sözlük yazarlarının söylemek istedikleri
kalbi kırılmış, içine kapanık insanları seviyorum. utangaç ve çekingen insanları. yürekten ağlayabilen insanların, göz yaşlarına aşığım. kendinden utanan, nefret eden insanlar samimi gelir.
hiç bir fiyakası olmayan, buna ihtiyaç duymayan insanlar gözümde çok değerlidir. gevezelik etmek laf yetiştirmek yerine susmayı tercih eden insanı, can kulağıyla dinlerim.
yokluk görmüş, acı çekmiş, insanlara saygı duyarım. paylaşmaktan çekinmeyen, cesur ve mert insanlara hayranım.
hiç bir fiyakası olmayan, buna ihtiyaç duymayan insanlar gözümde çok değerlidir. gevezelik etmek laf yetiştirmek yerine susmayı tercih eden insanı, can kulağıyla dinlerim.
yokluk görmüş, acı çekmiş, insanlara saygı duyarım. paylaşmaktan çekinmeyen, cesur ve mert insanlara hayranım.
devamını gör...
lale müldür
"ona kötü bir şey olsun istedim,
bana aşık olsun istedim"
bana aşık olsun istedim"
devamını gör...
hegemonya
sir alex ferguson dönemindeki manchester united için de sıklıkla kullanılmış terim.
devamını gör...
george mclaurin
ırkçılık kelimesi içimizi öfkeyle doldurmakta, yapana da yaptırana da nefret duymamıza sebep olmaktadır.
yaşamadığımız halde ne kadar kötü olduğunu az çok tahmin edebiliyor, yaşayanlarla empati kurmaya çalışıyoruz.
peki, başarılı bir özgeçmişle, ismini duyurmuş bir üniversiteye girdiğinizi ve şöyle bir fotoğrafınız olduğunu düşünün;

(1948)
ari ırkın beyazlar olduğunu savunan aklı selim(!) kişilikler yüzünden, aralarındaki tek fark ten rengi olan arkadaşlarından ayrı oturmak zorunda kalan bu kişi oklahoma üniversitesi'ne kabul edilmiş ilk siyahi öğrenci olan george mclaurin'dir.
elli dördüncü yaşını kutladığı yıl yerleştiği okulda diğer öğrencilerden ayrı oturtuluyor ve dersleri o şekilde dinliyor.
yaşamadığımız halde ne kadar kötü olduğunu az çok tahmin edebiliyor, yaşayanlarla empati kurmaya çalışıyoruz.
peki, başarılı bir özgeçmişle, ismini duyurmuş bir üniversiteye girdiğinizi ve şöyle bir fotoğrafınız olduğunu düşünün;

(1948)
ari ırkın beyazlar olduğunu savunan aklı selim(!) kişilikler yüzünden, aralarındaki tek fark ten rengi olan arkadaşlarından ayrı oturmak zorunda kalan bu kişi oklahoma üniversitesi'ne kabul edilmiş ilk siyahi öğrenci olan george mclaurin'dir.
elli dördüncü yaşını kutladığı yıl yerleştiği okulda diğer öğrencilerden ayrı oturtuluyor ve dersleri o şekilde dinliyor.
devamını gör...
yazmak için girilen başlığa yazamadan çıkmak
çok kez yaptığım eylem. yazıyorum yazıyorum sonra kimse beni anlamaz ki diyip çıkıyorum başlıktan. hem içimi boşaltmış oluyorum hem de anlaşılmamaktan kurtuluyorum.
devamını gör...
yazarların ruh hallerini anlatan bir söz
dedim ya,oturuyorum öylece.
iyiki etrafımda,kalbimi tanıyanlar yok.
iyiki etrafımda,kalbimi tanıyanlar yok.
devamını gör...
sadece askerde karşılaşılan olaylar
sabahın 6sında yapılan tuvalet temizliği.normal bi insanın o saatte tuvaletle ne gibi derdi olabilir ki.
devamını gör...
hayattan zevk alıyorum aktiviteleri
kutu bira kapağını açmak.
bir kafeye gidip etrafı kesip, üç beş karalamak.
dostlarla sohbet.
üretmek.
yaratmak.
bir kafeye gidip etrafı kesip, üç beş karalamak.
dostlarla sohbet.
