lucifer (yazar)
reklamın iyisi kötüsü olmaz sloganının dibini sıyıran yazar. gündelik hayatla, edebiyatla, sanatla, sporla ilgili olan başlıklarda bile bu kadar tanım yok. yazan bir daha yazmış, yazmayan" noldu" diye bakmaya gelmiş, gelmişken yazmış da çıkmış sanki. ben takdir ediyorum kendisini tebrikler.
devamını gör...
artı oy veren yazarın profilini incelemek
tatlı bir heyecan içerir. birkaç görsel, üç beş tanımla ilk intiba oluşuverir.
devamını gör...
daddy issues
the neighbourhood müzik grubunun hoş bir şarkısı.
devamını gör...
insanı deli eden sesler
kaynanamın sesi (aramızda kalsın).
devamını gör...
kulak zarı
kulağımızdaki incecik ve hassas bir organ. üç katmanlı ve içe doğru dönük tabak şeklinde yapısı vardır.
dışarıdan gelen ses dalgaları dış kulak ile orta kulak arasındaki bu incecik zara çarptığında, onu tokmak değmiş trampet derisi gibi titretir. o kadar hassas bir zardır ki, en küçük moleküller bile harekete geçirir.
bu yüzden kısık sesli konuşmaları, alçak sesli fısıltıları, mutfaktan gelen tencere, tabak tıkırtılarını bile bu sayede işitebiliriz.
dışarıdan gelen ses dalgaları dış kulak ile orta kulak arasındaki bu incecik zara çarptığında, onu tokmak değmiş trampet derisi gibi titretir. o kadar hassas bir zardır ki, en küçük moleküller bile harekete geçirir.
bu yüzden kısık sesli konuşmaları, alçak sesli fısıltıları, mutfaktan gelen tencere, tabak tıkırtılarını bile bu sayede işitebiliriz.
devamını gör...
kapın her çalındıkça
devamını gör...
nick bulamayıp kendi adıyla sözlüğe üye olan insan
harbi insandır.. adı samimiyet yansıtır.. kıskanılası..
devamını gör...
bir erkeğin en tehlikeli cümlesi
tek mi yaşıyorsun? daha çakalları bu soruyu
ailenle mi yaşıyorsun? olarak yumuşatarak sorar.
ha bir de nerede yaşıyorsun vardır ki aynı çakal uzun yol yapmak istemiyor.
bu sorudan sonra ışık hızında uzayın. adamın muhtemelen ilk 3 sorusundan 2si buydu 3.sü de daha önce biriyle oldun mu olacaktır.
aynı çakal başıma kalır mi diye düşünüyor zaar.
ailenle mi yaşıyorsun? olarak yumuşatarak sorar.
ha bir de nerede yaşıyorsun vardır ki aynı çakal uzun yol yapmak istemiyor.
bu sorudan sonra ışık hızında uzayın. adamın muhtemelen ilk 3 sorusundan 2si buydu 3.sü de daha önce biriyle oldun mu olacaktır.
aynı çakal başıma kalır mi diye düşünüyor zaar.
devamını gör...
sen bir aysın
ilk çocukluk aşkım rüştü asyalının canlandırdığı keloğlandı, arkadaşlarım öğrenince 1 hafta dalga geçtiler benle
ses tonuna bayılırdım uyan uyan şarkısını ve bunu çok güzel söylerdi
ses tonuna bayılırdım uyan uyan şarkısını ve bunu çok güzel söylerdi
devamını gör...
pandoranın kutusundakiler
kutunun içinden hastalık, keder, ıstırap, yalan, riya, şehvet, özetle insanları rahatsız edecek ve felakete götürecek bütün kötülükler çıkmış.
bütün kötülükler arasında insanları yaşatacak yegâne kötülük olan umut dışarı çıkamamış, kutunun içinde kalmıştı. nietzsche‘nin “umut en son kötülüktür. çünkü işkenceyi uzatır.” sözü bu mitolojik efsaneden esinlenilmiştir.
bütün kötülükler arasında insanları yaşatacak yegâne kötülük olan umut dışarı çıkamamış, kutunun içinde kalmıştı. nietzsche‘nin “umut en son kötülüktür. çünkü işkenceyi uzatır.” sözü bu mitolojik efsaneden esinlenilmiştir.
devamını gör...
karşıt görüş belirten iki tanıma da artı oy veren yazar
benimdir efendim.
yıllar önce gereksiz yere tartıştığım bir arkadaşımın, tartıştığımız konuyu neden açtığını öğrendim. hiç sandığım gibi değilmiş. sürekli onun vicdan azabıyla yaşadım. onun görüşü farklı diye arkadaşlığımızı bitirmek oldukça saçmaydı. sakız olmasın konu, neyse.
siz hiç "bir düşünceyi savunabilirsiniz fakat bu karşıtı da öğrenmeniz için engel değil." cümlesini duymadınız mı?
yıllar önce gereksiz yere tartıştığım bir arkadaşımın, tartıştığımız konuyu neden açtığını öğrendim. hiç sandığım gibi değilmiş. sürekli onun vicdan azabıyla yaşadım. onun görüşü farklı diye arkadaşlığımızı bitirmek oldukça saçmaydı. sakız olmasın konu, neyse.
siz hiç "bir düşünceyi savunabilirsiniz fakat bu karşıtı da öğrenmeniz için engel değil." cümlesini duymadınız mı?
devamını gör...
eyjafjallajökull
izlanda'da bulunan bu buzulun ismine ilk baktığınızda sanki random isim verilmiş gibi görünüyor. sonra zamanla alışıyorsunuz. artık yazmak için kopyala yapıştır ihtiyaç duymuyorsunuz nietzsche yazar gibi yazıyorsunuz.
devamını gör...
tanrı'ya en çok sorulmak istenen soru
jose saramago'nun kabil adlı kitabında kabil ile tanrı arasında geçen bir diyalog vardır. tanrı, sodom ve gomore da işlenen günahlardan dolayı eğer orada 10 masum kişi bulunamazsa orayı yok edeceğini söyler. 10 kişi bulunamaz ve şehirler yıkılır. bunun üzerine kabil sorar, orada hiç çocuk yok muydu?
devamını gör...
nicer dicer
çok kullanışlı bir doğrama setidir.
psikolojimin çok yerinde olmadığı zamanlarda; aslında hiçbir zaman yerinde olmamış olabilir, o yüzden girizgahı değiştirerek üniversite yıllarımda diyorum, geceleri uyuyamadığım ve kafka ile savaşmaktan sıkıldığım, kuş aramaya çıkan kafeslerden usandığım gecelerde oturup saatlerce reklamlarını izlediğim ürünlerden biridir.

o zamanlar gece belli bir saatten sonra yayınlar tükendiğinde doğrudan satış reklamları başlardı çoğu kanalda. şimdi bunun için özel olarak yayın yapan kanallar var ve benim için bir anlamı kalmadı.
nicer dicer reklamı benim için en özel olanlardan biriydi. kocaman bir set olan nicer dicer setinin içinde doğrama bıçağı, soyucular, rendeleme bıçağı, elma dilim kesme bıçağı ve bunun gibi farklı aparatlar bulunmakta idi. mutfakta insanların hayatını kolaylaştırmak için tasarlanan bu set benim de depresif gecelerimde hiçbir şey düşünmeden boş boş ekrana bakarak zaten çok da dolu olmadığını düşündüğüm zihnimi boşaltmam konusunda bana yardımcı olmuştur.

reklamı onlarca kez izlememe rağmen almak hiç aklıma gelmedi. almadım da. ama bu bilgilendirici tanımı yazmadan da edemedim.
psikolojimin çok yerinde olmadığı zamanlarda; aslında hiçbir zaman yerinde olmamış olabilir, o yüzden girizgahı değiştirerek üniversite yıllarımda diyorum, geceleri uyuyamadığım ve kafka ile savaşmaktan sıkıldığım, kuş aramaya çıkan kafeslerden usandığım gecelerde oturup saatlerce reklamlarını izlediğim ürünlerden biridir.

o zamanlar gece belli bir saatten sonra yayınlar tükendiğinde doğrudan satış reklamları başlardı çoğu kanalda. şimdi bunun için özel olarak yayın yapan kanallar var ve benim için bir anlamı kalmadı.
nicer dicer reklamı benim için en özel olanlardan biriydi. kocaman bir set olan nicer dicer setinin içinde doğrama bıçağı, soyucular, rendeleme bıçağı, elma dilim kesme bıçağı ve bunun gibi farklı aparatlar bulunmakta idi. mutfakta insanların hayatını kolaylaştırmak için tasarlanan bu set benim de depresif gecelerimde hiçbir şey düşünmeden boş boş ekrana bakarak zaten çok da dolu olmadığını düşündüğüm zihnimi boşaltmam konusunda bana yardımcı olmuştur.

reklamı onlarca kez izlememe rağmen almak hiç aklıma gelmedi. almadım da. ama bu bilgilendirici tanımı yazmadan da edemedim.
devamını gör...
intihara teşebbüs eden kişiye ceza verilmesi
intihara teşebbüs eden kişiye hayat zaten yeterince ceza vermiştir. daha ağır ne ceza verilebilir ki ?
devamını gör...
sonra döndüm ve dedim ki
pastırmamı kim yedi.
devamını gör...
ikranur tirsi
giresun'un bulancak ilçesinde, haziran ayında ölü bulunan 7 yaşındaki küçük kızımız.
bugün amcası ve halası cinayetten gözaltına alındı.
bugün amcası ve halası cinayetten gözaltına alındı.
devamını gör...
türkçe
türkiye cumhuriyetinin resmi dilidir. ancak türkçe değildir.
kırgızistanlı biriyle tanıştım. türkiye'ye doktora için gelmiş. laf lafı açtı sohbet içerisinde. en nihayetinde de konu osmanlı türkçesi'ne geldi. kız bana dedi ki, dilinizin adı türkçe, burası türkiye. biz binyıllarıdır var olan bir toplumuz. orta asya'da öz türkçe'yi kullanan, aynı dili konuşan ülkeleriz. ama ben sizin ülkenize geldiğimde dilinizi anlamak için bile epey zorlandım. dili değiştiren, doğudan, batıdan etkilenip, kültürün bel kemiği olan dilini saf tutamayan sizsiniz. ama sizin dilinizin adı türkçe, bizimkinin adı kırgızca, azerice, uygurca. işte bunlar hep siyaset dedi. bu arada iletişim dilimiz ingilizce. mükemmel değil mi?
düşününce doğru. biz türkçe bile konuşmuyoruz ki. farsça'dan, arapça'dan, sömürü devletleri gibi fransızca'dan binlerce kelimenin dilimize nüfuz etmesine izin vermişiz. türkiye topraklarında devşirme bir dil yaratıp adını da türkçe koymuşuz. öz türkçe başka ülkelerde, başka adlarla anılıyor. şimdi gelmiş okullarda osmanlı türkçesi öğretmeye çalışıyoruz. bunu da harf devrimi ile bir gecede "cahilleştiğimizi" düşündüğümüz için yapıyoruz. ben okuduğum bölümden dolayı üniversitede osmanlı türkçesi yazmış, okumuş, çeviri yapmış bir insanım. osmanlı tükçesi'nin türkçe olmadığını bilecek kadar dili etimolojik olarak tanıdım, öğrendim. kalkıp bana kültür, sanat, edebiyat demeyin. bu siyasi bir hareket; neo osmanlıcı tavrın eğitim sistemimize tecavüzü. adı türkçe olan dilin köküne kibrit suyunu çakmak. harf devrimi bile değil, dil devrimi bu. ülkenin dilini, yani kültürünü değiştirmeye çalışmak.
bu topraklarda 600 yıl hüküm süren bir devletin dilini üniversitelerde osmanlı türkçesi diline hakim dilbilimciler yetiştirerek bilimsel düzeyde tarihsel, sanatsal olarak inceleyebilirsin. tıpkı bu topraklar üzerinde yaşamış azınlık diye adlandırılan(!) toplumların dilini öğrenip, bu alanda araştırma yapabilecek donanıma sahip akademik personel yetiştirmen gibi. konu bilimsel araştırma ise bir yaptığın bir yaptığınla örtüşsün, gel canımı ye. ama senin derdin o değil. ve ne yazık ki biz bunu biliyoruz.
cehalet mutluluk gerçekten.
kırgızistanlı biriyle tanıştım. türkiye'ye doktora için gelmiş. laf lafı açtı sohbet içerisinde. en nihayetinde de konu osmanlı türkçesi'ne geldi. kız bana dedi ki, dilinizin adı türkçe, burası türkiye. biz binyıllarıdır var olan bir toplumuz. orta asya'da öz türkçe'yi kullanan, aynı dili konuşan ülkeleriz. ama ben sizin ülkenize geldiğimde dilinizi anlamak için bile epey zorlandım. dili değiştiren, doğudan, batıdan etkilenip, kültürün bel kemiği olan dilini saf tutamayan sizsiniz. ama sizin dilinizin adı türkçe, bizimkinin adı kırgızca, azerice, uygurca. işte bunlar hep siyaset dedi. bu arada iletişim dilimiz ingilizce. mükemmel değil mi?
düşününce doğru. biz türkçe bile konuşmuyoruz ki. farsça'dan, arapça'dan, sömürü devletleri gibi fransızca'dan binlerce kelimenin dilimize nüfuz etmesine izin vermişiz. türkiye topraklarında devşirme bir dil yaratıp adını da türkçe koymuşuz. öz türkçe başka ülkelerde, başka adlarla anılıyor. şimdi gelmiş okullarda osmanlı türkçesi öğretmeye çalışıyoruz. bunu da harf devrimi ile bir gecede "cahilleştiğimizi" düşündüğümüz için yapıyoruz. ben okuduğum bölümden dolayı üniversitede osmanlı türkçesi yazmış, okumuş, çeviri yapmış bir insanım. osmanlı tükçesi'nin türkçe olmadığını bilecek kadar dili etimolojik olarak tanıdım, öğrendim. kalkıp bana kültür, sanat, edebiyat demeyin. bu siyasi bir hareket; neo osmanlıcı tavrın eğitim sistemimize tecavüzü. adı türkçe olan dilin köküne kibrit suyunu çakmak. harf devrimi bile değil, dil devrimi bu. ülkenin dilini, yani kültürünü değiştirmeye çalışmak.
bu topraklarda 600 yıl hüküm süren bir devletin dilini üniversitelerde osmanlı türkçesi diline hakim dilbilimciler yetiştirerek bilimsel düzeyde tarihsel, sanatsal olarak inceleyebilirsin. tıpkı bu topraklar üzerinde yaşamış azınlık diye adlandırılan(!) toplumların dilini öğrenip, bu alanda araştırma yapabilecek donanıma sahip akademik personel yetiştirmen gibi. konu bilimsel araştırma ise bir yaptığın bir yaptığınla örtüşsün, gel canımı ye. ama senin derdin o değil. ve ne yazık ki biz bunu biliyoruz.
cehalet mutluluk gerçekten.
devamını gör...
nickaltına yazılınca mutlu olan yazar
yazarın mutluluk kavramına göre değişen durum.
en son yazılan beni mutlu etmedi.
alttan zile basıp kaçan mahalleli çocuk gibi bir nick altı yazılmış.
ne oluyor diye düşünmeme sebep oldu.
dikkat çekme merakı mı, can sıkıntısı mı, boş geyik mi, anonim olmanın verdiği özgüven mi, vb.
sordum ona hakkımı kullanıyorum dedi.
sizde kullanın dedi.
hak anlayışı benim hak anlayışımın yakınından bile geçmiyor.
hayatta her şey mümkün dedim geçtim.
insanı zorla olgun yapan bir durum.
en son yazılan beni mutlu etmedi.
alttan zile basıp kaçan mahalleli çocuk gibi bir nick altı yazılmış.
ne oluyor diye düşünmeme sebep oldu.
dikkat çekme merakı mı, can sıkıntısı mı, boş geyik mi, anonim olmanın verdiği özgüven mi, vb.
sordum ona hakkımı kullanıyorum dedi.
sizde kullanın dedi.
hak anlayışı benim hak anlayışımın yakınından bile geçmiyor.
hayatta her şey mümkün dedim geçtim.
insanı zorla olgun yapan bir durum.
devamını gör...
sevgiliye kasaptaki koyunun makatındaki çiçeği çalıp vermek
sonu pek de hayırlı bitmemiş olan durumdur.
bundan iki hafta önce başıma geldi bu olay. üzerimdeki sorumsuz aşık olmanın verdiği utanç vesikası tavrı ancak atabildim ve sanırım içimi dökme zamanı geldi dostlar.
bilenler zaten biliyor her 2 mayıs esra'mın (yani köy yumurtamın) doğum günü. onunla doğum gününde lunaparka gider önce bir güzel çocuk gibi eğlenir, sonra değişiklik olsun diye a la carte bir restorana gidip romantik bir akşam yemeği yer ve otelde romantik bir gece geçiririz ancak bu sefer kapanma dolayısıyla bu rutin planımız iptal oldu. ben acaba ne gibi bir sürpriz hazırlasam diye düşünürken unutup gitmişim. zaten hediye olarak diriliş ertuğrul dizisindeki alplerin taktığı kayı obası şapkası almıştım sonra beğenmeyeceğini düşünerek vermekten vazgeçtim, hem havalar da ısındı kız neden bere taksın ki..
neyse işte ben doğum gününü unuttum ballı çöreğimin, tamamen aklımdan çıkmış... işten çıktım eve doğru geliyorum. yolda iki tane genç kavga ediyordu. aralarına sızdım:
"ay gençler, canım gençler, nedir bu haliniz he?! bakın her taraf virüsten kırılıyor siz burada sarmaş dolaş kavga ediyorsunuz??"
içlerinden irice olan sözümü kesti:
"dayı bu şerefsizi geberteceğim! keseceğim!"
"hopp.. kısa kes aydın havası olsun. düzgün durun şimdi lan! haydi öpüşün barışın. dur lan temas yoktu dimi... siz en iyisi öpüşmeyin olaysız dağılın haydi yallah."
ikisini de ayırdığım için mahalle abisi gururu geldi bana bir. topuklarımın üzerine basa basa gidiyom, ceketi havalı bir şekilde sırtıma attım ama yan camdan kendime baktım o kadar komik görünüyorum ki, kuzey tekinoğlu gibi hissederken, silivri f tipi cezaevine düşmüş barbaros şansal gibi olmuşum anasını satim. tam da o esnada kasabın önünden geçiyordum ki, gözüme koyunların makat bölgesine takılan çiçek ilişti. zamanında çayır çimende otlayıp oyun oynayan bu kuzucukların düştüğü vaziyet epey bir canımı acıtır zaten. hayatın metaforik bir göstergesi bu sanırım. dün yediğin çimenler, bugün k*çında çiçekler... o anda birdenbire aydınlanma yaşadım ve haykırdım:
aman tanrım!
esra'nın doğum günü ve benim elimde hiçbir şey yok!
her yer kapalı!...
macdonalds'tan soğan halkası mı alsam acaba!
remzi sürekli mideni düşünüyorsun der bana!
ayrıca hiç romantik değil!
çiçekten şaşmamalı! kadınlar çiçeğe böceğe bayılır!
bir de cemal süreya'nın üvercinka'sından çaktırmadan bir şiir okudum muydu tamamdır!
işte böyle!...
ulan ben neden,
19 yaşında post-modernlik ayağına ergence kafiyesiz sallayan wattpad şairi gibi bağırıyorum anasını satim!
o anda hemen karşıdaki camdan koyunların makat bölgesine iliştirilmiş olan kırmızı sümbülü aşırmak için dükkana girdim. içeriyi bir gözetledim ve "burası temiz" diyerek girdim. sesten anladığım kadarıyla kasap amca arkadaki bölmede satırla takır tukur bir şeyler doğruyor. koyunun makat bölgesi camekanın en uç kısmında kaldığından, vücudumun en esnek halini kullanarak işaret ve orta parmağımla kıstırarak aldım ancak o anda karşımda dikilen iki tane ızbandut gibi adamla birlikte ufak bir kalp krizi geçirdim. betim benzim atmıştı bu iki çam yarmasını görünce. adamların suratları o kadar korkunç, o kadar meymenetsiz ki dostlar, size yemin ederim şehzade mustafa'yı katleden cellatlar bu heriflerin yanında brad pitt gibi kalır anasını satim. o kadar korkunçlar yani.. bir tanesinin suratında boydan boya dikiş izi var ama böyle en iyi ihtimalle kargo zımbasıyla falan dikmişler yani belli... kollarındaki ve vücudunun geri kalanındaki kıllar nil nehri deltası gibi bereketli. içlerinden kır saçlı ve daha yaşlıca olanı, elindeki satırın kanını önlüğüne sildi ve bana dönerek:
"hayırdır koçum??" dedi.
siz sesin g*te kaçmasının ne demek olduğunu bilir misiniz dostlarım? ben bildim işte, sesim çıkmıyor altıma etmişimdir belki de... kaçsam kapı uzakta, yani gidene kadar teksas katliamındaki adam gibi kafama fırlatır baltayı ben kaçarken imkanı yok yani. saniyenin binde biri bir hızla düşünüp, başka çarem kalmadığı için
"beni abi gönderdi, bugün yevmiyeli çalışacağım aybi.." dedim sezercik gibi.
"murat abi mi gönderdi seni evlat?"
"ev- ev- evet aybi"
içeriye bağırdılar, murat abi dedikleri dükkan sahibi girdi. adam kolpaçino'daki ekrem abiye o kadar benziyor anasını satim... o an zevzek bir şekilde "bari dalaktan düşseydik be abi" dememek için kendimi zor tuttum. zaten pek espriden anlıyor gibi görünmüyorlardı. içeri giren murat abi'nin meymenetsiz suratı en son ilhan mansız senegal'e gol attığında gülmüştür allah bilir. neyse ne diyordum dostlar? o anda kılık kıyafetime gülerek gidip değiştirmemi istediler. kanlı, organlı giysileri giyip üstüme önlüğü geçirdim. düştüğüm duruma bak diye düşünüyorum bir yandan allah kahretsin diyorum. bıraksalar sinirden ağlayacağım, en son bu hissi askerliğin ilk günü koğuşta osuruk kokusundan uyuyamadığımda yaşamıştım. 6-7 saat boyunca kasapta masatla bıçak biledim, satırla et kestim. bir ara az daha parmağımı uçuracaktım ramak kalmıştı. içeride cimilli ibo, azer bülbül falan çalıyor, ben erik satie, chopin, rachmaninoff dinleyip öküzgözü şarabımı yudumlamayı seven rafine zevkleri olan bir adamım. düştüğüm hale bak, kabus gibi ama bitmiyor.
en son iş çıkışında dükkanı kapatırken bana 150 lira yevmiye verdiler. murat abi bana dönerek: "elinin ayarı yok senin aslanım. eti mundar ettin bir daha gelmeyesin" dedi. "tamam abi" dedim ve topuklarım vura vura arkama bakmadan kaçtım oradan. gece 12'ye doğru geliyordu. elimde sadece güdük bir çiçek var ama hala canlı görünüyor. bu saatte çiçek alabileck herhangi bir yer yok, mezarlık bulsam bir şeyler toplayacağım ama en yakın mezarlık 2-3 km uzaklıkta. bir tek bu çiçeği vermek de saçma olur. o anda üstümü başımı yırtıp parçalamaya karar verdim. "sana gelirken köpek saldırısına uğradım" diyecektim. inanır mı bilmem. benim köy yumurtam için karşıma herkesi alırım çünkü heh!
kendimi güç bela içeri attım. dizlerimde derman kalmamıştı. benim bu serkeş halimi görünce esra hemen yanıma koştu:
esra: "remzi! aşkım bu hal ne!"
üstümde, sevdiği için canını vermek üzere olan bir askerin ağır ama mağrur ifadesi vardı. popo cebimdeki çiçeği çıkarararak:
"sana çiçek almıştım ama köpek saldırısına uğradım... her yerimi parçaladılar..." dedim. cümlemim son hecesini, son nefesini veren biri gibi söylemiştim.
kız beni hemen duşa soktu. gerçekten de kolumu kaldıracak halim yok. elbiselerimi soymadan yıkamaya karar verdi.
esra: aşkım bu kemik parçaları ne?
ben: ne-ne ke-kemik parçası tatlım?!?!
esra: üstünde diyorum kemik parçaları ve kan var!
ben: lanet olsun her tarafımı parçalamışlar
esra: neeeh!!!
ben: yok yok bu benim kanım değil, muhtemelen köpecikler birbirlerini parçalarken ben kavganın arasında kalmışım. bak tek parça, sapasağlamım.
esra: tamam aşkım. kötü kokuyorsun ama.
bundan sonra romantik dakikalar yaşadık esra ile. daha doğrusu benim aşırı yorgunluktan dolayı yatakta sızıp kalmamdan dolayı romantizmimiz ertelenmiş oldu. evet ben belki yalancı bir aşığım dostlarım, bana küfredebilir ve belki de ayıplayabilirsiniz ama ben bal böceğim için her şeyi yaparım. bunu da sizlerle paylaşmak istedim, sevdiğinize bir sürpriz yapacaksanız işi uzun tutmayın lütfen, onlara verdiğiniz değeri hissettirin.
bundan iki hafta önce başıma geldi bu olay. üzerimdeki sorumsuz aşık olmanın verdiği utanç vesikası tavrı ancak atabildim ve sanırım içimi dökme zamanı geldi dostlar.
bilenler zaten biliyor her 2 mayıs esra'mın (yani köy yumurtamın) doğum günü. onunla doğum gününde lunaparka gider önce bir güzel çocuk gibi eğlenir, sonra değişiklik olsun diye a la carte bir restorana gidip romantik bir akşam yemeği yer ve otelde romantik bir gece geçiririz ancak bu sefer kapanma dolayısıyla bu rutin planımız iptal oldu. ben acaba ne gibi bir sürpriz hazırlasam diye düşünürken unutup gitmişim. zaten hediye olarak diriliş ertuğrul dizisindeki alplerin taktığı kayı obası şapkası almıştım sonra beğenmeyeceğini düşünerek vermekten vazgeçtim, hem havalar da ısındı kız neden bere taksın ki..
neyse işte ben doğum gününü unuttum ballı çöreğimin, tamamen aklımdan çıkmış... işten çıktım eve doğru geliyorum. yolda iki tane genç kavga ediyordu. aralarına sızdım:
"ay gençler, canım gençler, nedir bu haliniz he?! bakın her taraf virüsten kırılıyor siz burada sarmaş dolaş kavga ediyorsunuz??"
içlerinden irice olan sözümü kesti:
"dayı bu şerefsizi geberteceğim! keseceğim!"
"hopp.. kısa kes aydın havası olsun. düzgün durun şimdi lan! haydi öpüşün barışın. dur lan temas yoktu dimi... siz en iyisi öpüşmeyin olaysız dağılın haydi yallah."
ikisini de ayırdığım için mahalle abisi gururu geldi bana bir. topuklarımın üzerine basa basa gidiyom, ceketi havalı bir şekilde sırtıma attım ama yan camdan kendime baktım o kadar komik görünüyorum ki, kuzey tekinoğlu gibi hissederken, silivri f tipi cezaevine düşmüş barbaros şansal gibi olmuşum anasını satim. tam da o esnada kasabın önünden geçiyordum ki, gözüme koyunların makat bölgesine takılan çiçek ilişti. zamanında çayır çimende otlayıp oyun oynayan bu kuzucukların düştüğü vaziyet epey bir canımı acıtır zaten. hayatın metaforik bir göstergesi bu sanırım. dün yediğin çimenler, bugün k*çında çiçekler... o anda birdenbire aydınlanma yaşadım ve haykırdım:
aman tanrım!
esra'nın doğum günü ve benim elimde hiçbir şey yok!
her yer kapalı!...
macdonalds'tan soğan halkası mı alsam acaba!
remzi sürekli mideni düşünüyorsun der bana!
ayrıca hiç romantik değil!
çiçekten şaşmamalı! kadınlar çiçeğe böceğe bayılır!
bir de cemal süreya'nın üvercinka'sından çaktırmadan bir şiir okudum muydu tamamdır!
işte böyle!...
ulan ben neden,
19 yaşında post-modernlik ayağına ergence kafiyesiz sallayan wattpad şairi gibi bağırıyorum anasını satim!
o anda hemen karşıdaki camdan koyunların makat bölgesine iliştirilmiş olan kırmızı sümbülü aşırmak için dükkana girdim. içeriyi bir gözetledim ve "burası temiz" diyerek girdim. sesten anladığım kadarıyla kasap amca arkadaki bölmede satırla takır tukur bir şeyler doğruyor. koyunun makat bölgesi camekanın en uç kısmında kaldığından, vücudumun en esnek halini kullanarak işaret ve orta parmağımla kıstırarak aldım ancak o anda karşımda dikilen iki tane ızbandut gibi adamla birlikte ufak bir kalp krizi geçirdim. betim benzim atmıştı bu iki çam yarmasını görünce. adamların suratları o kadar korkunç, o kadar meymenetsiz ki dostlar, size yemin ederim şehzade mustafa'yı katleden cellatlar bu heriflerin yanında brad pitt gibi kalır anasını satim. o kadar korkunçlar yani.. bir tanesinin suratında boydan boya dikiş izi var ama böyle en iyi ihtimalle kargo zımbasıyla falan dikmişler yani belli... kollarındaki ve vücudunun geri kalanındaki kıllar nil nehri deltası gibi bereketli. içlerinden kır saçlı ve daha yaşlıca olanı, elindeki satırın kanını önlüğüne sildi ve bana dönerek:
"hayırdır koçum??" dedi.
siz sesin g*te kaçmasının ne demek olduğunu bilir misiniz dostlarım? ben bildim işte, sesim çıkmıyor altıma etmişimdir belki de... kaçsam kapı uzakta, yani gidene kadar teksas katliamındaki adam gibi kafama fırlatır baltayı ben kaçarken imkanı yok yani. saniyenin binde biri bir hızla düşünüp, başka çarem kalmadığı için
"beni abi gönderdi, bugün yevmiyeli çalışacağım aybi.." dedim sezercik gibi.
"murat abi mi gönderdi seni evlat?"
"ev- ev- evet aybi"
içeriye bağırdılar, murat abi dedikleri dükkan sahibi girdi. adam kolpaçino'daki ekrem abiye o kadar benziyor anasını satim... o an zevzek bir şekilde "bari dalaktan düşseydik be abi" dememek için kendimi zor tuttum. zaten pek espriden anlıyor gibi görünmüyorlardı. içeri giren murat abi'nin meymenetsiz suratı en son ilhan mansız senegal'e gol attığında gülmüştür allah bilir. neyse ne diyordum dostlar? o anda kılık kıyafetime gülerek gidip değiştirmemi istediler. kanlı, organlı giysileri giyip üstüme önlüğü geçirdim. düştüğüm duruma bak diye düşünüyorum bir yandan allah kahretsin diyorum. bıraksalar sinirden ağlayacağım, en son bu hissi askerliğin ilk günü koğuşta osuruk kokusundan uyuyamadığımda yaşamıştım. 6-7 saat boyunca kasapta masatla bıçak biledim, satırla et kestim. bir ara az daha parmağımı uçuracaktım ramak kalmıştı. içeride cimilli ibo, azer bülbül falan çalıyor, ben erik satie, chopin, rachmaninoff dinleyip öküzgözü şarabımı yudumlamayı seven rafine zevkleri olan bir adamım. düştüğüm hale bak, kabus gibi ama bitmiyor.
en son iş çıkışında dükkanı kapatırken bana 150 lira yevmiye verdiler. murat abi bana dönerek: "elinin ayarı yok senin aslanım. eti mundar ettin bir daha gelmeyesin" dedi. "tamam abi" dedim ve topuklarım vura vura arkama bakmadan kaçtım oradan. gece 12'ye doğru geliyordu. elimde sadece güdük bir çiçek var ama hala canlı görünüyor. bu saatte çiçek alabileck herhangi bir yer yok, mezarlık bulsam bir şeyler toplayacağım ama en yakın mezarlık 2-3 km uzaklıkta. bir tek bu çiçeği vermek de saçma olur. o anda üstümü başımı yırtıp parçalamaya karar verdim. "sana gelirken köpek saldırısına uğradım" diyecektim. inanır mı bilmem. benim köy yumurtam için karşıma herkesi alırım çünkü heh!
kendimi güç bela içeri attım. dizlerimde derman kalmamıştı. benim bu serkeş halimi görünce esra hemen yanıma koştu:
esra: "remzi! aşkım bu hal ne!"
üstümde, sevdiği için canını vermek üzere olan bir askerin ağır ama mağrur ifadesi vardı. popo cebimdeki çiçeği çıkarararak:
"sana çiçek almıştım ama köpek saldırısına uğradım... her yerimi parçaladılar..." dedim. cümlemim son hecesini, son nefesini veren biri gibi söylemiştim.
kız beni hemen duşa soktu. gerçekten de kolumu kaldıracak halim yok. elbiselerimi soymadan yıkamaya karar verdi.
esra: aşkım bu kemik parçaları ne?
ben: ne-ne ke-kemik parçası tatlım?!?!
esra: üstünde diyorum kemik parçaları ve kan var!
ben: lanet olsun her tarafımı parçalamışlar
esra: neeeh!!!
ben: yok yok bu benim kanım değil, muhtemelen köpecikler birbirlerini parçalarken ben kavganın arasında kalmışım. bak tek parça, sapasağlamım.
esra: tamam aşkım. kötü kokuyorsun ama.
bundan sonra romantik dakikalar yaşadık esra ile. daha doğrusu benim aşırı yorgunluktan dolayı yatakta sızıp kalmamdan dolayı romantizmimiz ertelenmiş oldu. evet ben belki yalancı bir aşığım dostlarım, bana küfredebilir ve belki de ayıplayabilirsiniz ama ben bal böceğim için her şeyi yaparım. bunu da sizlerle paylaşmak istedim, sevdiğinize bir sürpriz yapacaksanız işi uzun tutmayın lütfen, onlara verdiğiniz değeri hissettirin.
devamını gör...