiş büyük sanatçı. derinlemesine bildiği musiki nazariyesinin yanında, paris'te öğrendiği piyano,şan ve solfeji kendinde birleştirerek türk müziğini yeniden ayağa kaldırmıştır. en sevdiğim eserini aşağıya iliştiriyorum.
mülazım-ı evvellik*görevini ifa etmiş büyük sanatçı. derinlemesine bildiği musiki nazariyesinin yanında, paris'te öğrendiği piyano,şan ve solfeji kendinde birleştirerek türk müziğini yeniden ayağa kaldırmıştır. en sevdiğim eserini aşağıya iliştiriyorum.
devamını gör...
afyonkarahisar
afyonkarahisar deyince aklıma cumhuriyet sucukları geliyor. her otobüs illaki mola verir orada, bütün yolcular sıraya girer sucuk dönerin önünde.
devamını gör...
ruhu olan eşyalar
kitaplar.
''bir kitap açık olduğunda konuşan bir beyin, kapalı olduğunda beklemede olan bir arkadaş, unutulduğunda bağışlayan bir ruh, yok edildiğinde ağlayan bir yürektir.''
''bir kitap açık olduğunda konuşan bir beyin, kapalı olduğunda beklemede olan bir arkadaş, unutulduğunda bağışlayan bir ruh, yok edildiğinde ağlayan bir yürektir.''
devamını gör...
islam’da kadının yeri
kuluçka makinesi.
erkek bebek doğana kadar durmayan , durması istenmeyen bir rahim.
soyu devam etmesi için muhtaç olunan , ama reglinde o rahimden tiksinilen kadın.
mahkemede bile 1 kadının sözüne değil ancak 2 kadının yeminine zor zekat güvenilmesi.!
islamda kadının yeri yoktur. lütfen kadın doğmayınız, ve kadın doĝurmayınız. ricaaa ediciyim...
erkek bebek doğana kadar durmayan , durması istenmeyen bir rahim.
soyu devam etmesi için muhtaç olunan , ama reglinde o rahimden tiksinilen kadın.
mahkemede bile 1 kadının sözüne değil ancak 2 kadının yeminine zor zekat güvenilmesi.!
islamda kadının yeri yoktur. lütfen kadın doğmayınız, ve kadın doĝurmayınız. ricaaa ediciyim...
devamını gör...
öğrenilmiş çaresizlik
pire deneyi:
45 cm yüksekliğinde bir cam tüpe konulan pire zıplayarak tüpten çıkmayı birkaç denemeden sonra başarır. pire bu sefer daha kısa bir tübe konular ve tüpün ağzı üzeri bir tıkaçla kapatılır. tüpten çıkmayı defalarca deneyen pire onca başarısız denemeden sonra artık ne kadar uğraşırsa uğraşsın tüpten çıkamayacağını öğrenmiştir. pire daha sonra tekrar ağzı açık ve yüksek tüpe konulur. pirenin sıçrayışları artık 25 cm yüksekliği geçmemektedir.
45 cm yüksekliğinde bir cam tüpe konulan pire zıplayarak tüpten çıkmayı birkaç denemeden sonra başarır. pire bu sefer daha kısa bir tübe konular ve tüpün ağzı üzeri bir tıkaçla kapatılır. tüpten çıkmayı defalarca deneyen pire onca başarısız denemeden sonra artık ne kadar uğraşırsa uğraşsın tüpten çıkamayacağını öğrenmiştir. pire daha sonra tekrar ağzı açık ve yüksek tüpe konulur. pirenin sıçrayışları artık 25 cm yüksekliği geçmemektedir.
devamını gör...
the queen’s gambit detayları
1. satranç dünyasından referanslar
the queen’s gambit 7 bölümlük mini dizi olarak sunulmuştur. satranç dünyasında bir piyonun vezir olması için geçmesi gereken kare sayısı da 7’dir. buradaki anlama göre beth, başlarda bir piyon olarak yolculuğa başlıyor. 7 bölümde ilerlemesini tamamlayarak vezire dönüşüyor. dizinin sonunda da beth, beyaz vezir olarak simgeleniyor. the queen’s gambit aynı isimli bir kitap uyarlamasıdır. senaryo oluşumunda da gerçek dünyayı yansıtılmasından emin olmak için satranç ustaları referans alınmıştır. beth harmon, dünya satranç şampiyonası’nı kazanan ilk amerikalı bobby fischer’la benzer hikâyeler taşımaktadır. aynı isimli kitabın önsözünde de bobby fischer gibi isimlerin ilham kaynağı olduğu bilgisi yer almaktadır.
2. kıyafet seçimlerinde satranç tutkusu
beth harmon’ı ilk bölümlerde okul üniformasıyla görüyoruz. stil yolculuğu ise, kendisini evlat edinen alma wheathley’le gittiği bir new york mağazasında başlıyor. dizinin kostüm tasarımcısı gabriela binder, kostüm seçimleri için bazı isimlerden ilham almıştır ve beth harmon’ın satranç tutkusuna göre uyarlamıştır. 50’li yıllara atıfta bulunmak istediğinde jean seberg’ü, new york görünümleri için edie sedgwick’i referans almıştır. beth, evde tek başına satranç oynarken bile her zaman iyi görünmeyi başarmıştır. satranç taşlarını simgelemesi için çoğunlukla siyah, beyaz, krem renklerde kıyafetler tercih edilmiştir. desenlerde ise satranç tahtasını temsil eden damalı çizgiler kullanılmıştır.
3. tavandaki satranç seti
the queen’s gambit dizisinin sevenlerini şaşırtacak detayları arasında fark edilmesi zor bir konu yer alıyor; tavandaki satranç seti. beth harmon satranç tahtasıyla, yetimhanedeki bay shaibel sayesinde tanışmıştır. dizinin başlarında bay shaibel beth’le satranç oynamayı reddetmiştir. beth, aldığı hapların da etkisiyle, satranç tahtasını yatakhanenin tavanında görselleştirmiştir. oyunu öğrenmesi ve kendisini geliştirmesi de bu pratikler sayesinde gerçekleşmiştir. bay shaibel beth’le oynamayı kabul ettiğinde, beth satrançta uzun bir yol kat etmişti. beth, dizi boyunca zihnindeki satranç tahtasını tavanda hayal ederek pratik yapmaya devam etmiştir. beth’in her zaman tavanda görselleştirdiği set ise bay shaibel’le oynadığı satranç setidir.
4. finaldeki beyaz vezir
beth harmon final bölümde kar gibi beyaz görüntüsüyle karşımıza çıkıyor. kızıl saçlarının üzerindeki beyaz şapkasını, beyaz kabanı ve beyaz pantolonuyla tamamlamıştır. görüntüyü pekiştiren beyaz ayakkabısıyla da bir bütün oluşturulmuştur. beth’in final beyazının nedeni ise, artık satranç tahtasında bir kraliçe olduğunu vurgulamaktır. beyaz görünüm, beyaz vezir taşının görsel bir temsili olarak beth’in üzerine giydirilerek izleyiciye yansıtılmıştır. bu kıyafetin içerisinde beth’i arınmış, mutlu, başarmış ve özgüvenli görüyoruz. dizi her bölümde beth’in satranca olan tutkusuna yaptığı vurguyu, final sahnesinde “satrancın kraliçesi” olarak yansıtmıştır.
5. las vegas’ta dutch açı
dutch açı, gerçeklik algısının manipüle edildiği, eğik açıyı ifade etmek için kullanılıyor. psikolojik gerginliği ifade etmek için de tercih edilen, güçlü görüntü açılarından biri olarak biliniyor. dizide bu açıyla las vegas turnuvasında karşılaşıyoruz. benny watts satranç dünyasında ismi olan ve beth tarafından da takip edilen karakterlerden biridir. beth, turnuvada benny watts’a karşı zorlu bir mücadele verirken, kaybetmek üzere olduğunun farkındadır ve çok gergin bir ruh haline sahiptir. bu sahnelerde kamera beth’in etrafında eğik açıyla hareket etmeye başlıyor. beth’in gerilimi bu sahnede dutch açı ile izleyiciye yansıtılarak the queen’s gambit dizisinin sevenlerini şaşırtacak detayları arasında yer almıştır.
6. beth’in yaş temsili
beth’in ruj renkleri her sahne için özenle ve farklı tonlarda seçilmiştir. yapılan açıklamaya göre kullanılan renkler yaşını temsil etmektedir. dizinin makyaj ve saç tasarımcısı daniel parker; “sonlara doğru beth’in ruj rengi ölen annesine bir övgü olarak kabul edilebilir.” demiştir. alma’nın koyu ruju temel görünüşlerinden biriydi. beth’in final sahnesi de dahil kullandığı ruj, alma’ya ithafen seçilmiştir. daniel parker cümlesinin devamında; “dudaklar ve kirpikler bir karakterin ne yaptığını ya da davranışlarını temsil eden en önemli şeylerden biridir.” demiştir. beth’in kendisini eve kapattığı ve hayattan soyutlandığı bölümlerdeki makyajı da dağılmış ve solmuş ruh halini yansıtmaktadır.
7. beth’in ev duygusu
beth harmon’ı ilk gördüğümüz elbise, yakalı model ve açık gri renktedir. bu gri elbisenin üzerinde annesi tarafından yazılmış olan beth ismi yer almaktadır. yetimhaneye gittiği zaman elbisesi bayan deardorff tarafından yakılmak üzere kenara kaldırılıyor. elbisesini teslim etmeden önce dikkatlice incelediğini ve dikişlerine dokunduğunu görebiliyoruz. bath bu sahneyle, yanında kalan tek şeyi de ardında bırakmış oluyor. beth’i son oyununda da yakalı, açık gri bir elbiseyle görüyoruz. açıklamaya göre beth’in eve dönebileceği bir an yaratmak istedikleri için bu elbise tercih edilmiştir. the queen’s gambit dizisinin sevenlerini şaşırtacak detaylar arasında fark edilmesi zor olsa da, bu renk beth’in ev duygusunu temsil etmektedir.
8. bay schaibel’i onurlandırmak
beth harmon, verdiği röportajlarda kendisine satrancı öğreten kişinin bay schaibel olduğunu sıkça tekrarlıyor. buna rağmen yayınlanan röportajlarda bay schaibel’in ismi hiçbir zaman geçmiyor. beth, bay schaibel’in ölümüyle bodrum kat ofisine ziyaret ediyor ve başarılarının toplandığı bir panoyla karşılaşıyor. anlıyoruz ki bay schaibel beth’i her zaman takip etmiş ama kendi adının geçtiği herhangi bir röportajı okuyamamış. beth dizinin final bölümünde gazetecilere demeç verirken william schaibel’in kendisine ilk satrancı öğreten kişi olduğunu ve bu cümlesinin yayınlanması gerektiğini söylüyor. bay scheibel artık gazetelerde kendi adını göremeyecek olsa da beth tarafından final bölümünde onurlandırılmıştır.
9. the queen’s gambit örgütlenmesi
dizinin izleyicilerine anlattığı temalardan birisi de birbirine destek toplumların başarısıdır. benny karakteri bir noktada rus toplumunun satrançtaki başarısının en önemli özelliğinin dayanışma olduğunu vurguluyor. jolene, beth’in şampiyonaya katılması için gerekli olan maddi yardımı sağlayarak dayanışma döngüsünü başlatıyor. 7. bölümde bu kanı tam anlamıyla karşımıza çıkıyor. sscb satranç oyuncuları her ne kadar rakip olsalar da, yabancı olarak gördükleri beth’e karşı her zaman ittifak halindeler. beth, benny, harry ve diğer amerikalı satranç oyuncuları beth’i arayarak tüyo verdikleri zaman, aynı örgütlenmeyi amerikalılar olarak gerçekleştirmiş oluyorlar.
10. aynı isimli roman ve heath ledger
aynı isimli roman, 1983’te walter tewis tarafından kaleme alınmıştır. kitaptaki ilaç referansları kendi geçmişinden gelmektedir. walter tewis, new york times’a verdiği bir röportajda “gençken bana romatizmal kalp teşhisi konuldu ve hastanede ağır doz ilaçlar verildi.” demiştir. kadınların zekâsını yeni fark eden biri olarak değil, kadınların zekâlarını yeni gösterdiğini düşündüğü bir dönemden beth’i anlatmıştır. “… geçmişte birçok kadın zekâlarını saklıyordu şimdi böyle değil.” diyerek dönemin kadınlarından ilham aldığından bahsetmiştir. başlarda kitabın film olarak yapılması düşünülmüştür. heath ledger’ın yönetmenliğini yapacağı bir film olacakken, ledger 2008’de vefat etmiştir. mini dizi olarak daha iyi olacağı düşünülerek 2020 yılında netflix’ten yayınlanmıştır.
the queen’s gambit 7 bölümlük mini dizi olarak sunulmuştur. satranç dünyasında bir piyonun vezir olması için geçmesi gereken kare sayısı da 7’dir. buradaki anlama göre beth, başlarda bir piyon olarak yolculuğa başlıyor. 7 bölümde ilerlemesini tamamlayarak vezire dönüşüyor. dizinin sonunda da beth, beyaz vezir olarak simgeleniyor. the queen’s gambit aynı isimli bir kitap uyarlamasıdır. senaryo oluşumunda da gerçek dünyayı yansıtılmasından emin olmak için satranç ustaları referans alınmıştır. beth harmon, dünya satranç şampiyonası’nı kazanan ilk amerikalı bobby fischer’la benzer hikâyeler taşımaktadır. aynı isimli kitabın önsözünde de bobby fischer gibi isimlerin ilham kaynağı olduğu bilgisi yer almaktadır.
2. kıyafet seçimlerinde satranç tutkusu
beth harmon’ı ilk bölümlerde okul üniformasıyla görüyoruz. stil yolculuğu ise, kendisini evlat edinen alma wheathley’le gittiği bir new york mağazasında başlıyor. dizinin kostüm tasarımcısı gabriela binder, kostüm seçimleri için bazı isimlerden ilham almıştır ve beth harmon’ın satranç tutkusuna göre uyarlamıştır. 50’li yıllara atıfta bulunmak istediğinde jean seberg’ü, new york görünümleri için edie sedgwick’i referans almıştır. beth, evde tek başına satranç oynarken bile her zaman iyi görünmeyi başarmıştır. satranç taşlarını simgelemesi için çoğunlukla siyah, beyaz, krem renklerde kıyafetler tercih edilmiştir. desenlerde ise satranç tahtasını temsil eden damalı çizgiler kullanılmıştır.
3. tavandaki satranç seti
the queen’s gambit dizisinin sevenlerini şaşırtacak detayları arasında fark edilmesi zor bir konu yer alıyor; tavandaki satranç seti. beth harmon satranç tahtasıyla, yetimhanedeki bay shaibel sayesinde tanışmıştır. dizinin başlarında bay shaibel beth’le satranç oynamayı reddetmiştir. beth, aldığı hapların da etkisiyle, satranç tahtasını yatakhanenin tavanında görselleştirmiştir. oyunu öğrenmesi ve kendisini geliştirmesi de bu pratikler sayesinde gerçekleşmiştir. bay shaibel beth’le oynamayı kabul ettiğinde, beth satrançta uzun bir yol kat etmişti. beth, dizi boyunca zihnindeki satranç tahtasını tavanda hayal ederek pratik yapmaya devam etmiştir. beth’in her zaman tavanda görselleştirdiği set ise bay shaibel’le oynadığı satranç setidir.
4. finaldeki beyaz vezir
beth harmon final bölümde kar gibi beyaz görüntüsüyle karşımıza çıkıyor. kızıl saçlarının üzerindeki beyaz şapkasını, beyaz kabanı ve beyaz pantolonuyla tamamlamıştır. görüntüyü pekiştiren beyaz ayakkabısıyla da bir bütün oluşturulmuştur. beth’in final beyazının nedeni ise, artık satranç tahtasında bir kraliçe olduğunu vurgulamaktır. beyaz görünüm, beyaz vezir taşının görsel bir temsili olarak beth’in üzerine giydirilerek izleyiciye yansıtılmıştır. bu kıyafetin içerisinde beth’i arınmış, mutlu, başarmış ve özgüvenli görüyoruz. dizi her bölümde beth’in satranca olan tutkusuna yaptığı vurguyu, final sahnesinde “satrancın kraliçesi” olarak yansıtmıştır.
5. las vegas’ta dutch açı
dutch açı, gerçeklik algısının manipüle edildiği, eğik açıyı ifade etmek için kullanılıyor. psikolojik gerginliği ifade etmek için de tercih edilen, güçlü görüntü açılarından biri olarak biliniyor. dizide bu açıyla las vegas turnuvasında karşılaşıyoruz. benny watts satranç dünyasında ismi olan ve beth tarafından da takip edilen karakterlerden biridir. beth, turnuvada benny watts’a karşı zorlu bir mücadele verirken, kaybetmek üzere olduğunun farkındadır ve çok gergin bir ruh haline sahiptir. bu sahnelerde kamera beth’in etrafında eğik açıyla hareket etmeye başlıyor. beth’in gerilimi bu sahnede dutch açı ile izleyiciye yansıtılarak the queen’s gambit dizisinin sevenlerini şaşırtacak detayları arasında yer almıştır.
6. beth’in yaş temsili
beth’in ruj renkleri her sahne için özenle ve farklı tonlarda seçilmiştir. yapılan açıklamaya göre kullanılan renkler yaşını temsil etmektedir. dizinin makyaj ve saç tasarımcısı daniel parker; “sonlara doğru beth’in ruj rengi ölen annesine bir övgü olarak kabul edilebilir.” demiştir. alma’nın koyu ruju temel görünüşlerinden biriydi. beth’in final sahnesi de dahil kullandığı ruj, alma’ya ithafen seçilmiştir. daniel parker cümlesinin devamında; “dudaklar ve kirpikler bir karakterin ne yaptığını ya da davranışlarını temsil eden en önemli şeylerden biridir.” demiştir. beth’in kendisini eve kapattığı ve hayattan soyutlandığı bölümlerdeki makyajı da dağılmış ve solmuş ruh halini yansıtmaktadır.
7. beth’in ev duygusu
beth harmon’ı ilk gördüğümüz elbise, yakalı model ve açık gri renktedir. bu gri elbisenin üzerinde annesi tarafından yazılmış olan beth ismi yer almaktadır. yetimhaneye gittiği zaman elbisesi bayan deardorff tarafından yakılmak üzere kenara kaldırılıyor. elbisesini teslim etmeden önce dikkatlice incelediğini ve dikişlerine dokunduğunu görebiliyoruz. bath bu sahneyle, yanında kalan tek şeyi de ardında bırakmış oluyor. beth’i son oyununda da yakalı, açık gri bir elbiseyle görüyoruz. açıklamaya göre beth’in eve dönebileceği bir an yaratmak istedikleri için bu elbise tercih edilmiştir. the queen’s gambit dizisinin sevenlerini şaşırtacak detaylar arasında fark edilmesi zor olsa da, bu renk beth’in ev duygusunu temsil etmektedir.
8. bay schaibel’i onurlandırmak
beth harmon, verdiği röportajlarda kendisine satrancı öğreten kişinin bay schaibel olduğunu sıkça tekrarlıyor. buna rağmen yayınlanan röportajlarda bay schaibel’in ismi hiçbir zaman geçmiyor. beth, bay schaibel’in ölümüyle bodrum kat ofisine ziyaret ediyor ve başarılarının toplandığı bir panoyla karşılaşıyor. anlıyoruz ki bay schaibel beth’i her zaman takip etmiş ama kendi adının geçtiği herhangi bir röportajı okuyamamış. beth dizinin final bölümünde gazetecilere demeç verirken william schaibel’in kendisine ilk satrancı öğreten kişi olduğunu ve bu cümlesinin yayınlanması gerektiğini söylüyor. bay scheibel artık gazetelerde kendi adını göremeyecek olsa da beth tarafından final bölümünde onurlandırılmıştır.
9. the queen’s gambit örgütlenmesi
dizinin izleyicilerine anlattığı temalardan birisi de birbirine destek toplumların başarısıdır. benny karakteri bir noktada rus toplumunun satrançtaki başarısının en önemli özelliğinin dayanışma olduğunu vurguluyor. jolene, beth’in şampiyonaya katılması için gerekli olan maddi yardımı sağlayarak dayanışma döngüsünü başlatıyor. 7. bölümde bu kanı tam anlamıyla karşımıza çıkıyor. sscb satranç oyuncuları her ne kadar rakip olsalar da, yabancı olarak gördükleri beth’e karşı her zaman ittifak halindeler. beth, benny, harry ve diğer amerikalı satranç oyuncuları beth’i arayarak tüyo verdikleri zaman, aynı örgütlenmeyi amerikalılar olarak gerçekleştirmiş oluyorlar.
10. aynı isimli roman ve heath ledger
aynı isimli roman, 1983’te walter tewis tarafından kaleme alınmıştır. kitaptaki ilaç referansları kendi geçmişinden gelmektedir. walter tewis, new york times’a verdiği bir röportajda “gençken bana romatizmal kalp teşhisi konuldu ve hastanede ağır doz ilaçlar verildi.” demiştir. kadınların zekâsını yeni fark eden biri olarak değil, kadınların zekâlarını yeni gösterdiğini düşündüğü bir dönemden beth’i anlatmıştır. “… geçmişte birçok kadın zekâlarını saklıyordu şimdi böyle değil.” diyerek dönemin kadınlarından ilham aldığından bahsetmiştir. başlarda kitabın film olarak yapılması düşünülmüştür. heath ledger’ın yönetmenliğini yapacağı bir film olacakken, ledger 2008’de vefat etmiştir. mini dizi olarak daha iyi olacağı düşünülerek 2020 yılında netflix’ten yayınlanmıştır.
devamını gör...
okunması gereken kitaplar
kuyucaklı yusuf, kürk mantolu madonna, içimizdeki şeytan; yeni dünya, sırça köşk, kağnı, ses, değirmen okunması lazım gelen sabahattin ali'nin roman ve hikâyeleridir.
devamını gör...
kitap ve defter kaplamak
çocukluğumun en stresli dönemlerinden birine konu olan eylemdir. o defteri, kitabı asla gerektiği gibi düz ve ortalı tutamazdım. her seferinde uyarırlar fakat ben yine sanki kasıtlı yapıyormuş gibi kaydırırdım.
ayrıca sürekli çantada taşınan kitapların yıpranmasının önüne geçmek için gazete kağıdıyla dahi yapılabilecek eylem.
bu işlem için şeffaf yapışkan asetat kullanılırsa hem kitabın, defterin görünümü korunur hem de daha uzun yıllarca yıpranmasının önüne geçilebilir. bence kitapları muhafaza etmek için en uygun yöntemlerden biri. her kitabı, defteri gerek maliyet gerekse sınırlı adet nedeniyle ciltli satın almak her zaman mümkün olmuyor.
ayrıca sürekli çantada taşınan kitapların yıpranmasının önüne geçmek için gazete kağıdıyla dahi yapılabilecek eylem.
bu işlem için şeffaf yapışkan asetat kullanılırsa hem kitabın, defterin görünümü korunur hem de daha uzun yıllarca yıpranmasının önüne geçilebilir. bence kitapları muhafaza etmek için en uygun yöntemlerden biri. her kitabı, defteri gerek maliyet gerekse sınırlı adet nedeniyle ciltli satın almak her zaman mümkün olmuyor.
devamını gör...