üretmek.
yaratmak.
devamını gör...
ideal ömür süresi
yaşadığınız hayatın kalitesine bağlı olarak değişebilecek durumdur. bence iskender gibi yaşayıp genç ölmek, sıradan biri olarak yaşayıp yüz yaşında ölmekten iyidir. sonuçta her türlü bitecek.
devamını gör...
cinnet geçirten yazım yanlışları
ekonomik kriz buhrana dönüştü.
kemal kılıçdaroğlu'nun yukarıdaki sözünde yaptığı yazım yanlışı. kriz ve buhran sözcükleri anlamdaş sözcükler. birincisi fransızca ikincisi de arapça kökenli. türkçe karşılığı ise bunalım. krizin büyüyüp ekonominin dara düştüğünü anlatmak için kriz buhrana dönüştü demek devrim inkilaba dönüştü demeye benzer. doğrusu olarak kriz derinleşiyor denilir.
kemal kılıçdaroğlu'nun yukarıdaki sözünde yaptığı yazım yanlışı. kriz ve buhran sözcükleri anlamdaş sözcükler. birincisi fransızca ikincisi de arapça kökenli. türkçe karşılığı ise bunalım. krizin büyüyüp ekonominin dara düştüğünü anlatmak için kriz buhrana dönüştü demek devrim inkilaba dönüştü demeye benzer. doğrusu olarak kriz derinleşiyor denilir.
devamını gör...
istanbul
1 aylık staj, birkaç hafta sonu ve fenerbahçe maçı ziyaretleri dışında istanbulla bir alakam yok. iyi ki de yok. yeminle biz ankara'da melih gökçek'le ve onun şehre yaptıklarıyla yaşadık onlarca yıl ama istanbul kadar yormuyor. yine gittim bu hafta sonu, galiba sevmiyorum abi ben bu şehri. galiba diyorum, onu da sultanahmet'i falan gördüm, ayasofya çevresini gördüm, en azından gezip görülecek yerleri de varmış diyerek sevip sevmeme konusunda şüpheye düştüm. daha önce sorsalar sevmediğim kesin. (nasıl bir yazı yazacağım,o bile belli değil, istanbul gibi dağınık olacak galiba, kusura bakmayın)
istanbul'la tanışmam gerçek hayatta değil, monopoly'de oldu. oradaki bölgelere göre neresi lüks, neresi birbirine yakın, ona göre şekillendirdim kafamda şehri. beyoğlu, elektrik dairesi, beşiktaş ve taksim birbirine yakın olmalı mesela, 15-20 dakika içinde birinden birine gidebilmek lazım. e gidebiliyor musun ? yok. monopoly'de böyle olmasa bile o uzaklıktaki yolu rahat rahat gitmek lazım amk, burada o sürede insanlar yaşlanıyor. allahtan gezme tarzım her yere yürüme şeklinde olduğundan böyle yerlerde vakit kaybetmiyorum. burayı görünce yemin ediyorum ankara'ya falan şükrediyorum. trafik gibi bir gerçekliğin farkına vardım. arkadaşlarla buluşacağız bebek'te, beşiktaş'tan otobüse bindik. bir kişi 10-15 dakika sonra gelecek bizimle aynı yoldan. "trafik var mı?" diye mesaj atıyor. abi 4 km lan yol. normal yürüme hızıyla gidersen bir saatte gidiyorsun. ben daha 25 yılda herhangi birine "trafik var mı?" diye mesaj atmadım, bana da gelmedi. bu nasıl bir hayat tarzı lan, trafiğe göre hayatını düzenliyorsun.
turistik açıdan bakıyorum şehre. her gelen taksim meydanı'na koşuyor. ne var orada ? eşek gibi işlevsiz bir beton alan. 5-10 dönüm beton var lan yerde, etrafında hiçbir şey yok. istiklal caddesi'ne gidiyorsun, geleneksel anlamda değil ama yatay bir avm resmen. yıllar önce sokakta yeşillik falan varken şimdi taksim meydanı kadar betonarme. bütün dünyada arnavut kaldırım kullanırken turistlerin ve yerlilerin geceleri, haftasonları aktığı en önemli sokağı asfalta bulamışlar. arka sokaklarında yer yer güzel mekanlar olsa da çakalların, uyuşturucuların mekanına dönüşmüş durumda. yeteri kadar ilerlersen kerane var amk, daha ne olsun. ilerlemek de ayrı mesele zaten, sadece orada yüz bin insan vardır. nezih semtlere bakıyorsun. bağdat caddesi, nişantaşı, bebek, vs. herhangi bir ülkede rahatça bulabileceğin orta ve üst sınıfa hizmet eden lüks mekanlar. hani tek turistik aktivite sultanahmet bölgesi, topkapı sarayı gibi osmanlı ve bizans'tan kalma yapılar. turistler de böyle yerlere otantik falan diyor. zaten otantik de geri kalmışlığın, keşmekeşin turistik kullanımı. yoksa kimse gelmez.
dünyanın hiçbir yerinde bir ülke yoktur ki sadece bir şehri üzerinden siyaseti, ekonomisi, sanatı, turizmi idare edilsin. yaklaşık 800 bin kilometrekarelik bir ülke, 5500 kilometrekareye sıkıştırılmış durumda. özel sektörde işe girmek istersen eğer pılını pırtını toplayıp buraya yerleşmek zorundasın, bir ara devleti buraya taşımaya çalışıyorlardı, çok tenhaymış gibi şehir, vazgeçildi allahtan. ülkede 81 tane il var. bunlardan minimum 60 tanesine gitsen, arkana bakmadan kaçarsın. her bir kenti cazibe noktası haline getirmeye, gerek bölgesel anlamda kendilerini geçindirebilen, gerek ülke ekonomisine katkıda bulunacak şekilde kalkındırmak varken, geri kalmışlığa, kaosa, zevksizliğe, fakirliğe, eğitimsizliğe mahkum edip insanları oralardan ülkenin tek bir şehrine göçe zorluyorlar. her şeyin de bir limiti var sonuç olarak, kaldırabilir mi bir şehir bu kadar insanı. şehrin olmayan mimarisine bakıyorum. şehir planlamadan nasibini almamış yöneticiler, başkanlar, planlamacılar tarafından tarihi, doğayı mahveden bir düzen yaratılmış. şehrin yarısı göçlerle gelen düşük gelirli ailelerin plansız yapılaşmasının kurbanı olmuş, kalan yarısı şurada bahsettiğim her ne kadar planlı olsa da bir o kadar da çirkin, ilkel gökdelenler yuvasına dönüşmüş.
istanbul yaşantısına bakıyorum. zaten düzgün bir gelirin yoksa, bir yaşantın da olmuyor bu şehirde. orta düzey bir maaşı olanın da hayatı bir optimizasyon problemi adeta. iş-ev-eğlence arasında nasıl bir planlama yapsam ? evi işine yakın olsa uç bir kira ödeyecek ama trafik çilesi çekmeyecek, uzak olsa muhit güzel olmayacak, trafikte geçecek yaşam ama parası cebine kalacak. zaten özel sektörde çalıştığınız için gece gündüz ebenizi siken bir iş hayatınız var ve tek beklentiniz hafta sonu gelse de eğlensek olacak. orada da düzgün bir mekana girdiğinizde yüzlerce lira para harcayacaksınız üç-beş içecek ve yemek için. eğer öyle o club senin şu club benim tarzı aşırı bir eğlence hayatınız yoksa, aslında diğer şehirler size zaten sunabiliyor bir gece hayatı. istanbul'un bu konuda izmir ve ankara ikilisinden ayrıldığı tek nokta kültür-sanat aktiviteleri ve reina tarzı gece yaşamı.
benim için istanbul türkiye'nin neden geri kaldığının vücut bulmuş hali. şehirsel kalkınmanın (!), şehir planlamanın (!), insan yaşamına, doğaya, tarihe saygının (!), kapitalizmin sembolü. bu sehirle iş dünyası birleşip insan hayatını öyle bir noktaya getiriyor ki, saat 5'te mesaiden çıkıp trafiğe kalmayacağınıza seviniyorsunuz. köpeği bağlasan durmayacak yere insanları mahkum edip mekanik bir hayat yaşatanlar utansın. şu şehre dair sevdiğim tek şey akbil basıp parasını almayan insanlar. dünya daha güzel bir yer olacaksa sizin gibilerle olacak.
istanbul'la tanışmam gerçek hayatta değil, monopoly'de oldu. oradaki bölgelere göre neresi lüks, neresi birbirine yakın, ona göre şekillendirdim kafamda şehri. beyoğlu, elektrik dairesi, beşiktaş ve taksim birbirine yakın olmalı mesela, 15-20 dakika içinde birinden birine gidebilmek lazım. e gidebiliyor musun ? yok. monopoly'de böyle olmasa bile o uzaklıktaki yolu rahat rahat gitmek lazım amk, burada o sürede insanlar yaşlanıyor. allahtan gezme tarzım her yere yürüme şeklinde olduğundan böyle yerlerde vakit kaybetmiyorum. burayı görünce yemin ediyorum ankara'ya falan şükrediyorum. trafik gibi bir gerçekliğin farkına vardım. arkadaşlarla buluşacağız bebek'te, beşiktaş'tan otobüse bindik. bir kişi 10-15 dakika sonra gelecek bizimle aynı yoldan. "trafik var mı?" diye mesaj atıyor. abi 4 km lan yol. normal yürüme hızıyla gidersen bir saatte gidiyorsun. ben daha 25 yılda herhangi birine "trafik var mı?" diye mesaj atmadım, bana da gelmedi. bu nasıl bir hayat tarzı lan, trafiğe göre hayatını düzenliyorsun.
turistik açıdan bakıyorum şehre. her gelen taksim meydanı'na koşuyor. ne var orada ? eşek gibi işlevsiz bir beton alan. 5-10 dönüm beton var lan yerde, etrafında hiçbir şey yok. istiklal caddesi'ne gidiyorsun, geleneksel anlamda değil ama yatay bir avm resmen. yıllar önce sokakta yeşillik falan varken şimdi taksim meydanı kadar betonarme. bütün dünyada arnavut kaldırım kullanırken turistlerin ve yerlilerin geceleri, haftasonları aktığı en önemli sokağı asfalta bulamışlar. arka sokaklarında yer yer güzel mekanlar olsa da çakalların, uyuşturucuların mekanına dönüşmüş durumda. yeteri kadar ilerlersen kerane var amk, daha ne olsun. ilerlemek de ayrı mesele zaten, sadece orada yüz bin insan vardır. nezih semtlere bakıyorsun. bağdat caddesi, nişantaşı, bebek, vs. herhangi bir ülkede rahatça bulabileceğin orta ve üst sınıfa hizmet eden lüks mekanlar. hani tek turistik aktivite sultanahmet bölgesi, topkapı sarayı gibi osmanlı ve bizans'tan kalma yapılar. turistler de böyle yerlere otantik falan diyor. zaten otantik de geri kalmışlığın, keşmekeşin turistik kullanımı. yoksa kimse gelmez.
dünyanın hiçbir yerinde bir ülke yoktur ki sadece bir şehri üzerinden siyaseti, ekonomisi, sanatı, turizmi idare edilsin. yaklaşık 800 bin kilometrekarelik bir ülke, 5500 kilometrekareye sıkıştırılmış durumda. özel sektörde işe girmek istersen eğer pılını pırtını toplayıp buraya yerleşmek zorundasın, bir ara devleti buraya taşımaya çalışıyorlardı, çok tenhaymış gibi şehir, vazgeçildi allahtan. ülkede 81 tane il var. bunlardan minimum 60 tanesine gitsen, arkana bakmadan kaçarsın. her bir kenti cazibe noktası haline getirmeye, gerek bölgesel anlamda kendilerini geçindirebilen, gerek ülke ekonomisine katkıda bulunacak şekilde kalkındırmak varken, geri kalmışlığa, kaosa, zevksizliğe, fakirliğe, eğitimsizliğe mahkum edip insanları oralardan ülkenin tek bir şehrine göçe zorluyorlar. her şeyin de bir limiti var sonuç olarak, kaldırabilir mi bir şehir bu kadar insanı. şehrin olmayan mimarisine bakıyorum. şehir planlamadan nasibini almamış yöneticiler, başkanlar, planlamacılar tarafından tarihi, doğayı mahveden bir düzen yaratılmış. şehrin yarısı göçlerle gelen düşük gelirli ailelerin plansız yapılaşmasının kurbanı olmuş, kalan yarısı şurada bahsettiğim her ne kadar planlı olsa da bir o kadar da çirkin, ilkel gökdelenler yuvasına dönüşmüş.
istanbul yaşantısına bakıyorum. zaten düzgün bir gelirin yoksa, bir yaşantın da olmuyor bu şehirde. orta düzey bir maaşı olanın da hayatı bir optimizasyon problemi adeta. iş-ev-eğlence arasında nasıl bir planlama yapsam ? evi işine yakın olsa uç bir kira ödeyecek ama trafik çilesi çekmeyecek, uzak olsa muhit güzel olmayacak, trafikte geçecek yaşam ama parası cebine kalacak. zaten özel sektörde çalıştığınız için gece gündüz ebenizi siken bir iş hayatınız var ve tek beklentiniz hafta sonu gelse de eğlensek olacak. orada da düzgün bir mekana girdiğinizde yüzlerce lira para harcayacaksınız üç-beş içecek ve yemek için. eğer öyle o club senin şu club benim tarzı aşırı bir eğlence hayatınız yoksa, aslında diğer şehirler size zaten sunabiliyor bir gece hayatı. istanbul'un bu konuda izmir ve ankara ikilisinden ayrıldığı tek nokta kültür-sanat aktiviteleri ve reina tarzı gece yaşamı.
benim için istanbul türkiye'nin neden geri kaldığının vücut bulmuş hali. şehirsel kalkınmanın (!), şehir planlamanın (!), insan yaşamına, doğaya, tarihe saygının (!), kapitalizmin sembolü. bu sehirle iş dünyası birleşip insan hayatını öyle bir noktaya getiriyor ki, saat 5'te mesaiden çıkıp trafiğe kalmayacağınıza seviniyorsunuz. köpeği bağlasan durmayacak yere insanları mahkum edip mekanik bir hayat yaşatanlar utansın. şu şehre dair sevdiğim tek şey akbil basıp parasını almayan insanlar. dünya daha güzel bir yer olacaksa sizin gibilerle olacak.
devamını gör...
dilipak'ın goethe kant dostoyevski müslümandı yorumu
ve ben de ingiltere kraliçesiyim.
devamını gör...
sıradan biri olmak
en sevdiğim şey. sıradan ol tabi abi standart kafa rahat bir şekilde yaşa hayatını.
bırak flaşlar kimin yüzüne patlarsa patlasın. al eline kahveni otur pencere kenarına izle yağmuru ve gök gürültüsünü..
var mı daha huzurlu bir aktivite bu hayatta?
bırak flaşlar kimin yüzüne patlarsa patlasın. al eline kahveni otur pencere kenarına izle yağmuru ve gök gürültüsünü..
var mı daha huzurlu bir aktivite bu hayatta?
devamını gör...
karaktersizlik
karaktersizlikten önce karakterin ve karakterli olmanın incelenmesi gerekir.
karakter: türkçeye, fransızca caractère kelimesinden alıntılanmıştır.
tdk tarafından manasına baktığımızda kullanım durumuna göre 6 farklı durumu vardır.
olayı kişilik yönünden ele aldığımızda; karakter, kişinin kendine has özelliği,
onu diğer kişilerden ayıran davranışları ve kendine özgü hali manasına gelir.
karakterli: kişinin kendi karakterinde özgün olması aynı zamanda davranış ve düşüncelerinde tutarlı olmasıdır.
karaktersizlik: karakterli olmanın tam tersi. kişinin davranış ve düşüncelerinde tutarlı olmama durumu.
ne kadar çok ve birbirine benzemeyen arkadaşları vardı ali'nin. bu birbirlerine benzemeyen insanların hepsiyle ayrı ayrı nasıl anlaşıyordu? bu biraz karaktersizlik gibi görünüyordu doğan'a. öyle ya insanın belirli bir kişiliği olunca, bu kişiliğe akraba olanlarla dost olabilir ancak. ya da kişiliğinden ödün vermesi gerekir. - yenişehir'de bir öğle vakti - sevgi soysal
karakter: türkçeye, fransızca caractère kelimesinden alıntılanmıştır.
tdk tarafından manasına baktığımızda kullanım durumuna göre 6 farklı durumu vardır.
olayı kişilik yönünden ele aldığımızda; karakter, kişinin kendine has özelliği,
onu diğer kişilerden ayıran davranışları ve kendine özgü hali manasına gelir.
karakterli: kişinin kendi karakterinde özgün olması aynı zamanda davranış ve düşüncelerinde tutarlı olmasıdır.
karaktersizlik: karakterli olmanın tam tersi. kişinin davranış ve düşüncelerinde tutarlı olmama durumu.
ne kadar çok ve birbirine benzemeyen arkadaşları vardı ali'nin. bu birbirlerine benzemeyen insanların hepsiyle ayrı ayrı nasıl anlaşıyordu? bu biraz karaktersizlik gibi görünüyordu doğan'a. öyle ya insanın belirli bir kişiliği olunca, bu kişiliğe akraba olanlarla dost olabilir ancak. ya da kişiliğinden ödün vermesi gerekir. - yenişehir'de bir öğle vakti - sevgi soysal
devamını gör...
relkovaptan
antidiüretik hormonun v1a reseptörüne selektif olan reseptör blokör ajandır.
uygunsuz adh sendromu tedavisinde endikasyonu mevcuttur.
uygunsuz adh sendromu tedavisinde endikasyonu mevcuttur.
devamını gör...
13 mayıs 2021 turizm bakanlığı'nın yayınladığı video
yemin ederim 3.dünya savaşı olaydı da toplu tüfekli yenileydik, böyle insanını aşağılayarak peşkeş çekmek, bu rezillik katlanılır gibi değil.
devamını gör...
kalbe dokunan şarkı sözleri
"ne de olsa kışın sonu bahardır, bu da gelir bu da geçer...."
devamını gör...


