emisizumab
faktör 8 fonksiyonunu düzelten hemofili a tedavisinde kullanılan ajandır.
(bkz: hemofili)
(bkz: hemofili)
devamını gör...
amerikan film klişeleri
üstü açık arabaya kapıyı açmadan atlayarak binmek.
ayrıca binen kişinin 'hey dostum ne duruyorsun hadi bas gaza' şeklinde bir replik sarfetmesi durumu tamamlayıcı yegane klişedir...
ayrıca binen kişinin 'hey dostum ne duruyorsun hadi bas gaza' şeklinde bir replik sarfetmesi durumu tamamlayıcı yegane klişedir...
devamını gör...
öğretmenlerin ideal eş olarak görülmesi
bu konuda bir anım bile var sene 1999.
yeni evliyim, evin yakınında bir okulda sözleşmeli ingilizce öğretmenliği yapıyorum.
bir öğretmen yanıma geldi
-hocam bizim bir akraba var da sizi ona düşünmüştüm, dedi
-ben evliyim hocam, dedim
-hadi ya, var mı senin gibi tanıdığın bekar bir öğretmen, dedi
benim gibi olan ama bekar olan öğretmen arıyorlardı.
kışın 15 gün, yazın 3 ay izni olan, genelde yarım gün çalışılan, kaynanası bile hastalansa izin alınacak başka bir meslek olmadığı için, ideal eş mesleği olarak görülen, mesleğin fanlarının, görücüler olarak görülmesi durumu.
yeni evliyim, evin yakınında bir okulda sözleşmeli ingilizce öğretmenliği yapıyorum.
bir öğretmen yanıma geldi
-hocam bizim bir akraba var da sizi ona düşünmüştüm, dedi
-ben evliyim hocam, dedim
-hadi ya, var mı senin gibi tanıdığın bekar bir öğretmen, dedi
benim gibi olan ama bekar olan öğretmen arıyorlardı.
kışın 15 gün, yazın 3 ay izni olan, genelde yarım gün çalışılan, kaynanası bile hastalansa izin alınacak başka bir meslek olmadığı için, ideal eş mesleği olarak görülen, mesleğin fanlarının, görücüler olarak görülmesi durumu.
devamını gör...
suç olmadığı halde yaparken öyle hissettiren durumlar
okulda günlerce elim kopa kopa çıkardığım notları armut piş ağzıma düş diyen insanlara vermemek.
devamını gör...
saati bulan insan saati nasıl ayarladı sorunsalı
trt yi açıp ayarlamış olabilir. ben küçükken öyle yapıyordum.
devamını gör...
köylü yazardan ironiler
değerli ablam bize kaybedenler yollamıştı bu şarkıyı. çok kaybettik.
#913183
#913183
devamını gör...
hoşlanılan kızın oruç musun diye sorması
orucum, sen namaz mısın diyerek cevap verilmesi gereken durumdur. doğrusu oruçlu musun olması gerekir.
devamını gör...
fareo dili
en çok danimarka'ya bağlı olan fareo adalarında yaygın olarak konuşulan dil.
devamını gör...
ailelerin çocuklarına uyumlu isim koyma takıntısı
genellikle karşılaştığım durumdur. mesela bir ailenin 4 tane kızı var isimler sırasıyla nuray, gülay, tülay, sonay. nedir bu kafiye merakı acaba çok merak ediyorum. bir de şöyle bir şey var 4 kardeşin ismi uyumlu ama 1 tanesi onlara uymuyor. mesela hatice, nuray, gülay, tülay ve sonay. hatice neden hatice, o neden uyumlu değil acaba hatice kendisini dışlanmış hissediyor mu, hatice neden kafiyeden mahrum kalmış?
devamını gör...
ayakkabı seçiminin karakterin büyük bir göstergesi olması
bir gerçek. belki uzun süre ayakkabıcılık yaptığım içindir, ama kadın veya erkek, ayakkabılarına bakınca aşağı yukarı bir karakter iskeleti çıkarırım kendimce. ve bu çıkarımlarımda da pek yanılmışlığım yoktur.
rengi, dizaynı vesaireden öte, ayakkabının kalıbındaki kaliteyi algılayabilen ve ona göre seçim yapan kimseler klas insanlardır genelde.
ve tabii ki bu dahil tüm genellemeler yanlıştır.
rengi, dizaynı vesaireden öte, ayakkabının kalıbındaki kaliteyi algılayabilen ve ona göre seçim yapan kimseler klas insanlardır genelde.
ve tabii ki bu dahil tüm genellemeler yanlıştır.
devamını gör...
normal sözlük'teki en havalı nick
hiçbiri.
devamını gör...
akşam yemeği olarak kahvaltı
yorucu geçen gün sonunda yapmak zorunda kaldığım , domates ve beyaz peynirli sandviç eşliğinde güzel demlenmiş çay ile keyfini çıkardığım günü kurtaran pratik beslenme şekli.
devamını gör...
pornhub
bir a haber değildir.
devamını gör...
bundan bize ne olması
konuca bir bütünü ilgilendirmeyen durumlar.
devamını gör...
allah sadist midir sorunsalı
ben allah'a inanmıyorum. (tabi onunla birlikte diğer tanrılara da ) ibadet etmiyorum (yukarıdakine bağlı olarak).
ama;
- haram yemiyorum
- hırsızlık yapmıyorum
- kumar oynamıyorum
- alkol vb. kullanmıyorum
- iftira atmiyorum
- elimden geldiğince etrafa karşı yardımsever, faydalı, zararsız ve kendi halinde biri olmaya çalışıyorum.
ama allah beni cehenneminde sonsuza dek yakacak. gönderdiği kitap, benim gerizekalılığım ve şımarıklığım yüzünden bana gerçekçi gelmediği ve içinde yazılanları kabul etmediğim için sonsuz işkencelere maruz kalacağım, ama yemediği bok kalmayan, sırf iki kelime soyledigi için müslüman olan biri elinde sonunda cennete gidecek. bu bana hiç adil gelmiyor; ve enteresan bir şekilde, kendi kendisini hayata geçiren kehanet gibi, bu yüzden böyle bir dine inanmak bana çok çekici görünmüyor.
müslümanlar da, kendilerini kandırmadan bir sorsalar keşke. (haşa-maşa) kendileri allah olsa, böyle kullarına sonsuz bir işkenceyi mi reva görürlerdi? "evet" diyorlarsa, aynen devam, sorun yok. "acaba" diyorlarsa, lan bi dakka!.
ama;
- haram yemiyorum
- hırsızlık yapmıyorum
- kumar oynamıyorum
- alkol vb. kullanmıyorum
- iftira atmiyorum
- elimden geldiğince etrafa karşı yardımsever, faydalı, zararsız ve kendi halinde biri olmaya çalışıyorum.
ama allah beni cehenneminde sonsuza dek yakacak. gönderdiği kitap, benim gerizekalılığım ve şımarıklığım yüzünden bana gerçekçi gelmediği ve içinde yazılanları kabul etmediğim için sonsuz işkencelere maruz kalacağım, ama yemediği bok kalmayan, sırf iki kelime soyledigi için müslüman olan biri elinde sonunda cennete gidecek. bu bana hiç adil gelmiyor; ve enteresan bir şekilde, kendi kendisini hayata geçiren kehanet gibi, bu yüzden böyle bir dine inanmak bana çok çekici görünmüyor.
müslümanlar da, kendilerini kandırmadan bir sorsalar keşke. (haşa-maşa) kendileri allah olsa, böyle kullarına sonsuz bir işkenceyi mi reva görürlerdi? "evet" diyorlarsa, aynen devam, sorun yok. "acaba" diyorlarsa, lan bi dakka!.
devamını gör...
ensest ilişki yaşama özgürlüğü
ensest ilişki yaşamak isteyen kişilerin muhtemelen psikolojik sorunları vardır ki zaten
devamını gör...
sosyal medya dolandırıcılığı
yaşı geçmiş azgın dayıların sık sık kandığı bir dolandırıcılık türüdür.
devamını gör...
normal sözlük yazarlarının başına gelmiş trajikomik olaylar
lisede başımdan geçen, fizik öğretmenim, kafası hafif çatlak neslihan hocamız* ben, en yakın arkadaşım ve bir adet kalorifer içeren bir olaydır.
yıl 2009, lise birdeyiz. lise bir, kendi başına hayatımızın en nefis yıllarından biri olmuştur. ergenliğin kabarmaya başladığı, çift sesli olduğumuz, hormonları kontrol etmekte zorlandığımız, birçok şeyi yeni keşfettiğimiz için de her geçen gün duygudurumların değiştiği bir dönemi temsil eder. bu dönemde çok cesuruzdur, buna bağlı olarak çok sık utanırız. severiz, seviliriz, güleriz, ağlarız ve hepsini yoğun bir şekilde yaşarız. kendi dışımızdaki olaylara ve gelişmelere genellikle kayıtsızızdır, daha anlamlı bir topluluk içindeyizdir ve yavaştan farkındalığımız artmaya başlamıştır. bu da duygularımızı yoğun yaşamamıza ve hızlı bir duygusal gelişime sebep olmuştur. biz de o zamanlardayız. gülünce çok gülüyor, ağlayınca çok ağlıyor, inatlaşınca inatlaşıyoruz ve bazen bunları dizginlemekte zorlanıyoruz.
neyse mevsim kış. şubat filan. ben her zaman en arkalarda otururdum. arka sıralar güzeldir, züppeliktir biraz. arkadaşlarım da çok iyi ama tembel insanlardı. onlarla beraberken mutluydum, baba adamlardı. neyse sağ arka sıranın duvar kısmında kalorifer peteği vardı. sıranın da sağ tarafında oturan adam gibi ısınırdı. sol taraf ise soğuktu çünkü petek çok kalitesizdi. sınıf genellikle soğuk olduğu için de peteğin yanında oturmak büyük meseleydi. biz de bunu arkadaşımla, 3 ders ben 3 ders o şeklinde çözmüştük. gayet adildi. 3 ders ısınacaktım, allah bereket versin. bu böyle sürüp gidiyor, barış içinde birlikte yaşıyorduk ama arkadaşım bazen arızaya bağlayabiliyordu. ben sınıfın zeki adamlarındandım. kendi sınav kağıdımı 15 dakikada bitirir sonra onunkiyle değiştirir onunkini de yapardım ve ikimiz de dersten geçerdik. bu gücüm her daim vardı ve lehimeydi ama bu olayı normalleştirmiştik artık. bir iyilik gibi gelmiyordu, doğal bir süreçti.
3. ders fizik. neslihan hoca, 40 yaşlarında, bekar, uzun boylu, güzel kadın. güzel ama hayat boyunca tek başına bir mücadelenin içinde olduğu için muhtemelen kafası kırıktı biraz. bugünkü feministlerin falan diz çöküp tövbe isteyeceği kadar sağlam bir kadındı ama işte psikolojik olarak ciddi sorunlar yaşıyordu. ani parlamaları falan vardır, ters düşmek istemezsiniz. sınava bir hafta kalmıştı ve hoca da ders başında bugün sınavla alakalı ipuçları vereceğini söylemişti. neyse ders başladı, abuk subuk şeylerden dikkatim dağıldı, uykum geldi. dersin 25. dakikasında falan arkadaşımla artık kalorifer sırasının bana geldiği hakkında tartışmaya başladık. üç derslik hakkı bu dersle doluyordu ve benim de kıçım donuyordu. nedense o anda bundan bahsetmem gerektiğini hissettim ve arkadaşım da bana "bugün dört ders ben oturacağım" dedi. hiç beklemediğim bu şerefsizlik karşısında şoke oldum. kabul edilebilir bir şey değildi, anlaşma tek taraflı bozuluyordu ve ben de çok sinirlenmiştim. uykum süratle açıldı ve hemen tepki verdim. ergenlikte duyguların da tepkilerin de aşırı olabildiğini daha önce söylemiştik. buna uygun bir şekilde "yok yaa" dedim. dedim ama nasıl dedim. sesim çok çıktı. bir anda bütün sınıf buz kesildi ve herkes bana döndü ve tabii neslihan hoca da.
ben de hocaya döndüm hemen. gözlerinden ateş çıkıyordu. eli ayağı birbirine karıştı, hemen elindeki tebeşiri bana fırlatıp "sen ne diyorsun gerizekalı, aptal. salak çocuk defol dersimden" diye bağırmaya başladı. ben hala şoktayım. küfür etmemiştim, saygısızlık da yoktu ve bu tip şeyler arada sırada olabilirdi neticede. ben tam olarak suçlu olduğuma ikna olmadığım için "hocam kusura bakmayın" dedim ve bunun yeteceğini düşündüm. ne olabilirdi a. koyim altı üatü sesim fazla çıkmıştı. neslihan hoca müthiş sinirliydi ve yanıma gelip ceketimden tuttu ve "defol çabuk" dedi. hala şoktaydım ama sessizce sınıfı terk ettim. herkes de çok sessizdi, kimse gülmüyordu. "noluyor anasını ya naptım lan ben" diyerek çıktım dersten. teneffüse kadar düşüne düşüne koridorda gezindim. sonra hoca çıkınca sınıfa girdim. hala anlamamıştım neyin ne olduğunu. arkadaşlar yanıma gelip "olum sen naptın niye öyle söyledin salak mısın" falan deyince "ya oğlum naptım sanki anasına sövdük" dedim. ben hala olayın kuru bir "yok ya" olduğunu sanıyordum. meğer olay bambaşkaymış.
ben tam arkadaşımla kalorifer tartışmasına girerken, hoca da haftaya olacak sınavların sorularından bahsediyormuş. bir ara da "bu hafta işlediğimiz konular da sınava dahil" demiş ve bilin bakalım "yok yaa" lafı tam olarak ne zamana denk gelmiş ? evet, hoca tam bu cümleyi kurduğunda bağırarak "yok yaa" demişim. hoca da bunu kendisine söylediğimi zannedip beni haşlamış. taşlar yerine oturunca hocanın odasına gidip özür diledim. hiç de ikna olmuş değildi ama en azından fizikten kalmaktan kurtulmuştum.
yıl 2009, lise birdeyiz. lise bir, kendi başına hayatımızın en nefis yıllarından biri olmuştur. ergenliğin kabarmaya başladığı, çift sesli olduğumuz, hormonları kontrol etmekte zorlandığımız, birçok şeyi yeni keşfettiğimiz için de her geçen gün duygudurumların değiştiği bir dönemi temsil eder. bu dönemde çok cesuruzdur, buna bağlı olarak çok sık utanırız. severiz, seviliriz, güleriz, ağlarız ve hepsini yoğun bir şekilde yaşarız. kendi dışımızdaki olaylara ve gelişmelere genellikle kayıtsızızdır, daha anlamlı bir topluluk içindeyizdir ve yavaştan farkındalığımız artmaya başlamıştır. bu da duygularımızı yoğun yaşamamıza ve hızlı bir duygusal gelişime sebep olmuştur. biz de o zamanlardayız. gülünce çok gülüyor, ağlayınca çok ağlıyor, inatlaşınca inatlaşıyoruz ve bazen bunları dizginlemekte zorlanıyoruz.
neyse mevsim kış. şubat filan. ben her zaman en arkalarda otururdum. arka sıralar güzeldir, züppeliktir biraz. arkadaşlarım da çok iyi ama tembel insanlardı. onlarla beraberken mutluydum, baba adamlardı. neyse sağ arka sıranın duvar kısmında kalorifer peteği vardı. sıranın da sağ tarafında oturan adam gibi ısınırdı. sol taraf ise soğuktu çünkü petek çok kalitesizdi. sınıf genellikle soğuk olduğu için de peteğin yanında oturmak büyük meseleydi. biz de bunu arkadaşımla, 3 ders ben 3 ders o şeklinde çözmüştük. gayet adildi. 3 ders ısınacaktım, allah bereket versin. bu böyle sürüp gidiyor, barış içinde birlikte yaşıyorduk ama arkadaşım bazen arızaya bağlayabiliyordu. ben sınıfın zeki adamlarındandım. kendi sınav kağıdımı 15 dakikada bitirir sonra onunkiyle değiştirir onunkini de yapardım ve ikimiz de dersten geçerdik. bu gücüm her daim vardı ve lehimeydi ama bu olayı normalleştirmiştik artık. bir iyilik gibi gelmiyordu, doğal bir süreçti.
3. ders fizik. neslihan hoca, 40 yaşlarında, bekar, uzun boylu, güzel kadın. güzel ama hayat boyunca tek başına bir mücadelenin içinde olduğu için muhtemelen kafası kırıktı biraz. bugünkü feministlerin falan diz çöküp tövbe isteyeceği kadar sağlam bir kadındı ama işte psikolojik olarak ciddi sorunlar yaşıyordu. ani parlamaları falan vardır, ters düşmek istemezsiniz. sınava bir hafta kalmıştı ve hoca da ders başında bugün sınavla alakalı ipuçları vereceğini söylemişti. neyse ders başladı, abuk subuk şeylerden dikkatim dağıldı, uykum geldi. dersin 25. dakikasında falan arkadaşımla artık kalorifer sırasının bana geldiği hakkında tartışmaya başladık. üç derslik hakkı bu dersle doluyordu ve benim de kıçım donuyordu. nedense o anda bundan bahsetmem gerektiğini hissettim ve arkadaşım da bana "bugün dört ders ben oturacağım" dedi. hiç beklemediğim bu şerefsizlik karşısında şoke oldum. kabul edilebilir bir şey değildi, anlaşma tek taraflı bozuluyordu ve ben de çok sinirlenmiştim. uykum süratle açıldı ve hemen tepki verdim. ergenlikte duyguların da tepkilerin de aşırı olabildiğini daha önce söylemiştik. buna uygun bir şekilde "yok yaa" dedim. dedim ama nasıl dedim. sesim çok çıktı. bir anda bütün sınıf buz kesildi ve herkes bana döndü ve tabii neslihan hoca da.
ben de hocaya döndüm hemen. gözlerinden ateş çıkıyordu. eli ayağı birbirine karıştı, hemen elindeki tebeşiri bana fırlatıp "sen ne diyorsun gerizekalı, aptal. salak çocuk defol dersimden" diye bağırmaya başladı. ben hala şoktayım. küfür etmemiştim, saygısızlık da yoktu ve bu tip şeyler arada sırada olabilirdi neticede. ben tam olarak suçlu olduğuma ikna olmadığım için "hocam kusura bakmayın" dedim ve bunun yeteceğini düşündüm. ne olabilirdi a. koyim altı üatü sesim fazla çıkmıştı. neslihan hoca müthiş sinirliydi ve yanıma gelip ceketimden tuttu ve "defol çabuk" dedi. hala şoktaydım ama sessizce sınıfı terk ettim. herkes de çok sessizdi, kimse gülmüyordu. "noluyor anasını ya naptım lan ben" diyerek çıktım dersten. teneffüse kadar düşüne düşüne koridorda gezindim. sonra hoca çıkınca sınıfa girdim. hala anlamamıştım neyin ne olduğunu. arkadaşlar yanıma gelip "olum sen naptın niye öyle söyledin salak mısın" falan deyince "ya oğlum naptım sanki anasına sövdük" dedim. ben hala olayın kuru bir "yok ya" olduğunu sanıyordum. meğer olay bambaşkaymış.
ben tam arkadaşımla kalorifer tartışmasına girerken, hoca da haftaya olacak sınavların sorularından bahsediyormuş. bir ara da "bu hafta işlediğimiz konular da sınava dahil" demiş ve bilin bakalım "yok yaa" lafı tam olarak ne zamana denk gelmiş ? evet, hoca tam bu cümleyi kurduğunda bağırarak "yok yaa" demişim. hoca da bunu kendisine söylediğimi zannedip beni haşlamış. taşlar yerine oturunca hocanın odasına gidip özür diledim. hiç de ikna olmuş değildi ama en azından fizikten kalmaktan kurtulmuştum.
devamını gör...
bulantı
(bkz: bulantı)
sartre'ın 1938 de yayınlanan bu romanı varoluşçuluğun kült eserlerinden kabul edilir. roman, ana karakterimiz roquentin dış dünyaya duyduğu tiksintiyi anlatır. yansıttığı güçlü bireyci ve toplum karşıtı görüşlerle sartre'ın felsefesinin temellerini oluşturacak bir çok konuya yer veren özgün bir eserdir.
- bütün bu adamlar, vakitlerini dertleşmekle, aynı düşüncede olduklarını anlayıp mutluluk duymakla geçiriyorlar. aynı şeyleri hep birlikte düşünmeye ne kadar da önem veriyorlar. sy 25
saat üç, bir şey yapmak isterseniz bu saat ya çok geç ya çok erkendir. öğleden sonra acayip bir an hele bugün hiç çekilmiyor. sy 32
-
1787'de, moulins yakınlarında bir handa, filozofların etkisinde yetişmiş ve diderot ile arkadaşlığı olan bir ihtiyar ölmek üzereydi. yöredeki papazlar, ellerinden gelen her şeyi yapmışlardı, ama çabaları boşa gitmişti. ihtiyar, dinin son gereklerinin yerine getirilmesini bir türlü kabul etmiyordu, çünkü tümtanrıcıydı. hiçbir şeye inanmayan bay de robellon da o yöredeydi. ihtiyarı iki saat içinde hristiyan dinine döndüreceğini söylerek, moulins papazıyla bahse girişti. papaz, bahsi kabul etti ve kaybetti. robellon, sabahın üçünde işe girişti, ihtiyar beşte günah çıkarttı ve yedide öldü. papaz, " tartışma sanatında ne kadar güçlüymüşsünüz.! bizi bile geçtiniz," dedi. robellon "onunla tartışmadım, cehennemden söz açıp içine korku saldım," diye karşılık verdi." sy 35
- bir şey, sona ermek için başlamıştır. serüven uzamaya gelmez, ona anlam veren ölümüdür yalnız. bu ölüme, belki benim de sonum olan bu ölüme sürüklenirim. geriye dönmek elimden gelmez. her an, ardından geleni getirmek için ortaya çıkar. her ana, bütün varlığımla sarılırım. onun yerine başkasının konulamayacağını, onun başkasına benzemediğini bilirim. ama onu yitip gitmekten alıkoymak için bir şey de yapamam. sy 65
- yalnızım. insanların çoğu evlerine gitti; radyo dinleyerek akşam gazetelerini okuyorlar. sona eren pazar günü, ağızlarında bir kül tadı bırakmıştır. daha şimdiden pazartesiyi düşünüyorlar. ama benim için ne pazartesi ne de pazar var. günler ite kaka sürüyor birbirlerini, sonra ansızın bunun gibi bir parıltı ortaya çıkıyor.
hiçbir şey değişmedi, ama yine de her şey başka bir biçimde var olup gidiyor. sy 88
- inanın bana deneyimlerime dayanarak konuşuyorum. bütün bildiğimi hayattan öğrendim. hayat, onlar için düşünmek sorumluluğunu üzerine alır mı ? bu adamlar, yeniyi eskiyle açıklarlar. eskiyi de daha eskiyle. bu bakımdan lenini bir rus robespierre'i ve robespierre'i de bir fransız cromwell'i yapan tarihçilere benzerler. sonunda hiçbir şey anlamazlar... sy 109
-
farkına varmıştım zaten; benim var olmaya hakkım yoktu. rastgele ortaya çıkmıştım; bir taş, bir bitki, bir mikrop gibi var olup gidiyordum. hayatım her bakımdan önemsiz mutluluklara yöneliyordu. kimi zaman ne idüğü belirsiz işaretler gönderiyordu, kimi zaman da sonuçsuz bir vızıltıdan başka bir şey duyulmuyordu. sy 130
- bütün istediğim, başkalarının dertlerini dinleyip acınmak. bu beni değiştirecek. derdim yok benim, mirasyedi gibi param da var. patronum da, karım da, çocuklarım da yok; sadece varım, hepsi bu. bu dert öyle belirsiz, öyle metafizik bir şey ki, utanıyorum doğrusu. sy 159
- on sekizinci yüzyılda doğru denilen şeylere bugün kimse inanmıyor. öyleyse bu yüzyılın güzel dediği şeylerden hala tat almamız niçin isteniyor? sy 164
- var olmak istemiyorlardı, ama bundan da kaçamıyorlardı. işin esası bu. böylece usul usul, uyuşuk bir şekilde kendi işlerini sürdürüp duruyorlardı. sy 198
sartre'ın 1938 de yayınlanan bu romanı varoluşçuluğun kült eserlerinden kabul edilir. roman, ana karakterimiz roquentin dış dünyaya duyduğu tiksintiyi anlatır. yansıttığı güçlü bireyci ve toplum karşıtı görüşlerle sartre'ın felsefesinin temellerini oluşturacak bir çok konuya yer veren özgün bir eserdir.
- bütün bu adamlar, vakitlerini dertleşmekle, aynı düşüncede olduklarını anlayıp mutluluk duymakla geçiriyorlar. aynı şeyleri hep birlikte düşünmeye ne kadar da önem veriyorlar. sy 25
saat üç, bir şey yapmak isterseniz bu saat ya çok geç ya çok erkendir. öğleden sonra acayip bir an hele bugün hiç çekilmiyor. sy 32
-
1787'de, moulins yakınlarında bir handa, filozofların etkisinde yetişmiş ve diderot ile arkadaşlığı olan bir ihtiyar ölmek üzereydi. yöredeki papazlar, ellerinden gelen her şeyi yapmışlardı, ama çabaları boşa gitmişti. ihtiyar, dinin son gereklerinin yerine getirilmesini bir türlü kabul etmiyordu, çünkü tümtanrıcıydı. hiçbir şeye inanmayan bay de robellon da o yöredeydi. ihtiyarı iki saat içinde hristiyan dinine döndüreceğini söylerek, moulins papazıyla bahse girişti. papaz, bahsi kabul etti ve kaybetti. robellon, sabahın üçünde işe girişti, ihtiyar beşte günah çıkarttı ve yedide öldü. papaz, " tartışma sanatında ne kadar güçlüymüşsünüz.! bizi bile geçtiniz," dedi. robellon "onunla tartışmadım, cehennemden söz açıp içine korku saldım," diye karşılık verdi." sy 35
- bir şey, sona ermek için başlamıştır. serüven uzamaya gelmez, ona anlam veren ölümüdür yalnız. bu ölüme, belki benim de sonum olan bu ölüme sürüklenirim. geriye dönmek elimden gelmez. her an, ardından geleni getirmek için ortaya çıkar. her ana, bütün varlığımla sarılırım. onun yerine başkasının konulamayacağını, onun başkasına benzemediğini bilirim. ama onu yitip gitmekten alıkoymak için bir şey de yapamam. sy 65
- yalnızım. insanların çoğu evlerine gitti; radyo dinleyerek akşam gazetelerini okuyorlar. sona eren pazar günü, ağızlarında bir kül tadı bırakmıştır. daha şimdiden pazartesiyi düşünüyorlar. ama benim için ne pazartesi ne de pazar var. günler ite kaka sürüyor birbirlerini, sonra ansızın bunun gibi bir parıltı ortaya çıkıyor.
hiçbir şey değişmedi, ama yine de her şey başka bir biçimde var olup gidiyor. sy 88
- inanın bana deneyimlerime dayanarak konuşuyorum. bütün bildiğimi hayattan öğrendim. hayat, onlar için düşünmek sorumluluğunu üzerine alır mı ? bu adamlar, yeniyi eskiyle açıklarlar. eskiyi de daha eskiyle. bu bakımdan lenini bir rus robespierre'i ve robespierre'i de bir fransız cromwell'i yapan tarihçilere benzerler. sonunda hiçbir şey anlamazlar... sy 109
-
farkına varmıştım zaten; benim var olmaya hakkım yoktu. rastgele ortaya çıkmıştım; bir taş, bir bitki, bir mikrop gibi var olup gidiyordum. hayatım her bakımdan önemsiz mutluluklara yöneliyordu. kimi zaman ne idüğü belirsiz işaretler gönderiyordu, kimi zaman da sonuçsuz bir vızıltıdan başka bir şey duyulmuyordu. sy 130
- bütün istediğim, başkalarının dertlerini dinleyip acınmak. bu beni değiştirecek. derdim yok benim, mirasyedi gibi param da var. patronum da, karım da, çocuklarım da yok; sadece varım, hepsi bu. bu dert öyle belirsiz, öyle metafizik bir şey ki, utanıyorum doğrusu. sy 159
- on sekizinci yüzyılda doğru denilen şeylere bugün kimse inanmıyor. öyleyse bu yüzyılın güzel dediği şeylerden hala tat almamız niçin isteniyor? sy 164
- var olmak istemiyorlardı, ama bundan da kaçamıyorlardı. işin esası bu. böylece usul usul, uyuşuk bir şekilde kendi işlerini sürdürüp duruyorlardı. sy 198
devamını gör...
