karamel'in öğrencileri derslerinde motive etmesi
bursa'da soğuktan sığındığı bir ilköğretim okulunda sahiplenilen ve "karamel" adı verilen kediye öğrenciler, öğretmenler ve okul yönetimi ilgiyle bakıyor.
sınıflarda çocuklarla birlikte derse giren karamel, okulun kısa sürede maskotu oldu. öğretmenler karamel'in öğrencileri okula gelmeleri konusunda motive ettiğini söylüyor.
osmangazi ilçesi dikkaldırım mahallesi'ndeki rahmiye malcıoğlu ilkokuluna giren kedi, okul yönetimi tarafından veterinere götürülerek tedavisi ve aşıları yaptırıldıktan sonra sahiplenildi. renklerinden dolayı öğrencilerin "karamel" adını verdiği kedi, ders yapıldığı sırada sınıflarda sıraların üzerinde geziniyor, çocuklarla oynuyor.
okul müdürü mustafa güneş, havaların soğuk olduğu bir günde karamel'in gelip okula sığındığını söyledi.
öğretmen, idareci ve öğrencilerle kediyi sahiplenme kararı aldıklarını belirten güneş, "aşılarını yaptırdık, günlük olarak mamasını ve suyunu da veriyoruz. öğrencilerimizle beraber sınıfa giriyor. amacımız bir yönden de öğrencilerimize hayvan sevgisini verebilmek. çok seviyorlar. okulun maskotu oldu. karamel de kendini buraya ait görüyor. bu yaşlarda çocuklara merhamet duygusunu verebilirsek büyüyünce anlamış olacaklar. tüm hayvanlara merhametle yaklaşmamız gerekiyor. açlarsa doyurmamız, susuzlarsa su vermemiz gerekiyor." ifadelerini kullandı.

buradan
sınıflarda çocuklarla birlikte derse giren karamel, okulun kısa sürede maskotu oldu. öğretmenler karamel'in öğrencileri okula gelmeleri konusunda motive ettiğini söylüyor.
osmangazi ilçesi dikkaldırım mahallesi'ndeki rahmiye malcıoğlu ilkokuluna giren kedi, okul yönetimi tarafından veterinere götürülerek tedavisi ve aşıları yaptırıldıktan sonra sahiplenildi. renklerinden dolayı öğrencilerin "karamel" adını verdiği kedi, ders yapıldığı sırada sınıflarda sıraların üzerinde geziniyor, çocuklarla oynuyor.
okul müdürü mustafa güneş, havaların soğuk olduğu bir günde karamel'in gelip okula sığındığını söyledi.
öğretmen, idareci ve öğrencilerle kediyi sahiplenme kararı aldıklarını belirten güneş, "aşılarını yaptırdık, günlük olarak mamasını ve suyunu da veriyoruz. öğrencilerimizle beraber sınıfa giriyor. amacımız bir yönden de öğrencilerimize hayvan sevgisini verebilmek. çok seviyorlar. okulun maskotu oldu. karamel de kendini buraya ait görüyor. bu yaşlarda çocuklara merhamet duygusunu verebilirsek büyüyünce anlamış olacaklar. tüm hayvanlara merhametle yaklaşmamız gerekiyor. açlarsa doyurmamız, susuzlarsa su vermemiz gerekiyor." ifadelerini kullandı.

buradan
devamını gör...
a boy and his dog
şu savaş mevzuları sağ olsun, bu ara aklıma dünyanın galaksiyi tersten gördüğü kurguların gelmesine sebep oluyor. insanoğlunun yazdığı distopyalar ve kurgu eserlerin bizi götürdüğü alternatif gerçekliğe pek de alternatif arıyormuşuz gibi gözükmüyor. * inatla, ''bunlar kurgu değil hepsini size yaşatacağız oğlum!'' diyen bir kitle ile karşı karşıyayız ve bunların çoğu da hacir altına alınması gereken akli melaikelerini kaybetmiş dedeler. tam bir dedeler çılgınlığı yaşıyoruz. nedense bu dedelerin bilge olanları ancak rüyalara giriyor ya da bir köşede kitaplarını gazetelerini okuyor. oyun sahasında ise balataları çoktan sıyırmış olanları var. onlara, bu oyun sahasını sağlayanlar da ne yazık ki bizleriz. neyse mevzu bu değil zaten. müsaade ederseniz ben size filmden bahsedeceğim;
film esasen harlan ellison'un yazdığı bir öykünün beyaz perde uyarlaması. 1975 yılında çekilmiş. bizi 2024 yılında yaşanan alternatif bir gerçekliğe götürüyor. 3. dünya savaşı aradan çıkmış. 4. dünya savaşı bile yapılmış. * 5 günde dünyanın fişini çekip, ruhuna fatiha okumuşlar. devletler sizlere ömür. dünya büyük bir çöl haline gelmiş. insanlar gruplar halinde yaşamaya çalışıyorlar. yer altına inmişler. böyle bir ortamda vic adında bir hergelenin gözünden dünyayı görüyoruz. yalnız filmde şöyle bir kara mizah örneği de var ki onun altını çizmek lazım. dünya savaşı esnasında şehirler nanay olduğu için kadınların çoğu ölmüş. dünya nüfusunun çoğunluğunu erkekler oluşturuyor. kıyamette doğal olarak böylece kopuyor. * vic 18 yaşında ve beslenme, sığınma gibi ihtiyaçlarının yanında doğal olarak en büyük problemi cinsel açlık. cinsel açlığın afrikası türkiye'nin farklı bir kurgusuyla karşı karşıyayız anlayacağınız. * garibim kadın kadın diye inliyor. ama dünya kıyameti yaşamış. olanlar olmuş. sözlüklerdeki ergenler gibi seks ille de seks diye yazıp çizeceği bir mecra da bulunmadığı için kafayı kırmış durumda. yapsa yapsa mağara resmi yapar ama ona da yeteneği yok.
bu filmdeki asıl sağlam karakter blood. blood bir köpek ama öyle alelade bir köpek değil. telepatik yeteneklere sahip artı iq'su dünya üzerindeki insanların tamamından daha yüksek. akıllı, bilge ve öngörü sahibi bir köpek. yani şu an dünya üzerinde en çok ihtiyacımız olan şeye, alternatif akla sahip. * dedelerin yönettiği ve yok etmeye uğraştığı dünya için blood yeni bir umut olabilirdi zira dünya tarihine de hakim. ayaklı kütüphane mübarek. zaten vic'i adam etmek için çok uğraşıyor. blood'ın filmdeki en önemli görevi; vic'i eğitmek gibi gözükse dahi, vic üzerinden 7/24 insanoğluna giydirerek, mesaj kaygısı açığını ziyadesiyle kapatıyor ve daha önemli bir görev icra etmiş oluyor. vic içinse bu kahredici bir durum haline geliyor zira blood'ın söylediği her şey doğru. insan denen nane kötü bir varlık. aralarında yer alan iyilerde dilsiz şeytan. dünyada yaşanan onca kötülük karşısında asla inisiyatif alıp mevzuyu çözme noktasında etkin olamıyorlar. işleri güçleri üç maymunu oynamak. tabi blood'ın bu eleştirileri yüzünden sürekli tartışıyorlar ama son kertede hep sarılıp barışıyorlar. e sarılmayıp da ne yapsınlar? köpek doğru söylüyor. vic'in ve insanlığın bununla yüzleşmesi gerek. * blood'ın bu tartışmalardaki olgunluğunun da altını çizmemiz lazım. ders niteliğinde bir karakter *
neyse vic'in cinsel açlığın afrikası olan çöllerdeki macerası bir kadını takip ederek yer altına inmesiyle nihayete eriyor. film orada farklı bir yere doğru gidiyor. aslında kapitalizme ruhunu ve bedenini satmış insanoğlunun hicvi o noktadan sonra daha da sertleşiyor. insanlar karın tokluğuna ve sığınma ihtiyaçlarına binaen yöneticilerin kölesi haline geliyorlar. her türlü değerlerinden vazgeçiyorlar. kadınlar sadece kuluçka makinesi olarak görülüyor ve erkeklerin cinsel ihtiyaçlarını gideren varlıklardan öte bir anlamları olmuyor. tüm bunlar da sahte bir inanç perdesiyle meşrulaştırılıyor. yani günümüz dünyasının medeni olarak lanse edilen ağdalı ve ışıltı yönünün altında saklı olan yer altı şehirleri (!) muazzam şekilde hicvediliyor. iki yüzlüğün ifşası...
kanımca bilim kurgu ve distopya severlerin keyifle izleyeceği, bolca acı acı gülümseyeceği ve gülebileceği bir film. izlemediyseniz muhakkak izlemenizi tavsiye edebilirim.
şuraya blood'ın karizmatik ve dimdik ayakta olduğu bir pozu koyayım. yerlerde sürünenin kim olduğu ise aşikardır herhalde *

birbirlerinin üzerine bombalar yağdırıp, göğüslerini gere gere ben insanım diyenlerin de yerlerde sürünmesi temennisi ile kabuk dolusu selamlar.
film esasen harlan ellison'un yazdığı bir öykünün beyaz perde uyarlaması. 1975 yılında çekilmiş. bizi 2024 yılında yaşanan alternatif bir gerçekliğe götürüyor. 3. dünya savaşı aradan çıkmış. 4. dünya savaşı bile yapılmış. * 5 günde dünyanın fişini çekip, ruhuna fatiha okumuşlar. devletler sizlere ömür. dünya büyük bir çöl haline gelmiş. insanlar gruplar halinde yaşamaya çalışıyorlar. yer altına inmişler. böyle bir ortamda vic adında bir hergelenin gözünden dünyayı görüyoruz. yalnız filmde şöyle bir kara mizah örneği de var ki onun altını çizmek lazım. dünya savaşı esnasında şehirler nanay olduğu için kadınların çoğu ölmüş. dünya nüfusunun çoğunluğunu erkekler oluşturuyor. kıyamette doğal olarak böylece kopuyor. * vic 18 yaşında ve beslenme, sığınma gibi ihtiyaçlarının yanında doğal olarak en büyük problemi cinsel açlık. cinsel açlığın afrikası türkiye'nin farklı bir kurgusuyla karşı karşıyayız anlayacağınız. * garibim kadın kadın diye inliyor. ama dünya kıyameti yaşamış. olanlar olmuş. sözlüklerdeki ergenler gibi seks ille de seks diye yazıp çizeceği bir mecra da bulunmadığı için kafayı kırmış durumda. yapsa yapsa mağara resmi yapar ama ona da yeteneği yok.
bu filmdeki asıl sağlam karakter blood. blood bir köpek ama öyle alelade bir köpek değil. telepatik yeteneklere sahip artı iq'su dünya üzerindeki insanların tamamından daha yüksek. akıllı, bilge ve öngörü sahibi bir köpek. yani şu an dünya üzerinde en çok ihtiyacımız olan şeye, alternatif akla sahip. * dedelerin yönettiği ve yok etmeye uğraştığı dünya için blood yeni bir umut olabilirdi zira dünya tarihine de hakim. ayaklı kütüphane mübarek. zaten vic'i adam etmek için çok uğraşıyor. blood'ın filmdeki en önemli görevi; vic'i eğitmek gibi gözükse dahi, vic üzerinden 7/24 insanoğluna giydirerek, mesaj kaygısı açığını ziyadesiyle kapatıyor ve daha önemli bir görev icra etmiş oluyor. vic içinse bu kahredici bir durum haline geliyor zira blood'ın söylediği her şey doğru. insan denen nane kötü bir varlık. aralarında yer alan iyilerde dilsiz şeytan. dünyada yaşanan onca kötülük karşısında asla inisiyatif alıp mevzuyu çözme noktasında etkin olamıyorlar. işleri güçleri üç maymunu oynamak. tabi blood'ın bu eleştirileri yüzünden sürekli tartışıyorlar ama son kertede hep sarılıp barışıyorlar. e sarılmayıp da ne yapsınlar? köpek doğru söylüyor. vic'in ve insanlığın bununla yüzleşmesi gerek. * blood'ın bu tartışmalardaki olgunluğunun da altını çizmemiz lazım. ders niteliğinde bir karakter *
neyse vic'in cinsel açlığın afrikası olan çöllerdeki macerası bir kadını takip ederek yer altına inmesiyle nihayete eriyor. film orada farklı bir yere doğru gidiyor. aslında kapitalizme ruhunu ve bedenini satmış insanoğlunun hicvi o noktadan sonra daha da sertleşiyor. insanlar karın tokluğuna ve sığınma ihtiyaçlarına binaen yöneticilerin kölesi haline geliyorlar. her türlü değerlerinden vazgeçiyorlar. kadınlar sadece kuluçka makinesi olarak görülüyor ve erkeklerin cinsel ihtiyaçlarını gideren varlıklardan öte bir anlamları olmuyor. tüm bunlar da sahte bir inanç perdesiyle meşrulaştırılıyor. yani günümüz dünyasının medeni olarak lanse edilen ağdalı ve ışıltı yönünün altında saklı olan yer altı şehirleri (!) muazzam şekilde hicvediliyor. iki yüzlüğün ifşası...
kanımca bilim kurgu ve distopya severlerin keyifle izleyeceği, bolca acı acı gülümseyeceği ve gülebileceği bir film. izlemediyseniz muhakkak izlemenizi tavsiye edebilirim.
şuraya blood'ın karizmatik ve dimdik ayakta olduğu bir pozu koyayım. yerlerde sürünenin kim olduğu ise aşikardır herhalde *

birbirlerinin üzerine bombalar yağdırıp, göğüslerini gere gere ben insanım diyenlerin de yerlerde sürünmesi temennisi ile kabuk dolusu selamlar.
devamını gör...
yazarların itiraf köşesi
çok sevdiğim ve kaybetmekten çok korktuğum insanları hissetmeyi severim. bedenlerini, ruhlarını, saç tellerinden dudak kıvrımlarına kadar. sadece dokunmaya cesaret edebileceğim insanlara dokunurum. elleri, yüzleri ve saçlarıyla oynar hafızama sonsuz kez kaydetmek isterim. küçüklükten gelen bir alışkanlık bu. mesela sevdiğim biriyle uyurken yanağını tutarım hep, gitmesinden korktugum için midir? bilinmez.
hayatımda en değer verdiğim insan, ailem dediğim kişi, bana aile olan biri. saçları yumuşacık. çok seviyorum onlarla oynamayı. elleri incecik. burnu hafif kemerli, dudakları ince, kirpikleri gür. parka gidiyoruz birlikte, kucağıma yatıyor. ben onun yüzü ve saçlarıyla oynuyorum o bana saatlerce büyük bir hevesle bir şeyler anlatıyor. ıkimiz de küçüğüz ama yaşlıyız.
üzerinden aylar geçiyor. gitmek zorunda kalıyorum. sadece bedenlerimiz ayrılıyor. hala her gün konuşuyoruz. yine günlerin birinde arıyorum, açan yok. bir hafta ulaşamıyorum ona. her gün defalarca arıyorum pes etmeden. bir hafta sonra arıyor beni. hastanedeyim diyor. hastaymışım
"neymiş" diyorum, "hastalığın neymiş?"
biz de bilmiyoruz ki diyor. daha bulamadılar hastalığımı.
1 ay yatıyor hastanede. hala tanı koyulamıyor. bir denek misali her gün farklı bir ilaç deneniyorlar üzerinde. bir ay sonra görmeye gidiyorum onu...
o sevmeye kıyamadığım saçları var ya. dökülmüş hepsi. o incecik zarif elleri delik deşik olmuş iğne izleriyle. o kirpikleri yok artik. zayıf olan bedeni daha da zayıflamış yok olmak ister gibi. gülümsüyorum sadece. konuşamıyorum. konuşursam....
3 yıl gözlerimin önünde eriyor, elimden hiçbir şey gelmeden yok oluşunu izliyorum. ıçimden küfürler savuruyorum hayata. dinmek bilmiyor nefretim.
çaresizlik... bir kor gibi yakıyor içimi
ne benim küçük vücudum, ne de onun bitmiş ruhu dayanıyor bu acıya. gözlerimin önünde yalvarıyor bana. "nolur" diyor. "öleyim artık, bitsin, dinsin bu acılar "
"şşstt geçecek canımın içi, geçecek. hayallerimizi gerçeklestirecegiz, deme öyle"
gözlerime öyle bir acıyla ve çaresizlikle bakıyor ki. ölmek istiyorum, yok olmak. hiç var olmamış olmak o öyle baktıkça ben bir yaş daha yaşlanıyorum. onun gözünden göz yaşları aktıkça nefret ediyorum ağlamaktan.
neyse fazla uzattım lafı yine. ilk sigaramı onun gidişine yakıyorum. ondan geriye bir battaniye ve bir fotoğraf kalıyor bana. yavaş yavaş sesini unutmaya başlıyorum önce. daha sonra rüyalarıma da uğramaz oluyor. en son ne zaman geldi rüyalarıma, hatırlamıyorum...
bu gece saat 5 e dogru. parmak uçlarımda hissediyorum onu. saçlarının her telini, olmayan kirpiklerini, dudaklarını, yüzünün her bir zerresini. hissediyorum gülümsüyor. ağlıyorum, deliler gibi ağlıyorum. gitme diyorum yalvarırım gitme. yine bir başıma bırakma beni şu dünyada, yalvarırım...
o gidiyor, ben uyanıyorum, tekrar uyumak istiyorum, uyuyamayacak kadar bitkinim. yastığım sırılsıklam. ağzımın içi bok gibi. canım acıyor, ruhumun her zerresi...
hayatımda en değer verdiğim insan, ailem dediğim kişi, bana aile olan biri. saçları yumuşacık. çok seviyorum onlarla oynamayı. elleri incecik. burnu hafif kemerli, dudakları ince, kirpikleri gür. parka gidiyoruz birlikte, kucağıma yatıyor. ben onun yüzü ve saçlarıyla oynuyorum o bana saatlerce büyük bir hevesle bir şeyler anlatıyor. ıkimiz de küçüğüz ama yaşlıyız.
üzerinden aylar geçiyor. gitmek zorunda kalıyorum. sadece bedenlerimiz ayrılıyor. hala her gün konuşuyoruz. yine günlerin birinde arıyorum, açan yok. bir hafta ulaşamıyorum ona. her gün defalarca arıyorum pes etmeden. bir hafta sonra arıyor beni. hastanedeyim diyor. hastaymışım
"neymiş" diyorum, "hastalığın neymiş?"
biz de bilmiyoruz ki diyor. daha bulamadılar hastalığımı.
1 ay yatıyor hastanede. hala tanı koyulamıyor. bir denek misali her gün farklı bir ilaç deneniyorlar üzerinde. bir ay sonra görmeye gidiyorum onu...
o sevmeye kıyamadığım saçları var ya. dökülmüş hepsi. o incecik zarif elleri delik deşik olmuş iğne izleriyle. o kirpikleri yok artik. zayıf olan bedeni daha da zayıflamış yok olmak ister gibi. gülümsüyorum sadece. konuşamıyorum. konuşursam....
3 yıl gözlerimin önünde eriyor, elimden hiçbir şey gelmeden yok oluşunu izliyorum. ıçimden küfürler savuruyorum hayata. dinmek bilmiyor nefretim.
çaresizlik... bir kor gibi yakıyor içimi
ne benim küçük vücudum, ne de onun bitmiş ruhu dayanıyor bu acıya. gözlerimin önünde yalvarıyor bana. "nolur" diyor. "öleyim artık, bitsin, dinsin bu acılar "
"şşstt geçecek canımın içi, geçecek. hayallerimizi gerçeklestirecegiz, deme öyle"
gözlerime öyle bir acıyla ve çaresizlikle bakıyor ki. ölmek istiyorum, yok olmak. hiç var olmamış olmak o öyle baktıkça ben bir yaş daha yaşlanıyorum. onun gözünden göz yaşları aktıkça nefret ediyorum ağlamaktan.
neyse fazla uzattım lafı yine. ilk sigaramı onun gidişine yakıyorum. ondan geriye bir battaniye ve bir fotoğraf kalıyor bana. yavaş yavaş sesini unutmaya başlıyorum önce. daha sonra rüyalarıma da uğramaz oluyor. en son ne zaman geldi rüyalarıma, hatırlamıyorum...
bu gece saat 5 e dogru. parmak uçlarımda hissediyorum onu. saçlarının her telini, olmayan kirpiklerini, dudaklarını, yüzünün her bir zerresini. hissediyorum gülümsüyor. ağlıyorum, deliler gibi ağlıyorum. gitme diyorum yalvarırım gitme. yine bir başıma bırakma beni şu dünyada, yalvarırım...
o gidiyor, ben uyanıyorum, tekrar uyumak istiyorum, uyuyamayacak kadar bitkinim. yastığım sırılsıklam. ağzımın içi bok gibi. canım acıyor, ruhumun her zerresi...
devamını gör...
ankara'da öz kızını hamile bırakan babanın evinin köylüler tarafından ateşe verilmesi
adam tutuklanmis ,ev halkı nerde yaşayacak şimdi karda kışta bir dusunsenize . çok zenginlermis gibi mi görünüyor o eve bakinca. noldu yani evi yakınca mahallelinin malligi.adamı bulun adamı yakın.
devamını gör...
eksternal sefalik versiyon
makat prezentasyon'u yüz prezentasyonu'na çevirmeyi amaçlayan manevraya verilen isimdir.
kural olarak gebeliğin 36.haftayı geçmiş olması ve doğumun başlamamış olması gerekir.
polihidroamnios, multiparite başarı şansını artırmaktadır.
kural olarak gebeliğin 36.haftayı geçmiş olması ve doğumun başlamamış olması gerekir.
polihidroamnios, multiparite başarı şansını artırmaktadır.
devamını gör...
küçük kardeş terörü
lise sona kadar aynı sınıfta okuduğum bir buçuk yaş küçük kardeşimle yaşadığım durum.
kötü notum benden önce eve giderdi.
kötü notum benden önce eve giderdi.
devamını gör...
rocky
1976 yapımı abd filmi. 10 dalda oscar ödülüne aday gösterilip, en iyi film, en iyi yönetmen ve en iyi kurgu dallarında bu ödülü kazanmıştır.
o zamanlar hiç tanınmayan bir aktör olan sylvester stallone 'nin aynı zamanda senaryosunu yazdığı ve başrolünde oynadığı film, işsiz ve parasız biri olan rocky balboa 'nın hikayesini anlatmaktadır.
--! spoiler !--
boş zamanlarında amatör boks yapan rocky, gündüzleri değişik işlerde çalışmakta, geçimini zar-zor sağlamaktadır. adrian adlı bir kızla tanışan rocky, onunla evlenmek için daha çok para kazanması gerektiğini düşünmektedir. bu sıralarda, parlak bir boksör olan apollo creed, gösteri maçı yapacak bir boksör aramaktadır. amacı, ringde kolayca pataklayacağı birini bulup, azalmaya başlayan şöhretini tekrar kazanmaktır. ancak, rocky ile yaptığı bu boks maçı, hiç beklemediği bir şekilde gelişir. boks maçı, rocky 'nin sefaletten kurtulma maçıdır.
--! spoiler !--
aslında basit bir boks filmi gibi gözükse de, alt metninde müthiş sosyolojik sorgulamalar yapan bir filmdir. hayatın herkese eşit davranmadığı, hayallerine ulaşabilmek için çok çalışmak gerektiği ancak bazen ne kadar çok çalışsan da bazı şeylere ulaşamayacağın gerçeğini anlatmaya çalışan film, bence tüm zamanların en iyi spor konulu filmidir.
2. ve 3. filminde idare eden, 4. filmle dönemin soğuk savaş unsurlarını, final de biraz da barış unsurlarını ön plana çıkartıp sunarak ve izleyiciye heyecan katarak, 5. ve 6. filmlerde ise sadece gişe filmi özelliğine kavuşan rocky, her sinemaseverin arşivinde bulunması, arada bir açıp izlenmesi gereken bir filmdir.
o zamanlar hiç tanınmayan bir aktör olan sylvester stallone 'nin aynı zamanda senaryosunu yazdığı ve başrolünde oynadığı film, işsiz ve parasız biri olan rocky balboa 'nın hikayesini anlatmaktadır.
--! spoiler !--
boş zamanlarında amatör boks yapan rocky, gündüzleri değişik işlerde çalışmakta, geçimini zar-zor sağlamaktadır. adrian adlı bir kızla tanışan rocky, onunla evlenmek için daha çok para kazanması gerektiğini düşünmektedir. bu sıralarda, parlak bir boksör olan apollo creed, gösteri maçı yapacak bir boksör aramaktadır. amacı, ringde kolayca pataklayacağı birini bulup, azalmaya başlayan şöhretini tekrar kazanmaktır. ancak, rocky ile yaptığı bu boks maçı, hiç beklemediği bir şekilde gelişir. boks maçı, rocky 'nin sefaletten kurtulma maçıdır.
--! spoiler !--
aslında basit bir boks filmi gibi gözükse de, alt metninde müthiş sosyolojik sorgulamalar yapan bir filmdir. hayatın herkese eşit davranmadığı, hayallerine ulaşabilmek için çok çalışmak gerektiği ancak bazen ne kadar çok çalışsan da bazı şeylere ulaşamayacağın gerçeğini anlatmaya çalışan film, bence tüm zamanların en iyi spor konulu filmidir.
2. ve 3. filminde idare eden, 4. filmle dönemin soğuk savaş unsurlarını, final de biraz da barış unsurlarını ön plana çıkartıp sunarak ve izleyiciye heyecan katarak, 5. ve 6. filmlerde ise sadece gişe filmi özelliğine kavuşan rocky, her sinemaseverin arşivinde bulunması, arada bir açıp izlenmesi gereken bir filmdir.
devamını gör...
bir kadının en savunmasız olduğu an
türkiye’de yaşadığı her an.
devamını gör...
benjamin button'ın tuhaf hikayesi
aslında gerçek bir hikayeden uyarlanmış. 1734 yılında bir çocuk yaşlı insanlarda gösterilen belirtilerle doğru. fazla değil 16 yıl yaşadı. ama bu 16 yıl eziyet gibi geçti ebeveynleri için. adını bile tam öğrenemedi bu çocuk. normal çocuklar gibi koşup oynayamadı. kendi yemeğini bile yiyemedi hiç. osmanlının kosova vilayetinden olan bu çocuk lanetli olarak gözüküyordu. kosova kadısının uyarısı ve yaptırımlarıyla çocuk ve ailesi korunmuşlar. amaaan daha uzatamıyacağım. yok öyle bir şey zaten.
devamını gör...
sözlüğün en güzel olduğu saatler
kesinlikle bu saatler. kinci, nefret kusan tayfa yok ortalarda. huzur çökmüş sözlüğe. mis gibi ortam.
devamını gör...
umut
"umutsuz durumlar yoktur, umutsuz insanlar vardır. ben hiçbir zaman umudumu yitirmedim - atatürk.
peki nedir umut?
yunan mitolojisine göre zeus, insanlara götürülmesi yasak olan ateşi, tanrılar katından çalarak yeryüzüne indirip insanlara götürdüğü için prometheus’u cezalandırır.
zeus ateşten yararlanan insanoğlunu da cezalandırmak ister.
tanrısal güzellikteki pandora’yı prometheus’un kardeşi epimetheus’a eş olarak gönderir.
gönderirken de yanına topraktan yapılmış kapalı bir küp verir. epimetheus, ağabeyi prometheus’un zeus’dan gelecek hiçbir şeyi kabul etmemesi uyarısına karşın pandora’nın güzelliğine dayanamaz ve onunla evlenir.
pandora bir zaman sonra merakına yenik düşer ve küpün kapağını açar. açmasıyla birlikte küpün içindeki kötülükler dünyaya yayılır.
pandora son bir çabayla küpün kapağını kapatır. içeride yalnızca umut kalmıştır.
küpün içinde kalan umut insanların içindeki umudu temsil eder.
“ne yaparsan yap, ama adalıların rüyalarını çalmaya kalkma... bir umuda bağlanmak isteyen komşularına bunun yalan olduğunu söyleme, kimseyi gerçekçi olmaya çağırma...çünkü bunalan insanların, yalan bile olsa bir umuda sığınma ihtiyaçları, gerçeği söyleyenlerden nefret etmesine yol açıyor...aradan bir süre geçip haklı çıksan bile bir şey ifade etmiyor bu...çünkü o zamana kadar başlangıçtaki koşulları unutmuş oluyorlar” - zülfü livaneli.
şili'nin kuzeyinde bulunan dünyanın en kurak çölü olan atacama çölü’nde ot bitmezken bir yağmur umut verir…çöl çiçeklerle donanır. çöl bile bir gün yağmur yağacak diye umut içinde beklerken kimi insan ise umudunu yitirmiştir.
“bir insan parasını kaybetmişse, hiçbir şeyini kaybetmemiş demektir, sıhhatini kaybetmişse, hayatının yarısını kaybetmiş demektir, umudunu kaybetmişse, her şeyini kaybetmiş demektir” - konfüçyüs.
umut her zaman vardır. peşinden gitmeye cesaretiniz varsa, bütün umutlarınız gerçekleşebilir. umudunuzu her zaman koruyun. dünyadaki en güzel duygu, ihtimallerin sonsuz olduğunu bilmektir.
peki nedir umut?
yunan mitolojisine göre zeus, insanlara götürülmesi yasak olan ateşi, tanrılar katından çalarak yeryüzüne indirip insanlara götürdüğü için prometheus’u cezalandırır.
zeus ateşten yararlanan insanoğlunu da cezalandırmak ister.
tanrısal güzellikteki pandora’yı prometheus’un kardeşi epimetheus’a eş olarak gönderir.
gönderirken de yanına topraktan yapılmış kapalı bir küp verir. epimetheus, ağabeyi prometheus’un zeus’dan gelecek hiçbir şeyi kabul etmemesi uyarısına karşın pandora’nın güzelliğine dayanamaz ve onunla evlenir.
pandora bir zaman sonra merakına yenik düşer ve küpün kapağını açar. açmasıyla birlikte küpün içindeki kötülükler dünyaya yayılır.
pandora son bir çabayla küpün kapağını kapatır. içeride yalnızca umut kalmıştır.
küpün içinde kalan umut insanların içindeki umudu temsil eder.
“ne yaparsan yap, ama adalıların rüyalarını çalmaya kalkma... bir umuda bağlanmak isteyen komşularına bunun yalan olduğunu söyleme, kimseyi gerçekçi olmaya çağırma...çünkü bunalan insanların, yalan bile olsa bir umuda sığınma ihtiyaçları, gerçeği söyleyenlerden nefret etmesine yol açıyor...aradan bir süre geçip haklı çıksan bile bir şey ifade etmiyor bu...çünkü o zamana kadar başlangıçtaki koşulları unutmuş oluyorlar” - zülfü livaneli.
şili'nin kuzeyinde bulunan dünyanın en kurak çölü olan atacama çölü’nde ot bitmezken bir yağmur umut verir…çöl çiçeklerle donanır. çöl bile bir gün yağmur yağacak diye umut içinde beklerken kimi insan ise umudunu yitirmiştir.
“bir insan parasını kaybetmişse, hiçbir şeyini kaybetmemiş demektir, sıhhatini kaybetmişse, hayatının yarısını kaybetmiş demektir, umudunu kaybetmişse, her şeyini kaybetmiş demektir” - konfüçyüs.
umut her zaman vardır. peşinden gitmeye cesaretiniz varsa, bütün umutlarınız gerçekleşebilir. umudunuzu her zaman koruyun. dünyadaki en güzel duygu, ihtimallerin sonsuz olduğunu bilmektir.
devamını gör...
normal sözlük'te moderatörler seçimle belirlensin kampanyası
devamını gör...
m.ö. 26 ocak 1213 firavun 2. ramses'i mumyalayan işçilerin yevmiyelerinin verilmemesi rezaleti
söz hakkımın olduğunu düşünerek herkesi sükunete davet ettiğim olaydır.
(bkz: ey çaylak sen kimsin ya)
(bkz: ey çaylak sen kimsin ya)
devamını gör...
100 yazarın 800 tanımı geçmesi
bu listede olmak bana gurur verdi.
devamını gör...
homofobik bireylerin homofobik olduklarını kabul etmemesi
herhangi bir şekilde ayrımcılık yapan insanların bir çoğu için geçerli önerme.
özellikle "... değilim ama" şeklinde devam eden cümlelerin sahipleri için geçerli bu durum.
özellikle "... değilim ama" şeklinde devam eden cümlelerin sahipleri için geçerli bu durum.
devamını gör...
klasik kitap okuyamam diyen genç
klasik eserleri okuyan insanlar genelde insanları sınıflandırmaz, aşağılamaktan kaçınırlar. çünkü bu kitapların çoğu baskılardan, adaletsizlikten, insanların aşağılanmasından ötürü yazılmıştır. bulundukları toplumu, sınıfsal ayrımları anlattıkları için klasik olup her dönem okunmuştur. o yüzden ne diyeyim, okumak bir meziyet değil anlamak mesele.
günümüzde yaşamın hızlı akması sebebiyle klasik kitapların içeriğinin ona bir şey katmayacağı yanılgısına düşen gençtir. eğitilmeli yetiştirilmeli ve hoşgörü ile kitaplarla tanıştırılmalıdır.
günümüzde yaşamın hızlı akması sebebiyle klasik kitapların içeriğinin ona bir şey katmayacağı yanılgısına düşen gençtir. eğitilmeli yetiştirilmeli ve hoşgörü ile kitaplarla tanıştırılmalıdır.
devamını gör...
pilav kaşıkla mı çatalla mı yenir sorunsalı
pilavı çatalla yiyebilenlerin olduğunu öğrendiğimiz müthiş başlık.
bundan sonra uzaylılar gelmedi bik bik demeyin alüminyum. adamlar çoktan tr'ye iniş yapmış ve üstüne bir de pilav yiyorlar...
bundan sonra uzaylılar gelmedi bik bik demeyin alüminyum. adamlar çoktan tr'ye iniş yapmış ve üstüne bir de pilav yiyorlar...
devamını gör...
sait faik abasıyanık
türk edebiyatında denizden bu kadar hoşlanan, doğayı, hayvanları, insanları bu kadar seven ve onlara farklı pencerelerden bakmamıza olanak sağlayan bir yazarımız, sait faik'imiz olduğu için çok şanslıyız.
eğer sait faik'i daha önce hiç okumadıysanız, ilk olarak ''haritada bir nokta'' hikayesini okumanızı öneririm. sait faik, bir aradan sonra yazı dünyasına geri dönmüş ve bu çabasını daha doğrusu dönme nedenini de haritada bir nokta hikayesinde belirtmiştir:
''yazı bile yazmayacaktım. yazı yazmak da bir hırstan başka neydi? burada namuslu insanlar arasında sakin ölümü bekleyecektim. hırs, hiddet neme gerekti? yapamadım. koştum tütüncüye, kalem kâğıt aldım. oturdum. adanın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkardım. kalemi yonttum. yonttuktan sonra tuttum öptüm. yazmasam deli olacaktım.''
ayrıca eğer yazar olmak gibi bir hayaliniz varsa, sait faik'in eserlerini muhakkak okumalısınız. özellikle sırayla okumak sait faik'i tanımak için daha yararlı olacaktır çünkü sait faik, son eseri ''alemdağ'da var bir yılan (kitap)''da hastalığının kendisine verdiği olumsuz düşüncelerle daha karamsar yazmıştır. gerçi benim için fazlasıyla kaliteli bir eserdi, sait faik'in karamsarlığı bile insana çok şey katacak cinsten çünkü. sait faik'in hastalığı ve karamsarlığı demişken, agop arad, sait faik ve hastalığı hakkında şunları söylemiştir:
küçük insanların hayatını, mutluluklarını, dertlerini yazan bu büyük deha bilmem herhalde hastanede yatmaktan korkmuştu... ''arad, galiba biz gidiyoruz,'' dedi. teselli ettim, üzülerek hastaneden çıktım. 11 mayıs sabahı büyük yazarı kaybettik. hâlâ yanarım.
eğer sait faik'i daha önce hiç okumadıysanız, ilk olarak ''haritada bir nokta'' hikayesini okumanızı öneririm. sait faik, bir aradan sonra yazı dünyasına geri dönmüş ve bu çabasını daha doğrusu dönme nedenini de haritada bir nokta hikayesinde belirtmiştir:
''yazı bile yazmayacaktım. yazı yazmak da bir hırstan başka neydi? burada namuslu insanlar arasında sakin ölümü bekleyecektim. hırs, hiddet neme gerekti? yapamadım. koştum tütüncüye, kalem kâğıt aldım. oturdum. adanın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkardım. kalemi yonttum. yonttuktan sonra tuttum öptüm. yazmasam deli olacaktım.''
ayrıca eğer yazar olmak gibi bir hayaliniz varsa, sait faik'in eserlerini muhakkak okumalısınız. özellikle sırayla okumak sait faik'i tanımak için daha yararlı olacaktır çünkü sait faik, son eseri ''alemdağ'da var bir yılan (kitap)''da hastalığının kendisine verdiği olumsuz düşüncelerle daha karamsar yazmıştır. gerçi benim için fazlasıyla kaliteli bir eserdi, sait faik'in karamsarlığı bile insana çok şey katacak cinsten çünkü. sait faik'in hastalığı ve karamsarlığı demişken, agop arad, sait faik ve hastalığı hakkında şunları söylemiştir:
küçük insanların hayatını, mutluluklarını, dertlerini yazan bu büyük deha bilmem herhalde hastanede yatmaktan korkmuştu... ''arad, galiba biz gidiyoruz,'' dedi. teselli ettim, üzülerek hastaneden çıktım. 11 mayıs sabahı büyük yazarı kaybettik. hâlâ yanarım.
devamını gör...

