insanların genelde doğdukları mevsimi sevmesi
benim dahil olmadığım başlık. ağustos’un sonlarında doğdum ama baharları seviyorum.
devamını gör...
ilya repin
1844-1930 yılları arasında yaşamış realist rus ressam. portre ressamı olması sebebiyle özellikle yüz ifadelerini çok gerçekçi ve başarılı çizen muhteşem bir ressam kendisi.
bir kere daha paylaşmıştım ama her gördüğümde beni çok etkilediği için eklemezsem olmayacak. olayın korkunçluğu ancak bu kadar başarılı resmedilebilir.
ivan the terrible killing his son (1885)
türk sultanına mektup yazan zaporojya kazakları (1880-1891) tablosu, 4. mehmed'in zaporojya kazaklarına direnmeden teslim olmalarını isteyen mektubuna karşılık, kazakların dalga geçerek hakaret dolu bir cevap yazdıkları sahneyi anlatıyor. tabloyu çar ııı. aleksandr satın almış ve dönemin en pahalı tablosu olmuş. hepsinin nasıl eğlendiğini yüzlerinden okuyabiliyoruz.

“beni çevreleyen herşey, bana çok büyük heyecan veriyor, beni rahat bırakmıyor ve onları resime dökmemi talep ediyor; gerçeklik insanı öyle hiddetlendiriyor ki, onu vicdan rahatlığıyla bir örgü örneği gibi resmetmek mümkün değil.”
eserlerini incelemek için buradan
kaynak
bir kere daha paylaşmıştım ama her gördüğümde beni çok etkilediği için eklemezsem olmayacak. olayın korkunçluğu ancak bu kadar başarılı resmedilebilir.
türk sultanına mektup yazan zaporojya kazakları (1880-1891) tablosu, 4. mehmed'in zaporojya kazaklarına direnmeden teslim olmalarını isteyen mektubuna karşılık, kazakların dalga geçerek hakaret dolu bir cevap yazdıkları sahneyi anlatıyor. tabloyu çar ııı. aleksandr satın almış ve dönemin en pahalı tablosu olmuş. hepsinin nasıl eğlendiğini yüzlerinden okuyabiliyoruz.
“beni çevreleyen herşey, bana çok büyük heyecan veriyor, beni rahat bırakmıyor ve onları resime dökmemi talep ediyor; gerçeklik insanı öyle hiddetlendiriyor ki, onu vicdan rahatlığıyla bir örgü örneği gibi resmetmek mümkün değil.”
eserlerini incelemek için buradan
kaynak
devamını gör...
normal sözlük 1. istanbul zirvesi
bir cenk'in arka bahçesi tasarımı olarak yaka kartlarımızla mekanda onlaynız.
sadece zirveye gelenler bu bu kartı alabiliyomuş diyolllaa*
sadece zirveye gelenler bu bu kartı alabiliyomuş diyolllaa*
devamını gör...
islam ile hristiyanlık arasındaki en temel fark
iki din arasındaki en temel fark şüphesiz tanrı'nın algılanış biçimidir. islam inancı tanrı'yı insani tüm özelliklerden tümüyle ayırır. tevrat'ın tanrı'yı tasvir edişi ve hristiyanlıktaki üçlemeden farklı olarak islam, tevhid inancı ile birlikte antropomorfizm düşünceyi tümüyle reddeder. kur'an'daki tanrı tanımalarına bakıldığında "bir ve tek" anlamına gelen "vahd" kökünden türemiş birçok kavram görülebilir. yine tevrat'a göre musa, tanrı ile yüz yüze görüşmüştür. yakub, insan şekline bürünmüş olan tanrı ile güreşmiş ve üstelik yenmiştir de. hristiyan düşünceye göre de isa bu örneklere benzer bir konumdadır. bunların aksine kur'an'da "gözler onu göremez, o ise bütün gözleri görür" şeklinde bahsedilir. bu bağlamda iki din arasındaki farkın "cebrail" olduğu da söylenebilir. tamamen gözlemsel olarak bakıldığında hristiyan ve yahudilikte tanrı'ya ulaşım kolaydır, insani boyutta rastlanabilir düzeydedir. islam ise bunu bir aracı ile yapar, asla tanrıyla yüz yüze gelinemez. bu aracı da yine tanrı'nın kendi yarattığı, insanın bir payının olmadığı bir araçtır. kur'an'da muhammed dönemindeki putperestlerden bahsedilirken özellikle "müşrik" tanımlaması yapılır, ki bu konu için önemli bir noktadır bence.
aynı zamanda muhammed kendi döneminde resim, heykel, put gibi görsellerin yapımını yasaklamıştır. bu, hem coğrafyada hakim olan adetler yüzünden allah'a ulaşmak için bir araç yapılmasını hem de muhammed'in resmedilmesini (hoş o dönem halkın insan resmi çizmek gibi zevkleri de yoktu ama) imkansız hale getirmiştir.
sonuca gelirsem, bunu metnini bütününde olduğu gibi olumlu veya olumsuz bir anlam yükleyerek yapmıyorum, islam hayal edilemeyecek bir tanrı ortaya koymuştur: allah. yani, kuran'ın tanrısına inanmış bir kişi tanrıyı hayal ettiğinde boşluktan, sonsuzluktan başka bir şey bulamaz. onu herhangi bir kalıba, biçime sıkıştırmadığı için tanrı her şeydir, her yerdir, her yerdedir.
kişisel: yine tüm bu söylediklerim benim gibi teistlerin zaman zaman panteizm, omnizm gibi kavramlar arasında gidip gelmesine sebep olabilir.
aynı zamanda muhammed kendi döneminde resim, heykel, put gibi görsellerin yapımını yasaklamıştır. bu, hem coğrafyada hakim olan adetler yüzünden allah'a ulaşmak için bir araç yapılmasını hem de muhammed'in resmedilmesini (hoş o dönem halkın insan resmi çizmek gibi zevkleri de yoktu ama) imkansız hale getirmiştir.
sonuca gelirsem, bunu metnini bütününde olduğu gibi olumlu veya olumsuz bir anlam yükleyerek yapmıyorum, islam hayal edilemeyecek bir tanrı ortaya koymuştur: allah. yani, kuran'ın tanrısına inanmış bir kişi tanrıyı hayal ettiğinde boşluktan, sonsuzluktan başka bir şey bulamaz. onu herhangi bir kalıba, biçime sıkıştırmadığı için tanrı her şeydir, her yerdir, her yerdedir.
kişisel: yine tüm bu söylediklerim benim gibi teistlerin zaman zaman panteizm, omnizm gibi kavramlar arasında gidip gelmesine sebep olabilir.
devamını gör...
stendhal sendromu
bir sanat eseri karşısında yaşam damarlarından birinin kopmasına benzer bir hal içine girerek geçici bir bitkisel hayat durumuna girmektir.
parma manastırı ve kırmızı ile siyah kitaplarının büyük yazarı stendhal santa croce bazilikasını gezerken gördükleri karşısında nutku tutulu, kalp atışı müthiş hızlanır; insanın aşık olduğunu anladığı o ilk anki duyguların kelebeklerden azade bir halini yaşar.

bu durum bana türkiye’nin seri katilleri kolici ve çivici’nin aynı hücreye konacakları sırada kolici’nin korkup “ beni bu adamla aynı yere koymayın, o bir katil” diyerek ağlamasını hatırlattı. hazret öldürdüğü insanları kolilere koyup çöpe attığı için hapisteyken insanları çivi ile öldüren seri katilden sanki kendisi hayali koli ihracatından yakalanmış gibi korkması akıllara zarardı. stendhal de kendi yarattığı muhteşemlikler bir yanda dururken başka sanat eserlerinden böylesine etkilenerek beni çok şaşırtmıştır.

bu sendromla ilgili başka bir konu ise chuck palahnuik’un bu sendromdan hareketle yazdığı “ günce” isimli romandır. chuck project mayhem isimli öyküyü bir araba tamircisi ilken yazan daha sonra ise dövüş kulübü isimli efsane romana çeviren, kapitalizme savaş açmış yazar arkadaşımızdır.

girdiği bu savaşı kapitalizm saflarına geçerek kaybeden chuck stendhal sendromunun bir suç aracı olarak kullanılabileceğini gösterdiği romanı günce ile suç alemine girmek isteyen gençler için bir yöntemler rehberi kurmuş, ayrıca kapitalizm saflarında yerini aldığını bize kanıtlamıştır zira roman filme çekilmek için yazıldığını bar bar bağırmaktadır.

eğer böyle bir sendroma yakalanırsanız ve hareket edemeyecek hale gelirseniz türkiye’de yaşadığınız hatırlamanız sizi hayatta tutacaktır.
parma manastırı ve kırmızı ile siyah kitaplarının büyük yazarı stendhal santa croce bazilikasını gezerken gördükleri karşısında nutku tutulu, kalp atışı müthiş hızlanır; insanın aşık olduğunu anladığı o ilk anki duyguların kelebeklerden azade bir halini yaşar.

bu durum bana türkiye’nin seri katilleri kolici ve çivici’nin aynı hücreye konacakları sırada kolici’nin korkup “ beni bu adamla aynı yere koymayın, o bir katil” diyerek ağlamasını hatırlattı. hazret öldürdüğü insanları kolilere koyup çöpe attığı için hapisteyken insanları çivi ile öldüren seri katilden sanki kendisi hayali koli ihracatından yakalanmış gibi korkması akıllara zarardı. stendhal de kendi yarattığı muhteşemlikler bir yanda dururken başka sanat eserlerinden böylesine etkilenerek beni çok şaşırtmıştır.

bu sendromla ilgili başka bir konu ise chuck palahnuik’un bu sendromdan hareketle yazdığı “ günce” isimli romandır. chuck project mayhem isimli öyküyü bir araba tamircisi ilken yazan daha sonra ise dövüş kulübü isimli efsane romana çeviren, kapitalizme savaş açmış yazar arkadaşımızdır.

girdiği bu savaşı kapitalizm saflarına geçerek kaybeden chuck stendhal sendromunun bir suç aracı olarak kullanılabileceğini gösterdiği romanı günce ile suç alemine girmek isteyen gençler için bir yöntemler rehberi kurmuş, ayrıca kapitalizm saflarında yerini aldığını bize kanıtlamıştır zira roman filme çekilmek için yazıldığını bar bar bağırmaktadır.

eğer böyle bir sendroma yakalanırsanız ve hareket edemeyecek hale gelirseniz türkiye’de yaşadığınız hatırlamanız sizi hayatta tutacaktır.
devamını gör...
çevre ve şehircilik bakanlığı'nın ismi değişiyor
15 temmuz ve çevre bakanlığı olacak sandım.
devamını gör...
unutulmayan aşk-ı memnu replikleri
“beni beni bihteri” tabi ki. (bkz: swh)
devamını gör...
z kuşağının normal sözlük'e girişinin yasaklanması gerekliliği
durumunuz varsa rica ederim okuyun, okumazsanız da canınız sağ olsun.
ben de bir z kuşağı bireyi olarak bu başlıkta yazmakta kendimi zorunlu hissettim.
z kuşağını bir grup kafasında o kadar çok büyütüyor ki ‘geleceğin kurtarıcıları, büyük nesil’ diyor, bir grup ‘teknolojinin köleleri, ailelere saygıları yok, tembeller, vurdumduymazlar’ diyor. bakın biz bu soktuğunuz kalıpların hiçbirisi değiliz. teknoloji diye bahsettiğiniz olay biz doğduğumuz andan önce de vardı biz onun içine doğduk. 5 yaşındayken o tüplü bilgisayarlardan kendi başıma internete girip oyunlar oynayabiliyorsam-ki kimse öğretmemişti, genelimiz de başkasından görerek öğrenmedi zaten.- evet farklı bi bakış açısıyla doğduk. kendi doğrularımızı ailemizden taklit ederek almıyoruz, internetten hızlıca doğru bilgiye ulaşabiliyoruz, buysa bizi farklı yapan evet farklıyız. bizi ‘tiktok’ denen bir uygulama ile bağdaştırmışsınız ama kendi adıma konuşayım o uygulamayı ben de sizinle beraber duydum, hiçbir zaman da üye olmadım ha bu o uygulamayı ayıplı bir şey mi yapar? hayır.
ben bir z kuşağı bireyiyim, üniversite sınavına hazırlanan bir gencim, gelecek kaygısından kalbi sıkışan, belirsizlikten korkan bu yüzden doktora gitmesi gereken bir gencim. “gençler yurt dışına özeniyor” deniyor. şunu söyleyebilirim geleceğin beyin takımı diyebileceğim çoğu insan ümitsizliğe kapılıyor. hayali sadece yurtdışında yaşamak olan ve bu yüzden eşek gibi çalışan çok insan var. onları görünce ne diyebilirim ki haklılar. biz bir “at yarışı” içerisindeyiz, ama bu yarış iyi bir üniversite için değil, işsiz kalmamak için yapılıyor.
çok uzatmışım farkındayım, peki kafa sözlük bunun neresinde? z kuşağı konuşmak istiyor, biz büyüklerin “sen küçüksün, geçmişi görmedin, bu ülke nerelerden bugüne geldi?..” laflarından sıkılan insanlarız. kaç tanım girdim bu ikincisi olacak gündem ile ilgili yazdığım.
ben toz pembe dünyadayım sözlük, bir şeylerin değişmesini isteyen o ateşin etrafındayım diyeyim. kafa sözlük benim kafamın karışıklığının dışavurumu, sevdiğim ilgilendiğim konular var, araştırıyorum yazıyorum. okuyorum en önemlisi a,b,c fark etmeksizin herkesin düşüncesini okuyorum. bundan rahatsız olmanız gereken ne yaptık? zaten “z kuşağı” adı altında biz bir nevi dışlandık. bari burada bunu yapmayalım.
ben de bir z kuşağı bireyi olarak bu başlıkta yazmakta kendimi zorunlu hissettim.
z kuşağını bir grup kafasında o kadar çok büyütüyor ki ‘geleceğin kurtarıcıları, büyük nesil’ diyor, bir grup ‘teknolojinin köleleri, ailelere saygıları yok, tembeller, vurdumduymazlar’ diyor. bakın biz bu soktuğunuz kalıpların hiçbirisi değiliz. teknoloji diye bahsettiğiniz olay biz doğduğumuz andan önce de vardı biz onun içine doğduk. 5 yaşındayken o tüplü bilgisayarlardan kendi başıma internete girip oyunlar oynayabiliyorsam-ki kimse öğretmemişti, genelimiz de başkasından görerek öğrenmedi zaten.- evet farklı bi bakış açısıyla doğduk. kendi doğrularımızı ailemizden taklit ederek almıyoruz, internetten hızlıca doğru bilgiye ulaşabiliyoruz, buysa bizi farklı yapan evet farklıyız. bizi ‘tiktok’ denen bir uygulama ile bağdaştırmışsınız ama kendi adıma konuşayım o uygulamayı ben de sizinle beraber duydum, hiçbir zaman da üye olmadım ha bu o uygulamayı ayıplı bir şey mi yapar? hayır.
ben bir z kuşağı bireyiyim, üniversite sınavına hazırlanan bir gencim, gelecek kaygısından kalbi sıkışan, belirsizlikten korkan bu yüzden doktora gitmesi gereken bir gencim. “gençler yurt dışına özeniyor” deniyor. şunu söyleyebilirim geleceğin beyin takımı diyebileceğim çoğu insan ümitsizliğe kapılıyor. hayali sadece yurtdışında yaşamak olan ve bu yüzden eşek gibi çalışan çok insan var. onları görünce ne diyebilirim ki haklılar. biz bir “at yarışı” içerisindeyiz, ama bu yarış iyi bir üniversite için değil, işsiz kalmamak için yapılıyor.
çok uzatmışım farkındayım, peki kafa sözlük bunun neresinde? z kuşağı konuşmak istiyor, biz büyüklerin “sen küçüksün, geçmişi görmedin, bu ülke nerelerden bugüne geldi?..” laflarından sıkılan insanlarız. kaç tanım girdim bu ikincisi olacak gündem ile ilgili yazdığım.
ben toz pembe dünyadayım sözlük, bir şeylerin değişmesini isteyen o ateşin etrafındayım diyeyim. kafa sözlük benim kafamın karışıklığının dışavurumu, sevdiğim ilgilendiğim konular var, araştırıyorum yazıyorum. okuyorum en önemlisi a,b,c fark etmeksizin herkesin düşüncesini okuyorum. bundan rahatsız olmanız gereken ne yaptık? zaten “z kuşağı” adı altında biz bir nevi dışlandık. bari burada bunu yapmayalım.
devamını gör...
dondurma kabından sarma çıkması
hani nerde?
bir tane de benim dolabımdan çıksa.
üşeniyorum sarmıyorum, sarınca bir öğünde bitiyor, komşular yollayınca hemen bitiyor.
olan dolaplar konum atabilir mi?
bir tane de benim dolabımdan çıksa.
üşeniyorum sarmıyorum, sarınca bir öğünde bitiyor, komşular yollayınca hemen bitiyor.
olan dolaplar konum atabilir mi?
devamını gör...
ilya repin
rusyanın en önde gelen heykeltıraş - ressamlarından bir tanesidir bu abi. şöyle ki, bu abimizin betimlediği tarihsel konular o kadar gerçekçi ayrıntılar ile doludur ki, bir tabloya bakmaktan çok, detaylarla dolu bir roman okumaya benzer bu.
devamını gör...
türkiye'de yaşamak
zoru başarmaktır.
devamını gör...
z kuşağının sözlüklerin kalitesini düşürmesi
sakin x kuşağı sözlüklerin kalitesini çok arttırıyor.
devamını gör...
gençlik yıllarının akp dönemine denk gelmesi
hitler'in dönemine denk gelen genç bir yahudi de olabilirdiniz, kişisel düşünmeyin. üzücüdür ama bu tür fikirlerle depresyondan, bulanımlara koşmayın, kimsenin umrunda değilsiniz, hele şahsımın hiçbirimiz umrunda değil. yıpratmayın kendinizi fazla. elinizden geleni yapın sandığın başında, gerisi için ah vah etmeye hacet yok. gençlik gitti yetişkinlik kalsın bari.
devamını gör...
yazarların son para harcadığı şey
internetten bir çok kitap aldım.
devamını gör...
medeniyete canavar diyen marş
orada kastedilen medeniyet kavramı 'gelişmişlik, yüksek refah' anlamında değildir.
yüzyıllarca afrika kıtasını iliğine kemiğine kadar sömüren sözde büyük devletlere karşı bir isyandır.
insanların canına kıyan sözde büyük devletlerin medeni olmadığını haykıran bir cümledir.
yüzyıllarca afrika kıtasını iliğine kemiğine kadar sömüren sözde büyük devletlere karşı bir isyandır.
insanların canına kıyan sözde büyük devletlerin medeni olmadığını haykıran bir cümledir.
devamını gör...
dünyanın en güçlü zehri
sevgi
ah bu sevgi insana çok şeyi yaptırır
ah bu sevgi insana çok şeyi yaptırır
devamını gör...
normal sözlük yazarlarının oy vermiyor olması
evet kesinlikle okuyup oy vermeyen çok yazar olduğunu düşünüyorum,
bu tip yazarlar hem okuyor, hem beğeniyor, birde içinde bir şeye takılıyor, çünkü bu karakterler böyle, yemeyip içmeyip mesaj yazacak kadar ilgileniyor aslında yazdıklarınızla, sonra da diyorki mesela, yazıda bi açık yakalamış kendince, onu söylüyor, "ay o kadar öyle şeylermi yaşadınız" ya da "orda onu yapamadınızmı ahahahah, ehe ühe... "
ben oraya bütün olarak bir hikaye yazıyorum, adam bana parmağıyla düştüğüm yeri gösterip gülüyor, ben sanki bilmiyorum ne yazdığımı, ama o anlatmak istediğimi değilde, güya benim üzüleceğim, belki utanacağım kısımdan konuşmak istiyor... çünkü oralardan beslenen insanlar bunlar...
bence hayatta kendine yer edinememiş, kendi eksikliklerini, başkalarının güya eksikliklerinin yaygarasını yaparak bastıran, egosunu tatmin eden insanlar,
bu şekilde kendini önemli hisseden insanlar...
beğeni yapmıyor ama, mesaj yazmaya üşenmiyor, iyi niyetle okumuyorlar çünkü, ben yine de kendisini anlamak için soruyorum, "beğeni yapmamışsınız, beğenmediğiniz bir tanım için, neden bana mesaj yazıyorsunuz? beğenmediyseniz, neden üzerine düşünüyorsunuz? yorum yapıyorsunuz? öyleyse de eyvallah, neye katılmıyorsunuz filan diye soruyorum...
aldığım cevap şu;
ben herkese, her tanıma beğeni yapmıyorum, zor beğeniyorum...
okuyup, gülüp eğlenip, öğrenip, beğeni yapmıyorsun, yapılan şey tam olarak budur, aslında ayıptır da, bu da o yazarın karakteriyle alakalıdır, kibirdir bu, yapacak bir şey yok, çünkü maalesef bunlardan çok var...
benim önerim, watsup daki durum gibi, diğer uygulamalardaki hikayeler gibi, profile yada tanımlara girenler, bir şekilde teknik olarak mümkünmü onu bilmiyorum ama, ziyaretçi trafiği açık açık görülsün, sayfada kalma süresi filan, sayı olarak görülsün, bence yazarları çok motive edecektir,
okuyorlarsa görünsünler... öyle hem okuyup, hemde günahını vermeyenlerin, mecburen yazısını okuduğu yazara katkısı olsun...
yoldaşcım bunu bir düşünün derim nacizane, çünkü ben gerçekten iyi bir yazıyı sadece 20 kişinin, yada 50 kişinin okuduğuna ve beğendiğine inanmıyorum,
birde beğeni yapanların durumu var,
ben birkaç kez yaşadım, her ne kadar yazdıklarını seri olarak okuyup beğensemde, kendisini tanıyamadığım için, sanırım 3 kişinin filan nickaltı için yazdığı yazıyı "sadece beğeni yapmamdan" bahsettiği için silmelerini rica ettim,
ben seri beğeni aldığım zaman, telefondan kaçıyorum, mahcup oluyorum, tabiiki çok memnun oluyorum, ne biliyim o kişiyi gördüğümü belli etmek istemiyorum, rahat rahat okusun diye, daha sonra bende iadeyi ziyaret yapıp, onun yazdıklarını okuyorum, ve gerçekten beğenmezsem beğeni yapmıyorum yazdıklarına, ve "okuduğu için" teşekkür ettiğim bir mesaj yazıyorum, kendisi ile ilgili bir fikrim oluşursa da, nickaltı na yazıyorum, bu iş böyle olmalı,
profilinize girip yazdıklarınızı okuyan kişiyi, koşa koşa nickaltı na yazıp, anons etmek nedir, bu benim bütün tanımlarımı okudu, üst üste beğendi diye ilan edince ne oluyor, he çok beğendi seni, söyledin herkese, ne oldu, başın göğemi erdi, yazacak başka bir şeyin yok demekki...
maalesef bu yazarlar, hemen şaşırıyorlar, arkadaşım, hiçmi kimse yüzüne bakmadı senin, hiçmi takdir edilmedin hayatında, mesajları da bir tuhaf oluyor, sanki ben okuduğum için değilde, onun dikkatini çekmek için yaptım filan sanıyorlar, böyle bir üstüne alınmak yok yani, o zaman insan düşünüyor, bu yazıları yazan akıl, bu akıl olamaz diye, insanı düşündürüyorsunuz yani...
yoldaş bu nicaltı na da bi sınır bişey gerekiyor kesinlikle...
daha önce de önermiştim, takip ettiklerimiz, takip edenler, yada ne biliyim okuyorlarsa, burdan yazarlara söyliyim, yazarı anlayanlar, nickaltı yazsın,
bence bu da etkiliyor beğeni yapmayı,
birde bütün bunlarla ilgili sözlüğün girişinemi asarsınız, kabul ediyorum kısmınamı eklersiniz, başlığınımı sabitlersiniz artık bilemiyorum,
sanırım bu okumak, beğenmek, sözlük neydi, nasıl kullanılır gibi konuları, bi tabela şeklinde bir yerlere asmak lazım,
çünkü bir başlığa giriyorum, 150 tanımdan 35 tanesi farklı tanımlar, diğerleri hep aynı, bakıyorumki benim yazacağım yazılmış, uslu uslu çıkıyorum, evet ben de "eksik kalıyım" diyorum, çünkü birinin bana yada tabelaya yazıp duvara asması gerekmiyor...
"lütfen önce, beğendiğiniz başlıktaki birbirinden farklı kafaların yazdığı, birbirinden değerli yazarların, orjinal yorumlarını okuyunuz, çünkü 85 defa yazılmış bir tanımı 86. kez yazan kişi olabilirsiniz :)"
bu da okumayı azaltıyor, dolayısıyla okumadan yazanlar, başlıkların, bir sürü birbirinin aynı tanımla dolmasına sebep oluyor,
benim ilk yazarlığım olmasına rağmen, kişisel olarak sözlüğü böyle kullanıyorum, ama bazılarının, hem sözlük, hem genel ahlak kurallarını, girişte, akışta, bir yerlerde görmeye, öğrenmeye ihtiyacı var, maalesef.
edit : sadece kendi rekorumu değil, sözlükteki en uzun tanım rekorunu da kırdım galiba :)
bu tip yazarlar hem okuyor, hem beğeniyor, birde içinde bir şeye takılıyor, çünkü bu karakterler böyle, yemeyip içmeyip mesaj yazacak kadar ilgileniyor aslında yazdıklarınızla, sonra da diyorki mesela, yazıda bi açık yakalamış kendince, onu söylüyor, "ay o kadar öyle şeylermi yaşadınız" ya da "orda onu yapamadınızmı ahahahah, ehe ühe... "
ben oraya bütün olarak bir hikaye yazıyorum, adam bana parmağıyla düştüğüm yeri gösterip gülüyor, ben sanki bilmiyorum ne yazdığımı, ama o anlatmak istediğimi değilde, güya benim üzüleceğim, belki utanacağım kısımdan konuşmak istiyor... çünkü oralardan beslenen insanlar bunlar...
bence hayatta kendine yer edinememiş, kendi eksikliklerini, başkalarının güya eksikliklerinin yaygarasını yaparak bastıran, egosunu tatmin eden insanlar,
bu şekilde kendini önemli hisseden insanlar...
beğeni yapmıyor ama, mesaj yazmaya üşenmiyor, iyi niyetle okumuyorlar çünkü, ben yine de kendisini anlamak için soruyorum, "beğeni yapmamışsınız, beğenmediğiniz bir tanım için, neden bana mesaj yazıyorsunuz? beğenmediyseniz, neden üzerine düşünüyorsunuz? yorum yapıyorsunuz? öyleyse de eyvallah, neye katılmıyorsunuz filan diye soruyorum...
aldığım cevap şu;
ben herkese, her tanıma beğeni yapmıyorum, zor beğeniyorum...
okuyup, gülüp eğlenip, öğrenip, beğeni yapmıyorsun, yapılan şey tam olarak budur, aslında ayıptır da, bu da o yazarın karakteriyle alakalıdır, kibirdir bu, yapacak bir şey yok, çünkü maalesef bunlardan çok var...
benim önerim, watsup daki durum gibi, diğer uygulamalardaki hikayeler gibi, profile yada tanımlara girenler, bir şekilde teknik olarak mümkünmü onu bilmiyorum ama, ziyaretçi trafiği açık açık görülsün, sayfada kalma süresi filan, sayı olarak görülsün, bence yazarları çok motive edecektir,
okuyorlarsa görünsünler... öyle hem okuyup, hemde günahını vermeyenlerin, mecburen yazısını okuduğu yazara katkısı olsun...
yoldaşcım bunu bir düşünün derim nacizane, çünkü ben gerçekten iyi bir yazıyı sadece 20 kişinin, yada 50 kişinin okuduğuna ve beğendiğine inanmıyorum,
birde beğeni yapanların durumu var,
ben birkaç kez yaşadım, her ne kadar yazdıklarını seri olarak okuyup beğensemde, kendisini tanıyamadığım için, sanırım 3 kişinin filan nickaltı için yazdığı yazıyı "sadece beğeni yapmamdan" bahsettiği için silmelerini rica ettim,
ben seri beğeni aldığım zaman, telefondan kaçıyorum, mahcup oluyorum, tabiiki çok memnun oluyorum, ne biliyim o kişiyi gördüğümü belli etmek istemiyorum, rahat rahat okusun diye, daha sonra bende iadeyi ziyaret yapıp, onun yazdıklarını okuyorum, ve gerçekten beğenmezsem beğeni yapmıyorum yazdıklarına, ve "okuduğu için" teşekkür ettiğim bir mesaj yazıyorum, kendisi ile ilgili bir fikrim oluşursa da, nickaltı na yazıyorum, bu iş böyle olmalı,
profilinize girip yazdıklarınızı okuyan kişiyi, koşa koşa nickaltı na yazıp, anons etmek nedir, bu benim bütün tanımlarımı okudu, üst üste beğendi diye ilan edince ne oluyor, he çok beğendi seni, söyledin herkese, ne oldu, başın göğemi erdi, yazacak başka bir şeyin yok demekki...
maalesef bu yazarlar, hemen şaşırıyorlar, arkadaşım, hiçmi kimse yüzüne bakmadı senin, hiçmi takdir edilmedin hayatında, mesajları da bir tuhaf oluyor, sanki ben okuduğum için değilde, onun dikkatini çekmek için yaptım filan sanıyorlar, böyle bir üstüne alınmak yok yani, o zaman insan düşünüyor, bu yazıları yazan akıl, bu akıl olamaz diye, insanı düşündürüyorsunuz yani...
yoldaş bu nicaltı na da bi sınır bişey gerekiyor kesinlikle...
daha önce de önermiştim, takip ettiklerimiz, takip edenler, yada ne biliyim okuyorlarsa, burdan yazarlara söyliyim, yazarı anlayanlar, nickaltı yazsın,
bence bu da etkiliyor beğeni yapmayı,
birde bütün bunlarla ilgili sözlüğün girişinemi asarsınız, kabul ediyorum kısmınamı eklersiniz, başlığınımı sabitlersiniz artık bilemiyorum,
sanırım bu okumak, beğenmek, sözlük neydi, nasıl kullanılır gibi konuları, bi tabela şeklinde bir yerlere asmak lazım,
çünkü bir başlığa giriyorum, 150 tanımdan 35 tanesi farklı tanımlar, diğerleri hep aynı, bakıyorumki benim yazacağım yazılmış, uslu uslu çıkıyorum, evet ben de "eksik kalıyım" diyorum, çünkü birinin bana yada tabelaya yazıp duvara asması gerekmiyor...
"lütfen önce, beğendiğiniz başlıktaki birbirinden farklı kafaların yazdığı, birbirinden değerli yazarların, orjinal yorumlarını okuyunuz, çünkü 85 defa yazılmış bir tanımı 86. kez yazan kişi olabilirsiniz :)"
bu da okumayı azaltıyor, dolayısıyla okumadan yazanlar, başlıkların, bir sürü birbirinin aynı tanımla dolmasına sebep oluyor,
benim ilk yazarlığım olmasına rağmen, kişisel olarak sözlüğü böyle kullanıyorum, ama bazılarının, hem sözlük, hem genel ahlak kurallarını, girişte, akışta, bir yerlerde görmeye, öğrenmeye ihtiyacı var, maalesef.
edit : sadece kendi rekorumu değil, sözlükteki en uzun tanım rekorunu da kırdım galiba :)
devamını gör...
beyaz rengin yakıştığı şeyler
biraz önce fark ettim beyaz kalp emojisi sanırım en güzel emoji. böyle bi şey olamaz yaa. o kadar masum ve güzel duruyor kii*. sonra da bu başlığa denk geldim ve tesadüf olamaz diyip en sevdiğim emojilerden birinin artık o olduğuna karar verdim*. çok güzel yaa baksanıza şuna*.
devamını gör...
