boğaziçi üniversitesi
bu sıralar kültüründen ve değerlerinden uzağa götürülmeye çalışılan türkiye'nin sayılı üniversitelerinden.
ben bu can sıkıcı olaylar üzerine yazmak yerine hâlihazırda içinde olduğum doktora başvurusu sürecinden bahsetmek istiyorum. belki birilerinin işine yarar. efenim ben psikoloji bölümü özelinde yazacağım. en baştan belirtmeliyim ki yurt dışında top tier üniversitelere yapacağınız başvuruların neredeyse hiçbiri boün'e başvururken harcadığınız eforun yarısı kadar efor gerektirmiyor. bu durum başta çok saçma gelse de bunun oldukça iyi tarafları olduğunu düşünüyorum. gelelim sürece:
birçok üniversitenin lisansüstü başvurusunda standart olarak istediği motivasyon mektubu, referans mektupları, transkriptler, diplomalar, yabancı dil ve ales/gre sınav sonucu gibi belgelerin yanı sıra bir de araştırma önerisi istiyorlar. bu araştırma önerisinin elbette özgün ve yapılabilir olması gerektiğini özellikle belirtiyorlar. buna ek olarak muazzam bir bilim sınavı yapıyorlar. benim girdiğim sınavda üç buçuk saat içerisinde bir makale okuyup 4'ü makalenin metodolojisi ile ilgili olan 5 soruya cevap vermemiz gerekmekteydi. rahatlıkla, hayatımda girdiğim en zor ve en kaliteli sınavdı diyebilirim. günün sonunda bu bilim sınavını geçmeyi başarırsanız sözlü sınava davet edilmeye hak kazanıyorsunuz. sözlü sınav aşamasına geçebilirsem buraya da bir edit sözüm olsun.
sözlü sınav editi: eveeet, sözlü sınava da girmiş bulunmaktayım. sınav zoom üzerindendi ve yalnızca 10 dakika sürdü. baştaki bir merhaba haricinde sınavın tümü ingilizceydi. bölümde başvurduğum alandan olan tüm hocaların karşısına çıkıp hızlı, kısa ve net biçimde bana sorulan 4-5 soruyu cevaplamaya çalıştım. ardından benim de hocalara bir soru yöneltme fırsatım oldu. hayatımın en stresli anlarıydı sanırım, bu biraz benim karakterimle de ilgili bir durum elbette. alana dair epey kazık olan bir soruda çok bocalayıp ingilizceyi bile unuttum ama sonrasında çok gergin olduğumu belirterek ilerleyen sorularda toparladım diye düşünüyorum. bu bahsettiğim soru haricindeki sorular ne çalışmak istiyorsun, başka üniversitelere başvuru yaptın mı, doktora sürecinde çalışman gerekecek mi gibi beklendik sorulardı. yakın zamanda sonucu da öğrenip mutlu bir haberle son bir edit yapmayı diliyorum.
bu aşamaların sonunda size dair o kadar çok bilgiye ve veriye sahip oluyorlar ki boün'e kabul edilen bir öğrencinin * kötü bir öğrenci olmasının neredeyse ihtimali kalmıyor. en azından, bir adım uzaktan baktığımda bana görünenler böyle. dilerim en yakın zamanda üzerindeki kara bulutlar dağılır da üniversitenin gerçek potansiyelini göstermesinin önü açılır. dayanışmayla!
son edit: evet sevgili kafacı dostlarım. bugün itibariyle boğaziçi üniversitesi'nde doktora programına kabul edilmiş bulunmaktayım! darısı isteyen dostların başına.
ben bu can sıkıcı olaylar üzerine yazmak yerine hâlihazırda içinde olduğum doktora başvurusu sürecinden bahsetmek istiyorum. belki birilerinin işine yarar. efenim ben psikoloji bölümü özelinde yazacağım. en baştan belirtmeliyim ki yurt dışında top tier üniversitelere yapacağınız başvuruların neredeyse hiçbiri boün'e başvururken harcadığınız eforun yarısı kadar efor gerektirmiyor. bu durum başta çok saçma gelse de bunun oldukça iyi tarafları olduğunu düşünüyorum. gelelim sürece:
birçok üniversitenin lisansüstü başvurusunda standart olarak istediği motivasyon mektubu, referans mektupları, transkriptler, diplomalar, yabancı dil ve ales/gre sınav sonucu gibi belgelerin yanı sıra bir de araştırma önerisi istiyorlar. bu araştırma önerisinin elbette özgün ve yapılabilir olması gerektiğini özellikle belirtiyorlar. buna ek olarak muazzam bir bilim sınavı yapıyorlar. benim girdiğim sınavda üç buçuk saat içerisinde bir makale okuyup 4'ü makalenin metodolojisi ile ilgili olan 5 soruya cevap vermemiz gerekmekteydi. rahatlıkla, hayatımda girdiğim en zor ve en kaliteli sınavdı diyebilirim. günün sonunda bu bilim sınavını geçmeyi başarırsanız sözlü sınava davet edilmeye hak kazanıyorsunuz. sözlü sınav aşamasına geçebilirsem buraya da bir edit sözüm olsun.
sözlü sınav editi: eveeet, sözlü sınava da girmiş bulunmaktayım. sınav zoom üzerindendi ve yalnızca 10 dakika sürdü. baştaki bir merhaba haricinde sınavın tümü ingilizceydi. bölümde başvurduğum alandan olan tüm hocaların karşısına çıkıp hızlı, kısa ve net biçimde bana sorulan 4-5 soruyu cevaplamaya çalıştım. ardından benim de hocalara bir soru yöneltme fırsatım oldu. hayatımın en stresli anlarıydı sanırım, bu biraz benim karakterimle de ilgili bir durum elbette. alana dair epey kazık olan bir soruda çok bocalayıp ingilizceyi bile unuttum ama sonrasında çok gergin olduğumu belirterek ilerleyen sorularda toparladım diye düşünüyorum. bu bahsettiğim soru haricindeki sorular ne çalışmak istiyorsun, başka üniversitelere başvuru yaptın mı, doktora sürecinde çalışman gerekecek mi gibi beklendik sorulardı. yakın zamanda sonucu da öğrenip mutlu bir haberle son bir edit yapmayı diliyorum.
bu aşamaların sonunda size dair o kadar çok bilgiye ve veriye sahip oluyorlar ki boün'e kabul edilen bir öğrencinin * kötü bir öğrenci olmasının neredeyse ihtimali kalmıyor. en azından, bir adım uzaktan baktığımda bana görünenler böyle. dilerim en yakın zamanda üzerindeki kara bulutlar dağılır da üniversitenin gerçek potansiyelini göstermesinin önü açılır. dayanışmayla!
son edit: evet sevgili kafacı dostlarım. bugün itibariyle boğaziçi üniversitesi'nde doktora programına kabul edilmiş bulunmaktayım! darısı isteyen dostların başına.
devamını gör...
18 şubat 2021 apartman boşluğu yayın
neden bu kadar kötü konuşuluyor anlamıyorum. ne bekliyorsunuz? adamların çok mu deneyimi var? yapıcı eleştiri yapsanız ne olur sanki... biraz dağınık sadece ama zaten konsept de biraz dağınıklık üzerine sanırsam. yine de dayanılamayacak bir şey yok. vaktiniz yoksa dinlememek elinizde. ben sözlükte gezerken tanım girerken dinliyorum kafam dağılıyor. zamanla daha keyifli hale gelecektir eminim.
devamını gör...
22 aralık 2020 gübretaş madeninde dev altın rezervi bulunması
ülkenin neresine kazma atsan bir maden, tarihi eser çıkmakta, ancak gel gör ki bunu kullanmak / değerlendirmek .. işte o mesele.
tarım kredi iştiraki gübretaş'a ait maden sahasında 3,5 milyon onsluk altın varlığı tespit edildi. rezervin parasal değeri yaklaşık 46 milyar lira. buradan
tarım kredi iştiraki gübretaş'a ait maden sahasında 3,5 milyon onsluk altın varlığı tespit edildi. rezervin parasal değeri yaklaşık 46 milyar lira. buradan
devamını gör...
insanın içini hoş yapan kokular
tam, yarım saat demlenmiş çayın kokusu.
rengi tavşan kanından az açık renkte olacak.
yanına tatlı bir atıştırmalık.
sonrası, fincan fincan, hoş eder içimi.
rengi tavşan kanından az açık renkte olacak.
yanına tatlı bir atıştırmalık.
sonrası, fincan fincan, hoş eder içimi.
devamını gör...
niye benim hiçbir şeyden haberim yok
'biz de nickaltlarından öğreniyoruz güzel kardeşim, arkadaşım' dediğim başlık.
bir uyanıyoruz sözlük panayıra dönmüş.
hayırlısı be gülüm.
bir uyanıyoruz sözlük panayıra dönmüş.
hayırlısı be gülüm.
devamını gör...
yargılanırım korkusuyla başlık açamamak
yılbaşında açtığım başlık sonrası yargılanmam sürüyor.17 mayıs'ta duruşmam var.10 yıl isteniyor ama iyi halden yarı yarıya düşer umarım.
sevgili yoldaş'ın ifadesi çok önemli.beni ancak sen kurtarabilirsin değerli kurucumuz.
sevgili yoldaş'ın ifadesi çok önemli.beni ancak sen kurtarabilirsin değerli kurucumuz.
devamını gör...
elm sokağında kabus
wes craven ve robert englund hayranıydım çocukken. ilk ve üçüncü filmde (ve hatta wes craven'sadece new nightmare'de oynayan heather langenkamp çok güzel bir kadındır gözümde.) ilk film çok iyiydi. ikinci aslında istenmemiş zorla çekmişler. üçüncü bir nebze daha iyidir ama dörtte artık tamamen işin gırgırı oldugunu korku öğelerinin sıfırlandıgını görebiliyorsun. eskiden blog yazardım eski korku filmleriyle ilgili kim bilir hangi tozlu sayfalara karıştı. çizgi roman temasına bürünmesini işte iskelet olarak dönmesi yok köpeğin çişiyle patlayıp yangından cıkması acayip can sıkıcı buldum ama wes bey kabul etmiş eğlenceli yapmışlar falan demiş bize pek söz düşmez. new nightmare bana göre noes serisininin ikincisi filmidir. (sonuncu filmidir esasen serisinden ayrı)
üçte yapmacık kristen çok uygundu.
jennifer'ın oynadıgı asi ve marjinal karakteriyle kendisini beğenmişimdir hatta filmlerini izledim hep sırf o var diye. ucuz ve çakma elm sokağı filminde ana karakteri (nancy gibi bir rol) oynamıştır sonrasında.
dokken çok iyi bir tercihti 3te. filmin başlangıcı çok iyiydi bir kere. freddys nightmare izleyerek uyudugum bir dönem de vardı o iyice suyu çıkmış komedi unsuru fakat 2.filmden kat kat iyidir.
4te kristen'ın değişmesini sevemedim çok uyumsuz ayrı karakterde olmuşlar ama tuesday knight şarkıları kesinlikle başkadır seksenlerin özündendir.
çok çarpıcı sahneler vardı,potansiyeli yüksek olup başarısız sahneler vardı. tekrar çekilse nasıl olurdu sorusuna cevap vermişlerdir 2010da bunu onca teknolojimiz var nasıl bunu yapamayızı gösterdiler sağolsunlar. o kadar alakasızdı ki. onu geçtim hadi esas bunu senaryoya dökülmesini sağlayan olayları bari çekseydiniz daha alakalı olurdu sanki. neyse. yaşasın freddy. jasonla karşılaşmasında iki sahne hariç çöp çünkü jason'ı oldum olası sevmem bir de taraf tutuyorlar alienla predatorlar savasıyor sanki. ehh.
ps: heather langenkamp'ın yaptıgı "i am nancy" documentry izlenilmeli alakadarsanız.
üçte yapmacık kristen çok uygundu.
jennifer'ın oynadıgı asi ve marjinal karakteriyle kendisini beğenmişimdir hatta filmlerini izledim hep sırf o var diye. ucuz ve çakma elm sokağı filminde ana karakteri (nancy gibi bir rol) oynamıştır sonrasında.
dokken çok iyi bir tercihti 3te. filmin başlangıcı çok iyiydi bir kere. freddys nightmare izleyerek uyudugum bir dönem de vardı o iyice suyu çıkmış komedi unsuru fakat 2.filmden kat kat iyidir.
4te kristen'ın değişmesini sevemedim çok uyumsuz ayrı karakterde olmuşlar ama tuesday knight şarkıları kesinlikle başkadır seksenlerin özündendir.
çok çarpıcı sahneler vardı,potansiyeli yüksek olup başarısız sahneler vardı. tekrar çekilse nasıl olurdu sorusuna cevap vermişlerdir 2010da bunu onca teknolojimiz var nasıl bunu yapamayızı gösterdiler sağolsunlar. o kadar alakasızdı ki. onu geçtim hadi esas bunu senaryoya dökülmesini sağlayan olayları bari çekseydiniz daha alakalı olurdu sanki. neyse. yaşasın freddy. jasonla karşılaşmasında iki sahne hariç çöp çünkü jason'ı oldum olası sevmem bir de taraf tutuyorlar alienla predatorlar savasıyor sanki. ehh.
ps: heather langenkamp'ın yaptıgı "i am nancy" documentry izlenilmeli alakadarsanız.
devamını gör...
dondurma (yazar)
beğeni ve favorileriyle insanı motive eden yazar.
devamını gör...
tartigrad
su ayısı olarak da bilinen ve ölümsüz olması muhtemel canlıdır.

bu mikroskobik canlı sekiz bacağı olan ve ağız diyebileceğimiz organı bir o harfi şeklinde olan bir tırtıla benzeyen bir varlıktır ama tırtıl gibi tırt değildir.
dünya üzerinde üstün ırk seçimi yapılırsa eğer bu ırkın kesinlikle tartigradlar olması gerekir. ölümsüz bir varlık olduğu iddiası boş değildir çünkü tartigradların elli ila yüz milyon yıl süreyle yaşadığı düşünülüyor. bu canlılar büyük ihtimalle dinozorlara afacan çocuk muamelesi yapıyorlardı göktaşından önce.
buzul çağı ya da bir kıyametin gelmesi de tartigradları hiç etkilemeyecektir. çünkü bu paşa yüz elli derece sıcaklığa ve eksi iki yüz yetmiş iki derece soğukluğa dayanabilecek güçte. kung fu tekniği ile soğuğu ve sıcağı aklından silmiş bir süper güçten bahsediyoruz.
yetmezmiş gibi, ultra tırtılımız radyasyona da meltem rüzgarı muamelesi yapıp ona aldırış etmeden hayatına devam edebiliyor. nükleer atıkları süpürge ile temizlemeye çalışan yurdum insanı için çok olağandışı bir özellik olmasa da bu durum, marie currie’yi çok mutlu edebilirdi.
bitti mi? hayır tabii ki! tartigradlar atmosfer dışında yapılan bir deneyde ateş, su, toprak ve tahta olmadan yaşayabilmenin yanısıra havasız da hayatta kalabildiklerini ve bunu on iki gün sürdürebildiklerini göstermişlerdir.
bu şartlar altında sigarasını yakarken kibriti elinde biraz uzun tutunca eli yanan, radyasyona maruz kalınca güneşte erimiş tadelleye dönen, ramazan ayında 13 saat susuz kalıp kendini çöllerde sanan ve üç dakika nefesini tutabildiğinde rekorlar kitabına koşan insan ırkından çok da güçlü olduğunu iddia edebiliriz.
yaşasın tartigradlar!

bu mikroskobik canlı sekiz bacağı olan ve ağız diyebileceğimiz organı bir o harfi şeklinde olan bir tırtıla benzeyen bir varlıktır ama tırtıl gibi tırt değildir.
dünya üzerinde üstün ırk seçimi yapılırsa eğer bu ırkın kesinlikle tartigradlar olması gerekir. ölümsüz bir varlık olduğu iddiası boş değildir çünkü tartigradların elli ila yüz milyon yıl süreyle yaşadığı düşünülüyor. bu canlılar büyük ihtimalle dinozorlara afacan çocuk muamelesi yapıyorlardı göktaşından önce.
buzul çağı ya da bir kıyametin gelmesi de tartigradları hiç etkilemeyecektir. çünkü bu paşa yüz elli derece sıcaklığa ve eksi iki yüz yetmiş iki derece soğukluğa dayanabilecek güçte. kung fu tekniği ile soğuğu ve sıcağı aklından silmiş bir süper güçten bahsediyoruz.
yetmezmiş gibi, ultra tırtılımız radyasyona da meltem rüzgarı muamelesi yapıp ona aldırış etmeden hayatına devam edebiliyor. nükleer atıkları süpürge ile temizlemeye çalışan yurdum insanı için çok olağandışı bir özellik olmasa da bu durum, marie currie’yi çok mutlu edebilirdi.
bitti mi? hayır tabii ki! tartigradlar atmosfer dışında yapılan bir deneyde ateş, su, toprak ve tahta olmadan yaşayabilmenin yanısıra havasız da hayatta kalabildiklerini ve bunu on iki gün sürdürebildiklerini göstermişlerdir.
bu şartlar altında sigarasını yakarken kibriti elinde biraz uzun tutunca eli yanan, radyasyona maruz kalınca güneşte erimiş tadelleye dönen, ramazan ayında 13 saat susuz kalıp kendini çöllerde sanan ve üç dakika nefesini tutabildiğinde rekorlar kitabına koşan insan ırkından çok da güçlü olduğunu iddia edebiliriz.
yaşasın tartigradlar!
devamını gör...
yazarların yalnız olma nedeni
yalnızlığımızın görkemli kalelerinden çıkabilecek kadar cesur olamadığımız için.
devamını gör...
anime önerileri
mahou shoujo madoka magica.
bu sabah bitirdiğim, kısacık olsa da gözümdeki yaşları tüketmeme neden olan anime.
bu sabah bitirdiğim, kısacık olsa da gözümdeki yaşları tüketmeme neden olan anime.
devamını gör...
amerika'da pahalı olup türkiye'de ucuz olan şeyler
emeğimizin karşılığı.
devamını gör...
mommo kız kardeşim
atalay taşdiken’in gerçek hayattan alınan ilk uzun metraj filmi.
hani derler ya teyze anne yarısıdır diye, hayır değildir. ya abla ya da abi anne yarısıdır. bu filmde de 9 yaşında çocukluğunu yaşayamadan kardeşinin sorumluluğunu üstlenen, ona bakan, onu düşünen bir abiyi yani ahmet'i görüyoruz. bir yetişkine sahipmiş gibi düşünceli bakan gözlerine tanıklık ediyoruz.
iki kardeş de annesiz büyüyor, babaları var ama yok. bedenen var fakat varlığı zarardan başka bir şey değil. ahmet, kardeşi ayşe'nin tutunabileceği tek dal. o da çocuk fakat ayşe'nin yanında ne ağlıyor, ne korkuyor, ne de çikolatasını yiyor. onların bu halde olmasını nedeni de yabancı biri değil, öz babaları. tabi baba diyebilirseniz.
bu film bana üzücü bir durumu aktarmak için kelimelerin gerekmediğini, bakışlarla da her duygunun seyirciye geçirilebileceğini bir kez daha gösterdi. bu ülkede çocukların yüzünün tam manasıyla bir türlü gülmediği gerçeğini bir kez daha yüzüme çaptı, hem de çok nahif ama etkileyici bir biçimde.
hani derler ya teyze anne yarısıdır diye, hayır değildir. ya abla ya da abi anne yarısıdır. bu filmde de 9 yaşında çocukluğunu yaşayamadan kardeşinin sorumluluğunu üstlenen, ona bakan, onu düşünen bir abiyi yani ahmet'i görüyoruz. bir yetişkine sahipmiş gibi düşünceli bakan gözlerine tanıklık ediyoruz.
iki kardeş de annesiz büyüyor, babaları var ama yok. bedenen var fakat varlığı zarardan başka bir şey değil. ahmet, kardeşi ayşe'nin tutunabileceği tek dal. o da çocuk fakat ayşe'nin yanında ne ağlıyor, ne korkuyor, ne de çikolatasını yiyor. onların bu halde olmasını nedeni de yabancı biri değil, öz babaları. tabi baba diyebilirseniz.
bu film bana üzücü bir durumu aktarmak için kelimelerin gerekmediğini, bakışlarla da her duygunun seyirciye geçirilebileceğini bir kez daha gösterdi. bu ülkede çocukların yüzünün tam manasıyla bir türlü gülmediği gerçeğini bir kez daha yüzüme çaptı, hem de çok nahif ama etkileyici bir biçimde.
devamını gör...
günün sosyal medya ünlüsü
devamını gör...
bir kelime ile içini dökmek
bana bir kelimeyle içini dök derseniz bu kelime iyi olur.
ama iki kelime içimi dökeceksem iyi değilim ile açıklarım kendimi.
(bkz: süleyman demirel)
ama iki kelime içimi dökeceksem iyi değilim ile açıklarım kendimi.
(bkz: süleyman demirel)
devamını gör...
lucifer'in engellenecek başlıklarda mahlasının örnek gösterilmesi
bugüne kadar lucifer'in kaç tanımına espri/goygoy konusu oldum saymadım ama hiç birisine de herhangi bir müdahale ya da eleştiri de bulunmadım, güldüm geçtim. kendisinin de söz konusu tanımıma konu olmasını kafaya takmayacak, gülüp geçecek olgunlukta bir insan olduğunu umuyorum. kendisinin rahatsız olmayacağından o kadar eminken başkalarının bunu dert etmesine de şaşırdım ne yalan söyleyim. gülüp geçmek lazım bazen...
edit: luciferden şikayet eden o kadar kişinin olup de henüz kimsenin engellememiş olması da ilginçmiş.
edit: luciferden şikayet eden o kadar kişinin olup de henüz kimsenin engellememiş olması da ilginçmiş.
devamını gör...
kimliksiz hikayeler
iki metre kare bir alan. siyah film camdan görünen biraz gökyüzü biraz da yandaki evin çatısı. uçsuz bucaksız ile çirkin bir kefede. duvarda deniz kabukları, sahte bir kuş hisssetiğim çoğu an gibi. birkaç mum romantik yanımı simgeleyen. ha bir de ay şeklinde minik pilli bir lamba. yakınca etrafa pek ışık saçmıyor ama izlemesi keyifli. hayatım gibi...
ne zaman biraz hüzün hissetsem açıyorum bir bira; ilişiyorum tahta, rahatsız, minik sandalyeye açıyorum bir müzik. şöyle göğsümde biriken acılara ulaşmak için... üflüyorum 'puffff' diye, tozların altında kalan yara izlerine bakıyorum sonra. çoğu iyileşmiş. bir tanesi var, işte o çok derin. her seferinde tam iyi oldu artık kabuk kopacak, çirkin bir iz kalacak diye bekliyorum. ve yine her seferinde bir parça pis iltihapla beraber kan akıyor. yine olmamış, diyorum.
geceye karışan müzik, başka ses yok. etrafı kaplayan, kocaman bir yalnızlığın sesi. dayanamıyorum. alıyorum elime telefonu. basıyorum bir tuşa. benim kadar sahte bir hayatı olan çok uzakta ancak bir o kadar yakındaki dostu arıyorum. ilk cümleyi ben kuruyorum. hep, her zaman. her mesajda, her telefonda. yine öyle oluyor.
- naber?
- iyi, normal. senden?
diyor her zamanki gibi. hep iyi, hep normal. işte bu cümle de onun özeti. yaşanmamış gibi. gün içerisinde aklından geçen, canını yakan onca şey yokmuş gibi; heyecanlandıran, gülümseten onca an. ona sorsan yok. ona sorsan kibri de yok. oysaki var işte adam göğsünde bir bıçak, zihninde deli cümleler var.
- ben kötüyüm ama...
- neden?
neden, desin istiyorum. biri beni görsün, gerçek beni. kırılgan acıyan yanımı. kahkahaların ardındaki hisleri de. sahte değil gülüşlerim. ama çok kocamanlar. yaşadığım her şeyi sığdırıyorum onların içine. bu yanımı da görsün istiyorum.
ama herkes değil. anlattığımda bana acımayacak, yargılamayacak biri görsün istiyorum. kimileri derine gömer, ben deşip iyileşiyorum kelimelere döktükçe. ama kelimelerin anlamını bilen biri dinlesin istiyorum. o neden, diyor; ben anlatıyorum.
kırıldığım, kırdığım anları seriyorum ipe. çok cümle kurmuyorum. uzun cümleler de kurmuyorum. ilk kez güzellemeden, savunmadan olduğu gibi aktarmaya çalışıyorum. çünkü yalın bir şekilde anlatmayı pek başaramam. her şeyi biraz savunarak, biraz güzelleyerek anlatırım. benim savunma mekanizmam da bu çünkü.
"gitti. beni benim onu sevdiğim kadar sevmedi. geri geldi ama artık ne bu sevgi eskisi gibi ne de ben."diyorum.
ne kadar klişe geliyor değil mi kulağa aşk acısı. ulan herkes bir diğerininkini umursamıyor da 'en çok benim acıyan' diye düşünüyor ya. işte tam olarak bu. beni az seviyor oluşu, bir zaman az sevmiş olması, bende değil bir başkasında huzuru araması... yıllar geçiyor. acı arada bir kalkıp yumruk atıyor. ahh, be...
"şimdi geçmiş işte. bir yola girmiş, bir karar vermişsin. sızlanma. korkaksın! korku çirkin bir bağ onu güzel bir masa üstü ile kapatıp üzerine bir çiçek koyup adına da aşk diyorsunuz." diyor. gerçeği pat diye bırakıyor havaya.
gözümden yaşlar akıyor. onca zamana rağmen. şöyle bir yokluyorum. o da ne! eskisi gibi acımıyor. hala kocaman bir yara, iyileşmedi. iyileşmesi de çok zor. kapatıyorum telefonu. uyuyorum sonra.
yeni bir güne uyanıyorum. bugün çok daha güzel diyorum. güzel görüyor, güzel hissediyorum gerçekten. çünkü fark ettim. ben korkağım! kendime itiraf edemediğim hep buydu. güçlü durmaya çalışıyor, kendimle mücadele ediyordum. artık kendime yalan yok. kabul ettim. buyum ben: aciz, aşık bir kadın.
ne zaman biraz hüzün hissetsem açıyorum bir bira; ilişiyorum tahta, rahatsız, minik sandalyeye açıyorum bir müzik. şöyle göğsümde biriken acılara ulaşmak için... üflüyorum 'puffff' diye, tozların altında kalan yara izlerine bakıyorum sonra. çoğu iyileşmiş. bir tanesi var, işte o çok derin. her seferinde tam iyi oldu artık kabuk kopacak, çirkin bir iz kalacak diye bekliyorum. ve yine her seferinde bir parça pis iltihapla beraber kan akıyor. yine olmamış, diyorum.
geceye karışan müzik, başka ses yok. etrafı kaplayan, kocaman bir yalnızlığın sesi. dayanamıyorum. alıyorum elime telefonu. basıyorum bir tuşa. benim kadar sahte bir hayatı olan çok uzakta ancak bir o kadar yakındaki dostu arıyorum. ilk cümleyi ben kuruyorum. hep, her zaman. her mesajda, her telefonda. yine öyle oluyor.
- naber?
- iyi, normal. senden?
diyor her zamanki gibi. hep iyi, hep normal. işte bu cümle de onun özeti. yaşanmamış gibi. gün içerisinde aklından geçen, canını yakan onca şey yokmuş gibi; heyecanlandıran, gülümseten onca an. ona sorsan yok. ona sorsan kibri de yok. oysaki var işte adam göğsünde bir bıçak, zihninde deli cümleler var.
- ben kötüyüm ama...
- neden?
neden, desin istiyorum. biri beni görsün, gerçek beni. kırılgan acıyan yanımı. kahkahaların ardındaki hisleri de. sahte değil gülüşlerim. ama çok kocamanlar. yaşadığım her şeyi sığdırıyorum onların içine. bu yanımı da görsün istiyorum.
ama herkes değil. anlattığımda bana acımayacak, yargılamayacak biri görsün istiyorum. kimileri derine gömer, ben deşip iyileşiyorum kelimelere döktükçe. ama kelimelerin anlamını bilen biri dinlesin istiyorum. o neden, diyor; ben anlatıyorum.
kırıldığım, kırdığım anları seriyorum ipe. çok cümle kurmuyorum. uzun cümleler de kurmuyorum. ilk kez güzellemeden, savunmadan olduğu gibi aktarmaya çalışıyorum. çünkü yalın bir şekilde anlatmayı pek başaramam. her şeyi biraz savunarak, biraz güzelleyerek anlatırım. benim savunma mekanizmam da bu çünkü.
"gitti. beni benim onu sevdiğim kadar sevmedi. geri geldi ama artık ne bu sevgi eskisi gibi ne de ben."diyorum.
ne kadar klişe geliyor değil mi kulağa aşk acısı. ulan herkes bir diğerininkini umursamıyor da 'en çok benim acıyan' diye düşünüyor ya. işte tam olarak bu. beni az seviyor oluşu, bir zaman az sevmiş olması, bende değil bir başkasında huzuru araması... yıllar geçiyor. acı arada bir kalkıp yumruk atıyor. ahh, be...
"şimdi geçmiş işte. bir yola girmiş, bir karar vermişsin. sızlanma. korkaksın! korku çirkin bir bağ onu güzel bir masa üstü ile kapatıp üzerine bir çiçek koyup adına da aşk diyorsunuz." diyor. gerçeği pat diye bırakıyor havaya.
gözümden yaşlar akıyor. onca zamana rağmen. şöyle bir yokluyorum. o da ne! eskisi gibi acımıyor. hala kocaman bir yara, iyileşmedi. iyileşmesi de çok zor. kapatıyorum telefonu. uyuyorum sonra.
yeni bir güne uyanıyorum. bugün çok daha güzel diyorum. güzel görüyor, güzel hissediyorum gerçekten. çünkü fark ettim. ben korkağım! kendime itiraf edemediğim hep buydu. güçlü durmaya çalışıyor, kendimle mücadele ediyordum. artık kendime yalan yok. kabul ettim. buyum ben: aciz, aşık bir kadın.
devamını gör...
hastası olunan sözler
"sana bakınca tüm güzel kelimeler arka arkaya sıralanıyor. bana sadece söylemek kalıyor.
sen adamı şair edersin..." *
sen adamı şair edersin..." *
devamını gör...
kitap alıntıları
''belki de sevdiğiniz insanları düşünmektesiniz; ama daha derinlere inin... sonunda, sevdiğinizin onlar olmadığını göreceksiniz. siz, bu sevginin içinizde yarattığı duyguları seviyorsunuz. siz arzuyu seviyorsunuz, arzu edilen şeyi değil...''
nietzsche ağladığında - irvin d. yalom
nietzsche ağladığında - irvin d. yalom
devamını gör...
