hz. ali'den hikmetler
"devletin dini adalettir"
not: dinin arapça kelime manası "yol" anlamına da gelmektedir.
not: dinin arapça kelime manası "yol" anlamına da gelmektedir.
devamını gör...
insanın her koşulda bencil olması
insan, her koşulda bencil değildir, hatta bazen kendini kaybedecek kadar fedakârdır ama fedakarlık, bilinenin aksine iyi bir şey değildir çünkü fedakâr insan, ettiği fedaların kârının beklentisi içine girer ama hiçbir zaman beklediği karşılığı alamaz, ondan sonra fedakârlık yapmaktan vazgeçer ve artık bencil biri olmakla suçlanır. halbuki bencil değil, benci olmuştur. bencil, sadece kendini düşünen biriyken, benci ise önce kendisini ve sonrasında da diğerlerini düşünür. kendisine hak ettiği değeri vermeyen birinin, başkalarına da faydası dokunmayacağından hareketle her koşulda bencil değil ama benci olunması gerekir diye düşünüyorum.
devamını gör...
itici gelen kadınla bir anda gelen sevişme isteği
o sizin abazanlığınızdan kaynaklıdır, anlam yüklemeye çalışmayın.
devamını gör...
pala bıyıklı kuş
bir diğer adı ınca tern olarak bilinen komik görünümlü bir kuş türü. muhteşem görünümlü bıyıklı olan bu deniz kuşlarının yuvaları, şili ve peru sahillerindeki kayalık oyuklarda bulunmaktadır. bu kuş türü küçük balıkları yiyerek beslenirler. çıkardıkları ses kedi miyavlamasına benzer.
kaynak
kaynak
devamını gör...
aleksandr litvinenko
putin'in pis tarafının gerçekten çok acımasız olduğunun kanıtı.
putin yüzerken, ata binerken, köpekleriyle oynarken, fit vücuduyla çok ''karizmatik'' görünüyor ve biz onun aslında bir kgb ajanı olduğunu unutuyoruz.
filmlerde izlediğimiz tüm casusluk hikayeleri ise gerçek. bir yerlerde yaşandı veya yaşanıyor.
bunun en çarpıcı örneği; 2015 yılında gerçekleşti. rusya istihbaratında çalışan aleksandr litvinenko, putinin gerçekleştirdiği yolsuzluğu ortaya çıkardıktan sonra londra'ya kaçtı. 2000 yılında siyasi sığınma aldı ve ingiliz istihbaratında çalışmaya başladı.
bulunduğu yerde, putinin en azılı muhaliflerinden biri oldu.
anna politkovskaya, diye bir gazeteci var ve bu gazeteci rusyanın çeçenistan'da insan hakları ihlalleri ortaya çıkarıyor ve 7 ekimde de vurularak ölüyor. litvinenko ise onun ölümünün arkasındaki vuran ve vurduranı araştırmaya başlıyor ve eski kgbli dostlarından yardım istiyor. eski kgb li dostları ise olayla ilgisi bulunan kişilerin listesini kendisine vereceklerini söyleyerek litvinenko'yu yemliyorlar.
londra'da millenium hotelde eski arkadaşlarıyla buluşan litvinenko içilen çayların ardından gece ayrıldılar. ve gece olduğunda litvinenko rahatsızlanmaya başlamıştı. nedeni ise çayına polonyum-210 radyoaktif maddesi idi.
o artık çoktan ölü bir adamdı.
çayı içtikten 22 gün sonra, 23 kasım 2006'da 44 yaşında ölmüştür.
benim anlamadığım nokta;
bu radyoaktif maddelerden nasıl oluyor da sadece kendisi etkileniyor. çay fincanlarından ,çay takımlarını tutana, yıkanan bulaşık makinesindeki tüm çatallara bıçaklara kadar herkesi etkilemesi lazımdı. gerçekten inanılmaz!
