dünya kendi etraflarında dönmüyor diye dünyanın burnundan getirmeleri.
devamını gör...

alexander graham bellin,sevgilisinin ismi allessandra lolita oswaldo olduğundan ,kısaca alo diye hitap ederdi ve ilk telefondan görüşmesini sevgilisiyle yaptığında alo dediğinden hepimiz aynı ismi yıllardır kullanırız. vings kardeşim.
devamını gör...

gönül hanemize biraz hüzün biraz acı, çokça hasret ekleyen durumdur.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
hayat beni senin gittiğin gün büyüttü. kolumu kanadımı koparıp savurdu kayalardan aşağı, uçamadım... çarpa çarpa düştüm uçurumdan, tutunacak bir dal bulamadım... *
devamını gör...

ayrı yazılacak olan de, ayrı yazılmamış ise takılmak gerekir. bunun ruh hastalığı olduğunu nickname'ime sığınarak reddediyorum.
devamını gör...

cinsellik, 19. yüzyılda ortaya çıkmış ve batı’da imâl edilmiş bir kavramdır. öncesinde, insanlar cinsel ilişkilerde bulunurlardı fakat ‘cinsellikleri’ yoktu. belirli bir duygular ve zevkler grubunun “cinsellik” adı altında ayrı bir görüngü olarak yalıtılabileceğini düşünmeden rahatlıkla cinsellik üzerine konuşabilirlerdi. ancak yeni cinsellik kavramı sayesinde; konuşmaya, düşünmeye ve eylemeye ilişkin muhtelif günahlar, insan kişiliğinin müstakil bir kısmı olarak yalıtabilir ve geri kalan insanî duygu ve eylem alanlarından ayrıştırılabilir, özel bir grup olarak birleştirilebilir hale geldi.

yüzyıllar boyunca batı’nın cinsel düşlemleri, kimilerine göre her türlü günahkâr sapmanın uçurumu, kimilerine göreyse yasaklanmış kösnül hazların hasretle düşlenen cennetiydi. yakın doğu’daki insanları bu pek ırgalamıyordu tabii, yeter ki onları rahat bıraksınlar. ancak 19. asrın akışı içinde, artık rahat bırakmaz oldular. sanayileşme ve anamalcılık, batı’yı iktisadî ve askerî bakımdan öyle güçlendirmişti ki, islam dünyasına dönük sömürgeci atılımını yakın doğu’nun aslî ülkelerine de taşıyabilmişti. böyle bir teşebbüs, ideolojik bir temellendirmeye gereksinim duyar. batı’nın, yeryüzünün geri kalanına karşı bir “medeniyet misyonunu” yerine getirmekle görevli olduğu iddiası, işte bu ereğe hizmet etti.

ne var ki yakın doğu, sömürgeci güçlerin bakışına göre batı tipi uygarlığın gerektirdiği hemen her şeye zaten sahip bulunuyordu. sağlam yapılı evlerde oturuyorlardı, “doğru dürüst” (yani tek tanrılı ve özdönüşümlü bir ilahiyatın olduğu) bir dinleri vardı; edeplice giyiniyor, düzenli olarak yıkanıyorlardı. edebiyat vardı, tarihyazımı ve bilim vardı, kurumlaşmış bir hukuk dizgesiyle yönetilen “doğru düzgün” devletler bile vardı. yakın doğu’nun sömürgeci yağmasını meşrulaştırmak, iptidai olarak tasnif edilen başka bölgelere nazaran –batılı ölçütlere göre bile- çok daha zordu. bundan çıkışı sağlayan, yükseliş ve çöküş modeli oldu. burada da yine ‘cinselliğe’ önemli bir rol düşüyordu.

hegelci bir şema izlenerek, dünya tarihi süreklilik arz eden bir ilerleme tarihi olarak tasavvur edildi, ‘eski dünyanın kültürleri’ de sırayla buna katkıda bulunmuşlardı. bir ekin, katkısını sağladıktan sonra, ilerlemenin doruğuna onu izleyen kültür geçiyor, o da katkısını sunuyor ve birikimini kendisinden daha üstün olan bir başka kültüre devrediyordu. bu modele göre, islam kültürünün katkısı, karanlık orta çağ devrinde batı’nın antik çağ bilgisine erişmesine aracılık etmek olmuştu. o zamandan beriyse avrupa, ilerlemenin yegâne penahıydı. bütün diğer kültürler –islam kültürü de dahil– kendi varoluş haklarını yitirmişlerdi, çünkü ilerlemenin temsilciliği bu arada onlardan geçmişti. onların yazgısı, tarihsizliğin uzamında kalakalmaktı, ta ki batı onlara ilerlemeyi yeniden getirene kadar.

ancak verili kültürlerin başka kültürlere bir şey katacak kadar güçleri varken, nasıl “daha yüksek” kültürler olarak inkişaf edemediklerini ve neden zayıf düştüklerini açıklamak gerekiyordu. bunu açıklayabilmek için, ilerleme mefhumunun refakatine ‘çöküş’ kavramının da gelmesi gerekiyordu. yakın doğu’nun durumunda, bu “çöküş” mefhumu, batı’nın hegemonik bilgisinin oraya nüfuzunu sağlamanın da en etkili aracıydı.

buna göre islam’ın 8. ve 9. yüzyılda bir “altın çağı” olmuştu; o sıralar yunan biliminin ve felsefesinin eserleri arapçaya çevrilmişti (sonra batı bunlardan yararlanmış) ve ussalcı ilahiyat okulu “mutezile” devlet doktrini idi. ama sonra karanlık din âlimleri galebe çalmış, “ortodoksinin” kamçısı altında her türlü özgür düşüncenin donmasına yol açmışlardı. o zaman, bir çöküş devri başlamıştı –tam tamına bin yıl süren sahiden etkileyici bir çöküş dönemi!–

âlimlik, eski betikleri hiç düşünmeden hatmetme derekesine düşmüş, bilimler yasaklanmış ve ölüp gitmiş, edebiyat anlamsız sözcük cambazlığına irca olmuştu. egemenler, yazgılarına teslim olmuş bir güruh mahiyetindeki tebalarına gaddarca ve sadistçe zulmeden, onları sömüren korkunç tiranlardı. islam dünyasının çöküşü hakkındaki geleneksel imge, aşağı yukarı böyledir; bugün hâlâ birçok batılı entelektüel tarafından, aynı zamanda birçok yakın doğulu münevver tarafından da, doğruluğuna inanılan bir imgedir bu. bu telakkinin tutamaksızlığını birçok yönden göstermek mümkündür. ancak bakışları, çöküş tasavvurunun önemli bir yapı taşına çevirmek gerekiyor: yozlamış cinsellik.

19. yüzyıl ortalarında fransız psikiyatr bénédict augustin morel, dini kanaatleriyle lamarck’ın o zaman yepyeni olan bilimsel kuramlarını sentezlediği “yozlaşma kuramı”nı yayımladı. sofu katolik olan yazar burada incil’deki adem’in günah öyküsünü modern tıbbın düşünce tarzına uyarlar. başlangıçta kusursuz yaratılmış olan insan, zararlı çevresinin onun ahlâkî ve bedenî bozulmasına katkıda bulunan etkilerine boyun eğmiştir buna göre. bu yozlaşma, kalıtımla intikal eder, zaten bozulmuş olan zürriyet daha da zararlı bir çevrede yetişme eğiliminde olduğundan, yozlaşma kuşaktan kuşağa artar.

yozlaşma kuramı, günümüzdeki reklamcılık sektörünün arabeskleşen sloganıyla ifade etmek gerekirse: kariyer basamaklarını çok hızlı tırmandı. 19. asrın seksenli ve doksanlı yılları ingiltere’sinde orta tabakanın büyük teveccühüne mazhar oldu, zira onların ilerleyen sanayileşme karşısındaki korkularına, “moloh” (tevrat’ta sözü edilen putperestlerin çocuk kurban ettikleri tanrı) toplumsal konumlarını yitirme korkularına, isyankâr proletarya ve göçmenler karşısındaki korkularına hitap ediyordu.
başta şehirli alt tabakaların, sanayileşmenin ilk dönemindeki koşullara karşı gösterdikleri tepkiye dayanan yozlaşma kuramı “sapkın” cinsel davranışı açıklamak için kullanılmaya da müsaitti. üremeye yaramayan her türlü davranış, hem hıristiyanlığa hem darwinci düşünce tarzına uygun olarak “sapkın” sayılıyordu bu anlayışta. almanya’da yayımlanan: ‘psychopathia sexualis’ adlı, modern cinsellik biliminin kurucu eseri sayılan ünlü kitapta, bu tür davranışların tamamı “işlevsel yozlaşma” olarak tanımlandı.

yozlaşma kuramının kendisini bu kadar çabuk kabul ettirmesinin nedeni, bireylerin “yozlaşması” hakkında bir açıklama sunması değildi çünkü bu kuram, baştan itibaren kolektifleri esas alıyordu. sorun bireyin değil, topyekûn halk gruplarının “soysuzlaşması” idi. kuramın kendi iç mantığına göre, eğer halk içindeki bazı kesimlerin yozlaşmasına büyük bir tepki gösterilmezse, sonuçta halkın tamamı bir yozlaşma sürecine kurban giderdi. bu teori: cürümlerle, alkolizmle, fuhuşla mücadele etmeye çalışmakla ve onlardan korunmak için hekimlerin müdahalesini meşrulaştırmakla kalmıyor, dahası gerekli kılıyordu. bununla batı dünyasının medikalizasyonuna doğru önemli bir adım atılmış oldu. hekimler, o zamana kadar kilisenin hâkim olduğu alanlarda kendilerini yetkili ilan ettiler ve devlete merbut bir sağlık kurumu hastalarla meşgul olmakla kalmayıp, yoksulluğu, bakımsızlığı, cürümleri ve cinselliği de tıbbî bir sorun olarak tanımladı. erkek erkeğe cinsellik şimdi artık bir günah olmaktan çıkıp sayrılığa, sonra da kalıtımla aktarılan bir yozlaşma görüngüsüne dönüştü, böylece tüm toplumu tehdit eden bir sorun haline geldi.

yozlaşma isteğinin başka yararları da vardı. birincisi, sosyal darwinist ve ırkçı kuramlarla bağdaştırılabilmesi kolaydı, ikincisi avrupa dışı halkların “geri kalmışlığına” değgin bir açıklama sunmakla kalmıyor, “uygarlaştırma” gayesiyle oralara müdahale etmeyi de meşrulaştırıyordu. napolyon, 1798’de mısır’a düzenlediği saldırıyı mısır’ı yozlaştırmış ve barbarlığa sürüklemiş olan “türkler”den “kurtarma” savıyla meşrulaştırmıştı.

insan yaşamının diğer alanlarından ayrıştırılmış bir “cinsellik” anlayışını kurumlaştırma tasarısıyla batı, bir şekilde cinsel yaşamla bağıntılı görünen edimleri ‘belirsizlikten’ arındırmaya dönük, çıkışsız olan fakat yine de dünya çapında başarıya ulaşan bir girişim başlatmış oldu. bu arada, dünyada yaygın olarak kullanılan bütün dillerde, batılı “cinsellik” kavramının mütekabili olacak sözcükleri üretme çalışmaları başlatıldı. genellikle, “yerli cinselliği” batılı standartlara uydurmaya çalışan bir söylem de kurumlaştı. cinsel hazzı ve kösnül duygulanımları müphemlikten arındırmaya dönük bu çabanın, “belirsizliğin” ilgasına yönelik her deneme gibi başarısızlığa mahkûm olduğu açıktır. ortaçağ’da rahiplerin hazırladığı mufassal günah kataloglarının yerini, hekimlerin sayısız sapkınlığa ilişkin daha da ayrıntılı tasnifleri aldı. günümüzde, kimlik piyasasında gittikçe ayrıştırılan cinsel kimliklerden bir tane edinebilirsiniz fakat böylelikle cinselliğe ilişkin “belirsizliği” sona erdirme hedefinden daha çok uzaklaşırsınız.
devamını gör...

(bkz: chen) cedric'in kız arkadaşı. sen ne memnuniyetsiz bir kızsın ya. küçüklükten gıcık olurum.
devamını gör...

her köşeden eşeksever, halay başı teröristlerin çıkmasından bıktık. 10-15 kardeş oldukları için devlet bursu da yurdu da bunlara çıkar. devletin etinden sütünden faydalanıp ilk fırsatta alışık oldukları leş hayata devam ederler.
not: teröristten kastın ne olduğunu herkes iyi biliyor. yoksa sağ, sol, şu, bu farketmiyor. buradaki ayrım vatanseverler ve teröristlerdir.
devamını gör...

beni cedi osman'a benzetirler ama pek bir alakam olduğunu düşünmüyorum. *
devamını gör...

şans mı değil mi asla anlayamıyorsun. neden ben? diye sormaktan yorulmuşsun. herkes kadar şaşkın, yaşamın karşısında.
devamını gör...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
ara ara bu başlığı meşgul etmeye gelirim artık.
devamını gör...

sağlık .

dişin ağrısın yeter anlaman için.
devamını gör...

simyacıların felsefe taşını aramalarını simgeleyen “visita ınteriora terrae rectificando ınvenies occultum lapidem” sözündeki kelimelerin baş harflerinden oluşan kelime. yaklaşık anlamı “yerin merkezini ziyaret et, orada gizli taşı bulacaksın.” dır.
devamını gör...

cahit sıtkı'nın yolun yarısı dediği yaştan itibaren 5 sene sonra. yüzümün kırışmasına, yaşlanmaya, yaşlılığa bağlı hastalıklara, torun torbaya tahammülüm yok.
devamını gör...

samimi değilseniz konuşacaklarınız iki kelimeyi geçmez.medeni durum,çocuk hatır sorulur sadece.eski sohbetler mazide kalmıştır.
devamını gör...

bu hayatta kaybedecek hiçbir şeyi olmayan, zavallı biriyim işte.
ama gönlüm çok geniş. herkesin gönlüne dokunmaya çalışıyorum.
her ne kadar anlaşılmasa da, istenmese de...
devamını gör...

dönüşüm, kafka'nın 1912'de yazdığı kısa roman. gregor samsa bir sabah uyandığında kendini böceğe dönüşmüş olarak bulur. ilk başta bu durumu saçma olarak görür, "biraz daha uyusam ve bütün bu saçmalıkları unutsam" diye geçirir içinden. bu aslında bir yerde hayatın kurulu düzenine uymamayı (işe gitmemeyi) insanlıktan çıkmak olarak görmektir. o kadar alışmıştır ki kendisinden beklenenlere, vücudunun böceğine dönüştüğünü gördüğü halde günlük yaşamına dönmeyi düşünür, saate bakar, biraz daha uyuyup kalkayım der, hala treni yakalama umudundan bahseder. aklını kaçıracak kadar korkması gereken bir durum karşısında (ben olsam herhalde deli gibi bağırırdım) sakinliğini korur. aslında ailesi de biraz öyle davranır, hatta tam da gregor'dan beklenecek bir durum olduğunu düşünürler. tıpkı, çocuklarının azıcık ders çalışmadığını, azıcık kurallara uymadığını görünce "sen adam olmazsın" diye bağıran ebeveynler gibi. bana göre gregor, camus'un meursault'unun tam tersidir, sosyal statüsünü, görev ve sorumluluklarını önemser. bu yüzden durumu kabullenmekte zorlanır. ama güneş balçıkla sıvanmaz, çaresizce çırpınan ince ayaklarını görünce gözlerini kapatır ve sağına dönmeye çalışır. duyduğu inanılmaz acı sonucu çabalamayı keser. bu bir nevi kabullenmektir artık.

roman o kadar ince ayrıntılarla dolu ki, 700 sayfada anlatılacakları 70 sayfada anlatır. ama benim için şu cümlenin anlamı hepsinden ötedir: "insan dediğin uykusunu almalı."
devamını gör...

kimi zaman yoran, kimi zaman boğan zorluklardır.
çapının boyutu,insanda kalitenin çapını gösterir.
insanda ne kadar sorumluluk var,
o kadar insanlık var demektir.
sorumsuzluk bir çürüme, bir kokuşmadır.
her türlü yıkımın kaynağında sorumsuzluk bombası vardır.
devamını gör...

dünyada genel olarak din etkisini kaybediyor. sekülerizmin yükselişi, bilimin ilerleyişi ve özgür düşünce ortamı bunu besliyor.
devamını gör...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

uyuyamayacak kadar sarhoşum, durumu ben de çözemedim...
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim