kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

kendisine 16 yaşında epilepsi teşhisi konulmuş. fakat doktoru yanlış teşhis koymuş ve epilepsi olmadığı ise 1 yıl sonra anlaşılmış. tabi o sürede kullandığı epilepsi ilaçları da kalbinde ritim bozukluğuna yol açmış. 2 sene önce de baygınlık geçirip midesinden rahatsızlanmış. . ömür boyu taşıyacağım kalp rahatsızlığım var demiş röportajında. tahminen bundan dolayı aşı oldu.
hatta ablası hande soral da yakın zamanda koranavirüse yakalanmıştı.

kaynak
kaynak2


edit: bensu soral: ’önceliğin nedir?’ sorusuna şu cevabı verdi: “crohn hastasıyım. kronik bir hastalık, her hafta kendime iğne yapmam gerek. kullandığım ilaç bağışıklığı çok düşürüyor. bu sayede aşı olabildim. bu felakette ayrıcalık talep edecek biri değilim.
devamını gör...

bir işi yapmaya alışmış kişi, onu her zaman yapmak ister ve bu alışkanlığı bağımlılık hali gibidir. alıştığı davranıştan vazgeçemeyen kişi, kudurmuştan daha azgındır ve o işi saldırırcasına yapar.
devamını gör...

cerrahpaşa tıp fakültesini son sınıfta , istanbul üniversitesi sosyoloji bölümünü 3. sınıfta bırakıp kendini şiirlerine veren, 55 yaşında kaybettiğimiz şair yazar.

iyi şairlerin bir çoğu * çok da iyi yorumlayamıyor kendi şiirlerini. küçük iskender bu anlamda farklı bir adamdı. hem duygularıyla yazar, hem de iyi yorumlardı.

bir martıyı ağlattın işte,
bir çocuk garanti intihar eder artık.

....................
öldüreceğim kendimi dudaklarınla,
dudakların etle, şehvetle seferber.
sen! bana inen son kutsal kitap,
son fakir yatır,
son aciz peygamber!

bir martıyı ağlattın işte,
bir çocuk garanti intihar eder artık.
devamını gör...

unisex tuvaletleri olan ülkenin ötesinde bir vizyon sahibi okul.
devamını gör...

insanları baştan sevip
zamanla hiç sevememek yada daha çok sevmek.
ölçüm kendime has.
devamını gör...

bolca kıskançlık dolu tanımları yazan yazarlardır.
onlara da yazık.
devamını gör...

farklılık ve arayış.
sıradanlıktan çabuk sıkılan toplum olmakla birlikte bide pandemi süreci olmasından dolayı yeni bir sözlükte vakit geçirmenin yapılacak en iyi aktivite olarak görülmesi.
devamını gör...

gerçekten böyle bir his var daim olsun koruyalım, tanıtalım, yüceltelim. bütün yazar arkadaşlarıma selam olsun. *
devamını gör...

-günün getirdiği tatminsizlik hissi.
-kendi kendini günün yorgunluğunu hissedip uyuma hakkını kazandığını düşünerek kandıramamanın bir yan etkisi.
-insanın kendi üstüne bindirdiği hep yarına ertelenen sorumluluklar topluluğu sayesinde suçluluğun altında girilen (bkz: atlas) hissi.
-yatağın üstünde birikmiş, bu günün derbederliğini anlatan objeler bütünün yatma alanı sağlamaması.
-sevdiğinin kollarında sevgi ile sarıp sarmalanmış olmak hissini arayan bünyenin sevgi yetersizliğinden kapanamaması.
gibi sayılabilecek ve de ardından bırakılabilecek sebeplerdir.
uyumak hiç bu kadar imkansız gelmemişti.
devamını gör...

arkdadaş iyice ekşiye çevirdiniz burayı. tamam bir iki kişi makarasına yazdı ama herkes de devam ettirmek için aynı şeyi yazmasın be.
bu arada benim tavsiyem de kaynamış sütün üzerindeki ince kaymak tabakası.
devamını gör...

" türkçülük dün bir kaynaktı, bugün bir çaydır. yarın coşkun bir ırmak olacak ve önünde yabancı duygu ve düşüncelerden gelen bütün engeller yıkılacaktır."
devamını gör...

al birini vur ötekine .
devamını gör...

hepimizin yaşamı roman olmayı hak eder. hangisinin best seller olacağı, hangisinin klasikler arasında yer alacağı ise anlatıcının hünerine bağlıdır. aslında yazmak en iyi yaptığım şeylerden birisi. herkes böyle söyler. ben de buna inanırım. amma velâkin iyi yaptığım başka bir şey ise, hünerlerimi çeşitli bahanelerle sergilemekten kaçınma istikrarım.

bugüne kadar bunu yaptığım için hayatımı bir roman haline getirebilme becerisini gösteremedim.

kâh göstermeye pek niyetim olduğunu da sanmıyorum.

aslında benim için işler tıkırında başlamış. çocukken dâhiymişim. deham 1500, havam 3500 imiş.

neden sonra aptallaşma sürecine girmişim. içinde bulunduğunuz toplumun da bunda önemli etkisi var.

düşünün, gayet kıvrak bir zekâya sahipsiniz. yaşıtlarınızdan hep bir adım öndesiniz ama çevrenizde size sürekli pipinizi amcalarınıza ve teyzelerinize göstermeniz gerektiğini salık veren bir kitle var.

bu nasıl bir manyaklıktır arkadaş! teşhire, teşrifinizin bunalımsal iz düşümü…

ulan şimdi bunlar neden benden böyle bir şey istiyor?

bu pipi denen şey çok önemli bir şey olsa gerek.

o andan itibaren pipinin kutsallığına inanmaya başlıyorsunuz. onu takip eden süreç sizin kızlardan daha uzağa işeyebileceğiniz gerçeğini kavramanızla şekilleniyor. erkek egemen yapının kutsallığına da böylece mazhar oluyorsunuz.

hayır, yani daha uzağa işseniz ne olacak? başınız göğe mi erecek?

eriyor olmalı ki, o yaş grubundaki herkes bunu övünç kaynağı olarak görüyor.

ve sonraki yaşamlarında hep daha uzağa işeyebilmek için uğraşıyorlar.

ben bu pipi işinde keramet olmadığını erken fark edenlerdenim. o yüzden aptallaşma sürecim kısa bir süre içinde olsa kesintiye uğramıştır.

neyse…

anlatacaklarımı dinleyecekseniz evvela nerede doğduğumu, nasıl bir çocukluk geçirdiğimi, benden önce ailemin ne durumunda olduğunu falan merak ediyor olmalısınız. ama ben bu zırvaların hiç birisini sizlere anlatmak istemiyorum. esasen bunları niye merak ettiğinizi de bugüne kadar anlamış değilim.

her şeye burnunuzu sokmak gibi bir huyunuz var. yani bunları bilseniz ne olacak ki? başınız göğe mi erecek? ( yine baş ve gök metaforunu kullandığımı fark etmişsinizdir. seviyorum arkadaş ne yapayım yani? )çoğunuz yaşamlarınızı bir fanusun içerisinde size sunulan şeylerle idame ettiriyorsunuz. size öğretilenler dışında hiçbir şeye ilgi duymuyorsunuz. aslında tamamen ön koşullanma dumuru sizinki, ama bundan haberiniz dahi yok. hayatlarınızın sınırını başka insanlar çiziyor. olaylara, kişilere bakışınızı, içerisinde yetiştiğiniz çevre belirliyor.

hepinizin bir cv’si var. hep başkaları tarafından belirlenmiş. iyi bir evlatsınız, iyi bir eşsiniz, sadık bir çalışansınız falan filan. kaçınız gerçekten kendinizsiniz merak etmiyor değilim. ama çoğunuzun olmadığını biliyorum.

bu ön koşullanma meselesinin sırrına mazhar olmam 5-6 yaşlarında yaşadığım bir olayla ilintilidir. tam da ilginizi çekebilecek şekilde bir giriş yaparsam fena olmaz. en azından şu ana kadar yazdıklarım hoşunuza gitmemişken bu kısımdan sonra, merak ivmeniz yükselip, biraz olsun yatışabilirsiniz diye düşünüyorum.

efendim o sıralar babamın görevi dolayısıyla bilecik denen şirin ilimizde ikamet ediyoruz. aslında oraya şehir demek için 80 bin şahit lazım. şimdide bilecikliler kızacak ama yapabileceğim bir şey yok. olanı yazmak zorundayım. gerçekler acıtır derler ama ben acıttığı kısmına katılmıyorum. genelde kızdırıyor. bu kalpsiz dünya da, acıyan tek yeriniz, güvende olduğunu düşündüğünüz koca popolarınız. zaten tek derdiniz de, popolarınızı kurtarmak değil mi?

neyse sadede geleyim; o dönemler mahalle kültürü denen bir şey var. şimdilerde ruhuna el fatiha dedik. itinayla gömdük. rahmetli, aslında kültürel açıdan bir zenginlikti. ammavelâkin bize fazla geldi.

herkesin birbirini tanıdığı bir sokakta yaşıyorduk. ilişkiler o kadar sıcak ve candan gözüküyordu ki, matrix’in bu yanıltıcı gerçekliğine bende aldanmıştım. herkes birbirini koruyor, kolluyor, çocuklar kardeş gibi yetişiyordu.

o zamanlar insanları sevmek için elimde yığınla materyal vardı. örneğin hayriye teyzenin börekleri, cemil amca’nın şekerlemeleri bende dünyanın muhteşem bir yer olduğu algısı yaratmıştı. iki katlı ahşap bir evimiz vardı. biraz eski olsa da, bugüne kadar oturduğumuz en muhteşem ev oymuş gibi hissederim.

benim mesaim babam evden çıktıktan yarım saat sonra başlardı. hemen kendimi sokağa atar, arkadaşlarımı örgütler ve çeşitli oyunların oynanmasına öncülük ederdim. mahallemiz çok güvenli bir yer olduğu içinde kimse bize karışmazdı.

yalnız bu güvenli sokağın bir defosu vardı. mahallemizin delisinin geçiş saati. bizim delimiz çok dakik bir adamdı. her gün aynı vakitlerde sokaktan geçer, mahalleyi felce uğratırdı. anneler çocuklarını o gelmeden biraz önce evlerine çağırır, güvenliği tesis ederlerdi.

deli nedir? nasıl olunur? şartları nelerdir? bunların hiç birisini bilmiyorduk. bildiğimiz tek şey o sokağa girdiğinde bizim orada olmamamız gerektiğiydi. zira tehlikeli biri olmalıydı. yoksa o kadar insan neden çocuklarını ondan korumaya çalışsındı ki?

aslında ne annem, ne de babam mahallemizin kadrolu delisi hakkında beni uyarmamıştı. benimkisi kendiliğinden oluşan bir reaksiyondu. mahalleyi boşalt kararı alındı. boşaltılacak. tüm çocuklar evlerine doğru koşarken, ben de istemsizce, içgüdüsel olarak aynı ritüeli gerçekleştiriyordum. o gün de aynısı olmuştu. oyun oynarken bir anda çil yavruları gibi dağılmıştık. eve doğru koşmaya başladım. nefes nefese kalmış bir vaziyette kapıyı çaldım. annem olanca sakinliğiyle kapıyı açtı.

- anne deli geliyor.

- öyle söyleme evladım.

- ama deli

annem o adama deli denmesine kızıyordu. ‘’garip’’ derdi. bunu söylerken, ses tonunda hafiften bir sızı hissederdim. lakin umurumda olmazdı. zira o tehlikeli biriydi. içeri girer girmez üst kata doğru yöneldim. merdivenleri hızlıca çıktım. ve pencerenin kenarına geldim. sokağı gözlüyordum. deli’nin geçişini izlemek tüm çocuklar için rutin bir durum halini almıştı.

uzun saçları vardı. saçı ve sakalı birbirine karışmıştı. boylu poslu bir adamdı. sokaktan geçerken kafasını önüne eğer. kendi kendisine söylenirdi. kadife bir pantolonu ve yeşil bir parkası olduğunu hatırlıyorum. birde o meşhur boğazlı kazağı. üniforma gibi hep aynı şeyleri giyiyordu. parkasının yanından sarkan çantasının içinde neler olduğunu hep merak etmiştik.

başka mahallenin çocuklarına ait eşyaları toplamış olabilirdi. ama biz ona zırnık koklatmamıştık. çünkü işimizi biliyorduk. deli bizi yakalayamıyor, hal böyle olunca da, oyuncuklarımızı ona kaptırmıyorduk. o tam anlamıyla bir çocuk düşmanı olmalıydı. gulyabaninin insana benzeyen versiyonu sokağı terk ettiğinde heyecanla aşağı indim.

- oğlum nereye?

- deli gitti anne. dışarı çıkıyorum.

- geç kalma.

- tamam anne.

sokağın güvenli olduğuna kanaat etmiş olan ben, zafer kazanmış komutan edasıyla sokağa doğru vakur adımlarla ilerliyordum. sahi sizler bu hissi iyi bilirsiniz değil mi? hep kaçarak zafer kazandınız ne de olsa. bana dokunmayan yılan kırk yıl yaşasın mantığı hüküm sürdü yaşamınızda. sakın şimdi yok öyle bir şey, vesaire gibi söylemlerin arkasına sığınmayın. dürüst olun! zira popolarınız halen rahat ve keyifli bir şekilde hüküm sürmekteyse ve oturduğunuz zemin poponuzun altından kaymıyorsa, hep bu sayede… bu arada istisna kardeş, sen bu sözleri üzerine zaten alınmamışsındır.

neyse devam edeyim.

sokak güvenli demiştim. hakikaten de öyle idi. diğer arkadaşlarıma haber vermek için freni boşalmış kamyon gibi koşturuyordum ki, ayağım bir taşa takıldı. yüz üstü yere kapaklandım. başım fena halde acıyor ve debisi çıldırmış bir nehir misali şarıl şarıl kanıyordu. neden sonra birisinin beni kolumdan kavrayarak ayağa kaldırmaya çalıştığını fark ettim.

-haydi, kalk evlat.

canımın yandığına mı üzüleyim yoksa mahallenin delisine yakalandığıma mı bilemiyordum. içimden bir ses kaç kurtul diye böğürüyor, kalbim deli gibi çarpıyordu. bu arada kalbim deli değil. bu bir mecazdır. altını çizmek isterim. ben hayatım da, o ana kadar yaşadığım ilk ve derin ikilemle boğuşurken, kendimi kadrolu delimizin kucaklarında buluveriyorum.

-evin ne tarafta?

ses yok. ağlayamıyorum bile. lakin bir şeyi fark ediyorum, o an benim için mühim bir şey bu. mahallemizin delisi bana bir şey yapmıyor. elimle sokağın köşesindeki evimizi işaret ediyorum. beni eve doğru taşıyor. çektiğim acı üst boyutlarda. ama merakım acımın yerini almış ve onu saf dışı bırakmış durumda. hafifçe başımı okşuyor. kapıya geliyoruz. zili çalıyor. annemin kapıya doğru geldiğini ayak seslerinden anlıyorum.

annem beni o halde mahallemizin delisinin kucağında görünce, panikliyor.

-ne oldu sana, ne oldu?

delimiz cevap veriyor.

-çocuk yere düştü ve başını çarptı hanımefendi. hastaneye götürsek iyi olur.

annem apar topar paltosunu üzerine geçiriyor. ayakkabılarını giyiyor ve dışarı fırlıyor.

annem önde, ben delimizin kucağında arkadan ilerliyoruz. annemin yoldan geçen arabalara el işareti yaptığını görüyorum. ama nafile hiçbir araba durmuyor. korunaklı mahallemizden kimse ortalarda yok. annem panik halde oraya buraya sesleniyor.

sonra nasıl oluyor, ne oluyor kucak değiştirdiğimi fark ediyorum. bir arabanın içerisindeyiz. annemin kucağındayım. az kaldı birazdan hastaneye varacağız diye fısıldıyor bana.

ben o hastaneden başımda altı dikiş ile çıktım. ama asıl mesele bu değil. asıl mesele benim o hastaneden tüm ön yargılardan sıyrılarak çıkmış olmamdır.

sizlerin deli dediğiniz adam yetiştirdi beni o hastaneye. sonra öğrendim. beni annemin kucağına bırakıp, yolun ortasında durmuş. arabanın birini bu şekilde durdurmuş. o araba ile gitmişiz hastaneye.

o olaydan sonra mahallemizin delisi benim için turgut ağabey oldu. onun turgut ağabey olduğu zamanlara da geleceğiz ama önce sizinle aramızdaki meseleyi çözelim.

söylediğim gibi bir fanusun içindesiniz. size garip gelen insanlara farklı etiketler yapıştırıyorsunuz. farklı farklı canavarlar yaratıyor ve bunlardan korkuyorsunuz. oysa asıl canavarlar sizlersiniz. ortalama insan dediğimiz sizler.

sevgisi vasati kırk çöp olan, çakma korkuların hükümdarı, dâhiyane nefretin mucidi hepinizi deliler öpsün…

bana bir şey olmasın...

istisna bey / istisna hanım sizlere de bir şey olmasın.
devamını gör...

büyük ihtimalle mühendislik öğrencisidir onlar. ufo gören masum köylü moduna girmeleri fazla zaman almamıştır.
devamını gör...

bebeğin ağlamasına bile dayanamayan insanların olduğu bir yerde yaşıyoruz çünkü. ha bebeklikten çıkınca da iş bitmiyor, çocukken ''erkekler ağlamaz'' cinsiyet rolü veriliyor hemen. ağır otur da molla desinler gibi bir havası var çoğu kişinin.

sonra, güçsüzlük olarak görülüyor ve insanlar savunmasız hissediyor. oysa ağlamak, gülmek kadar doğaldır. insan mutluluktan da ağlayabilir, yere düşüp bacağını kanattığında da ağlayabilir hatta ruhu acıdığında da ağlar. eğer insan ağlayabiliyorsa sevinmelidir çünkü kimi zaman acı insanın benliğine öyle nüfus eder ki, o acıdan ağlamaya fırsat kalmaz.
devamını gör...

yapar bunlar, hiç şaşırmam.
bütün dünyayı salgına mahkûm ettiler, ilk önce tanı kiti, sonra ilaç, şimdide aşı'sini satıyorlar.
ben bunlardan korkuyor um valla.
devamını gör...

seneye bu zamanlar alt tertip yazarlara devrecilik yapacak, onlara “torun” diyecek olan nesildir. haftada bir sözlüğe su basacağız.*
devamını gör...

her şeyi bilip farkında değilmiş gibi davranınca salak damgası yemek
devamını gör...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim