kibir
insanı içten içe yiyen bir hastalıktır. tek farkı, organlara değil de ruha sirayet etmesidir.
devamını gör...
aile evinde yazılı olmayan bir kural
duş alan banyoyu temizlemeden çıkamaz.
çıkmamalıdır, çıkmayın be.
çıkmamalıdır, çıkmayın be.
devamını gör...
kyk borcu olan yazarlar
daha okul bitmeden derdine düştüğüm şeydir. arada bir vuruyor kafası sonra geçiyor.
devamını gör...
bir öz eleştiri yap
odunun tekiyim.
devamını gör...
kadın olmak
kadın olmak hem istenilen hem de nefret edilen olmaktır.
uzun zamandır üstüne düşündüğüm bir konudan bahsetmek istiyorum. aşağıda bahsedilen her olay yaşanmıştır. kurgudan uzak bir anlatı olacaktır. ve özellikle isyan, acı, hüzün, kırgınlık kelimelerinin etrafında gelişecektir. türkiye'de yaşayan ve başlarına gelen her şeyin sebebinin bir erkeğin onlar üzerinde bir hayale sahip olduklarında gerçekleştirebileceklerine inanmaları olmaktadır.
ilk olarak yaşanmışlıklara kendi başımdan geçen bir olayla başlamak istiyorum.
daha 17 yaşımdayken bir gün kapı çaldı. kapıyı çalan karşı komşumuzun oğlu idi. 7 yaşındayken taşındığımız apartmanda 10 yıldır abi dediğim insan vardı karşımda. ütüleri bozulmuş bizimkini istiyormuş. abi dedim sen git ben bulup getireyim. bu arada kendisi evliydi ama o sürede anne-babası ile aynı evde eşi ve çok sevdiğim minik kızı ile birlikte yaşamaya devam ediyordu.
arkadaşlarım vardı evde, birlikte 4 kız takılıyorduk. neyse ütüyü buldum. kapı açıktı içeri girdim. abi dedim getirdim nereye bırakayım. odadayım getiriversene dedi. tamam dedim. ütü masasının üzerine bıraktım. "nasılsın?" dedi. "iyiyim abi kızlar var takılıyoruz işte." dedim. birden ne olduğunu anlamadım beni kendine çekti, öpmeye kalktı. aynı anda itip "ne yapıyorsun sen be!" deyip bağırdım ve koşarak eve geçtim.
dünyam alt üst olmuştu. arkadaşlarıma ben bir duş alayım deyip koşup banyoya girdim. kafam allak bullak olmuştu. ne yapacaktım, bunu kime anlatacaktım. gözümden yaşlar aka aka uzunca bir süre suyun altında kaldım. babama anlatsam, ne yapacağını kestiremiyordum. çok sevdiğim eşine, anlatsam minicik bebeği ile kocasının ne kadar soysuz olduğunu öğrenecekti. hem tabii ki elalem ne der (!) mevzusu vardı. ama kendime de yediremiyordum; abi dediğim, kardeşinle ilkokul boyunca aynı sırayı paylaştığım defalarca evlerinde kaldığım insan bana bunu nasıl yapardı. evli olmasını falan geçtim, canı çekti diye beni öpmeye nasıl kalkardı. duştan çıktım, hiçbir şey olmamış gibi klora alerjim var, gözlerim ondan kırmızı diyerek güne devam ettim. aynı akşam annemlere üniversite sınavına hazırlanmak için bir süre dedemlerde kalmak istiyorum, sessiz sakin bir ortam daha iyi gelecek bana dedim. iki ay evde kalmadım. kendi evime giderken karşılaşmamak için iki ay kapıları kontrol edip geçtim. sonrasında üniversiteye gittim neyse ki o ara kendi evine çıkmıştı da bunca senede yalnızca birkaç kez gördüm. ve aradan geçen 18 yıldan sonra da hala yüzüne bile bakmam.
bir sonraki öyküm bir öğrencimin başından geçti. ona burada "leyl" diyelim. hayatını karanlıklar içinde geçirmek zorunda kalan bir çocuk olduğu için.
ilk öğretmenlik yılımda van'da görev yaparken okulun en sorunlu öğrencisi idi leyl. beline kadar olan uzun saçlarını sıkıca örer, gömleğinin içine saklardı. okul kapısından çıkınca sigarasını yakar, ağzından küfür de eksik olmazdı. öğretmeninden öğrencisine herkese sataşır, sürekli arıza çıkarırdı. ben bu durumu ailesi tarafından çok değer görmemesine bağladığım için ona biraz daha itina yaklaştım. aradan geçen birkaç ay sonra leyl'in ara ara sohbet ettiği en azından saygılı davrandığı biri olmuştum. türk olduğum halde, artık beni sevdiğini söylüyordu. bu arada kendisi biraz örgütün tesiri altında kalmış bir çocuktu. dağa çıkmak benim kurtuluşum olacak şeklinde söylemleri vardı. çok uzatmayalım bir yıl sonra artık ben onun için güvenilir alan olmuştum. bu arada leyl de saçlarını benim gibi kısacık kestirmişti. hatta onunki biraz daha kısaydı, dikiyordu falan. saçlardan çıktı konu. dedim ki iyi olmuş, ne o sımsıkı bağlayıp saklıyordun, şimdi kendi tarzın oldu dedim. hocam dedi bilmedikleriniz var. dedim anlat.
"babam öldü benim, annemi bir başına kalmasın diye amcamın ikinci karısı yaptılar. evde bir sürü erkek var. beni kız gibi görmemeleri lazım. yoksa beni de annem gibi onlardan biri ile evlendirirler." sarıldım kızıma, içime akıttım göz yaşlarımı. sen her halinle güzelsin ve bu cesaret ile seni kimse üzemez, dedim. dedim ama üzdüler mi leyl'i mi ne oldu, hiç öğrenemedim.
bir sonraki hikaye yine bir öğrencimin başından geçti. ona da" özlem"diyelim. hayatının her anında sevgiye özlem duyduğunu söylediği için. özlem hayata bir sıfır mağlup başlayanlardan. annesi bir hayat kadını, babası ise başkası ile evli. yani o gayrimeşru bir çocuk. doğunca annesi, babasının kapısına bırakmış "al bunu, ne yapıyorsan yap!" diyerek. babasının karısı evinde istememiş. baba da kendi babasına, yani özlem'i dedesine bırakmış. dede büyütmüş. bir gün okulda sinir krizi geçirdi. sonradan öğrendik ki dedesi özlem'i taciz ediyormuş bir süredir. işlemler başlatıldı. özlem bu sefer annesine verildi. sonra da 18 yaşına girer girmez evlendi.
bu öyküde üniversiteden bir arkadaşımın yaşadığı bir trajedi. ona da zulüm diyelim. daha 19 yaşındayken bir sevgilisi vardı. bir gün gelip dedi ki başıma bir şey geldi. sevgilimle bir şeyler yaşıyorduk sonra ben devam etmek istemedim ama durmadı. zorla bana sahip oldu.
ne denir? bırak o tecavüzcüyü, diyemedim. ne yapmalıyım, dedi. ayrılmalısın, dedim. ama bu saatten sonra kimse benimle birlikte olmaz. küçük bir yerde yaşıyoruz ikimiz de, duyulursa çok kötü olur, ailem yıkılır, bunları onlara yapamam, hem beni de seviyor dedi. ben sustum. çünkü henüz bu konulara ses çıkarabilecek olgunluğa erişmemiştik ikimizde. o kaderine boyun eğdi. eskiden sevdiği tecavüzcüsü ile uzun bir süre sevgili olmaya devam etti. sonra büyüdük. ve arkadaşım sürekli arka planda "artık benimle birlikte oldun, seni başka kimse istemez, duyulursa rezil olursun!" cümlelerine bir s*tir çekip yoluna devam etti. sonra tüm hikayeyi bilen ve ona aşık olan bir adamla evlendi.
uzun zamandır üstüne düşündüğüm bir konudan bahsetmek istiyorum. aşağıda bahsedilen her olay yaşanmıştır. kurgudan uzak bir anlatı olacaktır. ve özellikle isyan, acı, hüzün, kırgınlık kelimelerinin etrafında gelişecektir. türkiye'de yaşayan ve başlarına gelen her şeyin sebebinin bir erkeğin onlar üzerinde bir hayale sahip olduklarında gerçekleştirebileceklerine inanmaları olmaktadır.
ilk olarak yaşanmışlıklara kendi başımdan geçen bir olayla başlamak istiyorum.
daha 17 yaşımdayken bir gün kapı çaldı. kapıyı çalan karşı komşumuzun oğlu idi. 7 yaşındayken taşındığımız apartmanda 10 yıldır abi dediğim insan vardı karşımda. ütüleri bozulmuş bizimkini istiyormuş. abi dedim sen git ben bulup getireyim. bu arada kendisi evliydi ama o sürede anne-babası ile aynı evde eşi ve çok sevdiğim minik kızı ile birlikte yaşamaya devam ediyordu.
arkadaşlarım vardı evde, birlikte 4 kız takılıyorduk. neyse ütüyü buldum. kapı açıktı içeri girdim. abi dedim getirdim nereye bırakayım. odadayım getiriversene dedi. tamam dedim. ütü masasının üzerine bıraktım. "nasılsın?" dedi. "iyiyim abi kızlar var takılıyoruz işte." dedim. birden ne olduğunu anlamadım beni kendine çekti, öpmeye kalktı. aynı anda itip "ne yapıyorsun sen be!" deyip bağırdım ve koşarak eve geçtim.
dünyam alt üst olmuştu. arkadaşlarıma ben bir duş alayım deyip koşup banyoya girdim. kafam allak bullak olmuştu. ne yapacaktım, bunu kime anlatacaktım. gözümden yaşlar aka aka uzunca bir süre suyun altında kaldım. babama anlatsam, ne yapacağını kestiremiyordum. çok sevdiğim eşine, anlatsam minicik bebeği ile kocasının ne kadar soysuz olduğunu öğrenecekti. hem tabii ki elalem ne der (!) mevzusu vardı. ama kendime de yediremiyordum; abi dediğim, kardeşinle ilkokul boyunca aynı sırayı paylaştığım defalarca evlerinde kaldığım insan bana bunu nasıl yapardı. evli olmasını falan geçtim, canı çekti diye beni öpmeye nasıl kalkardı. duştan çıktım, hiçbir şey olmamış gibi klora alerjim var, gözlerim ondan kırmızı diyerek güne devam ettim. aynı akşam annemlere üniversite sınavına hazırlanmak için bir süre dedemlerde kalmak istiyorum, sessiz sakin bir ortam daha iyi gelecek bana dedim. iki ay evde kalmadım. kendi evime giderken karşılaşmamak için iki ay kapıları kontrol edip geçtim. sonrasında üniversiteye gittim neyse ki o ara kendi evine çıkmıştı da bunca senede yalnızca birkaç kez gördüm. ve aradan geçen 18 yıldan sonra da hala yüzüne bile bakmam.
bir sonraki öyküm bir öğrencimin başından geçti. ona burada "leyl" diyelim. hayatını karanlıklar içinde geçirmek zorunda kalan bir çocuk olduğu için.
ilk öğretmenlik yılımda van'da görev yaparken okulun en sorunlu öğrencisi idi leyl. beline kadar olan uzun saçlarını sıkıca örer, gömleğinin içine saklardı. okul kapısından çıkınca sigarasını yakar, ağzından küfür de eksik olmazdı. öğretmeninden öğrencisine herkese sataşır, sürekli arıza çıkarırdı. ben bu durumu ailesi tarafından çok değer görmemesine bağladığım için ona biraz daha itina yaklaştım. aradan geçen birkaç ay sonra leyl'in ara ara sohbet ettiği en azından saygılı davrandığı biri olmuştum. türk olduğum halde, artık beni sevdiğini söylüyordu. bu arada kendisi biraz örgütün tesiri altında kalmış bir çocuktu. dağa çıkmak benim kurtuluşum olacak şeklinde söylemleri vardı. çok uzatmayalım bir yıl sonra artık ben onun için güvenilir alan olmuştum. bu arada leyl de saçlarını benim gibi kısacık kestirmişti. hatta onunki biraz daha kısaydı, dikiyordu falan. saçlardan çıktı konu. dedim ki iyi olmuş, ne o sımsıkı bağlayıp saklıyordun, şimdi kendi tarzın oldu dedim. hocam dedi bilmedikleriniz var. dedim anlat.
"babam öldü benim, annemi bir başına kalmasın diye amcamın ikinci karısı yaptılar. evde bir sürü erkek var. beni kız gibi görmemeleri lazım. yoksa beni de annem gibi onlardan biri ile evlendirirler." sarıldım kızıma, içime akıttım göz yaşlarımı. sen her halinle güzelsin ve bu cesaret ile seni kimse üzemez, dedim. dedim ama üzdüler mi leyl'i mi ne oldu, hiç öğrenemedim.
bir sonraki hikaye yine bir öğrencimin başından geçti. ona da" özlem"diyelim. hayatının her anında sevgiye özlem duyduğunu söylediği için. özlem hayata bir sıfır mağlup başlayanlardan. annesi bir hayat kadını, babası ise başkası ile evli. yani o gayrimeşru bir çocuk. doğunca annesi, babasının kapısına bırakmış "al bunu, ne yapıyorsan yap!" diyerek. babasının karısı evinde istememiş. baba da kendi babasına, yani özlem'i dedesine bırakmış. dede büyütmüş. bir gün okulda sinir krizi geçirdi. sonradan öğrendik ki dedesi özlem'i taciz ediyormuş bir süredir. işlemler başlatıldı. özlem bu sefer annesine verildi. sonra da 18 yaşına girer girmez evlendi.
bu öyküde üniversiteden bir arkadaşımın yaşadığı bir trajedi. ona da zulüm diyelim. daha 19 yaşındayken bir sevgilisi vardı. bir gün gelip dedi ki başıma bir şey geldi. sevgilimle bir şeyler yaşıyorduk sonra ben devam etmek istemedim ama durmadı. zorla bana sahip oldu.
ne denir? bırak o tecavüzcüyü, diyemedim. ne yapmalıyım, dedi. ayrılmalısın, dedim. ama bu saatten sonra kimse benimle birlikte olmaz. küçük bir yerde yaşıyoruz ikimiz de, duyulursa çok kötü olur, ailem yıkılır, bunları onlara yapamam, hem beni de seviyor dedi. ben sustum. çünkü henüz bu konulara ses çıkarabilecek olgunluğa erişmemiştik ikimizde. o kaderine boyun eğdi. eskiden sevdiği tecavüzcüsü ile uzun bir süre sevgili olmaya devam etti. sonra büyüdük. ve arkadaşım sürekli arka planda "artık benimle birlikte oldun, seni başka kimse istemez, duyulursa rezil olursun!" cümlelerine bir s*tir çekip yoluna devam etti. sonra tüm hikayeyi bilen ve ona aşık olan bir adamla evlendi.
devamını gör...
türk aksanını taklit eden ingiliz
bu adam türkçeyi biliyor ya da türk bu kadar iyi taklit yapamaz gerçekten inanamadım.
devamını gör...
güçlü kadınların ortak özelliği
güç kavramını önemsememeleri. istediği zaman güçlü istediği zaman güçsüz olmayı karar verecek kadar özgür olmaları.
devamını gör...
namaz kılan insan hak yemez kötülük etmez
hak yemeyen, kötülük yapmayan insan, namazda kılıyorsa tadından yenmez.
(bkz: ideal kul)
(bkz: ideal kul)
devamını gör...
6 ocak 2021 bahçeli'nin boğaziçi üniversitesi açıklaması
ya verin şuna püskevitini de sussun dediğim başlık.
devamını gör...
e
alfabenin altıncı harfidir.
devamını gör...
bir öz eleştiri yap
herkesi ve her şeyi fazla umursamayı bırakmalısın.
devamını gör...
babanın sevgisini gösterememesi
sanırım şu hayattaki en büyük eksikliğim.
babamın yanında rahat olamam, rahatça konuşamam , iki lafı bir araya getiremem, korkarim çünkü ondan. hep bir mesafe vardır aramizda.baba kız ilişkimiz yoktur. yine de saygı da kusur etmem.
çok da severim babamı. ama galiba aramızdaki bu ilişki onun da babasından böyle gormesinden kaynaklı.
sevilmemiş, sevgi nedir tatmamış. bu yüzden evlat sevgisi nedir bilmez, nasıl sevgi gösterilir bilmez.
özellikle kız çocuğu iseniz baba sevgisini tatmazsaniz eğer, ömür boyunca bu boşluğu dolduramazsiniz. baba sevgisi bambaşka bir şey çünkü.
her evladınızı sevin ve sevginizi özellikle evlatlarınıza göstermekten/ hissettirmekten çekinmeyin. aksi halde sevgisiz büyüyen bir nesil yetiştirirsiniz. sevgisiz büyüyen bir neslin sevgisiz tohumlarını atarsınız dünyaya.
babamın yanında rahat olamam, rahatça konuşamam , iki lafı bir araya getiremem, korkarim çünkü ondan. hep bir mesafe vardır aramizda.baba kız ilişkimiz yoktur. yine de saygı da kusur etmem.
çok da severim babamı. ama galiba aramızdaki bu ilişki onun da babasından böyle gormesinden kaynaklı.
sevilmemiş, sevgi nedir tatmamış. bu yüzden evlat sevgisi nedir bilmez, nasıl sevgi gösterilir bilmez.
özellikle kız çocuğu iseniz baba sevgisini tatmazsaniz eğer, ömür boyunca bu boşluğu dolduramazsiniz. baba sevgisi bambaşka bir şey çünkü.
her evladınızı sevin ve sevginizi özellikle evlatlarınıza göstermekten/ hissettirmekten çekinmeyin. aksi halde sevgisiz büyüyen bir nesil yetiştirirsiniz. sevgisiz büyüyen bir neslin sevgisiz tohumlarını atarsınız dünyaya.
devamını gör...
predestination
neresinden tutulursa tutulsun elde kalan film. bug'ları görmezden gelirsek bir şeyler oluyor gibi oluyor ama yine oldurulamıyor. keyifli vakit geçirmiştim şahsen izlerken, orası ayrı.
şimdi,
--! spoiler !--
ilk olarak filmin ilk yarısındaki sahnelerden birinde kendi kuyruğunu yiyen yılandan bahsediyor karakterimiz (uroboros), bu da izleyicide direkt bir sonsuz paradoks-döngü ışıklarını yakıyor. zaten ardından gelen bir 'tavuk mu yumurtadan yumurta mı tavuktan' muhabbetiyle 90'dan çakıyorlar filmin mesajını.
bir paradoksun oluşabilmesi için başlangıç noktası şarttır ilkesini ele alarak filmdeki karakterin başlangıç noktasını göremediğimizi belirtmek isterim. zaten izleyicinin tüm filmi anladıktan sonra kalakaldığı tek soru bu. ''peki jane'in asıl anne babası kim?'' senaryoda izleyici bu soruya takılı kalmasın diye ''zaman makinesi falanca yıldan ötesine gidemiyor'' gibi bir cevap verilmiş. yani biz (zaman ajanıyla birlikte) ancak jane'in sadece yetimhane kapısına bırakıldığı güne gidebiliyoruz. öncesi yok. fakat bu durumda tanrı(?) tarafından jane şak diye bu paradoksa dışarıdan kondurulmadıysa, bizim görmediğimiz bir anne babası varsa işin içine biyoloji girer ve kendi kendiyle birlikte olarak doğurduğu çocuk yine kendisi olamaz. sonuçta rastlantısal olarak spermler seçiliyor ve yumurtada dölleniyor. doğan bebeğin de jane/john olması çok abuk. eğer ki jane'in kendinden ayrı bir anne babası yoksa bu paradoksa dışarıdan dahil edildi demektir. ya da film zaten bunun imkansızlığı üzerine kurulmuştur kim bilir... yani filmin belirmesinin sebebi bu çıkmazdır belki de. ya da ben azla eksiğim birleştiremiyorum, pek mümkün.
şuna da değinelim. bay robertson, ajanımıza/barmene zamanda yaptığı her yolculukta yaptığı küçük değişiklikler olduğunu
ama sonucun değişmediğini söylüyordu bir sahnede, ya da buna benzer bir şeydi her neyse; jane/john/barmen/bombacı ne yaparsa yapsın kaderini değiştiremiyor. kendisine son derece obsesif şekilde aşık. seçme şansı olduğunu bilmesine rağmen geçmişe her gidişinde kendisine aşık oluyor, kendisiyle birlikte oluyor ve kendisini yeniden doğuruyor. filmin sonuna doğru bombacı kütüphanedeki kızla ilişki yaşamaya çalıştığını denediğini ancak kızın bunu kaldıramadığını yürümediğini söylüyor. çünkü kendisinden başka kimseye birlikte olamamakta... "the only thing that i know for sure is that you are the best thing that's ever happened to me. i miss you dreadfully" diyor adam kendisi için, daha ne desin. yani buradan da geçmişe yolculuklarda ne kadar değişim yapmaya çalışırsa çalışsın filmde sonucun değişmeyeceğini alıyoruz. örneğin o süreçte bir yerlerde adamın (john'un) yüzü yanıyor, yüz nakli yapılıyor vs fakat süreçteki değişiklik sonucu etkilemiyor. karakter yine bir şekilde geçmişe döndüğünde kendisiyle tanışıyor, kendisine aşık oluyor, kendisini hamile bırakıyor, kendisini doğuruyor ve geçmişe dönüp kendisini yetimhaneye bırakıyor.
--! spoiler !--
anası babası zamanında sahip çıkmamış işte bak ne hale gelmiş yavrucak.
böyle şeyler izlemeyin.
gidip ders falan çalışın
bye.
şimdi,
--! spoiler !--
ilk olarak filmin ilk yarısındaki sahnelerden birinde kendi kuyruğunu yiyen yılandan bahsediyor karakterimiz (uroboros), bu da izleyicide direkt bir sonsuz paradoks-döngü ışıklarını yakıyor. zaten ardından gelen bir 'tavuk mu yumurtadan yumurta mı tavuktan' muhabbetiyle 90'dan çakıyorlar filmin mesajını.
bir paradoksun oluşabilmesi için başlangıç noktası şarttır ilkesini ele alarak filmdeki karakterin başlangıç noktasını göremediğimizi belirtmek isterim. zaten izleyicinin tüm filmi anladıktan sonra kalakaldığı tek soru bu. ''peki jane'in asıl anne babası kim?'' senaryoda izleyici bu soruya takılı kalmasın diye ''zaman makinesi falanca yıldan ötesine gidemiyor'' gibi bir cevap verilmiş. yani biz (zaman ajanıyla birlikte) ancak jane'in sadece yetimhane kapısına bırakıldığı güne gidebiliyoruz. öncesi yok. fakat bu durumda tanrı(?) tarafından jane şak diye bu paradoksa dışarıdan kondurulmadıysa, bizim görmediğimiz bir anne babası varsa işin içine biyoloji girer ve kendi kendiyle birlikte olarak doğurduğu çocuk yine kendisi olamaz. sonuçta rastlantısal olarak spermler seçiliyor ve yumurtada dölleniyor. doğan bebeğin de jane/john olması çok abuk. eğer ki jane'in kendinden ayrı bir anne babası yoksa bu paradoksa dışarıdan dahil edildi demektir. ya da film zaten bunun imkansızlığı üzerine kurulmuştur kim bilir... yani filmin belirmesinin sebebi bu çıkmazdır belki de. ya da ben azla eksiğim birleştiremiyorum, pek mümkün.
şuna da değinelim. bay robertson, ajanımıza/barmene zamanda yaptığı her yolculukta yaptığı küçük değişiklikler olduğunu
ama sonucun değişmediğini söylüyordu bir sahnede, ya da buna benzer bir şeydi her neyse; jane/john/barmen/bombacı ne yaparsa yapsın kaderini değiştiremiyor. kendisine son derece obsesif şekilde aşık. seçme şansı olduğunu bilmesine rağmen geçmişe her gidişinde kendisine aşık oluyor, kendisiyle birlikte oluyor ve kendisini yeniden doğuruyor. filmin sonuna doğru bombacı kütüphanedeki kızla ilişki yaşamaya çalıştığını denediğini ancak kızın bunu kaldıramadığını yürümediğini söylüyor. çünkü kendisinden başka kimseye birlikte olamamakta... "the only thing that i know for sure is that you are the best thing that's ever happened to me. i miss you dreadfully" diyor adam kendisi için, daha ne desin. yani buradan da geçmişe yolculuklarda ne kadar değişim yapmaya çalışırsa çalışsın filmde sonucun değişmeyeceğini alıyoruz. örneğin o süreçte bir yerlerde adamın (john'un) yüzü yanıyor, yüz nakli yapılıyor vs fakat süreçteki değişiklik sonucu etkilemiyor. karakter yine bir şekilde geçmişe döndüğünde kendisiyle tanışıyor, kendisine aşık oluyor, kendisini hamile bırakıyor, kendisini doğuruyor ve geçmişe dönüp kendisini yetimhaneye bırakıyor.
--! spoiler !--
anası babası zamanında sahip çıkmamış işte bak ne hale gelmiş yavrucak.
böyle şeyler izlemeyin.
gidip ders falan çalışın
bye.
devamını gör...
arnolfininin evlenmesi
kuzey rönesansı akımının en ünlü temsilcilerinden olan jan van eyck'ın 1434'te yaptığı ve ayrıntılarının güzelliğiyle insanı adeta büyülediği yağlı boya tablosudur.
tablo; arnolfini'nin düğünü, arnolfinilerin evlenmesi, giovanni arnolfini ve karısının portresi gibi başka başka isimlerle karşımıza çıkmaktadır. resim sanatında aynanın kullanılmasının en başarılı örneklerinden biri kabul edilir.
tablonun ününü veren ve arnolfinilerin elinin hemen üstündeki yaklaşık 10 cm çapındaki aynada odanın başka bir açıdan konumu görülmektedir. yansımadan mavi ve kırmızı elbiseli iki kişinin daha bu odada olduğu ve törene eşlik ettiği anlaşılmaktadır. bu iki kişinin de jan van eyck'ın kendisi ve öğrencisi olduğu düşünülmektedir.
aynanın çevresinde hz. isa'nın çilesini anlatan 10 küçük resim daha bulunmaktadır. her birinin çapı 1 cm olan bu resimler kıl fırçayla çizilmiştir. jan van eyck burada adeta bize ne kadar usta bir ressam olduğunu göstermiştir.
bu resmin 'ilk'lerini şöyle sıralayabiliriz:
resmin yağlı boya tabloların ilk örneklerinden biri olduğu kabul edilir.
dikey perspektif kullanılarak yapılmış ilk eserdir. (resme karşıdan baktığınızda sanki içine girecekmişsiniz hissi yaratan perspektiftir.)
aynanın hemen üstünde yazan 'johannes van eyck fuit hic 1434' (johannes van eyck buradaydı 1434) yazısının ressamın imzasını da içerdiği düşünülmektedir. o dönemde ressamların eserlerine imza atması çok yaygın değildi çünkü kilisenin baskın görüşüne göre bir esere imza atmak sadece tanrı'ya mahsustu. jan van eyck'ın bu cesur hamlesi onu yine ilklerin arasına sokmayı başarmıştır.
napolyon savaşları sırasında ingilizlerin eline geçen ve zamanının ingiltere kralına sunulan tablo kral tarafından reddedilmiştir. 1842 yılında ise londra'daki national gallery tarafından 600 sterline satın alınmıştır ve tablo hala daha burada sergilenmektedir. günümüzde satılması durumunda ise değerinin 100 milyon sterlinden fazla olacağı düşünülmektedir.
arnolfinilerin kıyafetlerinin kumaş dokularının, yerde duran köpeğin tüm kıllarının, tavanda asılı duran avizenin, yatağın başında duran aziz margaret heykelinin ve süpürgenin, aynanın yanında duran tespihin tüm boncuklarının özenle yapıldığı bu resmi daha ayrıntılı incelemek için aşağıdaki fotoğrafa bakabilirsiniz. *
tablo; arnolfini'nin düğünü, arnolfinilerin evlenmesi, giovanni arnolfini ve karısının portresi gibi başka başka isimlerle karşımıza çıkmaktadır. resim sanatında aynanın kullanılmasının en başarılı örneklerinden biri kabul edilir.
tablonun ününü veren ve arnolfinilerin elinin hemen üstündeki yaklaşık 10 cm çapındaki aynada odanın başka bir açıdan konumu görülmektedir. yansımadan mavi ve kırmızı elbiseli iki kişinin daha bu odada olduğu ve törene eşlik ettiği anlaşılmaktadır. bu iki kişinin de jan van eyck'ın kendisi ve öğrencisi olduğu düşünülmektedir.
aynanın çevresinde hz. isa'nın çilesini anlatan 10 küçük resim daha bulunmaktadır. her birinin çapı 1 cm olan bu resimler kıl fırçayla çizilmiştir. jan van eyck burada adeta bize ne kadar usta bir ressam olduğunu göstermiştir.
bu resmin 'ilk'lerini şöyle sıralayabiliriz:
resmin yağlı boya tabloların ilk örneklerinden biri olduğu kabul edilir.
dikey perspektif kullanılarak yapılmış ilk eserdir. (resme karşıdan baktığınızda sanki içine girecekmişsiniz hissi yaratan perspektiftir.)
aynanın hemen üstünde yazan 'johannes van eyck fuit hic 1434' (johannes van eyck buradaydı 1434) yazısının ressamın imzasını da içerdiği düşünülmektedir. o dönemde ressamların eserlerine imza atması çok yaygın değildi çünkü kilisenin baskın görüşüne göre bir esere imza atmak sadece tanrı'ya mahsustu. jan van eyck'ın bu cesur hamlesi onu yine ilklerin arasına sokmayı başarmıştır.
napolyon savaşları sırasında ingilizlerin eline geçen ve zamanının ingiltere kralına sunulan tablo kral tarafından reddedilmiştir. 1842 yılında ise londra'daki national gallery tarafından 600 sterline satın alınmıştır ve tablo hala daha burada sergilenmektedir. günümüzde satılması durumunda ise değerinin 100 milyon sterlinden fazla olacağı düşünülmektedir.
arnolfinilerin kıyafetlerinin kumaş dokularının, yerde duran köpeğin tüm kıllarının, tavanda asılı duran avizenin, yatağın başında duran aziz margaret heykelinin ve süpürgenin, aynanın yanında duran tespihin tüm boncuklarının özenle yapıldığı bu resmi daha ayrıntılı incelemek için aşağıdaki fotoğrafa bakabilirsiniz. *
devamını gör...
transformatör
halk adıyla trafo iki veya daha fazla elektrik devresini elektromanyetik indüksiyonla birbirine bağlayan bir elektrik aletidir. birisi sabit tutularak gerilim veya akımı değiştirir.
devamını gör...
hiçbir tanımı beğenmeyen yazar
beğenince beğeni butonunun yanında bulunan whatsapp, twitter ve facebook da yaptığı beğenilerin görüneceğini düşünen yazardır. yoksa aksi halde beğeni yapmaması kabul edilemez.
devamını gör...
ahmet kaya şarkılarından bir alıntı
siz benim neler çektiğimi nerden bileceksiniz.
devamını gör...


