haz duyulan küçük sapıklıklar
saçlarımın buklelerini okşamak. *
bir de dans ederken aynada kendime bakmak.
ağlarken de aynada kendime bakmak. yüzüm gözüm dudaklarım kızarıp şişiyor, o anlarda saçlarımı falan düzeltip kendime bakarak ağladığımı bilirim. üzüntünün boyutu bunu etkilemiyor. çocukluğumdan beri aynaya bakıp ağlarım. hoşuma gidiyor, daha güzel buluyorum galiba yüzümün aldığı şekili...*
bir de dans ederken aynada kendime bakmak.
ağlarken de aynada kendime bakmak. yüzüm gözüm dudaklarım kızarıp şişiyor, o anlarda saçlarımı falan düzeltip kendime bakarak ağladığımı bilirim. üzüntünün boyutu bunu etkilemiyor. çocukluğumdan beri aynaya bakıp ağlarım. hoşuma gidiyor, daha güzel buluyorum galiba yüzümün aldığı şekili...*
devamını gör...
elem (yazar)
fiyatı yüksek performansı düşük yazar tanesi.
5400 karmaya 330 tanım.
hem dersini çalışmıyor hem de şişman herkesten.
5400 karmaya 330 tanım.
hem dersini çalışmıyor hem de şişman herkesten.
devamını gör...
radyoyu dinlerken hissedilenler
tam şarkıların etkisine girip büyüleneyip duygusala bağlayacağım reklaamm diye bir ses işitiyorum. tüm ortamın büyüsü bozuluyor. sonra bi gülme geliyor. kahkaha atıyorum. güldürürken ağlatan, ağlatırken güldüren radyo yapmışlar.
aradığınız radyo kafanıza geldi
aradığınız radyo kafanıza geldi
devamını gör...
yazarları bugün mutlu eden olaylar
bir kitap daha bitirdim.
devamını gör...
yazarların yazdığı hikayeler
isyan
bu mektubu sana yazarken gerçekten zorlandığımı söylemek isterim. sonuçta kaç senelik bir geçmişimiz var. şu an bir çöp tenekesinin başında duruyorum ve senin kokunu burnumda hissedebiliyorum. biraz hüzünlüyüm yaptığım şeylerden dolayı ama bir seçim yaptım. şimdi farkına varıyorum ve sana bir açıklama borçlu olduğumu hissediyorum, benim kötü niyetli olmadığımı anlaman için ve bütün hikayeyi öğrenebilmen için. bugün yine sessizce kapına geldim. beni fark etmemen için nefesimi bile tuttum. hala yemek kabını kapının önüne koyuyorsun. her şeyden önce dönmeyeceğimi belirtmek isterim. dışarda hayat var ve çok güzel dostluklar edindim bu iki aylık süreçte. tüm mesele ne zaman başladı biliyor musun? onu eve alınca. o ana kadar keyfim yerinde, karnım tok ve evde geçirdiğim yalnız zamanlardan gayet mutluluk duyuyordum. sen eve gelince ise birlikte uyumak, bacaklarında gezinmek, istediğim zaman istediğim yerde yatmak arada o çok sevdiğim küçük bilyelerle birlikte oyun oynamamız, beni yerden havaya kaldırıp yüzümü sıkman… bunların hepsi benim bildiğim tek gerçeklikti. beni savunmasız, tecrübesiz ve minnacıkken sokakta bulup evine davet ettiğin için minnetimi dile getirmek isterim. hani bizlerin nankör olduğunu söylerler ya hep. bu tam bir safsata. bazılarımız sadece biraz daha özgür ruhlu, bazılarımız duygusal, biraz hırçın, biraz öfkeli… tıpkı siz insanlarda olduğu gibi türlü türlü huylarımız var. mesela akşamları konuşlandığımız köprü altındaki iyi niyetli dostumuz “şef” (nam-ı diğer osman) iki haftada bir çiçekçiden bir gül çalıp, eski sahibinin kapısının önüne bırakıyor.
ne diyordum… evet o, onu getirdiğin günü daha bir dakika önce yaşanmış gibi hatırlayabiliyorum. mutfakta, soğuk seramik zemin üzerinde kendimi serinletmeye çalışırken kapı açıldı ve kafamı şöyle biraz oynatıp baktığımda bir de ne göreyim. beyaz tüyleri kirden simsiyah olmuş, incecik, benim yaşlarımda bir hem cinsim, burnu çizikler içinde ve sağ kulağında hafif bir kan lekesiyle öylece kucağında durup dik dik bana bakıyordu. onu yere bıraktığında doğruca yanıma geldi. “sen de kimsin?” dedim. “sana ne dostum” diye cevap verdi burnundan tıslayarak. sen ise ikimizin yanına gelip “bak çam, bu yeni arkadaşın maske” dedin. bir süre öylece birbirimize baktık ve ben de açıkçası kavgacı olmadığım için, söylediği terbiyesiz cevaba karşılık vermedim ve yatak odasına geçtim. birkaç saat orada kaldım, çarşafların arasında ve bu süre zarfında senin maske’yi yıkayışını, onu besleyişini duyabiliyordum. takdir edersin ki birden, gökten zembille inmiş gibi eve bir kedi getirince bütün dünyam allak bullak oldu. ilerleyen günlerde onunla kavga etmememiz benim iyi niyetli olmamdan kaynaklanıyor. sürekli tacizlerde bulunuyordu. “hey dostum burası resmen bir hapishane” ya da “ sen ne biçim kedisin dostum dışarısı inanılmaz bütün gün burada canın sıkılmıyor mu? söylesene.” diyordu. onunla kesinlikle konuşmama kararı almıştım ve cevap vermiyordum. mümkünse hiç muhatap olmuyordum. arada ön ayaklarıyla bana bir dokunup “sen ölmüşsün dostum” diyordu. onu neden evde tuttuğunu bir türlü anlam veremiyordum. ortalığı karıştırıyordu. mutfak masasının üzerine çıkıp ne var ne yok aşağıya atıyordu. ben de seviyordum eşyaları atmayı ama ancak sen yanımdayken yapıyordum. o ise, sen işe gitmek için kapıdan çıkar çıkmaz koltukların kenarlarını pençeliyor, salonun ortasında yer alan halının kenarlarını tırtıklıyor, banyodaki tuvalet kağıtlarını olduğu gibi yere seriyordu… eve geldiğinde neden kızmadığına anlam veremiyordum. aksine kucağına alıp, kulaklarını ve sırtını okşayıp yine de yemeğini koyuyordun ve o da soluksuz yiyordu. üstüne üstelik benim en çok sevdiğim ip kovalamacayı onunla da oynamaya başlamıştın. kıskançlık gibi bir huyum olduğunu o gelene kadar anlamamıştım.
bir gün sen dışarıdayken, o ise yine yemeğini nefes almadan yerken, ben de her zaman ki gibi tül perdelerin orada yatarken bana döndü ve “gücümü toparlamak üzereyim bir aya kalmaz buradan çıkacağım.” artık dayanamadım ve ben de şöyle dedim “burada bulunduğun için kendini şanslı saymalısın. dışarda geberecekken seni kurtardı, besliyor ve seviyor. senin bu yaptığın nankörlük. ama açıkçası buradan defolup gidersen gayet memnun olurum” “nankörlük mü? saçmalama dostum. mart ayı yaklaşıyor. sen hiç dışarı çıkmadın mı yoksa? ayrıca benim burada bulunmamdan neden bu kadar rahatsız oluyorsun ki? hiç konuşmuyorsun benimle. iki sohbet edelim diye laf atıyorum cevap vermiyorsun. kendi hemcinsine karşı bu ne soğukluk? yalnızlıktan beynin uyuşmuş senin” diye cevap verdi. sonra hiç beklemediğim bir şey yaptı. yemek kabını sürükleyerek benim yanıma getirdi. “biraz ye de, kan şekerin yükselsin” dedi. henüz yemek saatim gelmemişti ve kabım boştu ama birden önüme getirdiği çok cazip geldi ve burnumu daldırdım. “ha şöyle, korkulacak bir şey yok dostum” dedi. sonra o da daldırdı burnunu. sonra ufak bir kahkaha attı ve akabinde geğirdi. “eminim hiç geğirmemişsindir. hanım evladı seni.” dedi gülerek. “geğirdim tabii” diye cevap verdim ve sonra gerçekten de geğirdim. beni bir hanım evladı olarak görmesini istemedim sanırım. bu sefer kocaman bir kahkaha attı ve sonra şöyle dedi “biraz bana katılsan şu sıkıcı halinden kurtulursun. “öyle bir niyetim yok, kusura bakma. ayrıca sıkıcı falan değilim. mart ayı yaklaşıyorken neyi kastediyorsun?” diye sordum. “tanrım sen sevişmedin mi yoksa?” dedi. yılın bir ayında garip bir şeyler oluyordu. bir öfke kaplıyordu içimi, 13. katta bulunan dairemizin pencerelerinden bakıp durduk yere haykırıyordum ama çok umursamıyordum, zaten kısa sürüyordu. acaba onu mu kastediyordu? sevişmek kelimesi benim için hiçbir anlam ifade etmiyordu. tam sevişmek ne diye soracakken arkasını döndü ve banyoya gitti. yine tuvalet kağıtlarıyla oynayacaktı. ben de olduğum yerde yatmaya devam ettim.
o akşam senin yanında yatarken uyku girmedi gözüme. kafamda sorular… dışarıda neler oluyordu? mart ayının özelliği neydi? sevişmek ne demekti? bu kedi nasıl oluyor da bu kadar kendine özgüvenli ve neşeli olabiliyordu? ertesi gün sen işe gittiğinde yine birlikte yemek yedik. “dostum senin sevişmemiş olmamana aklım ermiyor bir türlü. sen doğana ihanet ediyorsun.” dedi. o gün bir hayli sohbet ettik. bana dışarıdaki dişilerden bahsetti. dolaşılabilecek onca yerden. lezzetli yemeklerin bulunduğu restoran arkalarından. park ve bahçelerde ağaçların altında serilip, açık havada günün tadını çıkarmaktan. sokak aralarında dolaşan dolgun farelerden…
ikinci gün yaşadığı maceraları anlattı. üçüncü gün yemeğimizi yedikten sonra birlikte ortalığı karıştırmaya başladık. sen yokken koltuk kenarlarını dişlemenin nasıl bir özgürlük olduğunu onunla birlikte öğrendim. mutfak musluğunu açıp suyun akışıyla oynamanın zevkini de. böylece bir hafta geçti ve maske ile sıkı bir arkadaşlığımız doğdu. onunla konuştukça dışarıda olan hayat hakkında merakım giderek artıyordu ve gerçekten de mart ayı yaklaşmıştı. tepkiler vermeye başladım. maske ise sen işe giderken dışarı çıkmaya çalışıyordu. sen ayağınla onu geri itip içeri sokuyordun. her seferinde sana olanca küfrü ediyordu. “geri zekalı, kendi aseksüel olduğu için bizi de öyle sanıyor.” diyordu. en son dışarı çıkma denemesinde koca bir tekme yedikten sonra bana döndü ve şöyle dedi. “dostum benimle birlikte olman gerekiyor, buradan çıkmamız lazım.” dedi. ben de “ne yapabilirim ki?” diye cevap verdim. o zaman bana planını anlattı.
ertesi sabah sen işe çıkar çıkmaz başladık. belirtmeliyim ki en çok eğlendiğimiz kısım, küvetin musluğunu açarak zaten küçük olan 1+1 evinin su basmasını sağlamak ve lavabonun altından deterjanları indirip her tarafı köpüğe bulamak oldu. ah tabi bir de mutfak dolaplarından envaı çeşit bakliyatı indirmek ve hepsini dökmek. bir ara maske ile birbirimize buğday fırlatıp kahkahalar attık. eve geldiğinde karşılaştığın manzara karşısında delirdin, o sırada açık bıraktığın kapıdan çıktık işte senin de bildiğin gibi. benimle birlikte oynadığın bilyeleri yanıma almak istedim ama çok hızlı hareket etmemiz gerekiyordu. mektubumu sonlandırırken şunu söylemek isterim. sen sahibimden çok benim tek bildiğim dostumdun. ama bir dost bunca senedir beni en doğal hakkımdan nasıl mahrum etti diye düşünmeden edemedim bir süre. özellikle çıktığımızın ikinci günü tam sekiz dişiyle birlikte olduktan sonra sana bir hayli öfkelendiğimi de söylemem gerekiyor. sonra affetmenin öfkeyi azalttığını söyledi şefimiz. bu yeni duygu benim için ilk başlarda zor oldu ama sonunda başarabildim. seni affediyorum. belki bir gün dışarda denk geliriz ve ben de senin bacaklarında dolanırım. şimdilik her şey yolunda. karnımızı doyurmada hiçbir sıkıntı çekmiyoruz. sahil kenarında ki balıkçılar oldukça cömert. şehrin neredeyse her yerini dolaştık ve bu yeni dünyada keşfedilecek çok şey var.
sevgilerimle çam.
bu mektubu sana yazarken gerçekten zorlandığımı söylemek isterim. sonuçta kaç senelik bir geçmişimiz var. şu an bir çöp tenekesinin başında duruyorum ve senin kokunu burnumda hissedebiliyorum. biraz hüzünlüyüm yaptığım şeylerden dolayı ama bir seçim yaptım. şimdi farkına varıyorum ve sana bir açıklama borçlu olduğumu hissediyorum, benim kötü niyetli olmadığımı anlaman için ve bütün hikayeyi öğrenebilmen için. bugün yine sessizce kapına geldim. beni fark etmemen için nefesimi bile tuttum. hala yemek kabını kapının önüne koyuyorsun. her şeyden önce dönmeyeceğimi belirtmek isterim. dışarda hayat var ve çok güzel dostluklar edindim bu iki aylık süreçte. tüm mesele ne zaman başladı biliyor musun? onu eve alınca. o ana kadar keyfim yerinde, karnım tok ve evde geçirdiğim yalnız zamanlardan gayet mutluluk duyuyordum. sen eve gelince ise birlikte uyumak, bacaklarında gezinmek, istediğim zaman istediğim yerde yatmak arada o çok sevdiğim küçük bilyelerle birlikte oyun oynamamız, beni yerden havaya kaldırıp yüzümü sıkman… bunların hepsi benim bildiğim tek gerçeklikti. beni savunmasız, tecrübesiz ve minnacıkken sokakta bulup evine davet ettiğin için minnetimi dile getirmek isterim. hani bizlerin nankör olduğunu söylerler ya hep. bu tam bir safsata. bazılarımız sadece biraz daha özgür ruhlu, bazılarımız duygusal, biraz hırçın, biraz öfkeli… tıpkı siz insanlarda olduğu gibi türlü türlü huylarımız var. mesela akşamları konuşlandığımız köprü altındaki iyi niyetli dostumuz “şef” (nam-ı diğer osman) iki haftada bir çiçekçiden bir gül çalıp, eski sahibinin kapısının önüne bırakıyor.
ne diyordum… evet o, onu getirdiğin günü daha bir dakika önce yaşanmış gibi hatırlayabiliyorum. mutfakta, soğuk seramik zemin üzerinde kendimi serinletmeye çalışırken kapı açıldı ve kafamı şöyle biraz oynatıp baktığımda bir de ne göreyim. beyaz tüyleri kirden simsiyah olmuş, incecik, benim yaşlarımda bir hem cinsim, burnu çizikler içinde ve sağ kulağında hafif bir kan lekesiyle öylece kucağında durup dik dik bana bakıyordu. onu yere bıraktığında doğruca yanıma geldi. “sen de kimsin?” dedim. “sana ne dostum” diye cevap verdi burnundan tıslayarak. sen ise ikimizin yanına gelip “bak çam, bu yeni arkadaşın maske” dedin. bir süre öylece birbirimize baktık ve ben de açıkçası kavgacı olmadığım için, söylediği terbiyesiz cevaba karşılık vermedim ve yatak odasına geçtim. birkaç saat orada kaldım, çarşafların arasında ve bu süre zarfında senin maske’yi yıkayışını, onu besleyişini duyabiliyordum. takdir edersin ki birden, gökten zembille inmiş gibi eve bir kedi getirince bütün dünyam allak bullak oldu. ilerleyen günlerde onunla kavga etmememiz benim iyi niyetli olmamdan kaynaklanıyor. sürekli tacizlerde bulunuyordu. “hey dostum burası resmen bir hapishane” ya da “ sen ne biçim kedisin dostum dışarısı inanılmaz bütün gün burada canın sıkılmıyor mu? söylesene.” diyordu. onunla kesinlikle konuşmama kararı almıştım ve cevap vermiyordum. mümkünse hiç muhatap olmuyordum. arada ön ayaklarıyla bana bir dokunup “sen ölmüşsün dostum” diyordu. onu neden evde tuttuğunu bir türlü anlam veremiyordum. ortalığı karıştırıyordu. mutfak masasının üzerine çıkıp ne var ne yok aşağıya atıyordu. ben de seviyordum eşyaları atmayı ama ancak sen yanımdayken yapıyordum. o ise, sen işe gitmek için kapıdan çıkar çıkmaz koltukların kenarlarını pençeliyor, salonun ortasında yer alan halının kenarlarını tırtıklıyor, banyodaki tuvalet kağıtlarını olduğu gibi yere seriyordu… eve geldiğinde neden kızmadığına anlam veremiyordum. aksine kucağına alıp, kulaklarını ve sırtını okşayıp yine de yemeğini koyuyordun ve o da soluksuz yiyordu. üstüne üstelik benim en çok sevdiğim ip kovalamacayı onunla da oynamaya başlamıştın. kıskançlık gibi bir huyum olduğunu o gelene kadar anlamamıştım.
bir gün sen dışarıdayken, o ise yine yemeğini nefes almadan yerken, ben de her zaman ki gibi tül perdelerin orada yatarken bana döndü ve “gücümü toparlamak üzereyim bir aya kalmaz buradan çıkacağım.” artık dayanamadım ve ben de şöyle dedim “burada bulunduğun için kendini şanslı saymalısın. dışarda geberecekken seni kurtardı, besliyor ve seviyor. senin bu yaptığın nankörlük. ama açıkçası buradan defolup gidersen gayet memnun olurum” “nankörlük mü? saçmalama dostum. mart ayı yaklaşıyor. sen hiç dışarı çıkmadın mı yoksa? ayrıca benim burada bulunmamdan neden bu kadar rahatsız oluyorsun ki? hiç konuşmuyorsun benimle. iki sohbet edelim diye laf atıyorum cevap vermiyorsun. kendi hemcinsine karşı bu ne soğukluk? yalnızlıktan beynin uyuşmuş senin” diye cevap verdi. sonra hiç beklemediğim bir şey yaptı. yemek kabını sürükleyerek benim yanıma getirdi. “biraz ye de, kan şekerin yükselsin” dedi. henüz yemek saatim gelmemişti ve kabım boştu ama birden önüme getirdiği çok cazip geldi ve burnumu daldırdım. “ha şöyle, korkulacak bir şey yok dostum” dedi. sonra o da daldırdı burnunu. sonra ufak bir kahkaha attı ve akabinde geğirdi. “eminim hiç geğirmemişsindir. hanım evladı seni.” dedi gülerek. “geğirdim tabii” diye cevap verdim ve sonra gerçekten de geğirdim. beni bir hanım evladı olarak görmesini istemedim sanırım. bu sefer kocaman bir kahkaha attı ve sonra şöyle dedi “biraz bana katılsan şu sıkıcı halinden kurtulursun. “öyle bir niyetim yok, kusura bakma. ayrıca sıkıcı falan değilim. mart ayı yaklaşıyorken neyi kastediyorsun?” diye sordum. “tanrım sen sevişmedin mi yoksa?” dedi. yılın bir ayında garip bir şeyler oluyordu. bir öfke kaplıyordu içimi, 13. katta bulunan dairemizin pencerelerinden bakıp durduk yere haykırıyordum ama çok umursamıyordum, zaten kısa sürüyordu. acaba onu mu kastediyordu? sevişmek kelimesi benim için hiçbir anlam ifade etmiyordu. tam sevişmek ne diye soracakken arkasını döndü ve banyoya gitti. yine tuvalet kağıtlarıyla oynayacaktı. ben de olduğum yerde yatmaya devam ettim.
o akşam senin yanında yatarken uyku girmedi gözüme. kafamda sorular… dışarıda neler oluyordu? mart ayının özelliği neydi? sevişmek ne demekti? bu kedi nasıl oluyor da bu kadar kendine özgüvenli ve neşeli olabiliyordu? ertesi gün sen işe gittiğinde yine birlikte yemek yedik. “dostum senin sevişmemiş olmamana aklım ermiyor bir türlü. sen doğana ihanet ediyorsun.” dedi. o gün bir hayli sohbet ettik. bana dışarıdaki dişilerden bahsetti. dolaşılabilecek onca yerden. lezzetli yemeklerin bulunduğu restoran arkalarından. park ve bahçelerde ağaçların altında serilip, açık havada günün tadını çıkarmaktan. sokak aralarında dolaşan dolgun farelerden…
ikinci gün yaşadığı maceraları anlattı. üçüncü gün yemeğimizi yedikten sonra birlikte ortalığı karıştırmaya başladık. sen yokken koltuk kenarlarını dişlemenin nasıl bir özgürlük olduğunu onunla birlikte öğrendim. mutfak musluğunu açıp suyun akışıyla oynamanın zevkini de. böylece bir hafta geçti ve maske ile sıkı bir arkadaşlığımız doğdu. onunla konuştukça dışarıda olan hayat hakkında merakım giderek artıyordu ve gerçekten de mart ayı yaklaşmıştı. tepkiler vermeye başladım. maske ise sen işe giderken dışarı çıkmaya çalışıyordu. sen ayağınla onu geri itip içeri sokuyordun. her seferinde sana olanca küfrü ediyordu. “geri zekalı, kendi aseksüel olduğu için bizi de öyle sanıyor.” diyordu. en son dışarı çıkma denemesinde koca bir tekme yedikten sonra bana döndü ve şöyle dedi. “dostum benimle birlikte olman gerekiyor, buradan çıkmamız lazım.” dedi. ben de “ne yapabilirim ki?” diye cevap verdim. o zaman bana planını anlattı.
ertesi sabah sen işe çıkar çıkmaz başladık. belirtmeliyim ki en çok eğlendiğimiz kısım, küvetin musluğunu açarak zaten küçük olan 1+1 evinin su basmasını sağlamak ve lavabonun altından deterjanları indirip her tarafı köpüğe bulamak oldu. ah tabi bir de mutfak dolaplarından envaı çeşit bakliyatı indirmek ve hepsini dökmek. bir ara maske ile birbirimize buğday fırlatıp kahkahalar attık. eve geldiğinde karşılaştığın manzara karşısında delirdin, o sırada açık bıraktığın kapıdan çıktık işte senin de bildiğin gibi. benimle birlikte oynadığın bilyeleri yanıma almak istedim ama çok hızlı hareket etmemiz gerekiyordu. mektubumu sonlandırırken şunu söylemek isterim. sen sahibimden çok benim tek bildiğim dostumdun. ama bir dost bunca senedir beni en doğal hakkımdan nasıl mahrum etti diye düşünmeden edemedim bir süre. özellikle çıktığımızın ikinci günü tam sekiz dişiyle birlikte olduktan sonra sana bir hayli öfkelendiğimi de söylemem gerekiyor. sonra affetmenin öfkeyi azalttığını söyledi şefimiz. bu yeni duygu benim için ilk başlarda zor oldu ama sonunda başarabildim. seni affediyorum. belki bir gün dışarda denk geliriz ve ben de senin bacaklarında dolanırım. şimdilik her şey yolunda. karnımızı doyurmada hiçbir sıkıntı çekmiyoruz. sahil kenarında ki balıkçılar oldukça cömert. şehrin neredeyse her yerini dolaştık ve bu yeni dünyada keşfedilecek çok şey var.
sevgilerimle çam.
devamını gör...
back to the future radyo yayını
ilk güne özel progressive rock ağırlıklı olması, aslında bizlere melih bulu'yu anlama fırsatı verecektir.*
umarım uzun soluklu bir program olur ve bizler özgün müzikleri ve nina simon playlistlerini dinleme şansına erişiriz.
umarım uzun soluklu bir program olur ve bizler özgün müzikleri ve nina simon playlistlerini dinleme şansına erişiriz.
devamını gör...
normal sözlük yazarlarının karalama defteri
ağzı açık bırakan tüm hikayelerin yazarı hayattır dedi kukla. bunu kukla mı söyledi, kuklacı mı? bilmiyorum.
devamını gör...
bengaripsengüzeldünyaumutlu ile dünyadan uzak
bitttiiiiii !!!
şu an havai fişek patlatarak gökyüzüne "iyi ki varsınız kafa sözlük ailesi sizi çooooook seviyorum" yazdırmaktan başka bir şey geçmiyor kalbimden!
o kadar heyecanlıydım ki yayının başında arkama bakmadan koşa koşa kaçmak istiyordum, elim ayağım titriyordu. oysa şimdi pamuk gibiyim. o kadar güzelsiniz o kadar bir tanesiniz ki hepinizi çok seviyorum uleyn!*
ses kayıtları ve destek tanımlarıyla destek olan herkes; cansınız! bir tanesiniz! iyi ki varsınız! hepinizin hayatında sizin gibi güzel insanlar olsun dilerim!*
bu haftalık bizden bu kadar, yarın yeni konsepti belirleyip başlığa yazarak ses kayıtları için kapınızı çalacağımı şimdiden söylemek istiyorum ki hazır olun buna.*

ps: kapanış anonsum çok duyulmadı sona doğru kesildi ancak kısaca hepinize çok çok çok teşekkür etmiştim. bin teşekkür!
şu an havai fişek patlatarak gökyüzüne "iyi ki varsınız kafa sözlük ailesi sizi çooooook seviyorum" yazdırmaktan başka bir şey geçmiyor kalbimden!
o kadar heyecanlıydım ki yayının başında arkama bakmadan koşa koşa kaçmak istiyordum, elim ayağım titriyordu. oysa şimdi pamuk gibiyim. o kadar güzelsiniz o kadar bir tanesiniz ki hepinizi çok seviyorum uleyn!*
ses kayıtları ve destek tanımlarıyla destek olan herkes; cansınız! bir tanesiniz! iyi ki varsınız! hepinizin hayatında sizin gibi güzel insanlar olsun dilerim!*
bu haftalık bizden bu kadar, yarın yeni konsepti belirleyip başlığa yazarak ses kayıtları için kapınızı çalacağımı şimdiden söylemek istiyorum ki hazır olun buna.*

ps: kapanış anonsum çok duyulmadı sona doğru kesildi ancak kısaca hepinize çok çok çok teşekkür etmiştim. bin teşekkür!
devamını gör...
bir abinizin normal sözlük gözlemleri
görünen o ki, çoğunluk durumdan rahatsız. herkes meramını güzelce anlatmış. benzer şeyler yazıp, tekrara düşmek istemiyorum.
--- alıntı ---
1_ "şu anki ekşi" gibi olmak isteniyorsa, yani goygoyun, komikliklerin çok daha fazla olduğu eğlenceli zaman geçirmelik bir forum sitesi.
2_ "ilk zamanlardaki ekşi" gibi olmak isteniyorsa, ki benim gibi artık ekşiyi bırakıp yeni yerler arayıp gelen birçokları gibi, başlık sahibine hak vermeli
--- alıntı ---
şu kısmı ziyadesi ile önemsiyorum. gerek yazar arkadaşların, gerekse sözlük yönetiminin bir tercih ortaya koyması gerekiyor.
burada ki pek çok kişi sözlüklerin son dönemde düştüğü hali görünce, kafa sözlüğe can simidi gibi sarıldı.
ama her geçen gün emek verilen, bilgi içeren tanım ve başlıklara ulaşmak için iğne ile kuyu kazmak zorunda kalıyoruz.
ve önlem alınmazsa bu bıkkınlık yaratacak bir noktaya gelecek.
biz burada bunları konuşurken dahi umarsızca şikayet edilen mevzuları devam ettiren bir güruh var.
onlar için mevzunun önemi yok. burası biter, başka sözlük bulur ve zihinsel mastürbasyonlarına devam ederler.
kanımca sözlük yönetimi ve yazarlar bir yol ayrımında, ya böyle devam edecek ve troller ortalıkta mutlu mesut arzı endam edecek. ya da ciddi tedbirler alınıp, bunca insanın hassasiyeti göz önünde bulundurularak, sözlüğün kırmızı çizgileri kalın hatlarla çizilecek. ve taviz verilmeyecek.
insanlar eğlensin elbet, insanlar deşarj olsun, gülsün elbet, biz de takım elbiselerimizi giyip girmiyoruz sözlüğe lakin bu gidiş bu başlıkta serzenişte bulunan çoğu yazarı eninde sonunda yıldıracak.
ben bu dönüşümü uzun yıllar önce bizzat deneyimledim. şu an aynı tehlike burada da bağıra bağıra geliyor. ve ne yazık ki biraz hızlı oldu...
hayırlısı bakalım...
--- alıntı ---
1_ "şu anki ekşi" gibi olmak isteniyorsa, yani goygoyun, komikliklerin çok daha fazla olduğu eğlenceli zaman geçirmelik bir forum sitesi.
2_ "ilk zamanlardaki ekşi" gibi olmak isteniyorsa, ki benim gibi artık ekşiyi bırakıp yeni yerler arayıp gelen birçokları gibi, başlık sahibine hak vermeli
--- alıntı ---
şu kısmı ziyadesi ile önemsiyorum. gerek yazar arkadaşların, gerekse sözlük yönetiminin bir tercih ortaya koyması gerekiyor.
burada ki pek çok kişi sözlüklerin son dönemde düştüğü hali görünce, kafa sözlüğe can simidi gibi sarıldı.
ama her geçen gün emek verilen, bilgi içeren tanım ve başlıklara ulaşmak için iğne ile kuyu kazmak zorunda kalıyoruz.
ve önlem alınmazsa bu bıkkınlık yaratacak bir noktaya gelecek.
biz burada bunları konuşurken dahi umarsızca şikayet edilen mevzuları devam ettiren bir güruh var.
onlar için mevzunun önemi yok. burası biter, başka sözlük bulur ve zihinsel mastürbasyonlarına devam ederler.
kanımca sözlük yönetimi ve yazarlar bir yol ayrımında, ya böyle devam edecek ve troller ortalıkta mutlu mesut arzı endam edecek. ya da ciddi tedbirler alınıp, bunca insanın hassasiyeti göz önünde bulundurularak, sözlüğün kırmızı çizgileri kalın hatlarla çizilecek. ve taviz verilmeyecek.
insanlar eğlensin elbet, insanlar deşarj olsun, gülsün elbet, biz de takım elbiselerimizi giyip girmiyoruz sözlüğe lakin bu gidiş bu başlıkta serzenişte bulunan çoğu yazarı eninde sonunda yıldıracak.
ben bu dönüşümü uzun yıllar önce bizzat deneyimledim. şu an aynı tehlike burada da bağıra bağıra geliyor. ve ne yazık ki biraz hızlı oldu...
hayırlısı bakalım...
devamını gör...
denizi özleyenler için
bir orhan veli şiiri.
gemiler geçer rüyalarımda,
allı pullu gemiler, damların üzerinden;
ben zavallı,
ben yıllardır denize hasret,
"bakar bakar ağlarım."
hatırlarım ilk görüşümü dünyayı,
bir midye kabuğunun aralığından;
suların yeşili,göklerin mavisi,
lapinaların en harelisi...
hala tuzlu akar kanım
istiridyelerin kestiği yerden.
neydi o deli gibi gidişimiz,
bembeyaz köpüklerle, açıklara!
köpükler ki fena kalpli değil,
köpükler ki dudaklara benzer;
köpükler ki insanlarla
zinaları ayıp değil.
gemiler gecer rüyalarımda,
allı pullu gemiler,damların üzerinden;
ben zavallı,
ben yıllardır denize hasret.
gemiler geçer rüyalarımda,
allı pullu gemiler, damların üzerinden;
ben zavallı,
ben yıllardır denize hasret,
"bakar bakar ağlarım."
hatırlarım ilk görüşümü dünyayı,
bir midye kabuğunun aralığından;
suların yeşili,göklerin mavisi,
lapinaların en harelisi...
hala tuzlu akar kanım
istiridyelerin kestiği yerden.
neydi o deli gibi gidişimiz,
bembeyaz köpüklerle, açıklara!
köpükler ki fena kalpli değil,
köpükler ki dudaklara benzer;
köpükler ki insanlarla
zinaları ayıp değil.
gemiler gecer rüyalarımda,
allı pullu gemiler,damların üzerinden;
ben zavallı,
ben yıllardır denize hasret.
devamını gör...
yazarların garip huyları
bazen eve gelirken veya dedemi ziyaret ederken ya da çok sevdiğim kuzenlerime giderken, sanki onları çoktan kaybetmişim, üzerinden yıllar geçmiş ve ben de maziyi hatırlıyorum gibi o sokağa, eve tekrar gelmiş onları özlüyormuş gibi düşünürüm kendimi. onların aslında hayatta olmadıklarını düşünüp sanki eve girdiğimde onları bulacakmışım ihtimaliyle karşılaşmayı düşünürüm. sonra zili çalarım ve kapı açılır. içten içe belli etmeden mutlu olurum. şuan onların hayatımda olduğuna sevinir, bir gün yine aynı düşüncelerde o kapıyı çaldığımda açılmayacağını bilerek hüzünlenirim. içinde bulunduğum hale şükrederim. neden böyle yaptığımı bilmiyorum.
devamını gör...
ders çalışmamak için yapılanlar
kitap okumak.
devamını gör...
dark
her defasında kim kimin nesiydi şimdi diye sordurtan beyin yakıcı dizi. bir o kadar güzelidir.
devamını gör...
dürüstlük
bir kişiyi başka birine överken bak x arkadaş çok dürüsttür. deniliyor ya işte bu bile durumun vahimliğini gösteriyor. zaten dürüst olmamız gerekmiyor muydu bu ne zaman övülecek bir özellik oldu.
kaybetme-kazanma işine gelince kimseden bir şey bekleyerek dürüst davranılmaz zaten. ya dürüst bir insan olursun ya sahtekar bu kendinle ilgili bir olaydır.*
t. içimiz neyse dışımızda o olayını abartmadan *karakterine oturtmuş insan özelliği.
kaybetme-kazanma işine gelince kimseden bir şey bekleyerek dürüst davranılmaz zaten. ya dürüst bir insan olursun ya sahtekar bu kendinle ilgili bir olaydır.*
t. içimiz neyse dışımızda o olayını abartmadan *karakterine oturtmuş insan özelliği.
devamını gör...
140journos
terör sevici journals.
şehit olan tek bir askerin haberini yapamaz.
evet yapmaz değil yapamaz. onlar bu kadar journals.
şehit olan tek bir askerin haberini yapamaz.
evet yapmaz değil yapamaz. onlar bu kadar journals.
devamını gör...
yeşil çay
metabolizmayı hızlandırmaya yardımcı, sakinleştirici çay türü. vücut için oldukça faydalıdır. antioksidan görevi görür. faydasını görmek istiyorsanız aktarda satılandan almalısınız. poşet çay şeklide olanının pek fayda verdiği söylenemez.
devamını gör...
sevgili ile tatile çıkmak
yaz kış fark etmeksizin yapılması gerekendir. çünkü yazı ayrı kışı ayrı eğlencelidir.
tabi bunun için sevgiliyi bir müddet tanımış olmak gerekiyor. bir kaç aydır tanıdığınız biriyle de tatile çıkmayın bir zahmet.
tabi bunun için sevgiliyi bir müddet tanımış olmak gerekiyor. bir kaç aydır tanıdığınız biriyle de tatile çıkmayın bir zahmet.
devamını gör...
gamze özçelik'in istanbul sözleşmesi yorumu
din ve inanç denen olgunun insan beynini ne kadar yıkayabileceğinin ispatı nitelikte. be beyinsiz, sana tecavüz eden adamdan da şikayetçi olma o zaman nede olsa allah zaten kaderini böyle yazdı değil mi? allah zaten önceden her şeyi biliyor değil mi, o zaman öldürürlen kadınların yada tecavüze uğrayan çocukların kaderini de biliyordu allah? senin o susuluktan ölmesin diye afrikada yardım etmeye çalıştığın çocukların kaderini böyle yazdı belki allah? bırak ölsünler o zaman kadere müdahale edip niye şirke giriyorsun?
işte siz atatürkü bu yüzden hak etmiyorsunuz. teba ile, kulluk ile kaderine razı gelip, boyun eğme ile doldurulan boş kafalara ne anlatabilirsin ki?
işte siz atatürkü bu yüzden hak etmiyorsunuz. teba ile, kulluk ile kaderine razı gelip, boyun eğme ile doldurulan boş kafalara ne anlatabilirsin ki?
devamını gör...
tüm yazarların profilinde kurucu yazması
dün ekşi sözlük 23 nisan nedeniyle herkesin profiline çocuktu ifadesini koydu. sanırım kafa sözlük ben buna kafa atarım diyerek 23 nisanda çocuklara yönetimi devretmeye karar verdi. 23 nisan bayramınız kutlu olsun çocuklar. bugün sözlükte kurucu olarak yazacaksınız.
devamını gör...
