normal sözlük aşık atışması
kim demiş ben bir şey yazamam
korona vakti herkese kafa atamam
öyle her yazara yazar diye bakamam
kusura bakmayın ama çoğunuzu takamam
korona vakti herkese kafa atamam
öyle her yazara yazar diye bakamam
kusura bakmayın ama çoğunuzu takamam
devamını gör...
gelen bildirimdeki yazarın profiline düşme lezzeti
evet çok seviyorum bunu ahali! belki normalde o insanın son tanımlarına bu tanım havuzunda rastlamayacağım ve o güncel tanımları asla okumamış olacağım. bu sebeple gelen bildirimle hemen acımasızca profile dalarım ve de tanımları elek ederim. hakkım olan 5 tanesini de illa bulup beğenirim. sakın demeyiniz ki bir beğeni attık hemen seriledi, inanın yok efenim o parmacıklarınızdan çıkan tanım ları okuyorum itina ile öyle beğeniyorum. ha ufak bir itiraf, şiir pek tarzım olan bir tür değil belki o tanımlarınızı bazen atlıyor olabilirim o kadar.(bkz: swh)
devamını gör...
uğur mumcu
biz bir ölür bin doğarız.
devamını gör...
tanım girecek başlık bulamamak
yazarları akıştan ziyade rastgele sekmesinde gezmeye iten durumdur. forumsal ve kopyala-yapıştır yapılan haber başlıklarından kaçmak için şu an en iyi yol bu görünüyor.
devamını gör...
hoşlandığınız kişinin önünden geçmek
yanınızda arkadaşınız veya sohbet edecek kimse yoksa çok büyük tedirginlik yaratan durum. telefona bakmanız gerekebilir veya telefonla konuşuyormuş gibi yapmak iyi çözüm.
devamını gör...
geceye bir erkek yalanı bırak
devamını gör...
the starry night
amerikalı şair anne sexton tarafından, vincent van gogh'un aynı isimli tablosundan esinlenilerek yazılmış şiir. ben şiirin yalnızca yan yana dizilmiş bir kaç uyumlu kelimeden ibaret olmadığı taraftarıyım. şiir bir çok şey olabilir; starry night ise anne sexton'un kendi iç buhranını belkide en net kaleme aldığı şiiri ama yalnızca sanatçının kendi kederini veya ölüm arzusunu da ifade etmediğini anlamak gerek. bu şiir aynı zamanda oldukça aşina olduğumuz bir tablonun başka bir açıdan, anne sexton tarafından incelenmesidir.
sexton, oldukça nevrotikti ve yaşamının büyük bir çoğunluğu intihar düşüncesi ile geçti ki işin sonunda yaşamını da dilediği gibi kendi elleri ile sonlandırmıştır zaten. anne sexton'un söylemleri imdat çağrısı değil intihar sancılarıydı bundan ötürü şiirlerinde de -özellikle bu şiirinde- bu ölüme karşı duyduğu arzuyu kesin bir dil ile dile getiriyor. tablonun onda uyandırdığı kaosu ve dehşeti hatta daha ileri gidersek ölüme yönelik hissiyatı keyifli bir buyurganlık ile arzuluyor diyebilirim sanıyorum. o gecenin onu sakince almasını istemiyordu, o ruhunun bir canavar tarafından hatta belki dev ve aç bir ağız tarafından yutulmasını istiyordu.
"that does not keep me from having a terrible need of—shall ı say the word—religion. then ı go out at night to paint the stars."
(bu beni dehşetli bir ihtiyaçtan alıkoymuyor – hadi söyleyeyim – dinden. sonra gece dışarı çıkıp yıldızları resmediyorum)*

the starry night (yıldızlı gece)
the town does not exist
except where one black-haired tree slips
up like a drowned woman into the hot sky.
the town is silent. the night boils with eleven stars.
oh starry starry night! this is how
ı want to die.
(şehir yerinde değil,
sıcak gökyüzünde boğulan bir kadın gibi
yükselip kayan karaşın bir ağaç dışında,
şehir sessiz, kaynıyor gece onbir yıldızla
ah! yıldızlı yıldızlı gece!
ben böyle ölmek istiyorum)
ıt moves. they are all alive.
even the moon bulges in its orange irons
to push children, like a god, from its eye.
the old unseen serpent swallows up the stars.
oh starry starry night! this is how
ı want to die:
(hareket halinde. her biri canlı
ay bile esniyor turuncu rengiyle
sürmek için çocukları, bir tanrı gibi, gözünden
yaşlı ve esrarlı bir yılan yıldızları yutuyor
ah! yıldızlı yıldızlı gece!
ben böyle ölmek istiyorum:)
into that rushing beast of the night,
sucked up by that great dragon, to split
from my life with no flag,
no belly,
no cry.
(atılıp kollarına gecenin canavarının
o büyük ejderha tarafından yutularak
hayatımdan kopmak istiyorum, izsiz işaretsiz
ne bir dans
ne bir ağlama.)
sexton, oldukça nevrotikti ve yaşamının büyük bir çoğunluğu intihar düşüncesi ile geçti ki işin sonunda yaşamını da dilediği gibi kendi elleri ile sonlandırmıştır zaten. anne sexton'un söylemleri imdat çağrısı değil intihar sancılarıydı bundan ötürü şiirlerinde de -özellikle bu şiirinde- bu ölüme karşı duyduğu arzuyu kesin bir dil ile dile getiriyor. tablonun onda uyandırdığı kaosu ve dehşeti hatta daha ileri gidersek ölüme yönelik hissiyatı keyifli bir buyurganlık ile arzuluyor diyebilirim sanıyorum. o gecenin onu sakince almasını istemiyordu, o ruhunun bir canavar tarafından hatta belki dev ve aç bir ağız tarafından yutulmasını istiyordu.
"that does not keep me from having a terrible need of—shall ı say the word—religion. then ı go out at night to paint the stars."
(bu beni dehşetli bir ihtiyaçtan alıkoymuyor – hadi söyleyeyim – dinden. sonra gece dışarı çıkıp yıldızları resmediyorum)*

the starry night (yıldızlı gece)
the town does not exist
except where one black-haired tree slips
up like a drowned woman into the hot sky.
the town is silent. the night boils with eleven stars.
oh starry starry night! this is how
ı want to die.
(şehir yerinde değil,
sıcak gökyüzünde boğulan bir kadın gibi
yükselip kayan karaşın bir ağaç dışında,
şehir sessiz, kaynıyor gece onbir yıldızla
ah! yıldızlı yıldızlı gece!
ben böyle ölmek istiyorum)
ıt moves. they are all alive.
even the moon bulges in its orange irons
to push children, like a god, from its eye.
the old unseen serpent swallows up the stars.
oh starry starry night! this is how
ı want to die:
(hareket halinde. her biri canlı
ay bile esniyor turuncu rengiyle
sürmek için çocukları, bir tanrı gibi, gözünden
yaşlı ve esrarlı bir yılan yıldızları yutuyor
ah! yıldızlı yıldızlı gece!
ben böyle ölmek istiyorum:)
into that rushing beast of the night,
sucked up by that great dragon, to split
from my life with no flag,
no belly,
no cry.
(atılıp kollarına gecenin canavarının
o büyük ejderha tarafından yutularak
hayatımdan kopmak istiyorum, izsiz işaretsiz
ne bir dans
ne bir ağlama.)
devamını gör...
rimel
sürdükten sonra kendisini unutturup gözünüzü ovuşturunca ben tam bir salağım dedirten makyaj malzemesi.
devamını gör...
sisler bulvarı
bir (bkz: attila ilhan) şiiridir.
elinin arkasında güneş duruyordu
aylardan kasımdı üşüyorduk
ağacın biri bulvarda ölüyordu
şehrin camları kaygısız gülüyordu
her köşe başında öpüşüyorduk
sisler bulvarı'na akşam çökmüştü
omuzlarımıza çoktan çökmüştü
kesik birer kol gibi yalnızdık
dağlarda ateşler yanmıyordu
deniz fenerleri sönmüştü
birbirimizin gözlerini arıyorduk
sisler bulvarı'nda seni kaybettim
sokak lambaları öksürüyordu
yukarda bulutlar yürüyordu
terkedilmiş bir çocuk gibiydim
dokunsanız ağlayacaktım
yenikapı'da bir tren vardı
sisler bulvarı'nda öleceğim
sol kasığımdan vuracaklar
bulvar durağında düşeceğim
gözlüklerim kırılacaklar
sen rüyasını göreceksin
çığlık çığlığa uyanacaksın
sabah kapını çalacaklar
elinden tutup getirecekler
beni görünce taş kesileceksin
ağlamayacaksın! ağlamayacaksın!
sisler bulvarı'ndan geçtim sırılsıklamdı
ıslak kaldırımlar parlıyordu
durup dururken gözlerim dalıyordu
bir bardak şarapta kayboluyordum
gece bekçilerine saati soruyordum
evime gitmekten korkuyordum
sisler boğazıma sarılmışlardı
bir gemi beni afrika'ya götürecek
ismi bilmiyorum ne olacak
kazablanka'da bir gün kalacağım
sisler bulvarı'nı hatırlayacağım
kırmızı melek şarkısından bir satır
lodos'tan bir satır yağmur'dan iki
senin kirpiklerinden bir satır hatırlayacağım
seni hatırlatanın çenesini kıracağım
limanda vapurlar uğuldayacak
sisler bulvarı bir gece haykırmıştı
ağaçları yatıyordu yoksuldu
bütün yaprakları sararmıştı
bütün bir sonbahar ağlamıştı
ağlayan sanki istanbul'du
öl desen belki ölecektim
içimde biber gibi bir kahır
bütün şiirlerimi yakacaktım
yalnızlık bana dokunuyordu
eğer sisler bulvarı olmasa
eğer bu şehirde bu bulvar olmasa
sabah ezanında yağmur yağmasa
şüphesiz bir delilik yapardım
hiç kimse beni anlıyamazdı
on beş sene hüküm giyerdim
dördüncü yılında kaçardım
belki kaçarken vururlardı
sisler bulvarı'ndan geçmediğin gün
sisler bulvarı öksüz ben öksüzüm
yağmurun altında yalnızım
ağzım elim yüzüm ıslanıyor
tren düdükleri iç içe giriyorlar
aklımı fikrimi çeliyorlar
aksaray'da ışıklar yanıyor
sisler bulvarı ayaklanıyor
artık kalbimi susturamıyorum
elinin arkasında güneş duruyordu
aylardan kasımdı üşüyorduk
ağacın biri bulvarda ölüyordu
şehrin camları kaygısız gülüyordu
her köşe başında öpüşüyorduk
sisler bulvarı'na akşam çökmüştü
omuzlarımıza çoktan çökmüştü
kesik birer kol gibi yalnızdık
dağlarda ateşler yanmıyordu
deniz fenerleri sönmüştü
birbirimizin gözlerini arıyorduk
sisler bulvarı'nda seni kaybettim
sokak lambaları öksürüyordu
yukarda bulutlar yürüyordu
terkedilmiş bir çocuk gibiydim
dokunsanız ağlayacaktım
yenikapı'da bir tren vardı
sisler bulvarı'nda öleceğim
sol kasığımdan vuracaklar
bulvar durağında düşeceğim
gözlüklerim kırılacaklar
sen rüyasını göreceksin
çığlık çığlığa uyanacaksın
sabah kapını çalacaklar
elinden tutup getirecekler
beni görünce taş kesileceksin
ağlamayacaksın! ağlamayacaksın!
sisler bulvarı'ndan geçtim sırılsıklamdı
ıslak kaldırımlar parlıyordu
durup dururken gözlerim dalıyordu
bir bardak şarapta kayboluyordum
gece bekçilerine saati soruyordum
evime gitmekten korkuyordum
sisler boğazıma sarılmışlardı
bir gemi beni afrika'ya götürecek
ismi bilmiyorum ne olacak
kazablanka'da bir gün kalacağım
sisler bulvarı'nı hatırlayacağım
kırmızı melek şarkısından bir satır
lodos'tan bir satır yağmur'dan iki
senin kirpiklerinden bir satır hatırlayacağım
seni hatırlatanın çenesini kıracağım
limanda vapurlar uğuldayacak
sisler bulvarı bir gece haykırmıştı
ağaçları yatıyordu yoksuldu
bütün yaprakları sararmıştı
bütün bir sonbahar ağlamıştı
ağlayan sanki istanbul'du
öl desen belki ölecektim
içimde biber gibi bir kahır
bütün şiirlerimi yakacaktım
yalnızlık bana dokunuyordu
eğer sisler bulvarı olmasa
eğer bu şehirde bu bulvar olmasa
sabah ezanında yağmur yağmasa
şüphesiz bir delilik yapardım
hiç kimse beni anlıyamazdı
on beş sene hüküm giyerdim
dördüncü yılında kaçardım
belki kaçarken vururlardı
sisler bulvarı'ndan geçmediğin gün
sisler bulvarı öksüz ben öksüzüm
yağmurun altında yalnızım
ağzım elim yüzüm ıslanıyor
tren düdükleri iç içe giriyorlar
aklımı fikrimi çeliyorlar
aksaray'da ışıklar yanıyor
sisler bulvarı ayaklanıyor
artık kalbimi susturamıyorum
devamını gör...
buddenbrooklar
olay örgüsünde bulunan bir kırılma anından ziyade her bölümünde yavaş yavaş çatlayan ve hanno'nun ölümü ile tamamen tuzla buz olan bir cam etkisi bırakan thomas mann eseri. mann oldukça genç yaşta yazmaya başlıyor bu yarı otobiyografik eseri. esasında yarı otobiyografik denmesinin sebebi eserde mann ailesinin köklü geçmişinin ve yaşantısının yansımaları olması ama birebir olduğunu da söylemek doğru sayılmaz. titizlikle işlenmiş karakterleri ile sakince okunup herhangi bir aksiyon beklemeden dönemi ve getirilerini anlamaya yönelik bir roman esasında buddenbrooks. burjuvazinin keskin bir yansıması ve kimine göre yıkılışı kimine göre başkalaşımının iyi birer örneği. türk edebiyatı'na kadar uzanan bir etkisi var eserin edebiyat dünyasında. sadece burjuvazinin başkalaşımı değil alman edebiyatının da değiştiği dönemlere denk geliyor eser. 1830'ların ortalarına ve 1870'lerin sonlarına doğru kronolojik bir biçimde ilerliyor bu yüzden bu döneme ilgi duyan insanlar için kaynak görevi görecek kadar iyi bir dönem tasviri var eserin ki zaman zaman daha eski dönemlere de ufak geri dönüşler yapılıyor. mekan tasvirleri, karakterlerin her birinin titizlik ile yazılması ve her karakterin kitabın sonundan başına burjuvazinin bir yönünü temsil etmesi o kadar genç yaşta bir yazar için üst düzey bir kabiliyetin ürünü. zaten oldukça temiz bir zaman akışı olduğu için karakterlerden başka bir şeye odaklanmaya izin vermiyor mann ve belki de bu yüzden zaten eser boyunca belirli bir kırılma anı yaşamaktansa bütünün çatırdamalarını duyuyoruz sadece.
"wußtest du nicht, daß man auch in einer kleinen stadt ein großer mann sein kann? daß man ein cäsar sein kann an einem mäßigen handelsplatz an der ostsee? freilich, dazu gehört ein wenig phantasie, ein wenig ıdealismus… und den besaßest du nicht, was du auch von dir selbst gedacht haben magst." (küçük bir kentte bile büyük bir adam olunabileceğini bilmiyor muydun? baltık denizi kıyısında sıradan bir ticaret firmasında da sezar olunabileceğini hiç düşünmedin mi? elbette bunun için biraz hayalgücü biraz da idealistlik gerekirdi... ne düşünürsen düşün, sen bunlara sahip değilsin.) p. 216
"wußtest du nicht, daß man auch in einer kleinen stadt ein großer mann sein kann? daß man ein cäsar sein kann an einem mäßigen handelsplatz an der ostsee? freilich, dazu gehört ein wenig phantasie, ein wenig ıdealismus… und den besaßest du nicht, was du auch von dir selbst gedacht haben magst." (küçük bir kentte bile büyük bir adam olunabileceğini bilmiyor muydun? baltık denizi kıyısında sıradan bir ticaret firmasında da sezar olunabileceğini hiç düşünmedin mi? elbette bunun için biraz hayalgücü biraz da idealistlik gerekirdi... ne düşünürsen düşün, sen bunlara sahip değilsin.) p. 216
devamını gör...
hidano
aşırı tatlı, neşe dolu, cıvıl cıvıl, canlı ve heyecanlı bir yazar. sohbet etme imkanım oldu kendisi ile. öyle heyecanlı ki, hayatımda bu kadar heyecanlı birine rastlamadım.
devamını gör...
gangsta
güney afrika'da bol bol vardır. cape town'da genelde coloured melezlerin semtlerinde takılırlar. acayip havalı ve paralıdırlar. günde iki öğün yemek yese mutlu olan fakirlerin mahallesinde son model arabalarla gezerler ve bu yüzden sokaktaki küçük çocuklar onları gördüğünde, salute my bro diye seslenirler. bu yüzden güzel kızların çoğu bunlarla takılır. zaten güzel bir kız bunlardan birine takılmak istemezse hayatı tehlikeye girer. çete üyeleri neredeyse hergün birbirlerini öldürürler. ama ülkede fakir çoktur ve öldürülen elemanın yerine hemen birileri gelir. işin kötü tarafı bu şerefsizler birbirine ateş ederken yoldan geçen sıradan vatandaşta ölüyor.
devamını gör...
kitap satın alma hastalığı
elektronik satın alma ya da dekoratif eşya satın alma ya da ayakkabı kıyafet satın alma hastalığına göre çok masumdur. kitap dediğin 30yıl sonra emekli olunca bile açıp okunur...
devamını gör...
akıllı telefonlardan önce gençlerin yaptıkları şeyler
atari oynuyorduk, arkadaşlarımızla buluşuyorduk, kitap okuyorduk, küçükken sokaktan içeri girmiyorduk, boş boş yatağa uzanıp müzik eşliğinde hayal kuruyorduk, okul arkadaşlarımızdan en samimi olduklarımızın evinde toplanıyorduk, mezun olurken yumurta savaşı yapıyorduk ve daha aklıma gelmeyen bir sürü şey.
sokaklar şimdikinden çok daha canlı, renkli ve umutluydu o zamanlar. haftanın 1 günü tunalı'da öyle bir eğlenirdiniz ki tüm haftaya yeterdi o eğlence ve ertesi haftayı iple çekerdiniz. kıymeti vardı o eğlencelerin. şimdikiler gibi çabuk tüketilmiyordu hiçbir şey.
her dönem kendi içerisinde kendisine yetebiliyor. şimdiki şartlarda doğup "ay o zaman yaşasam ne sıkıcı olurdu!" demek yanlış.
sokaklar şimdikinden çok daha canlı, renkli ve umutluydu o zamanlar. haftanın 1 günü tunalı'da öyle bir eğlenirdiniz ki tüm haftaya yeterdi o eğlence ve ertesi haftayı iple çekerdiniz. kıymeti vardı o eğlencelerin. şimdikiler gibi çabuk tüketilmiyordu hiçbir şey.
her dönem kendi içerisinde kendisine yetebiliyor. şimdiki şartlarda doğup "ay o zaman yaşasam ne sıkıcı olurdu!" demek yanlış.
devamını gör...
uçurum kenarından atlayacak kişiye söylenecek son söz
nasılsa öleceksin acelen ne?
devamını gör...
filmatek
içerisindeki belgeseller gerçekten inanılmaz.
belgesel konusunda mubi ile kıyas edilmeyecek derecede iyi.
çok cüzi bir miktar ödeyerek üyelik sahibi olabiliyorsunuz.
exxen yerine 50 kere tercih edilmesi gerekilen platform.
sevin sevdirtin.
belgesel konusunda mubi ile kıyas edilmeyecek derecede iyi.
çok cüzi bir miktar ödeyerek üyelik sahibi olabiliyorsunuz.
exxen yerine 50 kere tercih edilmesi gerekilen platform.
sevin sevdirtin.
devamını gör...
obezite ile savaşmanın önemi
obeziteyi günlük alınması gereken enerji miktarının harcanan enerji miktarından daha fazla olması sonucu vücuttaki yağ oranının artması olarak tanımlayabiliriz. obezite çağımızın en önemli hastalıklarından biri olarak dünyayı ve ülkemizi tehdit etmeye devam ediyor. fast food tüketiminin artması, dengeli ve düzenli beslenmemek ve hareketsizlik başlıca nedenlerinden. peki obeziteyle nasıl savaşabiliriz bu konuya değineceğim. öncelikle her şeyde olduğu gibi obezite de genlerinizle alakalı olabilir ama bu demek olmuyor ki bu genetik bir şey ben asla değiştiremem. öncelikle bu bahanenin arkasına sığınmamalıyız. eğer genetik yatkınlığımız varsa daha dikkat etmeliyiz yediklerimize. beslenme alışkanlıklarımızı değiştirmeliyiz. obeziteye sebebiyet veren bir diğer şey ise hareketsizlik. gün boyu hareketsiz kalıyoruz. mesela apartman dairesinde oturuyorsak asansör kullanmayı tercih ediyoruz. avm lerde yürüyen merdiveni kullanıyoruz. en yakın markete giderken bile araba kullanıyoruz. bu kötü alışkanlıkarımızı değiştirsek çok daha sağlıklı bireyler olabiliriz. spor yapamıyorsak günde 10- 15 dakikalık yürüyüşün bile sağlımız için önemi büyük.
devamını gör...
ihtiyaç olmamasına rağmen bir şeyler almak
bir tür hastalık. ölücülük olarak da bilinir. (bkz: donanımhaber ölücüleri) bunların en büyük örnedğidir. kampanya var demeniz yeterlidir onlar için biraz ucuzmu mutlaka alırlar. ihtiyaç olmuş yada olmamış hiç önemi yoktur.
devamını gör...
murat 124
murat 124 ya da halk arasındaki yaygın ismiyle hacı murat, 1971 yılında tofaş’ın bursa fabrikasında fiat 124 şasesine oturtularak türkiye’de yabancı lisansla üretilen ilk otomobil.
kuş serisinin üretiminin başlamasıyla 1976 yılında üretimi durdurulmuştur. 1984 yılında tofaş serçe adıyla yeniden üretimine başlanmış, 1995 tarihinde bu kez tamamen durdurulmuştur.
murat adı fiat markasının türkiye'ye uyarlanmasıdır. koç holding ve fiat, bu isim değişikliğiyle türk tüketicisine yerli bir otomobil sunumunu vurgulamak için yapılmıştır. fiat, ispanya'da da aynı isim değişikliğini o zamanki ortağı seat ile de uygulamış ve ispanya'da satışa sunulan fiat araçları, seat adıyla satılmıştır.
fiat 124, avrupa'da yılın otomobili yarışmasında 1967'de birincilik ödülünü almıştır.
kuş serisinin üretiminin başlamasıyla 1976 yılında üretimi durdurulmuştur. 1984 yılında tofaş serçe adıyla yeniden üretimine başlanmış, 1995 tarihinde bu kez tamamen durdurulmuştur.
murat adı fiat markasının türkiye'ye uyarlanmasıdır. koç holding ve fiat, bu isim değişikliğiyle türk tüketicisine yerli bir otomobil sunumunu vurgulamak için yapılmıştır. fiat, ispanya'da da aynı isim değişikliğini o zamanki ortağı seat ile de uygulamış ve ispanya'da satışa sunulan fiat araçları, seat adıyla satılmıştır.
fiat 124, avrupa'da yılın otomobili yarışmasında 1967'de birincilik ödülünü almıştır.
devamını gör...