''
''
putin yüzerken, ata binerken, köpekleriyle oynarken, fit vücuduyla çok ''karizmatik'' görünüyor ve biz onun aslında bir kgb ajanı olduğunu unutuyoruz.
filmlerde izlediğimiz tüm casusluk hikayeleri ise gerçek. bir yerlerde yaşandı veya yaşanıyor.
bunun en çarpıcı örneği; 2015 yılında gerçekleşti. rusya istihbaratında çalışan aleksandr litvinenko, putinin gerçekleştirdiği yolsuzluğu ortaya çıkardıktan sonra londra'ya kaçtı. 2000 yılında siyasi sığınma aldı ve ingiliz istihbaratında çalışmaya başladı.
bulunduğu yerde, putinin en azılı muhaliflerinden biri oldu.
anna politkovskaya, diye bir gazeteci var ve bu gazeteci rusyanın çeçenistan'da insan hakları ihlalleri ortaya çıkarıyor ve 7 ekimde de vurularak ölüyor. litvinenko ise onun ölümünün arkasındaki vuran ve vurduranı araştırmaya başlıyor ve eski kgbli dostlarından yardım istiyor. eski kgb li dostları ise olayla ilgisi bulunan kişilerin listesini kendisine vereceklerini söyleyerek litvinenko'yu yemliyorlar.
londra'da millenium hotelde eski arkadaşlarıyla buluşan litvinenko içilen çayların ardından gece ayrıldılar. ve gece olduğunda litvinenko rahatsızlanmaya başlamıştı. nedeni ise çayına polonyum-210 radyoaktif maddesi idi.
o artık çoktan ölü bir adamdı.
çayı içtikten 22 gün sonra, 23 kasım 2006'da 44 yaşında ölmüştür.
benim anlamadığım nokta;
bu radyoaktif maddelerden nasıl oluyor da sadece kendisi etkileniyor. çay fincanlarından ,çay takımlarını tutana, yıkanan bulaşık makinesindeki tüm çatallara bıçaklara kadar herkesi etkilemesi lazımdı. gerçekten inanılmaz!
''
''
devamını gör...
doğum günü çiçeği
benim doğum günü çiçeğim:(bkz: aster çiçeği)
ilk defa bu başlık sayesinde denk geldim böyle bi şeye ve gerçekten çok beğendim doğum günü çiçeğimi.
not: ee bi arıya da böyle bi çiçek yakışırdı dimi?
ilk defa bu başlık sayesinde denk geldim böyle bi şeye ve gerçekten çok beğendim doğum günü çiçeğimi.
not: ee bi arıya da böyle bi çiçek yakışırdı dimi?
devamını gör...
intihar etmek
yatağımın karşısında bir pencere var. odanın duvarları bomboş. nasıl yaşadım on yıl bu evde? bir gün duvara bir resim asmak gelmedi mi içimden? ben ne yaptım? kimse de uyarmadı beni. işte sonunda anlamsız biri oldum. işte sonum geldi. kötü bir resim asarım korkusuyla hiç resim asmadım; kötü yaşarım korkusuyla hiç yaşamadım.
tutunamayanlar- oğuz atay
tutunamayanlar- oğuz atay
devamını gör...
malabadi köprüsü
diyarbakır tarihi eserler envanteri'ne kayıtlı silvan sınırlarında bulunan bir köprüdür.
eni 7 mt boyu 150 mt olan bir köprüdür.
1147 yılında artuklu beyliği döneminde yapılmıştır.
eni 7 mt boyu 150 mt olan bir köprüdür.
1147 yılında artuklu beyliği döneminde yapılmıştır.
devamını gör...
hangi yazar gözünde nasıl canlanıyor sorusu
devamını gör...
seni seviyorum demenin farklı şekilleri
seviyorum seni olabilir.
devamını gör...
nicelik
bir şeyin azalıp artması, sayılabilmesi ve ölçülebilmesi durumlarını sayısal değer olarak belirten özelliğidir.
devamını gör...
madalyasız yazarların boş beleş tipler olması
kendi adıma haklı bulduğum başlık.
1544 tanım yazmışım,33 de başlığım var 1 tane bile madalyam yok. çünkü neden? 1544 kere boş yapmış yetmemiş 33 başlıkda da yine boş yapmışım. üstelik bunu bir de enayi gibi beleşe yapmışım. olacak şey değil. asıl biz boş beleşlere bu madalyanın törenle takdim edilmesi gerekir.
her şeyi geçtim.koca sözlükte 1 kişi de çıkıp dememiş "ya arkadaşlar iyi kötü biz bu madalya olayını getiriyoruz da sözlüğe,bunun takibini nasıl yapacağız?her bir üyeye ayrı ayrı nasıl madalya opsiyonlayacağız. hadi yaptık diyelim. bizim hiç mi derdimiz tasamız yok da dertsiz başımıza dert alıyoruz demedi mi? bir kişi be bir kişi...
geciken her madalyam için her aya özel renkli mahlas istiyorum.
yönetim: görüyorsunuz hala boş yapıyor beleşçi.
1544 tanım yazmışım,33 de başlığım var 1 tane bile madalyam yok. çünkü neden? 1544 kere boş yapmış yetmemiş 33 başlıkda da yine boş yapmışım. üstelik bunu bir de enayi gibi beleşe yapmışım. olacak şey değil. asıl biz boş beleşlere bu madalyanın törenle takdim edilmesi gerekir.
her şeyi geçtim.koca sözlükte 1 kişi de çıkıp dememiş "ya arkadaşlar iyi kötü biz bu madalya olayını getiriyoruz da sözlüğe,bunun takibini nasıl yapacağız?her bir üyeye ayrı ayrı nasıl madalya opsiyonlayacağız. hadi yaptık diyelim. bizim hiç mi derdimiz tasamız yok da dertsiz başımıza dert alıyoruz demedi mi? bir kişi be bir kişi...
geciken her madalyam için her aya özel renkli mahlas istiyorum.
yönetim: görüyorsunuz hala boş yapıyor beleşçi.
devamını gör...
olmak istenen cansız varlık
heykel. güzel bir heykel olmak isterdim.
devamını gör...
jane austen
winston churchill'in başucundan eksik etmediği söylenen külliyatın sahibi yazardır jane austen. kendisi ingiliz edebiyatında shakespeare'den sonraki en ünlü isimdir. onun hemen tüm romanlarını okumuş olmakla birlikte en beğendiğim ve diğerlerinden gerek edebi anlamda gerek mantık açısından nispeten kaliteli bulduğum eseri 'emma' dır. zaten emma üzerine pek çok dizi-film yapılmıştır, birçoğunu izledim gayet başarılı yapımlar olduklarını söyleyebilirim*.
austen'ın gerçekten de sıkıcı bir dili vardır bazı eserlerinde. buna northanger abbey iyi bir örnek olabilir. her satırda bir olay olmasını, bir gizem kapısının aralanmasını beklersiniz ama olaylar oldukça sade bir şekilde akıp gider. dişe dokunur bir olay, sohbet, macera yaşanmadan bir de bakmışsınız ki kitap bitmiş. buradaki mantıksızlık ise, yazarın bizi aslında hiç yaşanmayacak olan bir maceranın beklentisine sokmuş olmasıdır.
austen'ın en bilinir eseri olan gurur ve önyargı ise tesadüfler silsilesinden ibaret, mantıkla son derece çelişen bir kurguya sahiptir. hatta o derecedir ki eğer bu tesadüflerden bir tanesi bile olmasa , ana kahramanlarımız hiçbir zaman kavuşamayacaktır. zaten bilinenin aksine buradaki durum öyle büyük bir aşk hikayesi de değildir. kitapta elizabeth kendi ağzıyla darcy için aşk gibi kuvvetli bir duygu beslemediğini söylemektedir zihninde. yapılan evliliklerin tamamen maddi statü kazanabilmek için yapıldığı ise zaten bahsedilmeye gerek bile olmayan bir mevzudur. burada kesinlikle beyefendilerin iyi karakterli veya yakışıklı olmasına değil; ne kadar zengin olduğuna bakılarak onların evlilik teklifi kabul edilir, kızlar ve aileleri tarafından.
fakat austen'ın bazı eserleri de vardır ki onlardaki durum kadın-erkek ilişkilerini aşmış, satır aralarında hayata dair önemli mesajlar sunar hale gelmiştir. örneğin 'ikna' romanında bu durum özellikle göze çarpar fikrimce. burada başkahraman uzun zaman yalnız yaşamayı tercih etmiş bir karakter olduğu için, çeşitli sorgulamalar yaparken bulursunuz kendinizi, onunla birlikte. bu romanın da diğerlerine kıyasla nispeten heyecanlı bir havası olduğu söylenebilir.
jane austen'ın sahip olduğu bu şöhreti aslında hakedip haketmediğini çokça düşünmüşümdür. ama şunu da göz önünde bulundurmak lazımdır ki kendisinin yaşadığı dönem olan 18-19. yüzyıl ingiltere'sinde bir kadın yazar olmak, ismini gizleyerek mahlas kullanmak yoluyla da olsa tek başına bir romancı olarak geniş kitlelerin beğenisini kazanmak büyük bir iştir. belki de şöhretinin asıl dikkate alınması gereken noktası romanlarından ziyade burasıdır.
bu arada austen'ın hep aynı tarz konuları işleyen romanlar kaleme almasının bir sebebi vardır. kendisi hiç evlenmemiştir fakat o da büyük bir aşk hikayesi yaşamıştır. elbette sonu mutsuz bitmiştir ancak bu tecrübesi, ölümsüz eserleri edebiyat dünyasına kazandırmasına, özellikle de gurur ve önyargı'yı, vesile olmuştur. becoming jane isimli filmde de kendi romanlarının bir karakteri gibi yaşadığı bu harika hikaye anlatılır. başrolünde ise anne hathaway ve james mcavoy yer almıştır.
austen'ın gerçekten de sıkıcı bir dili vardır bazı eserlerinde. buna northanger abbey iyi bir örnek olabilir. her satırda bir olay olmasını, bir gizem kapısının aralanmasını beklersiniz ama olaylar oldukça sade bir şekilde akıp gider. dişe dokunur bir olay, sohbet, macera yaşanmadan bir de bakmışsınız ki kitap bitmiş. buradaki mantıksızlık ise, yazarın bizi aslında hiç yaşanmayacak olan bir maceranın beklentisine sokmuş olmasıdır.
austen'ın en bilinir eseri olan gurur ve önyargı ise tesadüfler silsilesinden ibaret, mantıkla son derece çelişen bir kurguya sahiptir. hatta o derecedir ki eğer bu tesadüflerden bir tanesi bile olmasa , ana kahramanlarımız hiçbir zaman kavuşamayacaktır. zaten bilinenin aksine buradaki durum öyle büyük bir aşk hikayesi de değildir. kitapta elizabeth kendi ağzıyla darcy için aşk gibi kuvvetli bir duygu beslemediğini söylemektedir zihninde. yapılan evliliklerin tamamen maddi statü kazanabilmek için yapıldığı ise zaten bahsedilmeye gerek bile olmayan bir mevzudur. burada kesinlikle beyefendilerin iyi karakterli veya yakışıklı olmasına değil; ne kadar zengin olduğuna bakılarak onların evlilik teklifi kabul edilir, kızlar ve aileleri tarafından.
fakat austen'ın bazı eserleri de vardır ki onlardaki durum kadın-erkek ilişkilerini aşmış, satır aralarında hayata dair önemli mesajlar sunar hale gelmiştir. örneğin 'ikna' romanında bu durum özellikle göze çarpar fikrimce. burada başkahraman uzun zaman yalnız yaşamayı tercih etmiş bir karakter olduğu için, çeşitli sorgulamalar yaparken bulursunuz kendinizi, onunla birlikte. bu romanın da diğerlerine kıyasla nispeten heyecanlı bir havası olduğu söylenebilir.
jane austen'ın sahip olduğu bu şöhreti aslında hakedip haketmediğini çokça düşünmüşümdür. ama şunu da göz önünde bulundurmak lazımdır ki kendisinin yaşadığı dönem olan 18-19. yüzyıl ingiltere'sinde bir kadın yazar olmak, ismini gizleyerek mahlas kullanmak yoluyla da olsa tek başına bir romancı olarak geniş kitlelerin beğenisini kazanmak büyük bir iştir. belki de şöhretinin asıl dikkate alınması gereken noktası romanlarından ziyade burasıdır.
bu arada austen'ın hep aynı tarz konuları işleyen romanlar kaleme almasının bir sebebi vardır. kendisi hiç evlenmemiştir fakat o da büyük bir aşk hikayesi yaşamıştır. elbette sonu mutsuz bitmiştir ancak bu tecrübesi, ölümsüz eserleri edebiyat dünyasına kazandırmasına, özellikle de gurur ve önyargı'yı, vesile olmuştur. becoming jane isimli filmde de kendi romanlarının bir karakteri gibi yaşadığı bu harika hikaye anlatılır. başrolünde ise anne hathaway ve james mcavoy yer almıştır.
devamını gör...
ağzı kokan sevgili ile öpüşmek
mide bulandıran bir tecrübedir efenim; lanet olsun, aklıma günün bu saatinde niye o ağzı pislikten içine göçmüş eski sevgilim geldi bilmiyorum ama, bu hikayeyi size anlattıktan sonra dişlerimi anti-tartar diş macunu ile en az beş dakika boyunca fırçalayacağımı biliyorum.
zannedersem üniversite ikiyi okumakta olduğum senelerdi ki, huzursuz bağırsak sendromu olan sevgilimden yeni ayrılmış ve nihayetinde tekrar boşa çıkmıştım. kendisinin tuvaletten çıkmasını beklerken 400 sayfalık bir kitabı okuyup bitirebilirdiniz tanrım, o sürekli kabız olup kıçını zorlayan ve ıkınmalarını tuvalet kapısının ardından bile duyabildiğiniz garip çocuktan ayrılmak, belki de şu hayatta üzüleceğim son şeydi ama üzülüyordum, insan iki haftada da birine alışabiliyordu işte.
elbette birisinden ayrıldığınızda yapabileceğiniz en iyi şey, başka birisini bulmaktır. nitekim ben de zaman geçirmeden yeni sevgili edinmek için etrafı kolaçan etmeye başlamıştım. çok uzun sürmedi, zaten güzel ve çekici bir kızdım, size daha önceki yazılarımda da bundan bahsetmiştim, ben, erkek cinsinin başına gelebilecek en güzel şeydim. bazen sadaka olsun diye çirkin oğlanlarla da flört edecek kadar iyi kalpliydim de üstelik. aklıma kerem geldi durun bi saniye midemin bulantısı bir geçsin. öğğ tanrım, insan öyle bir sıfat taşıyorsa, insan içine pek çıkmamalı.
neyse, bu başka bir hikaye.
size o'ndan bahsedeceğim, çürük diş engin.
o'nunla, arkadaş grubumla izlemeye gittiğimiz bir mini öğrenci konserinde tanıştık. kendi küçük ve ünsüz müzik gruplarının bass gitarcısıydı efenim. lanet olsun, onun çürük azı dişlerinden daha önceden haberim olmuş olsaydı, kesinlikle aynı grubun solistiyle birlikte olmayı tercih ederdim ama işte, ben daha çok gitarcılardan hoşlanan bir kızdım.
ortak arkadaşlar vasıtasıyla bir araya gelip durdukça, kendisiyle ilişkimiz kısa sürede pekişti. aynı ortak arkadaş grubumuzla birlikte öğrenci evimizde buluşuyor ve müzik yaparak içmedikleri zamanlarda kutu oyunu filan oynuyorduk. enginle sevimli rakipler olup, küçük zaferler eşliğinde birbirimize göz kırparak gülümsüyor ve diğer arkadaşlara göstermeden karşılıklı kaçamak öpücükler atıyorduk. hatta bazen abartarak belaltı pis hareketler de yapıyordum kendisine. huyum kurusun, asla uslu duramıyordum.
nihayetinde, arkadaşları evlerine yolladığımız bir akşam, odasında baş başa kalabilmiştik, çok ayıp şeyler yapmak üzereydik ki o ateşli öpüşmemiz başlamadan hemen önce artık birbirimizin nefesini hissedebilecek kadar yakınlaşmıştık. "mm..bu koku? oğğ"
çürük diş kokusu gibi bir şey lanet olsun, kendimi geri çekemeden dudaklarıma yapışıvermişti.
kendimi güç bela o'ndan kurtardığımda kusmak üzereydim, lanet olsun o ağzının profesyonel bir müdahaleye ihtiyacı var engin!!111 insan bunu birine yaşatmadan önce biraz durur ve öpeceği kişiye nasıl bir tecrübe yaşatabileceğini düşünerek utanır, iğrençsinn!!111
-noldu, kendini neden geri çektin?
-nefes alamadım bi an.
-nefes kesicisin diyorsun yaanii ehehe
-hıı
ağzının içinde taşıdığı tuvalet fırçası tadından haberi olmamasına biraz şaşırmıştım. bu ne özgüvendi tanrım, ağzımı naneli gargaralar eşliğinde iki saat çalkalamak, yakmak filan istiyordum. yine aklıma geldi, mikrop yaa!!!111
birkaç günü öpüşmeden, kaçak göçek atlatmayı başarmıştım, baş başa kalmamaya çalışıyor, beni öpecek ufak bir fırsat bile yakalamaması için çeşitli bahaneler üretiyordum:
-canım çok halsizim, grip olacağım galiba, bulaşır, yaklaşma.
-başım ağrıyor, hıı migren.
-gözüm ağrıyor.
-yanağım ağrıyor.
-kaşım ağrıyor.
ancak yine de dibime sokuluyordu işte. konuşurken de ağzı kokuyordu. lanet olsun, kendi kokusundan haberi mi yoktu, insan bu kokuyu sürekli içine çekerse ciğerleri küflenebilirdi.
sabrımın sonuna yaklaştığım o gün, artık bu durumu kendisi ile açık açık konuşmanın vaktinin geldiğinde karar kılmıştım. aynı akşam, onunla evinde buluşup birlikte film izleme planımız vardı ki elbette bu planı, benle baş başa kalıp birlikte olacağı bir ambiyans yakalamak için yapmıştı. okul çıkışı "eve bi uğrayayım" deyip yanından ayrıldım ve markete girerek bir diş fırçası, ağız gargarası ve anti-çürük diş macunu aldım. sonrasında engin'in evinin yoluna koyuldum.
beni kapıda karşılamış ve sarılmıştı. hemen etrafa bakındım ki ev arkadaşı o akşam evde değildi, nitekim o geceyi ikimize özel kılmak için evde bizi baş başa bırakmış olduğu çok belliydi.
patlattığı mısırlarla birlikte salonda oturmakta olan benim yanıma gelerek, filmi başlatmıştı işte engin; dediğim gibi, film bahanesi, morticia'yı ellemek şahanesi... saçımı okşamaya başlamıştı, oradan da omzumu. gittikçe bu böyle aşağıya doğru inecekti, belliydi. sonra da öpüşülecekti.
"engin" dedim. "senin için bir şey aldım"
gülümsedi, "ne aldın bakiiim?" dedi merakla.
sırt çantama tıktığım market poşetini çıkararak kendisine uzattım. baktı, aldıklarımı gördü ve gerisin geri suratıma baktı.
-ağzın kokuyor.
-ne?
-ağzın, içine sçılmış gibi kokuyor engin. dişlerine baktırmalısın.
-fark etmemiştim.
utandı arkadaşlar bass gitarcı çürük dişli engin. tanrım çocukta biraz ar varmış bari. kimsenin cesaret edip de kendisine ağzının koktuğunu söylememesi ne acıydı ki, kırılmasın, aman gücenmesin diye insanlara iyilik ettiğinizi zannediyorsanız yanılıyorsunuz arkadaşlar. onlara kusurlarını söyleyin, söyleyin ki kendilerinde bunu düzeltebilsinler. ne bileyim olmuyorsa da başka bir çaresini düşünsünler. biz açık sözlü insanlar size doğruları söylediğimiz için pek sevilmeyiz; ama biliyor musunuz, pek de umurumuzda değilsiniz.
nihayetinde uslu uslu filmimizi izledik tüm akşam. engin'in morali bozulmuştu o diş macunu ve gargarayı görünce. naa, benden sonraki kız arkadaşı için bir iyilik yaptım işte fena mı?
sonrasında o utançla benden uzaklaştı efenim, duygularıyla baş edemedi. benim de pek bir tarafımda değildi. nitekim aynı müzik grubunun batericisi de hoş çocuktu ahshsh
zannedersem üniversite ikiyi okumakta olduğum senelerdi ki, huzursuz bağırsak sendromu olan sevgilimden yeni ayrılmış ve nihayetinde tekrar boşa çıkmıştım. kendisinin tuvaletten çıkmasını beklerken 400 sayfalık bir kitabı okuyup bitirebilirdiniz tanrım, o sürekli kabız olup kıçını zorlayan ve ıkınmalarını tuvalet kapısının ardından bile duyabildiğiniz garip çocuktan ayrılmak, belki de şu hayatta üzüleceğim son şeydi ama üzülüyordum, insan iki haftada da birine alışabiliyordu işte.
elbette birisinden ayrıldığınızda yapabileceğiniz en iyi şey, başka birisini bulmaktır. nitekim ben de zaman geçirmeden yeni sevgili edinmek için etrafı kolaçan etmeye başlamıştım. çok uzun sürmedi, zaten güzel ve çekici bir kızdım, size daha önceki yazılarımda da bundan bahsetmiştim, ben, erkek cinsinin başına gelebilecek en güzel şeydim. bazen sadaka olsun diye çirkin oğlanlarla da flört edecek kadar iyi kalpliydim de üstelik. aklıma kerem geldi durun bi saniye midemin bulantısı bir geçsin. öğğ tanrım, insan öyle bir sıfat taşıyorsa, insan içine pek çıkmamalı.
neyse, bu başka bir hikaye.
size o'ndan bahsedeceğim, çürük diş engin.
o'nunla, arkadaş grubumla izlemeye gittiğimiz bir mini öğrenci konserinde tanıştık. kendi küçük ve ünsüz müzik gruplarının bass gitarcısıydı efenim. lanet olsun, onun çürük azı dişlerinden daha önceden haberim olmuş olsaydı, kesinlikle aynı grubun solistiyle birlikte olmayı tercih ederdim ama işte, ben daha çok gitarcılardan hoşlanan bir kızdım.
ortak arkadaşlar vasıtasıyla bir araya gelip durdukça, kendisiyle ilişkimiz kısa sürede pekişti. aynı ortak arkadaş grubumuzla birlikte öğrenci evimizde buluşuyor ve müzik yaparak içmedikleri zamanlarda kutu oyunu filan oynuyorduk. enginle sevimli rakipler olup, küçük zaferler eşliğinde birbirimize göz kırparak gülümsüyor ve diğer arkadaşlara göstermeden karşılıklı kaçamak öpücükler atıyorduk. hatta bazen abartarak belaltı pis hareketler de yapıyordum kendisine. huyum kurusun, asla uslu duramıyordum.
nihayetinde, arkadaşları evlerine yolladığımız bir akşam, odasında baş başa kalabilmiştik, çok ayıp şeyler yapmak üzereydik ki o ateşli öpüşmemiz başlamadan hemen önce artık birbirimizin nefesini hissedebilecek kadar yakınlaşmıştık. "mm..bu koku? oğğ"
çürük diş kokusu gibi bir şey lanet olsun, kendimi geri çekemeden dudaklarıma yapışıvermişti.
kendimi güç bela o'ndan kurtardığımda kusmak üzereydim, lanet olsun o ağzının profesyonel bir müdahaleye ihtiyacı var engin!!111 insan bunu birine yaşatmadan önce biraz durur ve öpeceği kişiye nasıl bir tecrübe yaşatabileceğini düşünerek utanır, iğrençsinn!!111
-noldu, kendini neden geri çektin?
-nefes alamadım bi an.
-nefes kesicisin diyorsun yaanii ehehe
-hıı
ağzının içinde taşıdığı tuvalet fırçası tadından haberi olmamasına biraz şaşırmıştım. bu ne özgüvendi tanrım, ağzımı naneli gargaralar eşliğinde iki saat çalkalamak, yakmak filan istiyordum. yine aklıma geldi, mikrop yaa!!!111
birkaç günü öpüşmeden, kaçak göçek atlatmayı başarmıştım, baş başa kalmamaya çalışıyor, beni öpecek ufak bir fırsat bile yakalamaması için çeşitli bahaneler üretiyordum:
-canım çok halsizim, grip olacağım galiba, bulaşır, yaklaşma.
-başım ağrıyor, hıı migren.
-gözüm ağrıyor.
-yanağım ağrıyor.
-kaşım ağrıyor.
ancak yine de dibime sokuluyordu işte. konuşurken de ağzı kokuyordu. lanet olsun, kendi kokusundan haberi mi yoktu, insan bu kokuyu sürekli içine çekerse ciğerleri küflenebilirdi.
sabrımın sonuna yaklaştığım o gün, artık bu durumu kendisi ile açık açık konuşmanın vaktinin geldiğinde karar kılmıştım. aynı akşam, onunla evinde buluşup birlikte film izleme planımız vardı ki elbette bu planı, benle baş başa kalıp birlikte olacağı bir ambiyans yakalamak için yapmıştı. okul çıkışı "eve bi uğrayayım" deyip yanından ayrıldım ve markete girerek bir diş fırçası, ağız gargarası ve anti-çürük diş macunu aldım. sonrasında engin'in evinin yoluna koyuldum.
beni kapıda karşılamış ve sarılmıştı. hemen etrafa bakındım ki ev arkadaşı o akşam evde değildi, nitekim o geceyi ikimize özel kılmak için evde bizi baş başa bırakmış olduğu çok belliydi.
patlattığı mısırlarla birlikte salonda oturmakta olan benim yanıma gelerek, filmi başlatmıştı işte engin; dediğim gibi, film bahanesi, morticia'yı ellemek şahanesi... saçımı okşamaya başlamıştı, oradan da omzumu. gittikçe bu böyle aşağıya doğru inecekti, belliydi. sonra da öpüşülecekti.
"engin" dedim. "senin için bir şey aldım"
gülümsedi, "ne aldın bakiiim?" dedi merakla.
sırt çantama tıktığım market poşetini çıkararak kendisine uzattım. baktı, aldıklarımı gördü ve gerisin geri suratıma baktı.
-ağzın kokuyor.
-ne?
-ağzın, içine sçılmış gibi kokuyor engin. dişlerine baktırmalısın.
-fark etmemiştim.
utandı arkadaşlar bass gitarcı çürük dişli engin. tanrım çocukta biraz ar varmış bari. kimsenin cesaret edip de kendisine ağzının koktuğunu söylememesi ne acıydı ki, kırılmasın, aman gücenmesin diye insanlara iyilik ettiğinizi zannediyorsanız yanılıyorsunuz arkadaşlar. onlara kusurlarını söyleyin, söyleyin ki kendilerinde bunu düzeltebilsinler. ne bileyim olmuyorsa da başka bir çaresini düşünsünler. biz açık sözlü insanlar size doğruları söylediğimiz için pek sevilmeyiz; ama biliyor musunuz, pek de umurumuzda değilsiniz.
nihayetinde uslu uslu filmimizi izledik tüm akşam. engin'in morali bozulmuştu o diş macunu ve gargarayı görünce. naa, benden sonraki kız arkadaşı için bir iyilik yaptım işte fena mı?
sonrasında o utançla benden uzaklaştı efenim, duygularıyla baş edemedi. benim de pek bir tarafımda değildi. nitekim aynı müzik grubunun batericisi de hoş çocuktu ahshsh
devamını gör...
herr mannelig
bir isveç baladı, isveççe öğrenme isteği doğuran şarkılardan. herr mannelig
devamını gör...
nükleer pasta
ölmüş bir yıldızın çekirdeğinde yüksek basınç ve yoğunluk sebebiyle oluşan bir madde keşfedilmiştir. bilgisayar simülasyonlarına göre bu maddeye zarar vermek için çeliği parçalamak için gereken kuvvetin 10 milyar katını uygulamak gereklidir. evrendeki en sağlam malzeme olduğu düşünülerek bu maddeye nükleer pasta adı verilmiştir. kaynak
liselilerin "thor'un savaş çekici mjöllnir nükleer pastadan mı yapıldı" sorusuna ise henüz cevap bulunamadı. *
liselilerin "thor'un savaş çekici mjöllnir nükleer pastadan mı yapıldı" sorusuna ise henüz cevap bulunamadı. *
devamını gör...
metal müzik tarihinin en hüzünlü şarkıları
devamını gör...


