ayşe niye saçımı çekiyor ?
devamını gör...

sia'nın daha güzel ve daha etkileyici söylediğini düşündüğüm şarkıdır.
devamını gör...

inanmıştım
devamını gör...

yaşadığı trajediler ,nedense resmen gözlerinden okunan yakışıklı aktör.karakterini, duruşunu çok seviyorum. şöhretin değiştirmediği vicdanlı adam. severiz.
devamını gör...

yayına katılmaya çalışırım ama bu tür müzikli yayın yapan arkadaşlardan bir ricam var.
yahu şu konuşma kısımlarını biraz daha uzun tutun arkadaş. iki kelam ediyorsunuz sonra yangından mal kaçırır gibi hemen şarkı giriyorsunuz. birazcık hoş sohbetinizi de dinlemek isteriz efenim.
devamını gör...

oldukça etkileyici ve düşündürücü başyapıttır desem doğru telaffuz etmiş olurum bence. kesinlikle izleyin ve izlettiriniz.

filmin sonundaki o meşhur repliği de hatırlamakta fayda var:
"sence hangisi daha kötü olurdu ? canavar olarak yaşamak mı, iyi biri olarak ölmek mi?"
devamını gör...

benim ukdelerime de bakar mısınız?
devamını gör...

simit çay ikilisi tabii ki. bi de bi yere giderken varsa bi on dakikanız deniz kenarında martılara karşı yemek bi başkadır.
devamını gör...

matematikle adam çok kötü olmasına rağmen 4 işlemi genellikle rahat bir şekilde kafadan yapabiliyorum.

çocukluktan beridir böyle bu durum.
devamını gör...

yıllardır en sevdiğim film olma statüsünde bulunan mükemmel yapım. amerikan yakın tarihini bu kadar güzel bir dil ve kurguyla eleştirebilmek büyük bir başarı. her izleyişimde forrest için üzülür, kendimi bir an için onun yerine koyarım. ne vardı jenny'de bu kadar ısrarcı olunacak desem de aşk dedikleri böyle bir şey işte. teğmen dan'in trajik hikayesinin sonunda tanrıyla barışması da oldukça güzel bir anektotdu.
devamını gör...

birkaç tane sertifika programına katılıp memnun kaldığım son derece yararlı bir site. çoğu içeriği ücretsiz, ücretli olanlar da inanılmaz pahalı değil. ve birçok alanda farklı sertifika programları bulunuyor.
ve en önemlisi canlı ders şansı var. dilerseniz ders kayıtlarını kendinize göre izleyip sınavlara katılabilirsiniz, dilerseniz de canlı derslere katılım gösterebilirsiniz. özellikle şu karantina günlerinde canlı ders seçeneğini öneririm, hem interaktif bir şekilde dersi dinleme şansınız oluyor. aklınıza bir şey takılırsa hocanıza sorma şansınız bulunuyor, benim denk geldiklerimin hepsi de soruları güzelce tek tek cevaplıyordu.
devamını gör...

izlediğim en acıklı filmlerden biriydi, hep derim duygusal anime > duygusal film. duyguyu daha iyi verdiklerini düşünüyorum.
hayatınızda bir kere bile olsa küçük kardeşinize karşı bir çaresizlik içinde olduysanız film sizi daha bir sarsacak.
izlerken neden bunu kendime yapıyorum dedim.
savaşın ne kadar lanet bi şey olduğunu size çok güzel anlatıyor, küçük bir çocuğun olayları nasıl yorumladığını görüyorsunuz.*
ah setsuko benim ay suratlı miniğim, tek istediği biraz sashimi biraz da meyve şekeriydi.
izlemekte çok geç kalmışım dediğim ve tekrar tekrar izleyeceğim bir film oldu.
başına oturmadan önce yanınıza peçete almayı unutmayın.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel


seita yiyecek aramaya gittiğinde setsuko'nun kendi kendine saatlerce oyalanması, göldeki yansımasıyla taş kağıt makas oynaması.. filmin içine girip onu sarıp sarmalamak istiyorsunuz.
devamını gör...

tanımlarını, düşüncelerini ve fikirlerini aşırı sevdiğim bir yazardır kendisi. ona yazar demek pek içimden gelmez daha çok üzümlü kekim diye hitap etmek isterim kendisine. paylaştığı tanımlarla sözlüğü bilgiye boğan, kendine has yazım dili ile herkesi kendine bağlayan bir yazardır. tanımlarını okudukça beğenmemek elde değil, profilini stalk yaparsanız eğer anlayacaksınızdır. ayrıca herkesin onu sevmesi hiç içten değil, sevecekseniz uzaktan sevin diye uyarıyorum şimdiden. sevgili üzümlü kekim, ilham kaynağı olup insanları aydınlattığın için müteşekkirim sana. kemik yazar olup kendini gösteriyorsun iyi ki varsın!
devamını gör...

bir ekşi sözlük çaylağı olarak buraya büyük umutlarla geldim.

3 senedir mikrofonu bize de verirler diye bekliyoruz ama olacağı yok. sözde kaliteli yazar kitlesi olsun, önümüze geleni almayalım, formatı ihlal edenler yazar olamasın düşünceleriyle başlatıldığını düşündüğüm bu uygulama günümüzde maalesef amacından hayli uzaklaşmış durumda. bir günlük çaylaklığının ardından hemen yazarlığı kapan first ladyler, bu durumu eleştiren yazarları uçuran moderatörler, daha doğru düzgün yazım kurallarına uyarak yazı yazmayı bile öğrenememiş yazarlar... hangi birini sayayım?

özetle ekşi sözlük o çok eleştirdiği liyakatsiz ve beceriksiz yönetim anlayışının hakim olduğu adeta küçük bir türkiye simülasyonu haline geldi ama serde sadakat te var. kızdığım bu mecra sayesinde senelerdir birçok bilgi edindim, sorgulamayı öğrendim hatta bunun da ötesinde yeni bakış açıları kazandım. nankörlüğün alemi yok ama kırgınlık var tabii ki.

sonuç olarak bir kaybedeni olmasını istemediğim versustur. her iki platform da elbette kıymetlidir. umarım o özlediğimiz ortam ikisinde de oluşur ve bu iki sözlük te kullanıcılarını kucaklar.
devamını gör...

güle güle de bu hesap kapatma neden bu kadar mevzu oluyor ben anlamadım. yani edepsiz siteye kaydolmuş da hesabını silemiyormuş şeklini.
devamını gör...

birçok kitabını okudum. gerçekten iyi bir yazar. kitapları akıcı ve olay örgüsü genelde ilgi çekici oluyor. ama birkaç kitabından sonra tekrara düştüğünü farkettim. birbirine çok benzeyen olaylar, karakterler vs. bu yüzden kendisini okumayı bıraktım*. keşke böyle olmasaydı. ama yapacak bir şey yok.
devamını gör...

gayet güzel bir serinin başlangıcı olan podcast. zaman içinde yine kalite artarak devam edecek.

sorulan soruların net olması ve karşılıklarının alınması, samimi bir dialog olması açısından ayrıca beğendiğim bir podcast olmuş.
devamını gör...

gezi olayları sırasında (bkz: oruç aruoba) tarafından rte'ye yazılan açık mektuptur.


sayın erdoğan,

izmir, 17 haziran 2013
son iki gündür, ama aslında bu son iki haftadır, sizi düşündüm nedense, aklım hep üniversite hocalığı yaptığım yıllardaki (1973-1983) eski anılarıma geri dönüp durdu. ilk birkaç gün içinde de bunun nedenini kavradım: siz o yıllarda üniversite öğrencisiydiniz; benim de, kafaları sizinkine benzer biçimde çalışan birkaç öğrencim olmuştu. -yani, o islami “kafa”nın çalışma biçimini düşündüm, aslında- kendimi de sizinle birlikte bir üniversite amfisine geri dönmüş buldum... birçok nokta da, aradan geçmiş 30 yılın ardından, yerli yerine oturdu. bu noktaları size anlatmaya çalışmak için yazıyorum.

o yıllarda, size benzer, “islamcı” denilen öğrenciler de geliyordu üniversiteye. biz, hocalar olarak öteki; “devrimci” ve “ülkücü” olarak gelen öğrencilerin arasında, bunları kayırmaya eğilimliydik, çünkü o ötekiler arasında bir tür kıskaç içine düşüyorlardı.

eyleme yatkındılar

“mağdur” ve “mazlum” oluyorlardı, sizin deyimlerinizle. aslında, ideolojik olarak, en az ötekiler kadar “sıkı” bir “kafa yapıları” vardı - üstelik, eyleme de yatkındılar; ama bazen kendilerine “akıncı” ya da “mücahit” deseler de, ötekiler kadar şiddet yanlısı değillerdi. gerçi ötekilerin “tek yol devrim”, “tek vatan, tek millet” gibi graffitilerine karşılık “tek yol islam” yazıyorlardı duvarlara; ama ötekiler yazarken yakalamasınlar diye dikkat de ediyorlardı - ne de olsa ötekilerin çoğunlukla bıçakları, hatta tabancaları vardı; onlarınsa (galiba?) yoktu. ötekiler silahları aslında birbirlerine ve “polis”e karşı kullanıyorlardı; onları ise, arada öylesine bir pataklıyorlardı ama, olsun, ne olur ne olmaz...
siz de böylesi cenderelerden geçtiniz, tahmin ediyorum: hem de, “tek yol” sayarak içinde yetiştiğiniz islam ve kafanızdaki ezber kuran karşısında, “kâfirlik” olmasa bile “zındıklık” saydığınız bu ideolojilerin arasında; üstelik, en büyük kâfirler saydığınız “iki ayyaş”ın izleyicileri olma iddiasındaki “silah sahipleri”nin tehdidi altında, yapabileceğiniz pek bir şey yoktu. o “silah sahipleri”nin en sonuncuları, bereket versin (!) o iki ideoloji sahiplerini doğradılar, astılar. siz de imam hatip sonrası (bir lyceé’nin de kâğıdını alarak) zar-zor girdiğiniz iktisadi ve ticari ilimler akademisi’nden devşirme, bir işe yaramaz diplomayla, kendinizi kasımpaşa kaldırımlarında buldunuz. gerçi, herhalde, genç bir yaşta girdiğiniz gençlik örgütleri ve bağınız olan “düşünsel”, yani islami örgütler size göz kulak oluyordu; ama “lümpen proleter”diniz artık: kısa bir süre ayak topunu denediniz ama buna da yeteneğiniz olmadığını anladınız. hayatınız boyunca, “politikacılık” (“resmi” biyografinize göre limonata ve simit satmak) dışında, görünür bir “iş” tutmadınız; bilgi sahibi olmak anlamında bir “meslek erbabı” olmadınız.
o yıllarda, sizin dilinizden konuşur gibi görünen badem bıyıklı, rengârenk kravatlı bir makine profesörü, “din-iman” diye bağırıp çağırmaya başlamıştı; siz de onun yanına gidip “divan durup el bağlayarak” rahlei tedrisine çömeldiniz. (mekanik falan değil, politika tedrisatı görmek için tabii...) bu “kadayıf pişirici” iyiydi hoştu da, her şeyi yüzüne gözüne bulaştırıyordu; ama sizi de belediye başkanı yaptırdı. gene de işte, partinizin oyları yüzde 20’nin üstüne çıkmıyordu bir türlü; boyuna da kapatılıp duruyordu. siz de başka yolların denenmesi gerektiğine karar verip, “hoca”nızı da yüzüstü bırakarak, kendi “yol”unuzu yürümeye başladınız. yaptıklarınıza, kendi ilkeleri açısından, muarızlarınızdan hiçbirinin (tutarlı olarak) karşı çıkamayacağı yollar tuttunuz: insan hakları ve kişi özgürlüğü’ne dayanmak, “demokrat” olmak, avrupa birliği’ne girmek, çağdaş hukuk (“muasır medeniyet”-maazallah) normlarını yasalara sokmak...

islami takıntılar

bu yollar işe yarıyordu; hem demokratikleşiyormuşsunuz gibi bir görünüm veriyordu yaptıklarınıza hem de popülaritenizi, dolayısıyla aldığınız oyları artırıyordu. böylece, o üniversite yıllarında sizi ezip duran “solcu” ve “sağcı”ları (ve 12 eylül’den arta kalan herkesi) “sandık”ta alt ettikten sonra, asıl “muarız”ınız olan “silah sahipleri”ne yöneldiniz; tabii tamamen hukuklu ve demokratik görünen yollar kullanarak... gerçi arada bir islami takıntılarınız ortaya çıkıp sırıtıveriyordu (“zina”, “idam” gibi); ama bunları hemen düzeltiyordunuz ya da es geçiyordunuz.
böylece on yıl içinde “güçlü başbakan” oldunuz. artık önünüzde duracak hiçbir güç kalmamıştı ortada; ne sandıklı, ne tokmaklı, ne de silahlı... o zaman “fayrap” ettiniz: haydi bakalım; yok osmanlı’ydı, yok altı minareli “selatin” taklidi camiydi, yok “men-i mezkûrat”tı, yok “sünnilik-alevilik” idi, yok “dindar-kindar” gençlikti... “yürüdünüz bu yollarda”; ne de olsa “istatistik” sizden yanaydı.
derken, birden bir şey oldu: “küffar”a karşı “cihat” anıtı olacak (“iki ayyaş”tan ikincisinin yıktırdığı) bir garabeti “ihya” edip, kenarına “ilk ayyaş”ın ve ayyaşların hepsinin kurduğu cumhuriyetin de anıtının karşısına bir cami konduracağınız; solcuların da 1 mayıs meydanı olan yeri, “kafa”nıza göre düzenleyeceğiniz sırada, birkaç “çapulcu” (yoksa “kemirgen” mi?) ortaya çıkıp, atacağınız ilk adımla ezmeye çalıştığınız ağaçlara sarılıp, “yeter artık” dedi size. siz hemen “urun kellesin!” diye ünlediniz; ama, heyhat, birdenbire, nereden çıktıklarını anlamadığınız yüz binlerce ilave çapulcu çıkıverdi aynı alana, alanlara, bütün ülkeye...

emanete sahip çıkmak

anlamadınız: kendinizi, o eski çapulcu kâfir-zındıkların kapıştığı geçmişteki akademi amfisine geri dönmüş buldunuz. temizlediğinizden emin olduğunuz “silah sahipleri” de sanki kapıyı yeniden zorluyorlardı bile... hiç anlam veremediniz olup bitene: “feshüpanallah bunlar elhamdülillah yok olmamışlar mıydı inşallah?”
olmamışlardı. o “baş ayyaş”ın “emanet”iyle yetişmişlerdi ve şimdi emanetlerine sahip çıkıyorlardı bunlar; sizin de bol bol kullandığınız “hak” ve “özgürlük” söylemiyle, hiç anlayamadığınız tümceler kuruyorlardı bunlar, hem de... bunlarla nasıl baş edebileceğinizi bilemiyordunuz artık. bir de, üstüne üstlük, bir “şaklaban” çıkmıştı ortaya, kocaman amfinin en ortasında, “baş ayyaş”ın resminin önünde dikelip, size karşı duran. ardından binlercesi... ne yapmalıydınız bu amfiden çıkıp kurtulmak için; bu otuz yıllık kâbus bir bitse... ama çıkamıyordunuz, çünkü anlamamıştınız. üstelik amfiden çıkmak da istemiyordunuz ki...
artık tek bir yol kalmıştı: sandığa ve istatistiğe geri dönmek. o yol güvenliydi, kimsenin itiraz edemeyeceği bir yoldu, şimdiye dek de sizi hiç gücendirmemişti. bunu anladınız; en azından, tek çıkış olduğunu. ama gerisini hiç anlamadınız. şimdilerde de, o sandık için bağırıp duruyorsunuz. eh...
umarım burada yazdıklarım, size de benim gibi, otuz yıl öncesinin anılarını geri getirir de bugün yaşadıklarınıza anlam vermenizi ve kâbustan kurtulmanızı sağlar. ama, doğrusu, son günlerdeki tutumunuzdan, başlangıçta “iman” ettiğiniz yolunuzdan başka bir yol tutacağınız konusunda, pek bir umut görmüyorum.

her bir insan özgürdür

gene de, son bir şeyler söyleyeyim: sandık ve istatistik makbul bilgi edinme yollarıdır; ama görüyorsunuz buna rağmen, oradan çıkan sonuçlara aldırmayan birtakım “çapulcu”lar ortaya çıkarak, o “baş ayyaş”a uyup, özgürlükten (“istiklal”den ve tabii “gaflet, dalalet ve hıyanet”ten...) falan dem vurabiliyorlar. boş verin hepsine; nasıl olsa bunları sandıkla birlikte gömersiniz... onlar da birer “kul” olduklarını anlarlar; sizin kendinizin bir “hizmetkâr” olduğunuzu anladığınız (söylediğiniz) gibi...
ama şunu, hiçbir sandıkla ya da sandıkta, gömemezsiniz: her bir insan, özgür bir kişidir; her bir yurttaş da, eşit hak sahibi, geçerli söz sahibi, bir bireydir. bunu -bunları- da, hiçbir istatistik değiştiremez.
size saygılar sunuyorum, gene de.

25 haziran 2013
not: bu mektup verilen tarihlerde yazılmış; ancak gönderilmesi için, “belki umut vardır” kuşkusuyla sizin, “şiddete karşı şiddet” sözünü sarf etmenize dek bekletilmiştir.
size artık “saygılar” bile sunmuyorum…

o. a.
24 temmuz 2013
devamını gör...

derinlemesine izlenirse çok güzel mesajları olan filmdir. film demek biraz ayıp oluyor aslında. bildiğin sanat eseri çünkü. diyaloglar, çekim kareleri, karakterler, senaryo... her biri özenle oluşturulmuş, üzerine baya kafa patlatılmış şeyler. izlemeyene şiddetle tavsiye ederim. hayat üzerine düşünmeyi, insanları gözlemlemeyi filan seviyorsanız bu filme bayılacaksınız. ancak böyle şeyleriniz yoksa filmden nefret bile edebilir ve yarıda çıkabilirsiniz. işte! kim olduğunuzu öğrenmeniz için harika bir fırsat!
devamını gör...

bir şey yapmasan da beni baştan çıkarıyorsun. *
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim