bayanlar çiçektir kısmından sonra okumadığım tanımdır.
devamını gör...

çiçek hastalığı sonucunda sol gözünü, bir talihsizlik sonucuyla da sağ gözünü kaybeden türk halk ozanı..


her gün aklımdan geçiyorsun, insan bir selam verir.
devamını gör...

eski komşumuz televizyon izlerken karışık kuruyemişini(açıkta satılan)yiyor.bir anda ağzında değişik bir tat hissediyor.çıkarıp baktığında maalesef koyun pisliği.
devamını gör...

bireysel silahlanmaya karşıyım
devamını gör...

devamını gör...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

sakızdaki karikatür gibi kasketli, gözlüklü ve palto giyen kişilere yapılan benzetme.
devamını gör...

körlük, satranç, yeraltından notlar, simyacı, hayvan çiftliği, medyum ve daha nicesi.....
devamını gör...

le cola.
devamını gör...

gelme. içim kan revan.
devamını gör...

sosyal medyanın karanlık bir mağaraya benzeyip aynı zamanda içinde her şeyi barındırmasından dolayı insana hissettirdiği korkulardır.
pedofili veya sapık bireylerin, çocuklara kolayca ulaşabildiği ve onları kendi ağlarına çekebileceği veya sözlü bir şekilde taciz edebilecekleri düşüncesi beni ürkütüyor.
devamını gör...

menzilcilerin yuvalanmaya başladığı jet ana üssü. şaşırmadım, kaza olduğunu da düşünmüyorum. şehitlerimizin ruhu şad olsun.
devamını gör...

gözlerin ipek yoludur ömrümün
akasya yüklü kervanlar geçer
çan sesleri arasında bir fener
yanar söner yanar söner yanar söner
gözlerin ipek yoludur ömrümün

ahmet erhan
devamını gör...

yaklaşın sabırlıca, anlatıyorum.
bence mesleğe genel saldırı yapmak yerine kuşak kuşak ayırmak lazım. hep eski öğretmenler derken kastedilen epey eski öğretmenler. benim kuşağımı (90lar)yetiştirenlere bişey demiyorum, her anlamda bir insan ne kadar köreltilebilirse ellerinden geleni yaptılar. hepsi demiyorum istisna olup çok şey katanları vardı ama pedagoji anlamında çok sayıda yetersiz öğretmen vardı. sebebi ise bir dönem tüm üniversite mezunlarına öğretmenlik kapısı açılmış olması. bu kuşak öğretmenler bir yerlerde şu an sağlam kadrolarını almış bulunuyorlar. emekli olmadılar henüz. fakat bu kadar saldırı yeni nesil öğretmenleri çileden çıkarıyor. şu an öğretmen olanlar alanında eğitim almış bir sürü sınavla (ve 2 mülakatla) göreve gelen aylarca staj yapan, aday öğretmen olarak (hemen kadro yok) değerlendirmelere alınan, ülkede yapılan pek çok erasmus, tubitak, e-twinning projelerine imza atanlar. çoğu da yüksek lisans falan yapıyor. aynı okulda ortalama kırk öğretmenden (zorunlu hizmet, genç nesil öğretmenler varsa) yarısından fazlası bu şekilde ya projelerle ya kendini geliştirmekle meşgul. gördüm ki biliyorum. ve bu yeni nesil öğretmenler eğitim tarihimizin belki de en saçma dönemine denk geldiler. hem eski kuşak kadroları (içinde iyileri de var muhakkak) tamamen doldurmuş durumda hem de eğitimde 'finlandiya örneği' benimsenmiş gibi yapılıyor. şu yeni nesil öğretmenlerden bahsetmeden bu modele bir değinmek lazım. bir modeli benimserken önce alt yapı ve toplum dinamikleri müsait mi diye bakılır. ama bizdeki karbon kopya. finlandiya refahı yok, donanımı yok, kültür seviyesi yok ama eğitim modeli var. müthiş. şimdi şu öğretmenlere bir bakalım. nerede bu öğretmenler? anlatayım.
bu öğretmenler ücrada, zorunlu hizmette. zorunlu hizmetleri bitince tüm kadrolar dolu olduğundan yine ücrada. evlenip eş durumuyla belki bir ihtimal. ama orada da kadrolar dolu. hizmet puanı başarıya göre verilmiyor. örneğin yüksek lisans derecesi olan, uluslararası eğitimler almış bir öğretmen asla tayinlerde 15 sene görev yapmış öğretmenin önüne geçemiyor. sonuç olarak nitelikli öğrenci profiline sahip kaliteli okullarda yeni nesil öğretmenler kesinlikle çalışamıyor. belki 50 yaşına yaklaşınca. tabii bu öğretmenler onca yıl puan beklerken yıpranıyor çünkü meb'in öğrencileri bir şekilde mezun etme politikası nedeniyle okulla alakası olmayan bir çok öğrenciyle uğraşıyor. kazandırmaya çalışsa da oran yirmide bir en iyi ihtimalle. ya da yıllarca bilmediği bir memlekette çalışmak zorunda. nusaybin'e giden sınıf öğretmeni bir arkadaşım ev almayı düşünüyor oradan çünkü en az 15 sene sene orada kalacağını biliyor. orası da vatan burası da ama kim o kadar sene ücrada yaşıyor işi için?
ne kadar maaş alıyorlar? net yatan yeni başlayanlar için 4500 civarı, aşağı ya da fazla alan da olabilir yanlışsa düzeltin. ek ders her okulda olmayabilir. varsa da düzenli yatmaz. bir ay üç haftalık bir ay 4 haftalık, tatillerde hiç yatmaz. kendini parçalasa en fazla 1000 lira alır ek ders. çünkü ders saati arttıkça (kurs da öyle) daha fazla gelir vergisi kesilir.
okulda belli bir branşta öğretmen eksiği varsa rastgele bir öğretmene o ders verilebilir. kendi bilmediğiniz şeyi çalışıp anlatmanız beklenir. itiraz hakkınız da pek bulunmaz.

bu öğretmenlerin telefonu susmaz. gece 23.00 te de veli arar. öğrencinin durumunu sormak o saatte aklına gelir çünkü, siz tam dişleri fırçalayın yatağa girerken. telefon numarası artık özel bir şey değildir günümüz öğretmenleri için. bakanlığın sıkı takip arzusu idarelerin baskısıyla öğretmenin özeli diye bir şey yoktur.
mesai asla bitmez. çünkü sürekli bir etkinlik hazırlama, kaynak sağlama telaşı vardır. en boş anınızda whatsapp tan gelen ödevleri kontrol edersiniz. öğrenci derse katılmıyorsa idare zoruyla tek tek veli aratılır.

peki ne yapar boş zamanında öğretmen? onlara idare tarafından verilen görevlendirmelerle zorunlu gönüllü proje hazırlarlar. bu projelerde öğrenciler hiç rol oynamaz ama öğrenciler yapmış gibi gösterilir. örneğin tubitak projelerinde ülke öğretmenlerinin emeğini görüyorsunuz, öğrencilerinin değil. öğrencilere o projelerin içeriği ezberlemeleri için kağıt olarak 1 gün önce veriliyor. neden mi? çünkü bir fikir üretmiyorlar ama meb istiyor ki fikir ürettikleri düşünülsün. bunun dışında erasmus e twinning gibi bir çok proje hazırlanır ve bunlar epey zaman alan işlerdir. yine öğrenciler değil öğretmenler aktiftir. araştırmanızı öneririm türkiye erasmus projelerinde epey iş çıkaran, havuzdan büyük pay alan bir ülke. ya da boş zamanınızda e twinning'e girip bir bakın her postun altında onlarca genç türk öğretmen görürsünüz.

başka? rehber öğretmen atayıp maaş vermemek için meb branş öğretmenlerine sınıf rehberliği görevi verir. basit gibi görünse de dersi dışında bir de psikolojik danışmanlık yapma görevi tayin edilir bu öğretmene. bunlar biz lisedeyken de vardı elbette ama bu kadar girdisi çıktısı yoktu. rehberlik boş bir saatti bizim için. şimdi içeriği dolu bir ders adeta ne yapacağınızı alanınız değilse önce sizin çalışmanız gerekiyor.

meb bir kitap verir, bir de müfredat. uygulansın ister. öğretmenler her sene sonu değerlendirme raporlarına bu müfredatlarla kimsenin bir şey öğrenemeyeceğini yazsa da talim terbiye kurulunun kıdemlice üyeleri asla dikkate almaz bunu. her sene daha yoğun birbiriyle alakasız bir çok konunun sıkıştırıldığı aslında eğitim vermeyi değil de kafa karıştırmayı amaçlamış müfredatları işlemek zorunda bırakılır. 'bize bişey öğretmedi hocamız' olur adı. (tabii ki niteliksiz pek çok öğretmen de var, bu ayrı bir konu, niteliksiz pek çok doktorun, mühendisin vs nin de olduğu gibi) oysa ki öğretmenin söz hakkı bile yoktur uygulamada. içinizden ağlaya ağlaya bu saçma müfredatı anlatmaya çalışırsınız, öğrencilere de acıyan gözlerle bakıp. ne yaptığınızı ne siz bilirsiniz ne de hallerine üzüldüğünüz öğrencileriniz. laf aramızda meb bile bilmez.

adım başı açılan eğitim fakülteleriyle nitelikli niteliksiz donanımlı donanımsız pek çok kişi de öğretmen olabilmiştir. bu da kaliteli bir eğitim alıp idealist bir şekilde göreve başlayan öğretmenler için umut kırıcıdır.

meb'in disiplin cezası vermeme ve affetme politikasıyla da bir çok öğretmen derste ya da dışarda yersiz saldırıya uğramaktadır. küfür yoluyla taciz normaldir. durduk yere 'hocam maşallah erik gibi karısınız' diyebilirler size. söz hakkınız da yok. dersten atamazsınız eğitim hakkını engellediniz diye soruşturma açılır. tahtada yazı yazarken arka sıradan yükselen sesleri de göz ardı etmelisiniz. idareye gidersiniz 'hocam şimdi disipline verirsek okulun adı da şey olur siz görmemeye çalışın' ya da 'hocam o çok bela bir tip bıçağı saplar sokakta falan bulaşmayın' cevaplarıyla geri dönersiniz.

bu genç öğretmenlerin nasıl harcandığına da dikkat çekmek lazım. bahsettiğim gibi asla belli bir puanı toplayana kadar (bu puan zorunlu hizmette çalışılan süreyle ya da kıdemle verilir) kaliteli bir eğitim kurumunda çalışamazlar. dolayısıyla potansiyeli en aza indirilir. bu insanlar da 20li yaşlarda ey sözlük. onlar da ülke genci. mağdur grubu tespit ederken iyi inceleme yapmanızı öneriyorum. 20li yaşında bir öğretmeni bekleyen hayat böyle.

ders esnasında yapılanlardan bahsetmeye lüzum yok çünkü ders anlatmak işin belki tek keyifli yanı. nihayet memur değil öğretmen olduğunuzu hissettiğiniz andır o an. sınav hazırlamak, sayfalarca her bir maddede kaç yanlış yapılmış sınav analizi çıkarmak ya da günlük plan hazırlamak gibi sırf idarelerin ego tatmini için yapılan işlerden bağımsız bir andır ders anı. günde 6 7 saat laf anlatmayı denediniz mi? öneririm. bir ara deneyin. ki bu dediğim gibi en zevkli kısmı.

2 ay tatil mi? gezecek paranız pek olmaz hele de aileniz de varsa bakmakla yükümlü olduğunuz. gerçi olmasa da büyük şehirlerde maaşın yarısı kiradır neredeyse. ama yine de iyidir, güzeldir. bu da olmasa ben bir çok kişinin kurumlararası geçiş yapıp memuriyete geçeceğine kalıbımı basarım. kaldı ki geçen çok kişi de gördüm sözde 'yeni' eğitim sisteminden bıkan. gariptir, meslek lisesi öğretmeni hemşirenin hemşireliğe geri döndüğünü gördüm. şunu duydum kendisinden 'en azından eve gelince işim bitmiş oluyor da çocuğa zaman ayırıyorum'

mesai kaçta biter? okula göre değişse de 16. 30 da biter genelde. sabah da en geç 9-9.30 da başlar. programı da idare yapar. size fikriniz sorulmaz. okula göre değişir tabii ama genelde her gün dersiniz olur. arada boş saatler? evet. fotokopi falan çekersiniz. ya da kaç saat konuştuktan sonra dinlenirsiniz belki biraz. ama o gün raporlu ya da izinli birileri varsa derse de girmeniz istenebilir yerine.


nöbet? en bombası. haftada en az 1 defa nöbet görevi gelir. nöbetlerde teneffüse çıkamazsınız. aynı anda her yerde olmanız lazım. mesela siz koridordasınız sınıfta biri camdan düştü. ihmalden soruşturma. siz sınıfa girdiniz kontrole biri merdivenden düştü, ihmalden soruşturma. öğlen yemeği için yönetmeliğe göre 15 dk süreniz vardır. bitince tekrar görev yerinize dönersiniz. hele o gün bir de full ders varsa of of of. tadından yenmez.

en tatmin edici yanı? bazen bir köy okulunda bu çağda interneti olmayan bir çocuğa dünyada neler olup bittiğini gösterecek pencereyi açmanın tatmini. bazen öğrencilerden gelen o mesajlar. bazen koşup koşup öğretmenim diye üstünüze atlayıp sarılan küçücük bir çocuğun sevgisi. bazen sınavlarını geçmiş, istediği bir şeyi elde edebilmiş öğrencinizin size teşekkürü. işte bu hiçbir şeye değişilmez.

peki ne yapılmalı? sistemdeki tüm aksaklıkları öğretmenlere yükleme gafleti bırakılmalı. çünkü ne kadar çok öğretmenin mağdur edildiğini bilmeden belli bir kuşak ununu eleyip eleğini asmış öğretmene bakıp yorum yapmamak lazım. illa da bir şeyler görmek istiyorsanız dediğim gibi e twinning gibi platformları bir ziyaret edin de ülkede ne kadar genç eğitim neferi şu koşullarda üretmeye çalışıyor görün. genç öğretmenlerin bu saldırılara maruz bırakılması, başka kuşakların günahlarının cezasını çekmesi kabul edilemez. çünkü bugün öğretmen olmak hem göreve başlama süreci, hem karşılanması gereken koşullar hem de görev sorumlulukları bakımından 30 sene öncesiyle aynı değil. denemek isteyenleri meydana alalım.
devamını gör...

aralarına dahil olduğum ancak aşağıda anlattığım anı ile tövbe ettiğim yazarlardır.
hiç unutmam yaz tatilindeyiz. yan komşumuz yıllardır tanıdığımız, artık ailemizden sayılan insanlar. çocuklarıyla da yaşıt olduğumuz için kardeş gibi büyüdük hep. biz nereye gitsek onları götürüyoruz, onlar nereye gitse bizi alıyorlar.
yine o günlerden biriydi, pikniğe gideceklerdi ve bizi de götürdüler kardeşimle. gittiğimiz alan meyve bahçeleri ile dolu evlerin önünden dereler akan, salıncaklar, oyuncaklar ne ararsan var olan rüya gibi bir yerdi benim için.
arkadaşlarla oynamaya başladık ama oynamak da bir yere kadar sevgili yazarlar, meyve bahçelerine takıldı gözümüz. aynı meyvelerden pikniğe gelirken getirmiş olmamız bizi bağlamıyor, gördük bir kere tırmanıp toplayacağız hepsinden. yaptık da efendim, çeşit çeşit erik, elma, kayısı ne varsa topladık. yetmezmiş gibi tişörtlerimizin eteklerine doldurup "eve de götürelim, annemler de yer." diyerek açgözlülük de yaptık.*
yok hayır, yakalanmadık; hikaye burada başlamıyor.
yedik topladığımız meyveleri, planladığımız gibi eve de getirdik. bizimkiler sordu, "nereden geldi bu meyveler?" diye. anlattık, izin alarak toplama konusunda öğüt verdiler, sonra babam "bunlar ilaçlı gibi duruyor sanki, baksana dışına, yıkamadan yemediniz inşallah?" dedi. * "hıhım, elbette" diyerek konuyu geçiştirdik.
evet olay burada başlıyor sevgili yazarlarım.
ertesi gün kardeşimle öğleden sonra uykusuna yatmıştık. hayatımda hiç o kadar derin uyuduğumu hatırlamıyorum. kapı çalmış duymamışız, telefonla aramışlar duymamışız, cama taş atılmış duymamışız. ben uyuyorum tüm bu seslerin rüyamda olduğunu sanıyorum. kardeşim uyandırdı "abla, kapı çalıyor koş bak."* bir uyandım, babam kapıyı yumrukluyor, adımızı haykırıyor. pişkin pişkin "yaa tamam geldik baba ne bağırıyorsun, anahtarını neden almadın?" diye adama kızıyorum. bir yandan da kardeşim arkamdan tin tin geliyor, kıs kıs gülüyor.* babam kapıya bir omuz daha atsa kırılacak çünkü görüyorum kapı yerinden oynamaya başlamış, sesimi duyunca sakinleşti. ben kapıyı açar açmaz arkamdan koşturmaya başladı. kardeşim önde ben arkada babam benim arkamda evde koştuğumuzu düşünün sevgili yazarlar.* kardeşim zeki, en yakın sığınak olan tuvalete girdi, babam onu bıraktı arkamdan koşuyor, hemen odama girdim, kapıyı kapadım. babam kapıya kadar geldi, yüksek ihtimal dişlerini sıktı, iki üç kere duvara vurdu gitti.
meğerse bizim yediğimiz eriklerden zehirlendiğimizi sanmış bu yüzden paniklemiş. saatlerce kapıyı bacayı zorlamışlar girmek için, son çare babam kapıyı kırmaya çalışmış.
düşündükçe gülüyorum ama çocuklarının zehirlendiğini sanarak çaresizce kapıya vuran babam aklıma geldikçe utanıyorum da.
her neyse efendim, işte o gün bugündür kimsenin bahçesinden izinsiz yaprak bile koparmadım ama meyveleri silmeden yemeye devam ettim.*
devamını gör...

var mı?
devamını gör...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

3-4 senede bir anca deniz gordugumuzden, icine dahil olamadigimiz insan turudur. biz de dağ insaniyiz, koca koca gorkemli daglarin manzarasina hastayiz.
devamını gör...

gittiğinden beri ne türkiye ne de emre aşık iflah olmadı. geri dön geri dön ne olur geri dön...
devamını gör...

yazarı tercüme:
kızları okul çağına gelesiye kadar babalarına aşıklarmış ne zaman ki ilkokula başlayıp eloğluyla tanışmışlar babalarının pabucu dama atılmış.
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim