köyde yapılan kahvaltıdır.
devamını gör...

buranın nasıl gelişeceğini kendi gözüyle görebilecek olan nesil. içinde olmaktan gurur duyuyorum sözlük çok iyi ilerliyor önüne taş koyacaklar mı yada herhangi bir iftara atmaya çalışacaklar mı diye sorular sorup duruyorum.

sözlüğün hızlıca gelişmesi için yazar arkadaşlarımıza çok iş düşüyor. tanımsız bir entry girmemeye özen gösterip ve ne kadar az ve öz boş yaparsanız sözlüğün daha iyi olacağını düşünüyorum.
devamını gör...

...ilelebet aşk bu bendeki
kör olası yaktı içimi
ara sıra uğra kalbime
oyunun içinde tut beni...

şu kısmıyla çaresizliği çok güzel anlatıyor. kimse böyle bi aşkın içine düşmesin.
devamını gör...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

#444587 şurada bahsedilen önerinin yeniden altını çizmek gerek. zira ben sözlükte kaybolmaya başladım. çoğu zaman yolumu bulamıyorum. o başlık senin bu tanım benim gezerken, harap ve bitap düşüyorum. yan tarafta akan gürül gürül bir dünya var. aksın zaten onunla ilgili herhangi bir sorunumuz yok. geyik başlıklar boynuzlarını daha da sivriltsin, millet eğlensin buna da bir şey demiyoruz. amma velâkin gelin görün ki, o başlıklar yüzünden köstebek oldum iğne ile kuyu kazıp, arkeolojik eser bulur gibi tanım ve başlık buluyorum. istediğim tarz bir tanım/başlık bulunca heyecandan evraka evraka diye bağırıyorum. bunu yaparken harcadığım enerji sonrasında, yazıları okurken gözlerim düşmeye başlıyor. sızıp kalıyorum.

işte bu sıkıntıya bir çözüm bulmak lazım. sözlükte cidden okunası ve okumayı atladığımız yığınla yazı var. ben bu yazılara sayısal loto çekilişi sonrası, ikramiye kazanmış talihli mutluluğunda ulaşmak istemiyorum. dediğim gibi gerekli kazı çalışmaları da ziyadesiyle yorucu oluyor.

artı bazı başlıklar var ki, onlarda da ciddi bir akış var. misal sözlük yazarlarının şiirleri başlığı ya da karalama defteri vesaire. inanılmaz şiirler var mesela, hele bir yazarımızın yazdığı şiirler var ki es geçilmemesi gerek. ama o kalabalığın içerisinde atlıyoruz bunları ve cidden hakkını veremiyoruz, içinde emek ve güzellik barındıran şeylerin. hal böyle olunca şu vitrin önerisini de okuyunca öneri çok mantıklı geldi. geliştirilmeye de açık...

yönetim bu konuda bir adım atarsa çok iyi olur. sağ olsunlar her şeye kulp takma mütehassısı olan bizlerin taleplerini ellerinden geldiğince yerine getirmeye çalışıyorlar. yönetim derken yoldaşı kast etmiyorum elbette. o bir diktatör. o bir kitle imha silahı. onunla hesabımız mahşerde bile kapanmaz (!)

bu son kısım havalı oldu sanki. oldu oldu. son günlerdeki yoldaşa sallama şenliklerine ben de katılayım dedim. sözlükte itibarı arttırıyor vesselam.

alttaki mesaja el cevap: ben dün senin manas destanını okudum. direkt diploma verdiler bana. o derece. ermolettin şahit.
devamını gör...

fizyolojik bir eylem. üstüne medeniyetler kurulmuş, medeniyetler yıkılmış, ilişkileri zedeleyebilen de, onarabilen de, kimisine göre ayıp, kimisine göre ise doğal bir eylem.
devamını gör...

en sevdiğim şiir olan atilla ilhan'dan 'ben sana mecburum' şiiri olurdu. ama eğer sevdiğimin benim için yazdığı bir şiir varsa en önce o.
devamını gör...

benim derdim bana yeter , kimse yazmasın.boşverin anlatmayın siz de kalsın ne fayda gelir elden ?
devamını gör...

güzel bir fincan kahve yetiyor bazen be. tamahkar olmamız gereken zamanlardan geçmekteyiz sözlük. basitlik mutluluktur, hayata keyif katan.
devamını gör...

az önce biraz çekirdek aldım marketten.


tanım: en son para harcadığımız şeyleri paylaştığımız başlıktır.
devamını gör...

moda
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

hadii istek atın oynayalım milenaca
devamını gör...

yapayalnız,acımasız,eşitsiz ve adaletsiz savaşın sonucu;yıkımdı,yangındı,soykırımdı. 1,5 milyon çerkes için sürgündü. 21 mayıs 1864 unutmadık !
devamını gör...

kafa yaptığı için arada satıştan çıkarılan, mide bulantısını anında kesen ilaç.
bulunca bir kaç kutu alın, bir kaç kez satışının yasaklandığına şahit oldum. *
devamını gör...

- kitapçıdaki akşap kokusu
- banyoda ki beyaz sabun kokusu
- yazın duyulan ilaçlama arabası motor sesi
- film gibi izkerken (fonda gülpembe) kapı açılınca birinin gelmesi
- alamancı akrabaların çikolata getirmesi
- mario ile prensesi kurtarmak
- snake oynarken kendi kuyruğuma çarpmak.
- fifa 2005 oynarken orta sahadan gol atmak.
- ışıklı ayakkabılarımın pilinin bitmesi.

dipçe. senelerdir kalbim hızlanmıyor demek ki.
devamını gör...

amerikan sinemasının belki de en başarılı filmidir. ona bu sıfat yakışıyor; zira toplumsal ve siyasi konuları perdeye yansıtış şeklinde çok ciddi sorunlar ve tuhaflıklar olmasına rağmen yıllardır listelerin başını çeken, inanılmaz bir ticari getirisi olan, ve törenden 10 oscar ile dönen bir film tüm bunları başarmışsa, "en başarılı film" olmaması için de bir sebep yok benim bakışımla.


neden ciddi sorunları ve tuhaflıkları olduğu konusuna gelinirse...gone with the wind, bilindiği üzere planında iç savaş'ın işlendiği, yaklaşık dört saat uzunluğunda bir film. fakat film boyunca kölelik sistemi yanlısı güney, hak verilmesi gereken taraf olarak yüceltiliyorken; kölelik karşıtı kuzey resmen çarmıha geriliyor. savaşın yıkıcı etkilerinin sadece güney'in uğradığı yıkım ve şiddet üzerinden gösterilişi, filmin tarihi açıdan objektiflik kavramından hayli uzaklaşmasına sebep oluyor. iç savaş, karakterlerin yaşadığı duygusal değişimler ve gelgitlerin arkasına yedirilmiş vaziyette; lakin savaşta verilen kayıplar, filmin romantik komedi unsurlarına yem edilmiş bir nevi. misal, scarlett'ın ashley'e nispet olsun diye evlenmiş olduğu charles'ın savaşta ölmesi, scarlett için sadece siyahlar giymek zorunda kalacağı önemsiz bir yas gününün sebebi olarak aktarılıyor.

en temel sorunlardan biri, ırkçılık. gone with the wind, margaret mitchell'ın kaleme aldığı romanın uyarlaması. ve roman, basıldığı ilk dönemde, içinde çokça ırkçı söylem bulunduğu için fazlasıyla tepki çekmişti. filmin yönetmenleri (ismen bir yönetmen geçmesine rağmen, filmde aslında iki yönetmen çalıştı. film yönetilmesi açısından bir "sinir krizi" olduğu için ilk ilk yönetmen bir yerden sonra bırakıp filmden çekilmişti ve ikincisi de çekilmek üzereydi) her ne kadar ırkçı yaklaşımları filmden uzak tutmaya çabalasa da, film bu etkiden tamamen sıyrılamamıştı. bir sahnede babası scarlett'a "alt sınıfa, bilhassa siyahilere karşı acımasız olman gerek" tavsiyesini veriyor. bir başka sahnede, siyahi bir hizmetçi scarlett'tan dayak yiyor. (salt filmde değil, ödül töreninde dahi siyahi ayrımcılığı yapılmıştı. hattie mcdaniel, mammy rolüyle oscar alan ilk siyahi oyuncu olmuştu; fakat törende rol arkadaşlarının yanında oturmasına müsaade edilmemişti.)

çıkarcı, yalancı, umarsız ve bencil bir karakter olan scarlett'ın, filmin sonuna dek dört ayağının üstüne düşmesi ve bunun hep bir başkasının ölümüyle, iflasıyla ya da yalnız kalmasıyla gerçekleşmesi seyirciyi biraz huzursuz etse de, final sahnesi çok tatmin edici. scarlett'ın bu tavırlarına, elindekinin kıymetini o gitmeden asla anlayamayan karakterine daha fazla dayanamayan rhett, evi terk eder. kapıdan çıkmak üzereyken, scarlett gözyaşları içerisinde onu durdurur ve o giderse kendisinin ne yapacağını sorar. aldığı cevap hala bile sinema tarihinin en ikonik repliklerinden biridir: frankly my dear, i don't give a damn! ayrıca bu sahnenin aynısı yahut çok benzerleri, pek çok yapımda yeniden canlandırılmış; bir nevi filme selam çakılmıştır.


filmi izlediğimde henüz lisedeydim, sinemayı yeni yeni keşfettiğim yıllardı. belki de bu yüzden -biraz da bir filmi okumak konusunda şimdiye kıyasla daha fazla olan cahilliğimden-pek sevmiştim şahsi olarak. moralim bozuk olduğunda yahut uyuyamadığımda soluğu bu filmde alırdım. benim için anlamı büyük olan bir film. müzikleri de çok hoştur. max steiner'ın bestelerini içeren albümü buradan dinleyebilirsiniz.
devamını gör...

annenin veya babanın yaşlandığını görmek..
devamını gör...

sinemanın ilk james bondu, karizmatik, seksi adam, koyu bir iskoç milliyetçisi yakın zamanda 90 yaşında terk-i diyar eyledi..

ufak tefek rollerle başladığı sinema hayatında 1962 de ilk kez dr. no filmi ile sinemada bond karakterini canlandırmıştır, kanaatimce gelmiş geçmiş en iyi james bond' dur.(ikinci sırada da roger moore gelir, geri kalan hepsi çöp, kimi tipsiz, kimi velet, kimi de cüce)

1963 de from russia with love filmi ile ikinci kez bu rolü oynamıştır, filmin bir kısmı istanbul'da geçer. artık james bond filmleri seriye bağlanmıştır her sene bir film çekilir.

1964 de goldfinger çekilir bunu 1965 de thunderball izler. 1962 den 1965 e kadar dört yılda peşpeşe dört bond filmi çekilir. sonra bir sene ara verilir 1967 de you only live twice çekilir. 1971 de diamonds are forever da son kez oynar 007 yi. bu filmde 6. kez bond rolünde oynamış ve “bundan sonra asla bond rolü oynamayacağım” demiştir. ama hayatta hiçbir şey hakkında kesin konuşmamak lazım. rolü bir diğer efsane roger moore a devreder.

1983 yılına gelindiğinde never say never again ile gene son kez bond olur. yukarıda belirttiğim gibi “bundan sonra asla bond rolü oynamayacağım” demiştir; öyle mi der yapımcılar filmin adını never say never again yani "asla, asla deme" koyarlar.

bond denilince ; kültürlü, centilmen, sürekli "çalkala ama karıştırma" ile votka-martini içen , kadınları baştan çıkarmayı beceren, kumar masasında her zaman kazanan, boylu poslu yiğit bir delikanlı yani sean connery aklımıza gelir.

bond ile ilgili son not : rahmetli, 21 yaşında kelleşmeye başladığı için oynadığı tüm james bond filmlerinde peruk takmıştır.

iskoç milliyetçisi olduğu için braveheart filminde nasıl oynamadığı ya da oynatılmadığı benim için tam bir hayal kırıklığıdır. ayrıca lotr serisinde gandalf rolü önce sean connery'e teklif edilmiş ama sonra "fantezi hikayelerden pek anlamam" diye rolü reddetmiştir. ( 1986 ve 1991 de iki kez oynadığı highlander filmleri fantastik değil miydi ?) ian mc kellen da fena oynamadı gandalfı ama ne bileyim "you shall not pass" repliğini rahmetliden dinlemek daha iyi olurdu gibime geliyor.

genelde herkes onu bond filmleri ile tanır ama aşağıda belirteceğim seyrettiğim filmlerde oyunculuğu ve karizması ile öne çıkmayı başarmış, 1988 akademi ödüllerinde the untouchables ile en iyi yardımcı erkek oyuncu ödülü almıştır.

akılda kalan diğer iyi filmleri:
marnie (1964)
the hill (1965)
murder on the orient express (1974)
a bridge too far (1977)
der name der rose (1986)
indiana jones and the last crusade (1989)
the hunt for red october (1990)
devamını gör...

dönme dolap.
heyecanlandırır, başınızı döndürür ve sizi en tepeye çıkarmasıyla en dibe indirmesi sadece birkaç dakikasını alır.
devamını gör...

öyle bir güzelliğin var ki
önünden geçmediğin bahçeler çiçeklerini unutuyor
sular ışımıyor, kuşlar konacak dal bulamıyor
hiçbir pencereden ay ışığı girmiyor
azıcık gölgelensen
tanrı dünyamıza bulut bulut hüzünler indiriyor.

şükrü erbaş - otların uğultusu altında.
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim