hayır diyebilmek
hayır diyebilmek büyük fazilettir.
cemil meriç.
cemil meriç.
devamını gör...
teknolojik tekillik
ilk kez bir bilgisayar bilimcisi ve matematikçi olan john von neumann tarafından, 20. yüzyılın ortalarında dile getirilen ve sonrasında da pek çok kişi tarafından hakkında makaleler yazılan, yapay zekânın gelecekteki bir dönemde, insan zekâsının önüne geçmesi durumunda, insan hayatı üzerinde meydana gelmesi muhtemel olan kökten değişimlere atıfta bulunan terim.
yazı biraz uzun olacak çünkü bu işin olurunu, olmazını konuşabilmek için bazı ön bilgileri vermek gerekiyor.
amerikalı yazar vernor vinge, bu konuyu tekillik dediğimizde aklımıza ilk gelen kavram olan kara delik tekilliğine benzetmişti, yakın sayılabilecek bir tarihte yazdığı makalesinde. zira, tıpkı tekillik noktasında, bildiğimiz fizik kurallarının işlemez hale gelmesine benzetiyordu, insan hayatının bildiğimiz anlamda sürmemeye başlayacak olduğu noktayı. yazar ve fütürist ray kurzweil, bu olayın gerçekleşeceği yılı 2045 olarak öngörüyor.
google mühendislik direktörü ray kurzweil, şimdiye kadarki tahminleri yüksek oranda gerçekleşmiş bir gelecek bilimci. kurzweil, 1990 yılından itibaren yürüttüğü 147 tahminin, yüzde 86 oranında gerçekleştiğini söylüyor.
(beyinsizler. net'ten alıntı)
***
yapay zekâ dediğimizde bahsettiğimiz şeyin tam olarak ne olduğunu açıklamak gerekir bu noktada.
örneğin facebook gibi arkadaşlık sitelerinde, karşınıza "önerilen arkadaşlar" şeklinde bir grup insanın çıkmasının arkasında bir çeşit yapay zekâ arayabilirsiniz. bu önerileri size, tek tek herkesin profilini inceleyip ortak arkadaşları bulunca "dur şunu ahmet'e önereyim" diyen gerçek bir insan yapmıyor. toplanan verileri bir yapay zekâya verip "şu ortak özelliğe sahip durumları ayır" diyebilirsiniz ve makine (bir başka deyişle bilgisayar) bunu rahatlıkla yapabilir.
veri sayısı ve türü karmaşıklaştıkça, makinelerin de "kafası" karışabilir. örneğin iç içe geçmiş birkaç tane daireyi gitar zannedecek kadar "yapay geri zekâ"lı bir makineye bile denk gelebilirsiniz. bu noktada iş yavaş yavaş makine öğrenimine hatta oradan da yapay sinir ağları ile derin öğrenmeye geçiş yapar.
farkı ne bu üçünün? bakalım...
***
yapay zekâ çok daha genel bir kavram aslında. bunun içine karşılıklı tenis oynadığınız bir bilgisayar oyunu gibi basit işlevleri bile dahil edebilirsiniz. hatta oynadığı oyunda yaptığı hatalı hamleleri bir daha yapmayacak şekilde "ders" çıkarabilir, bir yapay zekâ.
makine öğrenimi, bazı yöntemlerde insan müdahalesine ihtiyaç duymadan veri analizi yapabilir. kendi kendini eğitmeye ve sizden daha isabetli tahminler yapmaya (mesela hastalıklara isabetli teşhisler koymaya) yatkındır. açıkçası bazen ilk kavramla bu biraz birbirine de karıştırılabilir. çok net bir sınır çizmek çok kolay değil, sıradan bir yapay zekâ ile bunun arasına.
derin öğrenme ise bunların 1-2 adım daha ötesi diyebiliriz. örneğin makine öğreniminde bir makineye "şu parametrelere göre şu işi yap" diyebiliriz ama derin öğrenme için makineye parametre vermemize gerek bile kalmayabilir. makine, parametreleri bile kendisi belirleyebilir. üstelik birçok katmandaki işlemi aynı anda yapabilir. insan beynine biraz daha yakındır yani çalışma sistemi.
***
peki bu işler hangi aşamada?
aşağıdaki siteye girin, sayfayı birkaç kez yenileyin ve çıkan yüzleri inceleyin:
thispersondoesnotexist.com/
"ee? ne var bunda?" diyebilirsiniz. gördüğünüz insanların hiçbiri gerçekte dünya üzerinde yok. nvidia tarafından yapılan bu çalışma, yapay sinir ağlarının bir çalışması. gerçekte var olmayan sahte yüzler (hatta kediler, arabalar vs) üretebiliyor. basitçe şöyle çalışıyor: bir üretici ve bir ayırıcıdan oluşuyor sistem. üretici sahte veriler (yani yüzler) üretiyor. bir de gerçek örnekler veriliyor makineye. ayırıcı, üreticiden gelenleri de, gerçek olanları da inceliyor ve hangisinin gerçek hangisinin sahte olduğunu zamanla öğrenerek üreticiye geri bildirim gönderiyor. böylece üretici daha gerçekçi veriler üretmeye yönlendiriliyor. yani uzun süreli bir "deneme yanılma" süreci...
"etkilenmedim." mi diyorsunuz?
başka bir örneğe bakalım:
bu da çin'in (ve sanırım dünyanın) ilk "sahte" haber spikeri... tabi bir parça belli oluyor sahte olduğu ve aslında tek yaptığı, yazılı bir metni okumak. yani en azından şimdilik pek de zeki sayılmaz.
bunu da mı beğenmediniz? o zaman bir örnek daha gelsin...
birkaç sene önce facebook "kendi dillerini geliştirdikleri" gerekçesiyle "kontrolden çıkan" bir yapay zekâ sistemini kapatmak zorunda kaldı. yapay zekâ botlarının, normal şartlarda ingilizce konuşarak "anlaşmaları" sağlanmıştı ve bir süre böyle de devam ettiler. ancak ne olduysa, sadece kendi aralarında anlaşabildikleri bir dil geliştirdiler. kendilerine öğretilen pazarlık ve takas yöntemleri konusunda oldukça "hevesli" olan botlar, bunu yaparken ingilizce kullanmaları kendilerine ayrıca söylenmediğinden, kendi dillerini geliştirmişti.
tabi sistemin kapatılmasının nedeni "panik" değil, botların anlaşılmaz duruma gelmesiydi. zira söylenene göre amaç, "insanlarla konuşabilecek robotlar" geliştirmekti ve bu robotlar ne yazık ki "kendi aralarında" konuşuyorlardı.
***
yapay zekâ yahut insansı robotlar dediğimizde, boston dynamics'i anmadan olmaz:
ve tabi sophia ile fedor'u:
***
cortana, ibm watson, amazon alexa, google assistant... bunların tümü yapay zekâ başlığının başarılı örnekleri diyebiliriz. ancak yine de teknolojik tekillik için gereken noktada değiliz diye düşünüyoruz. fakat birçok ünlü isim, 2040-2050 yılları civarında bu tekilliğin gerçekleşeceğine inanıyor. zira teknolojideki gelişmelerin ağır ağır, zamana yayılarak değil, üstel bir hızla artacağı öngörülüyor. bir çeşit moore yasası...
insan zekâsı ile makineleri birleştirmek ve yarı biyonik robotlar yapmak gibi fikirler de dillendiriliyor günümüzde. özellikle 3 boyutlu yazıcı teknolojisiyle canlı hücrelere sahip bazı organların yapılabildiği günümüzde, bunları robotlarla bir araya getirerek ortaya tuhaf yaratıklar çıkarmak mümkün.
bu da bir sanatçının silikondan yaptığı "insan parçaları"nı gösteren video:
konu ile ilgili olarak bir düşünce deneyi için (bkz: roko'nun basiliski)
yazı biraz uzun olacak çünkü bu işin olurunu, olmazını konuşabilmek için bazı ön bilgileri vermek gerekiyor.
amerikalı yazar vernor vinge, bu konuyu tekillik dediğimizde aklımıza ilk gelen kavram olan kara delik tekilliğine benzetmişti, yakın sayılabilecek bir tarihte yazdığı makalesinde. zira, tıpkı tekillik noktasında, bildiğimiz fizik kurallarının işlemez hale gelmesine benzetiyordu, insan hayatının bildiğimiz anlamda sürmemeye başlayacak olduğu noktayı. yazar ve fütürist ray kurzweil, bu olayın gerçekleşeceği yılı 2045 olarak öngörüyor.
google mühendislik direktörü ray kurzweil, şimdiye kadarki tahminleri yüksek oranda gerçekleşmiş bir gelecek bilimci. kurzweil, 1990 yılından itibaren yürüttüğü 147 tahminin, yüzde 86 oranında gerçekleştiğini söylüyor.
(beyinsizler. net'ten alıntı)
***
yapay zekâ dediğimizde bahsettiğimiz şeyin tam olarak ne olduğunu açıklamak gerekir bu noktada.
örneğin facebook gibi arkadaşlık sitelerinde, karşınıza "önerilen arkadaşlar" şeklinde bir grup insanın çıkmasının arkasında bir çeşit yapay zekâ arayabilirsiniz. bu önerileri size, tek tek herkesin profilini inceleyip ortak arkadaşları bulunca "dur şunu ahmet'e önereyim" diyen gerçek bir insan yapmıyor. toplanan verileri bir yapay zekâya verip "şu ortak özelliğe sahip durumları ayır" diyebilirsiniz ve makine (bir başka deyişle bilgisayar) bunu rahatlıkla yapabilir.
veri sayısı ve türü karmaşıklaştıkça, makinelerin de "kafası" karışabilir. örneğin iç içe geçmiş birkaç tane daireyi gitar zannedecek kadar "yapay geri zekâ"lı bir makineye bile denk gelebilirsiniz. bu noktada iş yavaş yavaş makine öğrenimine hatta oradan da yapay sinir ağları ile derin öğrenmeye geçiş yapar.
farkı ne bu üçünün? bakalım...
***
yapay zekâ çok daha genel bir kavram aslında. bunun içine karşılıklı tenis oynadığınız bir bilgisayar oyunu gibi basit işlevleri bile dahil edebilirsiniz. hatta oynadığı oyunda yaptığı hatalı hamleleri bir daha yapmayacak şekilde "ders" çıkarabilir, bir yapay zekâ.
makine öğrenimi, bazı yöntemlerde insan müdahalesine ihtiyaç duymadan veri analizi yapabilir. kendi kendini eğitmeye ve sizden daha isabetli tahminler yapmaya (mesela hastalıklara isabetli teşhisler koymaya) yatkındır. açıkçası bazen ilk kavramla bu biraz birbirine de karıştırılabilir. çok net bir sınır çizmek çok kolay değil, sıradan bir yapay zekâ ile bunun arasına.
derin öğrenme ise bunların 1-2 adım daha ötesi diyebiliriz. örneğin makine öğreniminde bir makineye "şu parametrelere göre şu işi yap" diyebiliriz ama derin öğrenme için makineye parametre vermemize gerek bile kalmayabilir. makine, parametreleri bile kendisi belirleyebilir. üstelik birçok katmandaki işlemi aynı anda yapabilir. insan beynine biraz daha yakındır yani çalışma sistemi.
***
peki bu işler hangi aşamada?
aşağıdaki siteye girin, sayfayı birkaç kez yenileyin ve çıkan yüzleri inceleyin:
thispersondoesnotexist.com/
"ee? ne var bunda?" diyebilirsiniz. gördüğünüz insanların hiçbiri gerçekte dünya üzerinde yok. nvidia tarafından yapılan bu çalışma, yapay sinir ağlarının bir çalışması. gerçekte var olmayan sahte yüzler (hatta kediler, arabalar vs) üretebiliyor. basitçe şöyle çalışıyor: bir üretici ve bir ayırıcıdan oluşuyor sistem. üretici sahte veriler (yani yüzler) üretiyor. bir de gerçek örnekler veriliyor makineye. ayırıcı, üreticiden gelenleri de, gerçek olanları da inceliyor ve hangisinin gerçek hangisinin sahte olduğunu zamanla öğrenerek üreticiye geri bildirim gönderiyor. böylece üretici daha gerçekçi veriler üretmeye yönlendiriliyor. yani uzun süreli bir "deneme yanılma" süreci...
"etkilenmedim." mi diyorsunuz?
başka bir örneğe bakalım:
bu da çin'in (ve sanırım dünyanın) ilk "sahte" haber spikeri... tabi bir parça belli oluyor sahte olduğu ve aslında tek yaptığı, yazılı bir metni okumak. yani en azından şimdilik pek de zeki sayılmaz.
bunu da mı beğenmediniz? o zaman bir örnek daha gelsin...
birkaç sene önce facebook "kendi dillerini geliştirdikleri" gerekçesiyle "kontrolden çıkan" bir yapay zekâ sistemini kapatmak zorunda kaldı. yapay zekâ botlarının, normal şartlarda ingilizce konuşarak "anlaşmaları" sağlanmıştı ve bir süre böyle de devam ettiler. ancak ne olduysa, sadece kendi aralarında anlaşabildikleri bir dil geliştirdiler. kendilerine öğretilen pazarlık ve takas yöntemleri konusunda oldukça "hevesli" olan botlar, bunu yaparken ingilizce kullanmaları kendilerine ayrıca söylenmediğinden, kendi dillerini geliştirmişti.
tabi sistemin kapatılmasının nedeni "panik" değil, botların anlaşılmaz duruma gelmesiydi. zira söylenene göre amaç, "insanlarla konuşabilecek robotlar" geliştirmekti ve bu robotlar ne yazık ki "kendi aralarında" konuşuyorlardı.
***
yapay zekâ yahut insansı robotlar dediğimizde, boston dynamics'i anmadan olmaz:
ve tabi sophia ile fedor'u:
***
cortana, ibm watson, amazon alexa, google assistant... bunların tümü yapay zekâ başlığının başarılı örnekleri diyebiliriz. ancak yine de teknolojik tekillik için gereken noktada değiliz diye düşünüyoruz. fakat birçok ünlü isim, 2040-2050 yılları civarında bu tekilliğin gerçekleşeceğine inanıyor. zira teknolojideki gelişmelerin ağır ağır, zamana yayılarak değil, üstel bir hızla artacağı öngörülüyor. bir çeşit moore yasası...
insan zekâsı ile makineleri birleştirmek ve yarı biyonik robotlar yapmak gibi fikirler de dillendiriliyor günümüzde. özellikle 3 boyutlu yazıcı teknolojisiyle canlı hücrelere sahip bazı organların yapılabildiği günümüzde, bunları robotlarla bir araya getirerek ortaya tuhaf yaratıklar çıkarmak mümkün.
bu da bir sanatçının silikondan yaptığı "insan parçaları"nı gösteren video:
konu ile ilgili olarak bir düşünce deneyi için (bkz: roko'nun basiliski)
devamını gör...
pratik bilgiler
bu soğuk günlerde ısınmanız için sizinle çok pratik bir bilgiyi paylaşmak istiyorum. bu bilgi de pike+yorgan kombinasyonuna dayanmaktadır ancak buradaki püf nokta ise pikenin yorganın altına koymaktır, böylelikle çok daha çabuk ısınabilirsiniz.
devamını gör...
pazar banyosu
çocukluğumda pazar günlerinden nefret etmeme neden olan birkaç eylemden biridir. alışkanlık olarak her gün sabah uyandıktan sonra ve gece yatmadan önce duş alan biri olarak pazar günleri banyo yapmak hala içime bir sıkıntı davet eder.
pazar sabahları babamın bize zorla izlettiği ve kahvaltı mı ediyoruz yoksa bir toplama kampında çile mi dolduruyoruz anlamadığımız pazar konserleri olurdu. sonra annemin ütü masasını soba yanan tek oda olan oturma odasına getirmesi ile içimizdeki sıkıntı artardı zira ütüden sonra banyo vakti gelirdi. çok küçüktük ama işkenceyi anlayacak kadar da bilinçli idik.
ütü masası kalkıp bakır leğen gelince ve sobanın üzerinde ısınana su soğuk suyla ılıştırılınca işkence başlamak üzere olurdu ve abi olarak ilk kurban ben olurdum. suyun ısısı annem tarafından mükemmel ayarlanmış olsa da ilk anda bir çığlık kopardı ve bu çığlık kalıp hacı şakir sabununun kafamda çıkardığı tok sesle bastırılırdı.
benim keselene keselene yepyeni bir insan haline gelmemden sonra bir havluya sarılıp asker bavulu gibi bir köşeye atılmamla sıra kardeşime gelir, o da aynen benim yaşadıklarımı yaşardı.
ne zor günlerdi. ne güzel günlerdi.
pazar sabahları babamın bize zorla izlettiği ve kahvaltı mı ediyoruz yoksa bir toplama kampında çile mi dolduruyoruz anlamadığımız pazar konserleri olurdu. sonra annemin ütü masasını soba yanan tek oda olan oturma odasına getirmesi ile içimizdeki sıkıntı artardı zira ütüden sonra banyo vakti gelirdi. çok küçüktük ama işkenceyi anlayacak kadar da bilinçli idik.
ütü masası kalkıp bakır leğen gelince ve sobanın üzerinde ısınana su soğuk suyla ılıştırılınca işkence başlamak üzere olurdu ve abi olarak ilk kurban ben olurdum. suyun ısısı annem tarafından mükemmel ayarlanmış olsa da ilk anda bir çığlık kopardı ve bu çığlık kalıp hacı şakir sabununun kafamda çıkardığı tok sesle bastırılırdı.
benim keselene keselene yepyeni bir insan haline gelmemden sonra bir havluya sarılıp asker bavulu gibi bir köşeye atılmamla sıra kardeşime gelir, o da aynen benim yaşadıklarımı yaşardı.
ne zor günlerdi. ne güzel günlerdi.
devamını gör...
tek dünya devleti projesi
-- biz masada mıyız??
-- bizim olmadığımız masa yok.
-- bizim olmadığımız masa yok.
devamını gör...
madonna
an itibarı ile karşıma düşmüş, kendisini dinleten efsane.
devamını gör...
normal sözlük yazarlarının birbirlerini övmesi
#458620 genel hatları ile çok güzel açıklanmış mevzu.
bir kaç şey eklemek isterim. yazarların nickaltlarına yazılmasına karşı değilim zaman zaman bunu bende yapıyorum zira doz aşımı yaşandığını gördüğüm anda başlıktan kaçıp, bir süre başka başlıklarda saklanmak zorunda kalıyorum.
bir yazar size özlediğiniz bir şeyleri hatırlatmıştır., yazarsınız...
sizi gülümsetmiştir, kayıtsız kalmak istemezseniz, yazarsınız...
ufkunuzu açıyordur, bakış açınızı değiştiriyordur, yazarsınız..
heybenize yeni bilgiler eklemenize vesile oluyordur, yazarsınız...
liste uzar gider.
ama sırf aranız iyi olduğu için, kişisel sohbetiniz olduğu için yazmaya başlarsanız işin samimiyeti ortadan kaybolur gider. nickaltları yazarların sözlükte yazıp çizdiklerine binaen kullanılması gereken alanlardır.
sözlüğe yeni gelenlere rehber olması gerekir.
hususi ilişkilerinizdeki hislerinizi bu alana börtülü böcekli, kuşlu kelebekli, minnaklı yazarsanız olay başka yerlere evrilir. ha keza nefretinizi sin kaflı bir şekilde kusarsanız da aynı şey olur.
işin cılkını çıkarmamak lazım. tek tornadan çıkmış gibi duran methiye ve sövgü sözcüklerinin kimseye faydası olmaz. nickaltlarını sözlüğe katkısı olacak şekilde doğru kullanmak en güzeli...
bir kaç şey eklemek isterim. yazarların nickaltlarına yazılmasına karşı değilim zaman zaman bunu bende yapıyorum zira doz aşımı yaşandığını gördüğüm anda başlıktan kaçıp, bir süre başka başlıklarda saklanmak zorunda kalıyorum.
bir yazar size özlediğiniz bir şeyleri hatırlatmıştır., yazarsınız...
sizi gülümsetmiştir, kayıtsız kalmak istemezseniz, yazarsınız...
ufkunuzu açıyordur, bakış açınızı değiştiriyordur, yazarsınız..
heybenize yeni bilgiler eklemenize vesile oluyordur, yazarsınız...
liste uzar gider.
ama sırf aranız iyi olduğu için, kişisel sohbetiniz olduğu için yazmaya başlarsanız işin samimiyeti ortadan kaybolur gider. nickaltları yazarların sözlükte yazıp çizdiklerine binaen kullanılması gereken alanlardır.
sözlüğe yeni gelenlere rehber olması gerekir.
hususi ilişkilerinizdeki hislerinizi bu alana börtülü böcekli, kuşlu kelebekli, minnaklı yazarsanız olay başka yerlere evrilir. ha keza nefretinizi sin kaflı bir şekilde kusarsanız da aynı şey olur.
işin cılkını çıkarmamak lazım. tek tornadan çıkmış gibi duran methiye ve sövgü sözcüklerinin kimseye faydası olmaz. nickaltlarını sözlüğe katkısı olacak şekilde doğru kullanmak en güzeli...
devamını gör...
okunması gereken kitaplar
oğuz atay ve dostoyevski nin tüm kitapları
devamını gör...
türkiye'de kulağa en hoş gelen şive
şive değil ağızdır.
en sevdiğim ağız da istanbul ağzıdır. türkçeyi katleden kimseyi sevemiyorum.
en sevdiğim ağız da istanbul ağzıdır. türkçeyi katleden kimseyi sevemiyorum.
devamını gör...
yalnızlık
-"berlin'de yalnızsınız değil mi?" dedi
-"ne gibi?"
-"yani... yalnız işte... kimsesiz... ruhen yalnız... nasıl söyleyeyim... öyle bir haliniz var ki..."
-"anlıyorum, anlıyorum... tamamen yalnızım. ama berlin'de değil... bütün dünyada yalnızım... küçüklüğümden beri..."
raif efendi'nin haleti ruhiyesidir, kürk mantolu madonna'da.
bunu okuyunca dünyadaki bir başınalığım bana mahsus değilmiş demiştim. gecenin bir saati ya da sabahın ilk ışıklarında uyku ile uyanıklık arasında bir yerde içimi kocaman bir boşluk kaplıyor. soğuk bir ürperme ile şu hayattan geçiyorum ama sanırım hep kendimle olacağım, beni gerçekten anlayan ya da gerçekten anlayabildiğim bir ruh olmayacak diye düşünüyorum. derin bir sis kaplıyor. bazen yönümü buluyorum. farkındalığını yaşamayan bir insan gibi gündelik hayatıma dönüyor ve devam edebiliyorum. ama bazen kaybolup gidiyorum. derinlik artıyor. hissiz bir huzursuzluk kaplıyor her yanımı. çabalamaktan vazgeçiyorum. bırakıyorum hüzün, damarlarımda dolaşsın özgürce.
-"ne gibi?"
-"yani... yalnız işte... kimsesiz... ruhen yalnız... nasıl söyleyeyim... öyle bir haliniz var ki..."
-"anlıyorum, anlıyorum... tamamen yalnızım. ama berlin'de değil... bütün dünyada yalnızım... küçüklüğümden beri..."
raif efendi'nin haleti ruhiyesidir, kürk mantolu madonna'da.
bunu okuyunca dünyadaki bir başınalığım bana mahsus değilmiş demiştim. gecenin bir saati ya da sabahın ilk ışıklarında uyku ile uyanıklık arasında bir yerde içimi kocaman bir boşluk kaplıyor. soğuk bir ürperme ile şu hayattan geçiyorum ama sanırım hep kendimle olacağım, beni gerçekten anlayan ya da gerçekten anlayabildiğim bir ruh olmayacak diye düşünüyorum. derin bir sis kaplıyor. bazen yönümü buluyorum. farkındalığını yaşamayan bir insan gibi gündelik hayatıma dönüyor ve devam edebiliyorum. ama bazen kaybolup gidiyorum. derinlik artıyor. hissiz bir huzursuzluk kaplıyor her yanımı. çabalamaktan vazgeçiyorum. bırakıyorum hüzün, damarlarımda dolaşsın özgürce.
devamını gör...
hildegard von bingen
ünvanları; şair, yazar(ilk fransız kadın yazar), filozof, teolog, sanatçı, müzisyen, evliya, kompozitör, dramaturg, biyografi yazarı, doktor, botanikçi(bir çeşit şifacı denilebilir aslında), oyuncu, mimar, kâhin, vaiz, kiliseye göre azize. of of of abla ne yaptın sen öyle desem ayıp olmaz inşallah. insan bu kadar dolu dolu yaşayabilir. helal olsun. şimdi biraz ciddi yazayım.
aslında onun için mistik filozof diyebiliriz.
çocuklugundan beri insan, ruh ve insan ile ruh arasındaki ilişkiyi düşünmüştür. gizemli şeyler gördüğü ve böylelikle mistisizm kapılarını araladığı söylenilir.
o , insanların kaderinin önceden belirlenmiş olduğuna değil, insanın özgür iradesinin varlığına ve karar verebilme mekanizmasına inanmıştır. the dialogue of divine providence isimli yaptında mistik görüşlerini dile getirmiştir.
hayat'ının otuz yılını manastırda kadınlar hücresinde geçirmiş, otuz sekiz yaşında baş rahibe olur. rahibe gorevini bir köle vari hizmet olarak değil bir takım kadınsal hareketler için kullanmıştır.erkek manastırlarından bağımsız kendi manastırını kurmuştur. bu manastırda kadın rahibeler yetiştirerek kadınların da vaaz verebildiğini göstermiştir.
aşağıdaki sözleriyle feminizm ile ciddi bağlantılı olduğu görülür.
isa meryem’den doğduğuna göre tanrı suretini bir kadından almıştır, dolayısıyla kadın tanrısal surete erkeğe nazaran daha yakındır
öte yandan feminist olmadığına dair de deliller vardır. şöyle diyelim pratikte yaptıkları ve söylemleri ile feminist gibi gözüküyor olsa da düşüncelerini ileri sürerken ataerkil dil kullanması, genel olarak kilise görüşlerini benimsemiş olması,eşcinselliği kınaması gibi hareketler bu düşünceden uzak konuma itmiştir.
ruhun tamamen özgür olması gerektiğini savunmuştur. bu görüşüyle kilise'den kopmuş. tanrı ile insan'ın bireysel ilişki kurması gerektiğini öne sürmüş.
bu görüşler orta çağ'da bir kadın tarafından cesurca belirtilmiş. sonra ne mi olmuş?
dini açıdan sapkınlık suçlaması neticesinde, yakılarak öldürülmüştür.
bugün yine bir kadın filozofun hikayesini anlattık. her türlü zorluğa rağmen hayatın içinde düşünmeyi, sorgulamayı, mücadeyi bırakmayan bir kadından bahsettik. çocuklarını tek başına büyütmüş, geçimini kendi sağlamış yetilerini saklamamış öğrendiklerini toplumdaki kişilerle paylaşmış bir filozof. başka yürekli kadın filozoflarla görüşmek dileğiyle..
aslında onun için mistik filozof diyebiliriz.
çocuklugundan beri insan, ruh ve insan ile ruh arasındaki ilişkiyi düşünmüştür. gizemli şeyler gördüğü ve böylelikle mistisizm kapılarını araladığı söylenilir.
o , insanların kaderinin önceden belirlenmiş olduğuna değil, insanın özgür iradesinin varlığına ve karar verebilme mekanizmasına inanmıştır. the dialogue of divine providence isimli yaptında mistik görüşlerini dile getirmiştir.
hayat'ının otuz yılını manastırda kadınlar hücresinde geçirmiş, otuz sekiz yaşında baş rahibe olur. rahibe gorevini bir köle vari hizmet olarak değil bir takım kadınsal hareketler için kullanmıştır.erkek manastırlarından bağımsız kendi manastırını kurmuştur. bu manastırda kadın rahibeler yetiştirerek kadınların da vaaz verebildiğini göstermiştir.
aşağıdaki sözleriyle feminizm ile ciddi bağlantılı olduğu görülür.
isa meryem’den doğduğuna göre tanrı suretini bir kadından almıştır, dolayısıyla kadın tanrısal surete erkeğe nazaran daha yakındır
öte yandan feminist olmadığına dair de deliller vardır. şöyle diyelim pratikte yaptıkları ve söylemleri ile feminist gibi gözüküyor olsa da düşüncelerini ileri sürerken ataerkil dil kullanması, genel olarak kilise görüşlerini benimsemiş olması,eşcinselliği kınaması gibi hareketler bu düşünceden uzak konuma itmiştir.
ruhun tamamen özgür olması gerektiğini savunmuştur. bu görüşüyle kilise'den kopmuş. tanrı ile insan'ın bireysel ilişki kurması gerektiğini öne sürmüş.
bu görüşler orta çağ'da bir kadın tarafından cesurca belirtilmiş. sonra ne mi olmuş?
dini açıdan sapkınlık suçlaması neticesinde, yakılarak öldürülmüştür.
bugün yine bir kadın filozofun hikayesini anlattık. her türlü zorluğa rağmen hayatın içinde düşünmeyi, sorgulamayı, mücadeyi bırakmayan bir kadından bahsettik. çocuklarını tek başına büyütmüş, geçimini kendi sağlamış yetilerini saklamamış öğrendiklerini toplumdaki kişilerle paylaşmış bir filozof. başka yürekli kadın filozoflarla görüşmek dileğiyle..
devamını gör...
kadın
kimi anne, kimi sevgili, kimi eş, kimi kardeş, kimi çocukların anası, kimi arkadaş, kimi hizmetçi, kimi temizlikçi, kimi aşçı, kimi bakıcı, kimi cinsel ihtiyaç giderici, kimi işçi, kimi köle, kimi şeytan, kimi cennet, kimi devlet, kimi medeniyet, kimi sevgi, kimi şefkat, kimi merhamet...
herkesin kadın algısı başka, kafalarında çeşitli kadın şablonları bulunuyor. dinlerin, toplumların, kültürlerin kendilerine göre kadın tanımları var. doğrusu kadın her şeydir ve kadın eşsiz bir varlıktır.
herkesin kadın algısı başka, kafalarında çeşitli kadın şablonları bulunuyor. dinlerin, toplumların, kültürlerin kendilerine göre kadın tanımları var. doğrusu kadın her şeydir ve kadın eşsiz bir varlıktır.
devamını gör...
neyzen tevfik
"ne gezersin tanrı ile aramda... " şiiri ile siyasal islamcılara oklarını saplayan rakı sever şair.
devamını gör...
mental yorgunluk
fiziksel olana tek atar.
devamını gör...
yeni bir insanla tanışmaya üşenmek
zordur çünkü alışılagelmiş sıradanlığın meraklı bir bakışla darmaduman olmak ihtimali vardır. ve bu ıhtimal insanın kendisini yeniden gözden geçirmesini bile gerektirebilir.
devamını gör...
george mclaurin
ırkçılık kelimesi içimizi öfkeyle doldurmakta, yapana da yaptırana da nefret duymamıza sebep olmaktadır.
yaşamadığımız halde ne kadar kötü olduğunu az çok tahmin edebiliyor, yaşayanlarla empati kurmaya çalışıyoruz.
peki, başarılı bir özgeçmişle, ismini duyurmuş bir üniversiteye girdiğinizi ve şöyle bir fotoğrafınız olduğunu düşünün;

(1948)
ari ırkın beyazlar olduğunu savunan aklı selim(!) kişilikler yüzünden, aralarındaki tek fark ten rengi olan arkadaşlarından ayrı oturmak zorunda kalan bu kişi oklahoma üniversitesi'ne kabul edilmiş ilk siyahi öğrenci olan george mclaurin'dir.
elli dördüncü yaşını kutladığı yıl yerleştiği okulda diğer öğrencilerden ayrı oturtuluyor ve dersleri o şekilde dinliyor.
yaşamadığımız halde ne kadar kötü olduğunu az çok tahmin edebiliyor, yaşayanlarla empati kurmaya çalışıyoruz.
peki, başarılı bir özgeçmişle, ismini duyurmuş bir üniversiteye girdiğinizi ve şöyle bir fotoğrafınız olduğunu düşünün;

(1948)
ari ırkın beyazlar olduğunu savunan aklı selim(!) kişilikler yüzünden, aralarındaki tek fark ten rengi olan arkadaşlarından ayrı oturmak zorunda kalan bu kişi oklahoma üniversitesi'ne kabul edilmiş ilk siyahi öğrenci olan george mclaurin'dir.
elli dördüncü yaşını kutladığı yıl yerleştiği okulda diğer öğrencilerden ayrı oturtuluyor ve dersleri o şekilde dinliyor.
devamını gör...
kızını zorla tesettüre sokan aile
bırakın o çocuk belirli bir olgunluğa ulaştığında ne yapacağına kendisi karar versin. ancak fikrinizi belirtebilirsiniz ama kimseyi zorlayamazsınız. sırf sizden çıktı diye kimse kimsenin üstünde bir zorlama yapamaz. sonra ceremesini siz çekersiniz. o çocuk o kısıtlamalar, zorlamalar sonucu artık dayanamayacak, bir yerden patlak verecektir.
devamını gör...
cogito ergo sum
düşünüyorum öyleyse varım.
descartes’in bu sözü (bkz: max stirner) tarafından şöyle yorumlanmıştır.
d’ye göre insan düşündüğü sürece yaşar. burada düşünmek entelektüel bir düşünce eylemidir. sadece düşünce yaşar, insan bir et parçası değil bir fikirdir.
descartes’in bu sözü (bkz: max stirner) tarafından şöyle yorumlanmıştır.
d’ye göre insan düşündüğü sürece yaşar. burada düşünmek entelektüel bir düşünce eylemidir. sadece düşünce yaşar, insan bir et parçası değil bir fikirdir.
devamını gör...
jimmy and judy
randall rubin ile jonathan schroder'ın yazıp yönettiği 2006 yapımı 1 saat 39 dakikalık r rated bir suç,dram ve gerilim filmi. başrolü o zaman ki sevgililer rachael bella ve edward furlong paylaşmıştır. (film yapımı esnasında evlendiler).
film 2006 yılında san francisco bağımsız film festivali'nde best feature ödülünü kazanmıştır.
film 2006 yılında 2006 newport beach film'de myspace.com ödülünü kazanmıştır.
credit yazısı olarak şu geçer : ""no animals were harmed in the filming of this movie. the raccoon was already dead. we found it that way. seriously." (bu filmin çekiminde hiçbir hayvan zarar görmedi. rakun zaten ölüydü. öyle bulduk. cidden)
filmde referans olarak cannibal holocaust (1980), american history x (1998) ve the blair witch project (1999) var.
cincinnati'nin kentucky eyaletinde şehirden uzak varoş evlerin birinde asosyal sorunlu bir genç olan jimmy wright'ın hobisi olan video çekmek zamanla ortalığı karıştırıp dengeleri bozacaktır. psikiyatri'ye her gittiğinde bunu kayıt altına alan jimmy, daha sonraları anne ve babasının yatak odasını ve hoşlandığı kız olan lise son sınıf öğrencisi judy oaks-kellen'ı izlemeye başlar. judy kendi halinde ve çoğunlukla yaşıtları tarafından zorbalığa uğrayan sessiz sakin bir kızdır. jimmy onunla alay eden öğrencilerden ve ona eziyet eden öğretmeninden kurtarmaya karar verir. böylelikle hazırladığı intikam videosunu ona göstermesiyle aralarındaki romantizm giderek arkadaşlıktan öte bir seks ve zevkin aşırılığına evrilir fakat jimmy akıl hastanesine tıkılır. çıktığında judy ile barışır ve onu ikna edip kaçmaya karar veririler.
bu karar onları seks, uyuşturucu ve rock n roll dünyasından uyumsuzlardan oluşan bir komün'e denk gelip sığınmalarına ve büyük sonlarına hazırlar. çarpıp, karışık bir aşk hikayesindeki saplantılı gençler cinayetlerle ne kadar uzağa kaçabilirlerdi?
film 2006 yılında san francisco bağımsız film festivali'nde best feature ödülünü kazanmıştır.
film 2006 yılında 2006 newport beach film'de myspace.com ödülünü kazanmıştır.
credit yazısı olarak şu geçer : ""no animals were harmed in the filming of this movie. the raccoon was already dead. we found it that way. seriously." (bu filmin çekiminde hiçbir hayvan zarar görmedi. rakun zaten ölüydü. öyle bulduk. cidden)
filmde referans olarak cannibal holocaust (1980), american history x (1998) ve the blair witch project (1999) var.
cincinnati'nin kentucky eyaletinde şehirden uzak varoş evlerin birinde asosyal sorunlu bir genç olan jimmy wright'ın hobisi olan video çekmek zamanla ortalığı karıştırıp dengeleri bozacaktır. psikiyatri'ye her gittiğinde bunu kayıt altına alan jimmy, daha sonraları anne ve babasının yatak odasını ve hoşlandığı kız olan lise son sınıf öğrencisi judy oaks-kellen'ı izlemeye başlar. judy kendi halinde ve çoğunlukla yaşıtları tarafından zorbalığa uğrayan sessiz sakin bir kızdır. jimmy onunla alay eden öğrencilerden ve ona eziyet eden öğretmeninden kurtarmaya karar verir. böylelikle hazırladığı intikam videosunu ona göstermesiyle aralarındaki romantizm giderek arkadaşlıktan öte bir seks ve zevkin aşırılığına evrilir fakat jimmy akıl hastanesine tıkılır. çıktığında judy ile barışır ve onu ikna edip kaçmaya karar veririler.
bu karar onları seks, uyuşturucu ve rock n roll dünyasından uyumsuzlardan oluşan bir komün'e denk gelip sığınmalarına ve büyük sonlarına hazırlar. çarpıp, karışık bir aşk hikayesindeki saplantılı gençler cinayetlerle ne kadar uzağa kaçabilirlerdi?
devamını gör...
