yazarların sevdiği çiçekler
myosotis çiçeği,unutma beni çiçeği olarakta bilinir.burcu güneşin aynı adlı bir şarkısıda mevcut.dinlemek isteyenler buyrun;
devamını gör...
normal sözlük 1. istanbul zirvesi
vay be millet zirve yapıyor, toplanıyor. bizse çok uzaklarda yalnızlığımızı zirveye taşıyoruz.
devamını gör...
ilk defa alkol alacaklara tavsiyeler
alman guzum.
devamını gör...
sözlük dergi yazılarını bekliyor
yazıları yayınlanan yazar arkadaşlarımı öncelikle tebrik ediyorum . ben
de bir şeyler yazmayı deneyeceğim o zaman yazılarda buluşmak dileğiyle sevgiler efendim .
de bir şeyler yazmayı deneyeceğim o zaman yazılarda buluşmak dileğiyle sevgiler efendim .
devamını gör...
vincent van gogh
eski kulagi kesiklerdendir. kısacık ömründe harika eserler ortaya çıkarmış hollandalı ressam. tam adı vincent willem van gogh.
delilik ile dahilik arasındaki ince çizgide bulunan van gogh, resimleri dışında yalnızlığı, maddi sıkıntıları, sağlık sorunları ve abisi theo'ya yazdığı mektuplarıyla her dönem hayatı irdelenen bir ressam olmuştur. gördüğü hayaller ve halisinasyonlar, manik depresyon atakları, zaman zaman yaşadığı görme ve duyu kayıpları ile tüm fiziksel ve psikolojik acılarına rağmen resim yapmaya devam etmiş, ardında 1000'e yakın eser bırakarak ölümsüzlüğe adını yazdırmıştır.
delilik ile dahilik arasındaki ince çizgide bulunan van gogh, resimleri dışında yalnızlığı, maddi sıkıntıları, sağlık sorunları ve abisi theo'ya yazdığı mektuplarıyla her dönem hayatı irdelenen bir ressam olmuştur. gördüğü hayaller ve halisinasyonlar, manik depresyon atakları, zaman zaman yaşadığı görme ve duyu kayıpları ile tüm fiziksel ve psikolojik acılarına rağmen resim yapmaya devam etmiş, ardında 1000'e yakın eser bırakarak ölümsüzlüğe adını yazdırmıştır.
devamını gör...
sabahattin ali
atsız fanlarının kötülediği ve 25 şubat 1907 yılında eğridere’de doğan yazar, şair, öğretmendir. bir zamanlar tercümanlık da yapmıştır. ilk şiir denemelerine balıkesir’de başlamış ve edebiyat öğretmeninin desteğiyle de bazı dergilerde şiirlerini yayımlamış. sabahattin ali gerçekten yetenekli yazarlarımızdan birisidir. türkiye’de kısa bir süre öğretmenlik yapsa da türk devleti tarafından almanya’ya dil eğitimi için gönderilmiş. türkiye’ye geldikten sonra da almanca öğretmenliği görevine başlasa da komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle tutuklanmış.
zaten türkiye’de böylesine kaliteli insanlar geçmişte mutlaka ya tutuklanır ya da öcü gösterilmek amacıyla da kötülenip dururlar. sonrasında atatürk hakkında yazdığı şiir nedeniyle de tekrar devlet kurumlarında görevlendirilmiş. sabahattin ali kendisine sosyalist gibi gösterilmesinden ötürü sıkılmıştır, bunun için esirler adlı oyununu kaleme almış.
hayatının son zamanlarını da sözde faşist milliyetçilerle tartışarak sürdürmüş. zaten nihal atsız ile çok kez kavga etmiş, ırkçılık turancılık davasının da bir parçası olmuş. keşke onlarla uğraşmasaydı, hayatını faşizme karşı çıkarak karartmasaydı zira şu anda bu durum halen devam ediyor pek bir değişiklik yok yani. sonrasında aziz nesin’le birlikte bir dergi çıkarmış, o dergide de siyasileri eleştirmesi yüzünden birçok dava ile uğraşmış ardından türkiye’yi terk etme kararı almış. terk etme sırasında da faşist biri tarafından öldürülmüş.
bu şahane insanın bir sürü kaliteli eserleri vardır. bunlardan bazıları şunlardır; kürk mantolu madonna, içimizdeki şeytan, melankoli, değirmen gibi gibi. bunlar favorim olan sabahattin ali eserleridir.
ister sevin kendisini ister sevmeyin ama türk edebiyatına iz bırakmış bir isimdir sabahattin ali. ışıklar içinde uyusun. sevgi ve saygıyla…
zaten türkiye’de böylesine kaliteli insanlar geçmişte mutlaka ya tutuklanır ya da öcü gösterilmek amacıyla da kötülenip dururlar. sonrasında atatürk hakkında yazdığı şiir nedeniyle de tekrar devlet kurumlarında görevlendirilmiş. sabahattin ali kendisine sosyalist gibi gösterilmesinden ötürü sıkılmıştır, bunun için esirler adlı oyununu kaleme almış.
hayatının son zamanlarını da sözde faşist milliyetçilerle tartışarak sürdürmüş. zaten nihal atsız ile çok kez kavga etmiş, ırkçılık turancılık davasının da bir parçası olmuş. keşke onlarla uğraşmasaydı, hayatını faşizme karşı çıkarak karartmasaydı zira şu anda bu durum halen devam ediyor pek bir değişiklik yok yani. sonrasında aziz nesin’le birlikte bir dergi çıkarmış, o dergide de siyasileri eleştirmesi yüzünden birçok dava ile uğraşmış ardından türkiye’yi terk etme kararı almış. terk etme sırasında da faşist biri tarafından öldürülmüş.
bu şahane insanın bir sürü kaliteli eserleri vardır. bunlardan bazıları şunlardır; kürk mantolu madonna, içimizdeki şeytan, melankoli, değirmen gibi gibi. bunlar favorim olan sabahattin ali eserleridir.
ister sevin kendisini ister sevmeyin ama türk edebiyatına iz bırakmış bir isimdir sabahattin ali. ışıklar içinde uyusun. sevgi ve saygıyla…
devamını gör...
normal sözlük yazarlarının ölümden döndüğü anlar
serbest tırmanış yaparken ortada bir yerde sıkışıp kalmıştım. ne ileri gidebiliyorum, ne aşağı inebiliyorum. gittikçe yoruluyordum bir de. üstüne bir kere "napacam la şimdi" diye düşünmeye başlayınca, her şey daha da beter olmaya başlamıştı. neyse ki yukarıda göremediğim bir yer varmış, sağ olsun arkadaşım sayesinde farkına vardım. insan nasıl da tutuşuyor...
devamını gör...
türkiye'nin jeopolitik konumu
gerçekten sahip olunabilecek en değerli topraklarda var olupta, bu kadar sıkıntı çekmekte bir efor ister. haritada inci gibi duran bereketli toprakları olan bir ülkenin, toprağı buz tutmuş rusyadan bile tarım ürünü alması çok ironik.
bazen dünya haritasına bakıyorumda toplasan bir avuç ülke refah içinde yaşıyor. nüfusun çoğu hayatla boğuşan modern köleler, nasıl oldu da dünyada bu kadar saçma bir düzen oluştu. her şey farklı olsaydı nasıl olurdu diye düşünmeden edemiyor insan.
bazen dünya haritasına bakıyorumda toplasan bir avuç ülke refah içinde yaşıyor. nüfusun çoğu hayatla boğuşan modern köleler, nasıl oldu da dünyada bu kadar saçma bir düzen oluştu. her şey farklı olsaydı nasıl olurdu diye düşünmeden edemiyor insan.
devamını gör...
tedbirleri eleştiren savcının görevden uzaklaştırılması
muz cumhuriyetine hoş geldiniz dedirten durum.
ulan sokakta röportaj yapan vatandaşı göz altına alan bir zihniyet var.
papua yeni gine'de medeniyet nedir bilmeyen çamurlu kabilesinde bile daha özgür olurduk be.
ulan sokakta röportaj yapan vatandaşı göz altına alan bir zihniyet var.
papua yeni gine'de medeniyet nedir bilmeyen çamurlu kabilesinde bile daha özgür olurduk be.
devamını gör...
halife ömer'in kızını diri diri gömmesi
rivayet odur ki hz. ömer iki olay aklına geldiğinde birine çok güler birineyse çok ağlarmış. güldüğü olay, yolculuk sırasında kendilerini koruması için, helvadan put yapıp tapar, sonra acıkınca onu yerlermiş. bu aklına geldikçe kendini gülmekten alıkoyamaz katıla katıla saatlerce gülermiş. ağladığı olaya gelince bu ise kızını gömmesiymiş. arap adetleri gereği kabilecilik anlayışı ve kabilenin erkek çocuk vasıtasıyla genişlemesinden kaynaklı cahiliye dönemi inancı gereği kızını alıp seni gezmeye götüreceğim diye evden çıkar. her ne kadar eşi ve talihsiz kızın annesi durumu anlasa da engel olamaz. ki o da, cahiliye dönemi kadınının yeri ve kadın anlayışı gereği başka bir konudur, engel olamaz. çaresiz kabullenir ama katlanır.
kızı sevinçle ve heyecanla babasının elini tutar ve olayın geçtiği yere kadar yürürler. bu süreçte aklında gel gitler yaşayan hz. ömer bir şeyden emindir: mekke'nin sayılı ailelerinden birine mensup olmak ve hakkında laf söyletmemek ve bir yandan da işleyeceği cinayet...
gömeceği yere geldiklerinde çok da derin olmayan, yani çocuğun kollarını uzatabileceği derinlikte bir çukur kazar. kızını içine bırakır.
kız başına geleceği anlamış olacak ki yaşıtları gibi buna direnme hatta babası üzerine toprak atarken elleriyle babasının paçalarını çırpar babacığım üstün hep toz oldu diyerek....
ne cahilce, ne vahşice... ne insanlık dışı bir eylem öyle değil mi?.. yargılamak o dönemde o coğrafyada bizler yaşamadığımız için bize düşmez ama örnek alabiliriz... eyleme dökebiliriz: nerede ezilen, hor görülen, küçük düşürülen hatta değerinin altında bir değerle alaşağı edilen bir kız çocuğu görsek, önce nazikçe, işe yaramıyorsa sonra, gereken şekilde müdahale etmeli, üzerimize düşeni yapmalıyız.
işte böyle bir zihniyette, böyle bir durum ve devirde, kadınlara, kölelere, fakirlere, genel olarak inanan ya da inanmayan insanlara değer veren bir sistem kolaylıkla yayılmıştır..
konumuza geri dönecek olursak bu konu aklına geldiğinde hz. ömer, o mekke'ye korku salan ömer, hüngür hüngür ağlar, hatta o kadar ağlarmış ki ağlamaktan hasta düşüp bayıldığı anlar bile olurmuş. peki ağlamak çare mi verilen değere sahip çıkamadıktan sonra...
kızı sevinçle ve heyecanla babasının elini tutar ve olayın geçtiği yere kadar yürürler. bu süreçte aklında gel gitler yaşayan hz. ömer bir şeyden emindir: mekke'nin sayılı ailelerinden birine mensup olmak ve hakkında laf söyletmemek ve bir yandan da işleyeceği cinayet...
gömeceği yere geldiklerinde çok da derin olmayan, yani çocuğun kollarını uzatabileceği derinlikte bir çukur kazar. kızını içine bırakır.
kız başına geleceği anlamış olacak ki yaşıtları gibi buna direnme hatta babası üzerine toprak atarken elleriyle babasının paçalarını çırpar babacığım üstün hep toz oldu diyerek....
ne cahilce, ne vahşice... ne insanlık dışı bir eylem öyle değil mi?.. yargılamak o dönemde o coğrafyada bizler yaşamadığımız için bize düşmez ama örnek alabiliriz... eyleme dökebiliriz: nerede ezilen, hor görülen, küçük düşürülen hatta değerinin altında bir değerle alaşağı edilen bir kız çocuğu görsek, önce nazikçe, işe yaramıyorsa sonra, gereken şekilde müdahale etmeli, üzerimize düşeni yapmalıyız.
işte böyle bir zihniyette, böyle bir durum ve devirde, kadınlara, kölelere, fakirlere, genel olarak inanan ya da inanmayan insanlara değer veren bir sistem kolaylıkla yayılmıştır..
konumuza geri dönecek olursak bu konu aklına geldiğinde hz. ömer, o mekke'ye korku salan ömer, hüngür hüngür ağlar, hatta o kadar ağlarmış ki ağlamaktan hasta düşüp bayıldığı anlar bile olurmuş. peki ağlamak çare mi verilen değere sahip çıkamadıktan sonra...
devamını gör...
şehrinde en sevdiğin yer
tam olarak bulunduğum yeri
hem merkeze hem de en yakın sahile arabayla yarım saat mesafede şu sıralar yemyeşil, sakin ve şehirdekilerin kıskandığı köyüm.
hem merkeze hem de en yakın sahile arabayla yarım saat mesafede şu sıralar yemyeşil, sakin ve şehirdekilerin kıskandığı köyüm.
devamını gör...
pirinç boğa
antik yunanın antika uygulamalarından birisidir diyebiliriz zira uygulamayı bulan hergele atinalı. adam hiç üşenmemiş bu cezanın uygulanması için suçlulara özel pirinçten bir boğa yapmış. mevzu şöyle işliyor; suçluyu bunun içerisine bir güzel yerleştiriyorsun, altını kısık ateşte yakıyorsun, ateş harlandıkça içerideki suçlu kıvama geliyor ve yandım anam diye böğürmeye başlıyor. bu böğüme dışarıya kızgın bir boğanın inlemesi gibi aksediyor. idamı izleyenler de boğanın kızgın sesini duydukça aşka geliyor ve zevkten çığlık çığlığa bağırıyorlar.
bu manyaklığa imza atan adamın adı ise perilaus! yani hangi akla hizmet insan böyle bir şey tasarlar ki? adamın beyin kıvrımlarında nasıl bir psikopatlık dolaştığını merak etmiyor değilim. bir de bu manyak yaptığı pirinç boğayı dönemin bir başka kalifiye manyağı sicilyalı tiran phalaris'e götürüyor ve şöyle diyor;
''ey phalaris, bir adamı cezalandırmak istersen, onu boğanın arasına kapat ve altına ateş yak, iniltileriyle boğanın böğürdüğü sanılacak ve acı çığlıkları burun deliklerindeki borulardan geçerken size zevk verecek. ''
ha bu sözleri söylemiş midir? söylememiş midir? bilemem ama tarihçi diodorus siculus'un iddiası bu yönde. ben şahsen kendisine inanıyorum. böyle bir tasarıma imza atan adam, bu sözleri aşk ile şevk ile söylemiştir. hatta mevzuyu tirana tutku ile anlatmıştır. eh sen mevzuyu böyle anlatırsan, karşındaki manyakta bunlardan etkilenir tabi. bu iki manyağın sohbetleri sonucunda phlaris boğayı yerinde incelemek istemiş ve perilaus'tan ufak bir gösteri talep etmiştir. ''hele bir geç şu boğanın içine de, duyalım o kadar övdüğün şu sesleri!'' demek suretiyle bizim manyağın aklını almıştır. phlaris'in o anki yüz ifadesini cidden merak ediyorum. millet yansın, çığlık çığlığa bağırsın, ben de zevk alayım diye boğa tasarla, sonra ilk denek sen ol. kalbine inmiş olmalı. vallahi orada olsam, anadolu usulü okkalı bir ''oh olsun!'' çekerdim şeref yoksunu hergeleye! şak sesi de, tüm saray efradı tarafından duyulurdu! ava giderken avlanan perilaus, topuklarını mabadına vura vura bir güzel girmiş pirinç boğanın içerisine, boğa'ya dublaj yapmış. netice olarak mekanizmanın mucidi kendisi, ne de güzel böğürtmüştür o boğayı(!) tabi sonrası daha dramatik olmuş bizim psikopat için zira tiran bunu tam kıvama gelmeden boğanın içerisinden çıkartmış. sanırım az pişmiş bir kıvamda falan çıkmış olmalı boğadan. o anda kesin paçayı kurtardık diye düşünmüştür. ama umduğu gibi olmamış, halla hop tereyağlı ballı ekmek nidaları eşliğinde, bunu güzelce paket yapıp atmışlar uçurumdan aşağı. insan kiminle muhatap olacağını iyi bilmeli sonra adama öyle bir eşek şakası yapıyorlar ki geri dönüşü de olmuyor...
neyse efendim mucit ölü ama tasarım aktif. artık bu şekilde kaç cana kıyıldı bilinmez. lakin içimizi soğutan tek şey; bu iki manyağın da pirinç boğanın tadına bakmış olması. manyak tiran da almış boğadan nasibini. tahttan indirildiği zaman kahkahalar atarak izlediği gösterilerin öznesi olup, çığlıklar atarak ölmüş. bu hikaye de burada bitmiş.
boğa da şöyle bir şey;

bu manyaklığa imza atan adamın adı ise perilaus! yani hangi akla hizmet insan böyle bir şey tasarlar ki? adamın beyin kıvrımlarında nasıl bir psikopatlık dolaştığını merak etmiyor değilim. bir de bu manyak yaptığı pirinç boğayı dönemin bir başka kalifiye manyağı sicilyalı tiran phalaris'e götürüyor ve şöyle diyor;
''ey phalaris, bir adamı cezalandırmak istersen, onu boğanın arasına kapat ve altına ateş yak, iniltileriyle boğanın böğürdüğü sanılacak ve acı çığlıkları burun deliklerindeki borulardan geçerken size zevk verecek. ''
ha bu sözleri söylemiş midir? söylememiş midir? bilemem ama tarihçi diodorus siculus'un iddiası bu yönde. ben şahsen kendisine inanıyorum. böyle bir tasarıma imza atan adam, bu sözleri aşk ile şevk ile söylemiştir. hatta mevzuyu tirana tutku ile anlatmıştır. eh sen mevzuyu böyle anlatırsan, karşındaki manyakta bunlardan etkilenir tabi. bu iki manyağın sohbetleri sonucunda phlaris boğayı yerinde incelemek istemiş ve perilaus'tan ufak bir gösteri talep etmiştir. ''hele bir geç şu boğanın içine de, duyalım o kadar övdüğün şu sesleri!'' demek suretiyle bizim manyağın aklını almıştır. phlaris'in o anki yüz ifadesini cidden merak ediyorum. millet yansın, çığlık çığlığa bağırsın, ben de zevk alayım diye boğa tasarla, sonra ilk denek sen ol. kalbine inmiş olmalı. vallahi orada olsam, anadolu usulü okkalı bir ''oh olsun!'' çekerdim şeref yoksunu hergeleye! şak sesi de, tüm saray efradı tarafından duyulurdu! ava giderken avlanan perilaus, topuklarını mabadına vura vura bir güzel girmiş pirinç boğanın içerisine, boğa'ya dublaj yapmış. netice olarak mekanizmanın mucidi kendisi, ne de güzel böğürtmüştür o boğayı(!) tabi sonrası daha dramatik olmuş bizim psikopat için zira tiran bunu tam kıvama gelmeden boğanın içerisinden çıkartmış. sanırım az pişmiş bir kıvamda falan çıkmış olmalı boğadan. o anda kesin paçayı kurtardık diye düşünmüştür. ama umduğu gibi olmamış, halla hop tereyağlı ballı ekmek nidaları eşliğinde, bunu güzelce paket yapıp atmışlar uçurumdan aşağı. insan kiminle muhatap olacağını iyi bilmeli sonra adama öyle bir eşek şakası yapıyorlar ki geri dönüşü de olmuyor...
neyse efendim mucit ölü ama tasarım aktif. artık bu şekilde kaç cana kıyıldı bilinmez. lakin içimizi soğutan tek şey; bu iki manyağın da pirinç boğanın tadına bakmış olması. manyak tiran da almış boğadan nasibini. tahttan indirildiği zaman kahkahalar atarak izlediği gösterilerin öznesi olup, çığlıklar atarak ölmüş. bu hikaye de burada bitmiş.
boğa da şöyle bir şey;

devamını gör...
yazarların adına başlık açmak
(bkz: nickaltı)
devamını gör...
okuyana kahkaha attıracak komik espriler
hastayım dedim dedim inanmadınız, ee noldu şimdi?
devamını gör...
kadri kıymeti bilinmeyen yazar
aslında buna içim rahat bir şekilde yarasa seneca'dır diyebilirim.
çok boş linç yediğim oldu.
troll dediler oysaki görmek isteseler formata uygunsuz pek tanımım yoktur, olanı da yakalayıp derhal şikayet edebilirler.
ne biliyorsam ufak ufak yazıyorum derdiniz bilgi ise ve bu beni kabul edin diye de değil, uludağ gibi bir çöplüğe bile yığınla bilgi içerikli tanım bırakmışım.
nikaltımı sola inatla getiren sizdiniz, burada yalnızca 1 kez nikaltımı upladım. gecenin körüydü. iddia ediyorum kimseye bana nikaltı gir demedim, demem, buna ihtiyacım olmadı ki. siz eğer havlamasaydınız, sola düşmem konusunda bu kadar zırlamasaydınız gerçekten ben nikaltımı rahatlıkla soldan çektirirdim. uludağda da böyleydi bu.
inatla kendisine küfür ettiren oldu, mesajları kapattım daha fazla muhatap almamak adına ama bu da nikaltı girilsin diye sanıldı. ben gerçekten insanlara daha fazla sövmemek adına kapatmıştım oysaki.
erkek düşmanı değilim, hiçbir zaman olmadım ama erkek düşmanı diyen de oldu. nedense? ben erkekleri çok severim. gerçekten severim.
neyse, tanımlarda küfür etmek istemiyorum. haha salaklar buraya kadar okudunuz mu samimi söylüyorum malsınız *
çok boş linç yediğim oldu.
troll dediler oysaki görmek isteseler formata uygunsuz pek tanımım yoktur, olanı da yakalayıp derhal şikayet edebilirler.
ne biliyorsam ufak ufak yazıyorum derdiniz bilgi ise ve bu beni kabul edin diye de değil, uludağ gibi bir çöplüğe bile yığınla bilgi içerikli tanım bırakmışım.
nikaltımı sola inatla getiren sizdiniz, burada yalnızca 1 kez nikaltımı upladım. gecenin körüydü. iddia ediyorum kimseye bana nikaltı gir demedim, demem, buna ihtiyacım olmadı ki. siz eğer havlamasaydınız, sola düşmem konusunda bu kadar zırlamasaydınız gerçekten ben nikaltımı rahatlıkla soldan çektirirdim. uludağda da böyleydi bu.
inatla kendisine küfür ettiren oldu, mesajları kapattım daha fazla muhatap almamak adına ama bu da nikaltı girilsin diye sanıldı. ben gerçekten insanlara daha fazla sövmemek adına kapatmıştım oysaki.
erkek düşmanı değilim, hiçbir zaman olmadım ama erkek düşmanı diyen de oldu. nedense? ben erkekleri çok severim. gerçekten severim.
neyse, tanımlarda küfür etmek istemiyorum. haha salaklar buraya kadar okudunuz mu samimi söylüyorum malsınız *
devamını gör...
garip akımı
garipçiler ya da 1. yeniciler, şiirde biçim ve konu bakımından kuralsızlığı ve dil açısından yenileşmeyi benimseyen topluluktur. öncüleri;
orhan veli kanık, melih cevdet anday ve oktay rifat horozcudur.
türk edebiyatı'nda 1940' lı yıllara gelindiğinde şiirde biçim ve dil açısından serbestlik ve sadeliğe doğru bir eğilim olmuş, bu eğilim doğrultusunda "garip akımı" ortaya çıkmıştır.
henüz lise yıllarındayken şiir yazmaya başlayan ve aynı zamanda akımın öncüleri olan orhan veli kanık, oktay rifat horozcu ve melih cevdet anday, ölçü ve uyaklı, geleneksel şiire uygun, sabit konulu eserler yazmış olsalar bile bu tarzdan hoşnutsuz oldukları için bir müddet bu konu üzerine kafa yormuş ama çözüm bulamadıklarından dolayı şiir konusunda bir müddet sessiz kalmayı tercih etmişlerdir.
fakat bu sessizlik kısa sürmüş, 1937 yılında varlık dergisi'nde günlük konuşma diliyle yazılmış, imgesel ve soyut kavramlardan uzak, standart biçim koşullarından bağımsız şiirler yayımlayarak amaçladıkları yenileşme için ilk adımı atmışlardır bir nevi.
şiirde biçim, konu, dörtlük gibi belli kalıpları reddeden şairler, şiirlerinde alaycı ve iğneleyici bir tutum sergileyip ve de herkesin anlamasını istedikleri için toplum için sanat anlayışını benimseyerek alışılmışın dışında eserleri edebiyata kazandırmışlardır. örneğin orhan veli'nin yazdığı kitabe-i seng-i mezar şiirinin şu dizeleri normalden farklı olduğu için diğer yazarlarca tartışmalara da yol açmıştır:
"hiçbir şeyden çekmedi dünya
nasırdan çektiği kadar."
peki neden dilde sadeleşme çabası içerisindeydiler? yukarıda da söylediğim gibi toplum için sanat anlayışını benimseyen şairlere göre şiir, yalnızca aydın kesimin anlayacağı biçim ve imgelemelere göre yazılmamalıydı. şiirde kural olmamalıydı ve halkın içindeki herkes anlatılanı anlamalıydı. bu yüzden gündelik konuları ele alıp dili olabildiğine sadeleştirerek bu amaçlarını gerçekleştirdiler.
yine bu amaçları doğrultusunda, kuralsızlığı kural edinen garipçiler, 1941 yılında "garip" adını verdikleri ortak bir kitap yayımlayarak bu yenileşmeyi daha da duyurmuş ve benimsetmiştir.
akımın öncülerinin aklımızda kalması için yine şöyle kodlamıştık okulda:
"omo"
orhan veli kanık, melih cevdet anday ve oktay rifat horozcudur.
türk edebiyatı'nda 1940' lı yıllara gelindiğinde şiirde biçim ve dil açısından serbestlik ve sadeliğe doğru bir eğilim olmuş, bu eğilim doğrultusunda "garip akımı" ortaya çıkmıştır.
henüz lise yıllarındayken şiir yazmaya başlayan ve aynı zamanda akımın öncüleri olan orhan veli kanık, oktay rifat horozcu ve melih cevdet anday, ölçü ve uyaklı, geleneksel şiire uygun, sabit konulu eserler yazmış olsalar bile bu tarzdan hoşnutsuz oldukları için bir müddet bu konu üzerine kafa yormuş ama çözüm bulamadıklarından dolayı şiir konusunda bir müddet sessiz kalmayı tercih etmişlerdir.
fakat bu sessizlik kısa sürmüş, 1937 yılında varlık dergisi'nde günlük konuşma diliyle yazılmış, imgesel ve soyut kavramlardan uzak, standart biçim koşullarından bağımsız şiirler yayımlayarak amaçladıkları yenileşme için ilk adımı atmışlardır bir nevi.
şiirde biçim, konu, dörtlük gibi belli kalıpları reddeden şairler, şiirlerinde alaycı ve iğneleyici bir tutum sergileyip ve de herkesin anlamasını istedikleri için toplum için sanat anlayışını benimseyerek alışılmışın dışında eserleri edebiyata kazandırmışlardır. örneğin orhan veli'nin yazdığı kitabe-i seng-i mezar şiirinin şu dizeleri normalden farklı olduğu için diğer yazarlarca tartışmalara da yol açmıştır:
"hiçbir şeyden çekmedi dünya
nasırdan çektiği kadar."
peki neden dilde sadeleşme çabası içerisindeydiler? yukarıda da söylediğim gibi toplum için sanat anlayışını benimseyen şairlere göre şiir, yalnızca aydın kesimin anlayacağı biçim ve imgelemelere göre yazılmamalıydı. şiirde kural olmamalıydı ve halkın içindeki herkes anlatılanı anlamalıydı. bu yüzden gündelik konuları ele alıp dili olabildiğine sadeleştirerek bu amaçlarını gerçekleştirdiler.
yine bu amaçları doğrultusunda, kuralsızlığı kural edinen garipçiler, 1941 yılında "garip" adını verdikleri ortak bir kitap yayımlayarak bu yenileşmeyi daha da duyurmuş ve benimsetmiştir.
akımın öncülerinin aklımızda kalması için yine şöyle kodlamıştık okulda:
"omo"
devamını gör...
kadınların sürekli sınıflandırılması
-evlenilecek kadınlar
-eğlenilecek kadınlar
bu sınıflandırmaya en güzel örnektir. erkeğin kadını basite indirgeme çabasıdır bu sınıflandırma telaşı. çünkü erkek söz sahibi olan, zeki kadından haz etmez. çünkü erkegin zekası o kadına yaklaşmasındaki en büyük engeldir. kadını kolay elde edemeyeceğini çok iyi bilir. o yüzden ikiye ayırır kadını ve ona gore yaklaşır. eğer elde edemeyeceğini anlarsa onun için eğlenilecek, yani basit kadın etiketini yapıştırır hemen. erkek için evlenilecek kadın tanımı gözü açılmamış kadındır.
kadınlar siz de biraz aklınızı kullanın prim vermeyin bu tarz erkeklere
bir erkek olarak bunları yazmak istedim, teşekkürler
-eğlenilecek kadınlar
bu sınıflandırmaya en güzel örnektir. erkeğin kadını basite indirgeme çabasıdır bu sınıflandırma telaşı. çünkü erkek söz sahibi olan, zeki kadından haz etmez. çünkü erkegin zekası o kadına yaklaşmasındaki en büyük engeldir. kadını kolay elde edemeyeceğini çok iyi bilir. o yüzden ikiye ayırır kadını ve ona gore yaklaşır. eğer elde edemeyeceğini anlarsa onun için eğlenilecek, yani basit kadın etiketini yapıştırır hemen. erkek için evlenilecek kadın tanımı gözü açılmamış kadındır.
kadınlar siz de biraz aklınızı kullanın prim vermeyin bu tarz erkeklere
bir erkek olarak bunları yazmak istedim, teşekkürler
devamını gör...
ilk defa bir sözlük ortamına girenlere tavsiyeler
tanım girerken emoji kullanmayı acilen bırakın
devamını gör...
