üniversite sınavı öncesi zaten streslisin,saç baş darma dağın sınav başvurusu yapmak için okuluna gidiyorsun kayıt yaparken küçük bir kamera var oraya bakmanı istiyorlar-yani benim zamanımda bu şekildeydi-sende anlamsız bir ifade takınarak bakıyorsun bön bön..sonra ne mi oluyor,üniversite'yi kazanıyorsun öğrenci kartının üzerinde işte o yorgun yüz, saklıyorsun herkesten kimsenin eline geçmemesi için savaş veriyorsun hep dalga konusu oluyor, kimse birbirine öğrenci kartını gösteremiyor. böylece bir zamanların tatlı trajedisini paylaşmak istedim sizlerle..
devamını gör...

bi oyun vardı elde tokmak, delikten çıkan solucanların kafasına vuruyordun. onun gibi bişey. bir köşeyi yapıyorsun öbür yandan pörtlüyor. can sıkıcı. iki kişi yapılması gereken görevlerden olması sebebiyle yalnızlığınızı yüzünüze tokat gibi vurur.
devamını gör...

şu islam toplumları kadınla uğraştığı kadar bilimle uğraşsa mars'a ayak basardı dedirten zorlama.
devamını gör...

okuduğum en acıklı hayat hikayelerinden birisine sahip henry molaison. 27 yaşında geçirmiş olduğu bir ameliyat sonrasında, öğrendiği yeni bilgileri uzun süreli hafızaya aktarma yetisini kaybeder. böylelikle ömrünün sonuna dek ebedi bir "şimdinin" içine hapsolur.

henry molaison, 9 yaşında geçirdiği bir kazada kafa travması yaşar. bu kazadan sonra bitmek bilmeyen epilepsi nöbetleri geçirmeye başlar. 27 yaşında gittiği hastanede, beyin cerrahı dr. william scoville kendisini ameliyat edebileceğini söyler. ömrünü nöbetlerle geçirmek istemeyen molaison, ameliyatı kabul eder.

scoville, amigdala ve hipokampüsün de içinde olduğu beynin bazı bölümlerini ameliyatla alır.

epilepsi nöbetleri sona ermesine karşın, büyük bir sorun ortaya çıkar. henry, yeni bilgileri uzun süreli hafızaya dönüştürmemektedir. uzun zaman önce tanıdığı insanları hatırlamasına rağmen, yeni gördüğü insanları hafızasında tutamamaktadır. daha önce gördüğü doktorların yüzünü hatırlayamamış, hastaneye niçin yattığını bile söyleyememişti. henry yeni anılar oluşturamadığı gibi geleceği de düşleyemiyordu.

bu durumun ne kadar acı olduğunu biraz anlayabilmek için şu andan itibaren hiçbir yeni bilgi öğrenemediğimizi, tanıştığımız kişileri bir daha hatırlayamadığımızı hayal edelim. bu yazıyı okuduktan sonra sanki hiç okumamış gibi hayata devam ettiğimizi düşünelim. ebedi bir şimdi...

molaison'da ortaya çıkan bu durum, bilim dünyasında da bellek ilgili çalışmaları da derinleştirdi.
ilk olarak bellek işlevlerinin kısa ve uzun dönem bellekleri olarak ayrıldığı ortaya çıktı. bir başka ayrım ise, kişinin kendi hayatıyla ilgili anısal belleği ile dünyanın genel anlamda tanınması arasında ortaya çıkan ayrım oldu.
henry molaison'da görsel, mekansal, yer yön belleğinde de problem ortaya çıkmıştı. bu durum hipokampüsteki özel bir hücre tipinin yer ve yön bulmada işlev gördüğünü ortaya koydu.

henry molaison 2 aralık 2008 tarihinde hayata veda etti. bilim dünyasında 55 yıl boyunca h.m. olarak bilinen vakanın henry molaison olduğu da o zaman açıklandı.
devamını gör...

lucifer'ın ses kaydını aldım, yarım bitcoin'e satarım hanımlar.
devamını gör...

gelir dağılımındaki adaletsizlik
devamını gör...

dar ara sokaklar,
görüş mesafesi tanımayan binalar,
piyangodan çıkmış gibi her yerden fırlayan insanlar...

bu hengamenin içinde sakin kalabilmek, kafanın rahat olabilmesi mümkün mü?

ya da tam tersi olsa?
sokaklar geniş, gökyüzü alabildiğine açık alabildiğine mavi olsa.
kimse piyangodan çıkmasa, çıkanlar da hep bizden olsa.

o zaman sakin kalabilir miydik, kafamız rahat olur muydu?

...

yılların taksicisiydi ama istanbul işte o kadar karışıktı ki aşina olmadığınız bir muhitte sizi çaresiz bırakabiliyordu.
öyle de oldu. her zamankinden daha fazla araca ev sahipliği yapan sokağa girdi. amacı kestirmeden gitmekti.
ama hesap etmediği bir şey vardı. o gün her zamanki gibi pazar kurulmuştu. yani çıkmaz sokaktaydı.

sokağın ortasına geldiğinde ise yavaşladı. çünkü o gün zaten yer bulması zor olan sokakta bir hareketlilik vardı. yer paylaşımı önemliydi.
bazı araç sahiplerinden araçlarının yerini değiştirmeleri istenmişti. sokağınıza pazar kuruluyorsa bu tarz fedakarlıklar gerekliydi.

aracını durdurduğunda ise önündeki araçtan inen genç kendisine daha fazla ilerleyemeyeceğini, sokağın sonunun pazara çıktığını anlatmaya çalıştı. anlayamamıştı.
'gitsene işte' dedi gence.
genç, taksicinin isteğinin anlamsızlığını fark etmiş olacak ki gidecek pek bir yeri olmadığı halde diretmedi.
öyle ya burnunun ucundaki pazarı göremeyen, pazardan gelen seslere kulak tıkayan birine laf anlatamazdı.
çaresiz aracını biraz ileriye aldı. sonra indi ve taksiciye daha fazla ileri gidemeyeceğini önündeki aracın da pazarcılardan birine ait olduğunu söyledi.
aracından inme sırası taksicideydi. bir keşif çalışması işe yarayabilirdi.
bu sefer en öndeki aracın sahibi olan pazarcıyla müzakerelere başladı.
bak dedi ben yılların taksicisiyim, senin aracını çizdirmeden kaldırıma alırım. o esnada da pazar toplanmaktaydı. pazarın kestiği karşı sokaktan devam edebileceğini düşünüyordu.
pazarcı ikna olmadı. araç çekilse bile taksicinin yoluna devam edemeyeceğini öne sürdü.
hakikaten de taksici boşuna ısrar ediyordu. çünkü herkes evine dönmenin peşindeydi. bu kadar anlayışsız bir direniş onları yıpratmıştı.

sonra ne olduysa sokaktaki araçlar geri gitmek suretiyle yolu açtı.

taksici, anlamsız ısrarının sonuna gelmişti.
geri vites ve yabancısı olduğu sokaktan ayrılış.

gider gitmez pazarcı ve genç taksiciyi çekiştirmeye başladı. böyle iş olur muydu? hayret bi şeydi yani! pesti doğrusu!

sonra herkes evine gitti. fakat gencin aklına bir şey takılmıştı.
taksiciyle yüz yüze geldiği o an karşısındaki kişinin patlamaya hazır bir bomba gibi sabırsız olduğunu hissetmişti.
o an saniyeler içinde sanki bir çehov hikayesindeymiş gibi hissetmişti.

edit: anlamsal.
devamını gör...

shadamehr: bir şirkette müdür veya benzeri pozisyonda olduğunu düşündüğüm yazarımız.
bir bilen: her konuya hakim olduğunu düşündüğüm kadar öğretmen olabilme ihtimali yüksek bir moderatörümüz.
son feci mars: uzay bilimine meraklı ve bilimsel konularda araştırmacı bir karaktere sahip bir öğrenci yazarımız olabilir.
devamını gör...

insanların kitapları netflixten daha keyifli olduğunu keşfetmesinden dolayı oluşan durumdur.
sıkılıyor açayım kitap okuyayım diyor sonra aa kitap okumak ne kadar güzelmiş diyor ve devam ediyor.
devamını gör...

(bkz: köylü yazardan ironiler)
benim nick evrensel olduğu içun olan.
devamını gör...


araştırmacılar, izlanda'da yapılan ve dünyanın şimdiye kadarki en büyük haftada 4 gün çalışma denemesinin büyük başarıyla sonuçlandığını ve ingiltere'de de test edilmesi gerektiğini belirtti.


kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel


izlanda'da yapılan bir araştırma kapsamında, ülkenin çalışan nüfusunun yüzde 1'inden fazlası, toplam ücrette herhangi bir azalma olmadan haftalık çalışma süresini 35-36 saate indiren pilot programa katıldı.
uygulama, işçiler, ofis çalışanları, hastane ve sosyal hizmetler çalışanları dahil iş yerleri ve standart olmayan vardiya düzenlerinde 09.00-17.00 saatlerinde çalışan farklı gruplardan oluşturuldu.
haftada 4 günü kapsayan çalışma denemesinin ardından izlanda'daki sürdürülebilirlik ve demokrasi derneği (alda) ve ingiltere'deki autonomy adlı düşünce kuruluşlarının yayımladığı ortak analiz, 2015'ten 2019'a kadar süren ve 2 bin 500'den fazla kişinin katıldığı denemelerin üretkenliği ve refahı artırdığını ortaya koydu.
denemeye katılan işçilerin refahının bir dizi göstergede önemli ölçüde iyileştiği, stres ve tükenmişliğin yanı sıra sağlık, iş ve yaşam dengesinin hemen hemen pilot programa katılan tüm gruplarda önemli ölçüde iyileştiğini gösterdi.
öte yandan, araştırmacılar, denemeye dahil edilen iş yerlerinin çoğunda üretkenlik ve hizmet sunumunun aynı kaldığını veya iyileştiğini gözlemledi.


buradan
devamını gör...

sıkılıyorum sabri, bunalıyorum.
devamını gör...

yobaz cahilleri hayatınızdan çıkarın, hayatın ne kadar renkli olduğunu anlayacaksınız. onlar hayatınızdayken hayattan gram zevk almazsınız. her şeye günah derler, her şeye bir saçma takıntı içinde olurlar. her zaman çağdaş, akıllı ve mantıklı insanlarla takılın. geri kalmış insanlardan uzak durun.
devamını gör...

yalnızlık evi

saatine baktı. evet, vakit gelmişti. veda etmeye hazırlandı. çiçeklerini bir güzel sulamıştı, o yokken bir süre idare eder ve solmazlardı. en sevdiği çiçeği, yani orkidesini, aldı karşısına. konuştu onunla son kez. okşadı yapraklarını, sevdi mor çiçeklerini...

kalktı sonra mutfağa yöneldi. bütün bulaşıkları yıkamış ve hepsini yerleştirmişti. her gün olduğu gibi... buzdolabında bozulacak bir yiyecek bırakmamıştı. yalnız bir yemek dışında. asla gelmeyeceğini bilse de belki bu akşam 'o' gelirse aç kalmasın diye o'nun en sevdiği yemeği yapmıştı. patates kızartması bir insanın en sevdiği yemek olabilirdi pekâlâ.

salona geçti. televizyonda en sevdiği dizi yeni başlamıştı. oturdu, bir süre sakince izledi. sonra televizyonda onun adını duydu ansızın, gözleri doldu. 'hayır' dedi kendi kendine 'hayır, ağlamak yok artık.' cansız gözlerle izlemeye devam etti. artık o dizi bile onu güldüremiyordu. her gece olduğu gibi dün gece de yine doğru düzgün uyuyamamıştı. gözleri yavaş yavaş kapanırken aklında güzel bir düş vardı. yarım saat kadar sonra sıçrayarak uyandı. bir an nerede olduğunu hatırlayamadı. sonra anılar bir bir geri geldi ve sıyrıldı o düş bataklığından.

dışarıda çocukların seslerini duydu ve cama gitti. izledi onları. kendi çocukluğu aklına geldi. acı bir tebessüm etti. elini yanağına dayadı ve bir süre de onları seyretti. yakalamaca oynuyorlardı. sonra biri düştü ve ağlamaya başladı. bir diğeri hemen yanına koştu ve teselli etti. dizi yaralanmıştı. hep beraber alıp götürdüler onu. sokak eski sessizliğine bürünmüştü şimdi.

gözleri yeri buldu. bir karınca gördü. vakti boldu nasıl olsa. bu sefer de onu izlemeye başladı. 'yaşam mücadelesi budur' diye düşündü kendi kendine. çalışkan ve bir o kadar da güçlü karıncalar... küçükler belki ama yolları fazla uzun olsa da onlar hiç yılmadan giderlerdi yuvalarına. ama sanki bu karınca yolunu kaybetmişti yoksa niye onun evinde olacaktı ki. burada bir karınca yuvası yoktu bildiği kadarıyla. nitekim karınca da dört dönüp duruyordu. galiba gerçekten de yolunu kaybetmişti. öldürmek istemedi ama evinde de olamazdı. bir kağıdın üstüne aldı karıncayı ve dışarıya bıraktı. artık o karınca koskoca dünyada yalnızdı. tıpkı kendisi gibi. yolunu kaybetmiş, evini kaybetmişti. o karıncanın hislerini çok iyi anladı. ama karınca ondan daha mücadeleciydi. belki de evini bulurdu. ona iyi temennilerde bulundu.

sonra odasına gitti. yatağını bir güzel düzeltmiş, eşyalarını düzenlemişti. evde tek bir şey dışında her şey kusursuzdu: banyodaki musluk sürekli akıtıyordu. bir türlü yaptıramamıştı. ama artık bir önemi de kalmamıştı. kendisini sürekli rahatsız eden bu şıp sesleri bu sefer ona bir ninni gibi geldi. banyonun önüne çöktü, gözlerini kapattı ve dinledi. her bir damla ile ruhu temizlendi. zihni boşaldı. huzurlu hissetti. o su gibi akıp gittiğini hayal etti. sahi, bir su damlası olsaydı, kardeşleriyle beraber yüzseydi o zaman da yalnız hisseder miydi? yalnızlık tek başına olmak değildi de kalabalıklar içinde tek olmak mıydı? tek başına olmayı yalnızlık olarak görmüyordu. ona göre yalnızlık etrafında birçok insan olmasına rağmen yine de kendini oraya ait hissedememekti. kimsenin onu anlamamasıydı. arkadaşlarla gülüp eğlenmek kolaydı. zor olan onlara kendini anlatmaktı. o da çareyi dışarıda aramayı mantıksız buluyordu zaten. insan kendi kendini iyileştirmeliydi. çünkü kendisini en iyi o bilirdi. o zaman çözümü de içeride bulabilirdi. lakin çabaları hep boşa çıkmıştı. kendi içinde hallettiğini düşündüğü sorunlar sadece bir süreliğine yok olmuş gibi görünüp tam iyi olacakken yine ortaya çıkmışlardı. yavaş yavaş yukarı doğru çıktığını düşünse de her seferinde biraz daha dibe batıyordu. tutunacak o el kendi eli de değilse o zaman kimin eliydi? işte bu soru kafasında belki de binlerce kez yankılanmış ama cevapsız kalmış bir soruydu. tıpkı diğer birçok soru gibi. belki de sorular çözülmek için değil de düşünmek içindi...

tekrardan saatine baktı. vakit artık çok geçti. vedasını edemedi. aylardır her gün edemediği gibi. onu buraya bağlayan neydi? neden bir türlü gidemiyordu. neye veda etmeyi unutuyordu. oysaki o güzel sözlerle dolu mektubu bile hazırdı. masanın üstünde 3 sayfalık bir iç döküş duruyordu işte ama olmuyordu. ayağa kalktı başı önünde ve bakışları yerde...

arkasını dönmüştü ki bir ses duydu. adım sesleri... olduğu yerde mıhlanıp kaldı. zilin sesini duydu. başını yavaşça kaldırdı. bu sesler çok tanıdıktı. gerçek olabilir miydi bu? gelmiş olabilir miydi? yalnızlık evini yıkmaya mı gelmişti, yoksa onunla beraber yaşamaya mı? zil tekrar çaldı. bu sefer daha ısrarcı bir şekilde... birisi adını seslendi. bağırdı: "oradasın biliyorum, nolur aç kapıyı."
kapıya doğru dönmüştü şimdi. kalp atışları hızlanmıştı. hızla soluk alıp vermeye başladı. evet, gerçekten de oydu. fakat niye bu kadar geç kalmıştı? niye daha önce gelmemişti? ya bu sefer gerçekten yapsaydı, her gün yapamadığı şeyi. ya bu sefer gerçekten yapsaydı...

zil artık durmadan çalınıyor, bir yandan da kapı, kırılacak gibi delice yumruklanıyordu. bir an soluğu kesilmiş gibi hissetti. belki de aylardan beri ilk defa gerçekten nefes alıyordu. bilemedi. koştu ve kapıyı açtı. ikisi de kısa bir süre şaşkın şaşkın birbirlerine baktılar. o saniyelerde öyle şeyler düşündü ki. bütün o umutsuz anları. bütün o yalnızlıkları. bu dünyadaki tek oluşları... artık bitmişti. 'o' biraz daha gecikse çok geç olabilirdi belki. o kısa anda yalnızlığın bedenini terk ettiğini, en azından artık yalnızlığını paylaştığını, yalnızlık evinde çift kişi olduklarını hissetti. tek değildi. hayır, hayır hiçbir zaman tek değildi. bu yüzden veda edememişti bir türlü. çünkü aslında bunu istememişti. hep onu beklemişti. her gün aynı vedayı etmiş ama bir türlü gidememişti. şimdi anlıyordu. o, dünyaya veda etse de o'na veda edemezdi.

saniyeler sonra atıldılar ikisi de. sarıldılar birbirlerine. gözlerinden yaşlar akıyordu ikisinin de. zor olmuştu onlar için. uzun uzun sarıldılar. öpüştüler, koklaştılar. özleşmişlerdi. bundan sonra ne olur artık bir önemi yoktu. beraberlerdi. işte asıl önemli olan buydu. yaptığı yemek bu sefer boşa gitmemişti. bu sefer birisi de onunla birlikte yiyecekti ve o yemek bitecekti. baktı gözlerine, içinde kendini buldu. kaybettiği benliğini... "hoş geldin" dedi. "aç mısın? en sevdiğin yemeği yaptım. gel oturalım da hasret giderelim. konuşacak çok konu var." bunları söylerken gülümsüyordu. ama gözleri daha çok gülüyordu. 'o' da gülümsedi, elini tuttu ve mutfağa doğru yürümeye başladılar...

edit: herkese merhaba bayramınız güzel geçiyordur umarımm. bu aralar yazdığım kısa hikayeyi paylaşmak istedim. içinde benim hislerimi barındaran ve eminim sizin de kendinizden bir parça bulacağınız bu kısa hikayemi umarım beğenmişsinizdir. şimdilik yeni bir hikayede görüşene kadar kendinize çook iyi bakın efendim*.
devamını gör...

hak vaki bulmak.
devamını gör...

büyük oyuna ev sahipliği yapan radyo programı.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

ne yaptıysam olmadı, bir türlü odaklanamıyorum diyorsanız, belki de sizin sorununuz da benimle aynı sebeplerden kaynaklanıyordur. sağlıksız beslenme ve d vitamini, b12 vitamini, demir gibi değerlerin düşüklüğü de odaklanmayı güçleştiren etkenlerdendir. değerlere baktırıp verilen ilaçları kullanmak, en az 21 gün boyunca* rafine şekerden, paketli gıdalardan uzak durmak, sağlıklı beslenmek ve sonucunda bağırsak sağlığının iyileşmesi ile birlikte odaklanmanın arttığı görülecektir. *
devamını gör...

evet yiyeceksin. çünkü buna sen sebep olsun, o yüzden artık taş mı yersin, çakıl mı yersin bilemem.

nasıl "ama o yoksa kim geçecek başa" diyip haybeye oyları attıysan, taş yiyeceksin kardeşim.

tanım ; en haksız isyanlardan birisidir.
devamını gör...

şekilli şüküllü çıkaracağım diye tipten tipe giren şahsiyetim. allah belamı versin ne diyeyim.
devamını gör...

daha fazla insanla tanışmak, olayı fazla büyütmemek ve biri gelir biri gider kafasında olmak. net, her zaman işler. kimse bulunmaz hint kumaşı değil her zaman daha iyisi var.
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim