pangram
hızlı kahverengi tilki tembel köpeğin üstünden atlar.
"the quick brown fox jumps over the lazy dog".
ingilizce için
"the quick brown fox jumps over the lazy dog".
ingilizce için
devamını gör...
hidano
hidano havaya parıltılar saçan parlak ilkbahar güneşi yazarımız. hayal dünyası bambaşka evrenlere gebe, tanımları ve sohbeti ile hic kımıldamadan bambaşka yerler ve hayatları yaşatabilir.
kendisi şimdilik elma kurdu, aynı daldan komşum olur. kader bir şekilde aynı yerde buluşturuyor bizi... ikimiz de kelebek oluncaya dek bu dalda takılacağız...
ben ona elma kurdu oluncaya kadar geçen hayatımı anlatacağım. o da şen kahkahalarla bana eşlik edecek; ki bence hikayelerimin hepsini bir şekilde sakarlıkla sonlandırmamın sebebi sadece onu güldürme arzusu.
ıyi ki varsın güzel komşum, günümü güzelleştiren ilkbahar güneşi...
kendisi şimdilik elma kurdu, aynı daldan komşum olur. kader bir şekilde aynı yerde buluşturuyor bizi... ikimiz de kelebek oluncaya dek bu dalda takılacağız...
ben ona elma kurdu oluncaya kadar geçen hayatımı anlatacağım. o da şen kahkahalarla bana eşlik edecek; ki bence hikayelerimin hepsini bir şekilde sakarlıkla sonlandırmamın sebebi sadece onu güldürme arzusu.
ıyi ki varsın güzel komşum, günümü güzelleştiren ilkbahar güneşi...
devamını gör...
şu an dinlenen şarkıdan bir cümle
"... sıcak bir şarkı söylersin kanımdan geç soğur
kesik saçın dağınık yüzün
geceyi sabaha boyar sevdalanırım.
....
durgun bir suyun ortasında yemyeşil
yalnız çaresiz kimsesiz olmak var ya ne zor."
teşekkür ederim. :)
şarkıyı öneren yazar arkadaşıma sevgiler.
kesik saçın dağınık yüzün
geceyi sabaha boyar sevdalanırım.
....
durgun bir suyun ortasında yemyeşil
yalnız çaresiz kimsesiz olmak var ya ne zor."
teşekkür ederim. :)
şarkıyı öneren yazar arkadaşıma sevgiler.
devamını gör...
hz. muhammed
islam dininin son peygamberi. hayatı ve yaşantısıyla bir örnek.
peygamberliğini ilan ettikten sonra çok çileler çekmiştir.
peygamberliğini ilan ettikten sonra çok çileler çekmiştir.
devamını gör...
baby driver
sadece açılış sahnesi için bile izlenebilecek aksiyon türündeki, bol müzikli bir film.
devamını gör...
yaz dizisi
genelde içi boş olan. sakar ofis çalışanı kadın, zengin şereften yoksun ama özünde iyi bir insan olan patron gibi tiplemeleriyle tanınan anlamsız dizilerdir.
devamını gör...
john locke
john locke: sessizlik abidesi, nesne sınıfı: keter
oxford'da okuduğu yıllar boyunca sessizlik abidesi olarak anılan locke, siyaset felsefesinde kilit bir öneme sahip bir kimsedir. thomas hobbes başlığındaki yazım tamamen bitmemişti ve muhtemelen locke hakkında yazdıklarımı da bitiremeyeceğim ama madem hobbes'tan bahsettim o halde locke'tan bahsetmenin de zamanı gelmiştir. (biraz da olsa.) konumuz siyaset felsefesi.
thomas hobbes vahşiydi. dünyasını, kurgulamış olduğu doğa durumunu güvensizlik ve korku üzerine inşa etmişti. ardından da insanların, gurur ve korkunun çekişmesinden doğan yaratık "leviathan"a yetkilerini bir sözleşmeyle devrettiğinden bahsetmişti. hatta makyavelist bir üslup geliştirip insan doğası'nın kötücüllüğünden söz etmişti. dolayısıyla anlıyoruz ki hobbes da birilerinden etkilenmiş. tıpkı locke'un hobbes'tan etkilendiği gibi.
tam olarak etkilendi diyemeyiz belki fakat locke, hobbes'un geliştirdiği doğa durumunu yumuşatan kişidir. daha liberal bir anayasal devlet teorisi geliştirdiğini söyleyebiliriz locke'un. seküler bir mutlakiyet doktrini geliştiren hobbes'un tam karşısına yerleştirebiliriz locke'un dinsel hoşgörüyle sentezlenmiş liberal anayasal teorisini.
locke için mülkiyet kavramı çok önemli bir kere. insanın mülkiyete yönelik doğal hakları olduğunu söyler ki biraz sonra doğa durumunda bu konuyu açacağım. locke için meşru yönetim, sınırlı yönetimdir ve rızaya dayalı yönetimdir. pek mutlak monarşi taraftarı olmasa da herhangi bir yönetim şekli sınırlı olması şartıyla pekala meşrudur. tiranlık bile...
ki bunun karşısında da direnme hakkı denen şeyi ortaya atar. sınırlı yönetimden sapan bir yönetim (örneğin bir tiran), kendi bireysel çıkarına göre hareket ediyorsa halk, bu kamu yararından uzaksallığa karşı direnebilir, devrim yapabilir. çünkü sözleşme yapılmıştır. fakat bu sözleşme thomas hobbes'un leviathan'ından farklıdır. bu sözleşmenin bir tarafıdır devlet. fakat leviathan'da her ne kadar geçenki yazıda da "sözleşme" demişsem de bir sözleşme yoktur. bir ahit vardır. tek taraflıdır. locke'unki ise tam anlamıyla bir sözleşmedir. ve eğer ki yönetim, yani egemen bu sözleşmeyi bozacak olursa ve sınırlarını halkın rızası aleyhine ihlal edecek olursa işte o zaman halkın yani yönetilenlerin direnme hakkı meşru hale gelecektir.
locke tam bir halk adamıdır denilebilir bu açıdan. zaten eserlerini de halkın anlaması için yazmıştır, filozoflar için değil.
locke'un doğa durumunda sivil otoritenin olmadığı bir durum vardır. bir özgürlük betimler bize. hobbes ve aristoteles'in tasvirlerinin aksine yönetme yönetilme durumu da söz konusu değildir.
hobbes herkesin herkesle savaştığı bir korku dünyası çizmişti. savaş vardı ve bu kaos halinden kurtulmak için insanlar haklarını leviathan'a devretmişti. aristoteles'te ise polis doğaldı ve varlığımız o toplumun üyesi olmakla gerçekleşiyordu.
locke daha farklı bir çerçeve çizer. hobbes'un fikrini evcilleştirmesi de bu yüzdendir. locke için doğa durumu dinsel bir hoşgörüye dayandırılabilir. ahlakidir, toplumsal bir düzeni buyurur. herkesin mülkü kendinedir. bu mülkiyet sözünü birazdan açacağım. çünkü mülkiyet denince sadece eşya anlaşılmamalı, özgürlüğümüz de anlaşılmalı.
doğa durumu, doğa kanunlarıyla barışı amaçlar. fakat buradaki barışı amaçlaması insanlarla beraber bir ölçüde bozulur. bir belirsizlik hakim olur ve ardından da bir huzursuzluk. buraya birazdan geliriz.
bütün bu "hoşgörü hali" aslında geleneksel bir yaklaşımdır da denebilir.
fakat sivil otoritenin olmadığından bahsedince bu doğa durumunu, ahlaki durumun da denetlenmesi söz konusu olamıyor. çünkü bir makam yok. dolayısıyla denetleyici olmadığından kaos doğuyor. bir güvensizlik doğuyor. ve bu güvensizlik zaman içinde doğa durumunu yozlaştırmaya başlar. bu durumda da bir iktidarın olmadığı toplumda yaşayan bireyler kendi kendilerinin hakimi, infazcısı hatta ve hatta tanrısı olur. ve hobbes'un bahsettiği o kaos, savaş hali doğmuş olur. niye? çünkü doğanın temel kanunudur insanların kendi kendisini koruması hakkı. ve bu durumda da bir sivil yönetime ihtiyaç duyulur.
o halde sorabilirsiniz: hobbes aslında locke mu? ya da locke, hobbes'un şekil değiştirmiş hali midir?
hayır. locke geleneksel bir dil kullanır. ayrıyeten hobbesçu bir dil de ullanır, kişinin güvenlik ihtiyacı bakımından.
en temel kavram locke için mülkiyettir.
mülkiyet çalışmamız sonucu elde ettiğimiz şeydir. bizler locke için mülk edinen hayvanlarızdır. ve sivil bir otoritenin olmadığı doğa durumunda mülkiyet, tüm insanlara ortak olarak verilmiştir. bu, ortak mülkiyettir. diğer yandan doğa durumunda özel bir çaba, emek harcayan insan ortaya özel mülkiyeti çıkarır. emek sayesinde doğanın bize verdiğinden fazlasını üretmiş oluruz ve üretimimiz kişinin özel hakkı haline gelir. locke bize tam olarak bunu söylüyor işte. emek, özel hakkın da mülkiyet hakkının da kaynağıdır. dolayısıyla doğal hukuk, özel mülkiyet hakkını öngören bir yapılanmadır. ve yönetim de bu hakkı güvence altına almak adına kurulmuştur. kim tarafından? rızasıyla bunu isteyen halk tarafından.
bütün bu anlattıklarımı ileriki zamanlarda tamamlayacak isim adam smith'tir. söylememe gerek yok gerçi, apaçık görülüyor. ticari bir devlet modeliyle karşı karşıyayız. locke bugüne kadar geri planda kalmış ekonomiyi, politikanın önüne geçirmeye çalışır aslında. dünya, çalışana ve rasyonel olana aittir., der.
emek neydi? emek her şeydi. toplum emek sayesinde yaratılmıştı. dolayısıyla mülkiyet edinmenin doğal sınırlarının da olmadığını söyler. para da ortaya çıktıktan sonra, sınırsız sermaye birikimiyle bir görev haline gelir adeta. çünkü olay ilahi bir egemenlik doktrinine de dayandırılabilir geleneksel bir tavırla. tanrı, dünyayı insanlara bahşetmiştir der çünkü. ve bunlar sonucunda da artık erdemle değil, ticaretle ilgilenmeye başlarız. locke'un inancına göre de zaten ticaret; insanı uysallaştırır, savaştan uzaklaştırır ve daha medeni yapar.
dolayısıyla devlet, işte bu ticaret halini korumayı amaçlayan bir varlık olarak ortaya çıkarılmıştır.
peki ya böyle bir piyasa ekonomisine geçişi ne meşru kılar?
bu kısımdan sonra hobbes'un gurur-korku çekişmesine benzer bir çekişmeden bahsedeceğiz: mülkiyet ve mülkiyet üzerine çıkan anlaşmazlıklar.
geri kalanını sonra yazarım. çok üşengecim. her yazıyı yarıda kesiyorum. *
yazının devamında bu sözleşmenin nasıl bir şey olduğundan falan bahseder, vatandaşlık mevzusuna değinir, mülkiyeti açar ve kuvvetler ayrılığından bahsederim.
oxford'da okuduğu yıllar boyunca sessizlik abidesi olarak anılan locke, siyaset felsefesinde kilit bir öneme sahip bir kimsedir. thomas hobbes başlığındaki yazım tamamen bitmemişti ve muhtemelen locke hakkında yazdıklarımı da bitiremeyeceğim ama madem hobbes'tan bahsettim o halde locke'tan bahsetmenin de zamanı gelmiştir. (biraz da olsa.) konumuz siyaset felsefesi.
thomas hobbes vahşiydi. dünyasını, kurgulamış olduğu doğa durumunu güvensizlik ve korku üzerine inşa etmişti. ardından da insanların, gurur ve korkunun çekişmesinden doğan yaratık "leviathan"a yetkilerini bir sözleşmeyle devrettiğinden bahsetmişti. hatta makyavelist bir üslup geliştirip insan doğası'nın kötücüllüğünden söz etmişti. dolayısıyla anlıyoruz ki hobbes da birilerinden etkilenmiş. tıpkı locke'un hobbes'tan etkilendiği gibi.
tam olarak etkilendi diyemeyiz belki fakat locke, hobbes'un geliştirdiği doğa durumunu yumuşatan kişidir. daha liberal bir anayasal devlet teorisi geliştirdiğini söyleyebiliriz locke'un. seküler bir mutlakiyet doktrini geliştiren hobbes'un tam karşısına yerleştirebiliriz locke'un dinsel hoşgörüyle sentezlenmiş liberal anayasal teorisini.
locke için mülkiyet kavramı çok önemli bir kere. insanın mülkiyete yönelik doğal hakları olduğunu söyler ki biraz sonra doğa durumunda bu konuyu açacağım. locke için meşru yönetim, sınırlı yönetimdir ve rızaya dayalı yönetimdir. pek mutlak monarşi taraftarı olmasa da herhangi bir yönetim şekli sınırlı olması şartıyla pekala meşrudur. tiranlık bile...
ki bunun karşısında da direnme hakkı denen şeyi ortaya atar. sınırlı yönetimden sapan bir yönetim (örneğin bir tiran), kendi bireysel çıkarına göre hareket ediyorsa halk, bu kamu yararından uzaksallığa karşı direnebilir, devrim yapabilir. çünkü sözleşme yapılmıştır. fakat bu sözleşme thomas hobbes'un leviathan'ından farklıdır. bu sözleşmenin bir tarafıdır devlet. fakat leviathan'da her ne kadar geçenki yazıda da "sözleşme" demişsem de bir sözleşme yoktur. bir ahit vardır. tek taraflıdır. locke'unki ise tam anlamıyla bir sözleşmedir. ve eğer ki yönetim, yani egemen bu sözleşmeyi bozacak olursa ve sınırlarını halkın rızası aleyhine ihlal edecek olursa işte o zaman halkın yani yönetilenlerin direnme hakkı meşru hale gelecektir.
locke tam bir halk adamıdır denilebilir bu açıdan. zaten eserlerini de halkın anlaması için yazmıştır, filozoflar için değil.
locke'un doğa durumunda sivil otoritenin olmadığı bir durum vardır. bir özgürlük betimler bize. hobbes ve aristoteles'in tasvirlerinin aksine yönetme yönetilme durumu da söz konusu değildir.
hobbes herkesin herkesle savaştığı bir korku dünyası çizmişti. savaş vardı ve bu kaos halinden kurtulmak için insanlar haklarını leviathan'a devretmişti. aristoteles'te ise polis doğaldı ve varlığımız o toplumun üyesi olmakla gerçekleşiyordu.
locke daha farklı bir çerçeve çizer. hobbes'un fikrini evcilleştirmesi de bu yüzdendir. locke için doğa durumu dinsel bir hoşgörüye dayandırılabilir. ahlakidir, toplumsal bir düzeni buyurur. herkesin mülkü kendinedir. bu mülkiyet sözünü birazdan açacağım. çünkü mülkiyet denince sadece eşya anlaşılmamalı, özgürlüğümüz de anlaşılmalı.
doğa durumu, doğa kanunlarıyla barışı amaçlar. fakat buradaki barışı amaçlaması insanlarla beraber bir ölçüde bozulur. bir belirsizlik hakim olur ve ardından da bir huzursuzluk. buraya birazdan geliriz.
bütün bu "hoşgörü hali" aslında geleneksel bir yaklaşımdır da denebilir.
fakat sivil otoritenin olmadığından bahsedince bu doğa durumunu, ahlaki durumun da denetlenmesi söz konusu olamıyor. çünkü bir makam yok. dolayısıyla denetleyici olmadığından kaos doğuyor. bir güvensizlik doğuyor. ve bu güvensizlik zaman içinde doğa durumunu yozlaştırmaya başlar. bu durumda da bir iktidarın olmadığı toplumda yaşayan bireyler kendi kendilerinin hakimi, infazcısı hatta ve hatta tanrısı olur. ve hobbes'un bahsettiği o kaos, savaş hali doğmuş olur. niye? çünkü doğanın temel kanunudur insanların kendi kendisini koruması hakkı. ve bu durumda da bir sivil yönetime ihtiyaç duyulur.
o halde sorabilirsiniz: hobbes aslında locke mu? ya da locke, hobbes'un şekil değiştirmiş hali midir?
hayır. locke geleneksel bir dil kullanır. ayrıyeten hobbesçu bir dil de ullanır, kişinin güvenlik ihtiyacı bakımından.
en temel kavram locke için mülkiyettir.
mülkiyet çalışmamız sonucu elde ettiğimiz şeydir. bizler locke için mülk edinen hayvanlarızdır. ve sivil bir otoritenin olmadığı doğa durumunda mülkiyet, tüm insanlara ortak olarak verilmiştir. bu, ortak mülkiyettir. diğer yandan doğa durumunda özel bir çaba, emek harcayan insan ortaya özel mülkiyeti çıkarır. emek sayesinde doğanın bize verdiğinden fazlasını üretmiş oluruz ve üretimimiz kişinin özel hakkı haline gelir. locke bize tam olarak bunu söylüyor işte. emek, özel hakkın da mülkiyet hakkının da kaynağıdır. dolayısıyla doğal hukuk, özel mülkiyet hakkını öngören bir yapılanmadır. ve yönetim de bu hakkı güvence altına almak adına kurulmuştur. kim tarafından? rızasıyla bunu isteyen halk tarafından.
bütün bu anlattıklarımı ileriki zamanlarda tamamlayacak isim adam smith'tir. söylememe gerek yok gerçi, apaçık görülüyor. ticari bir devlet modeliyle karşı karşıyayız. locke bugüne kadar geri planda kalmış ekonomiyi, politikanın önüne geçirmeye çalışır aslında. dünya, çalışana ve rasyonel olana aittir., der.
emek neydi? emek her şeydi. toplum emek sayesinde yaratılmıştı. dolayısıyla mülkiyet edinmenin doğal sınırlarının da olmadığını söyler. para da ortaya çıktıktan sonra, sınırsız sermaye birikimiyle bir görev haline gelir adeta. çünkü olay ilahi bir egemenlik doktrinine de dayandırılabilir geleneksel bir tavırla. tanrı, dünyayı insanlara bahşetmiştir der çünkü. ve bunlar sonucunda da artık erdemle değil, ticaretle ilgilenmeye başlarız. locke'un inancına göre de zaten ticaret; insanı uysallaştırır, savaştan uzaklaştırır ve daha medeni yapar.
dolayısıyla devlet, işte bu ticaret halini korumayı amaçlayan bir varlık olarak ortaya çıkarılmıştır.
peki ya böyle bir piyasa ekonomisine geçişi ne meşru kılar?
bu kısımdan sonra hobbes'un gurur-korku çekişmesine benzer bir çekişmeden bahsedeceğiz: mülkiyet ve mülkiyet üzerine çıkan anlaşmazlıklar.
geri kalanını sonra yazarım. çok üşengecim. her yazıyı yarıda kesiyorum. *
yazının devamında bu sözleşmenin nasıl bir şey olduğundan falan bahseder, vatandaşlık mevzusuna değinir, mülkiyeti açar ve kuvvetler ayrılığından bahsederim.
devamını gör...
how you doin'
gelmiş geçmiş en iyi ve en çok izlenen sitcomlardan biri olan friends dizisinin en sevdiğim ikinci karakteri olan aktör joey tribbiani’nin bolca kullandığı bir selamlama sözüdür.
söz tek başına çok etkili olmasa da joey’nin tonlaması ve bu söze eşlik eden samimi ve biraz şapşal gülümsemesi sözün derinliğini arttırmaktadır.
dizi türkiye’de yayınlanmaya başladığında ben harıl harıl ingilizce öğrenmekle meşguldüm. ve o zamanlar da büyük bir friends hayranı olduğum için sıklıkla joey’i taklit ederek bu sözü söylerdim.
nedense arkadaşlarım beni öğretmene şikayet ettiler. grammar nazisi olan öğretmenim beni karşısına alıp dedi ki:
“ ya how are you? ya da what are you doing? demen gerekir. yoksa tamamen yanlış bir cümle kurarsın ve bu gidişle de ingilizce öğrenemezsin.”
tabii ki öğretmeni değil joey’i dinledim ben. peki ne oldu? sonunda ingilizce öğretmeni oldum, ingilizce sınav teknikleri ile ilgili 9 kitaplık bir set yazdım, veliler öğrencilerini okudukları okuldan alıp benim çalıştığım okula yolluyorlar dil sınıfında okumaları için.
joey’e teşekkür ediyorum ve şevk kırıcı öğretmenime soruyorum: how you doin’.
söz tek başına çok etkili olmasa da joey’nin tonlaması ve bu söze eşlik eden samimi ve biraz şapşal gülümsemesi sözün derinliğini arttırmaktadır.
dizi türkiye’de yayınlanmaya başladığında ben harıl harıl ingilizce öğrenmekle meşguldüm. ve o zamanlar da büyük bir friends hayranı olduğum için sıklıkla joey’i taklit ederek bu sözü söylerdim.
nedense arkadaşlarım beni öğretmene şikayet ettiler. grammar nazisi olan öğretmenim beni karşısına alıp dedi ki:
“ ya how are you? ya da what are you doing? demen gerekir. yoksa tamamen yanlış bir cümle kurarsın ve bu gidişle de ingilizce öğrenemezsin.”
tabii ki öğretmeni değil joey’i dinledim ben. peki ne oldu? sonunda ingilizce öğretmeni oldum, ingilizce sınav teknikleri ile ilgili 9 kitaplık bir set yazdım, veliler öğrencilerini okudukları okuldan alıp benim çalıştığım okula yolluyorlar dil sınıfında okumaları için.
joey’e teşekkür ediyorum ve şevk kırıcı öğretmenime soruyorum: how you doin’.
devamını gör...
tokofobi
hamile olmaktan korkma durumu.
bu fobiye sahip kişiler, bırakın cinsel ilişkiyi ortak tuvalet kullanmaktan dahi imtina edebiliyorlar.
bu fobiye sahip kişiler, bırakın cinsel ilişkiyi ortak tuvalet kullanmaktan dahi imtina edebiliyorlar.
devamını gör...
bengaripsengüzeldünyaumutlu
karikatür içerikli tanımları ile güldüren yazar. o kadar çok karikatür içerikli tanım var ki
bir süre sonra tanımlara bakmayı yarına bırakayım da yarın da gülerim dedim. (gülücük)
bir süre sonra tanımlara bakmayı yarına bırakayım da yarın da gülerim dedim. (gülücük)
devamını gör...
sözlükçülerin sözlük hesaplarını satacağı minimum miktar
100 btc ye komple sozlugu satarim.
devamını gör...
tahammül edilemeyen durumlar
kapı önüne kirli çocuk bezi bırakılması.iki adım yürü de çöpe at.kapıcı zaten yok. pislik seni.
devamını gör...
sahte anne deneyi
psikolog harry harlow'un 1971 yılında yaptığı deneydir.
annelere yahut kişiyi büyüten herhangi birine bağlanma sebeplerini konu alan deneyde maymunlar kullanıldı.
öncelikle telden bir anne modeli tasarlandı, bu tel anne modeline dolu bir biberon yerleştirildi diğer tarafta ise peluştan yapılma ve maymuna benzeyen bir suratı olan ancak biberonu olmayan bir anne modeli tasarlandı.
diğer bir durumda ise ikisi de biberonlu peluş ve tel anne kullanıldı.
yeni doğmuş maymunlar bu iki annenin yer aldığı kafese konduktan sonra davranışları incelenmeye başlandı.
biberonlu peluş anne tercihleri beklenen bir şeydi.
ancak diğer durumda yani biberonlu tel anne ve biberonsuz peluş anne durumunda yavrular peluş anneyle vakit geçirmeyi tercih ederek yalnızca acıktıklarında tel anneye gidiyor, karınlarını doyuruyor ardından hemen peluş anneye dönüyorlardı.
deney sonucunda bebeklerin annelerine bağlanma sebebinin beslenmeden ibaret olmadığı, dokunma konforu adı verilen olgunun çok daha büyük öneme sahip olduğu ilan edildi.
ayrıntılı bilgi
annelere yahut kişiyi büyüten herhangi birine bağlanma sebeplerini konu alan deneyde maymunlar kullanıldı.
öncelikle telden bir anne modeli tasarlandı, bu tel anne modeline dolu bir biberon yerleştirildi diğer tarafta ise peluştan yapılma ve maymuna benzeyen bir suratı olan ancak biberonu olmayan bir anne modeli tasarlandı.
diğer bir durumda ise ikisi de biberonlu peluş ve tel anne kullanıldı.
yeni doğmuş maymunlar bu iki annenin yer aldığı kafese konduktan sonra davranışları incelenmeye başlandı.
biberonlu peluş anne tercihleri beklenen bir şeydi.
ancak diğer durumda yani biberonlu tel anne ve biberonsuz peluş anne durumunda yavrular peluş anneyle vakit geçirmeyi tercih ederek yalnızca acıktıklarında tel anneye gidiyor, karınlarını doyuruyor ardından hemen peluş anneye dönüyorlardı.
deney sonucunda bebeklerin annelerine bağlanma sebebinin beslenmeden ibaret olmadığı, dokunma konforu adı verilen olgunun çok daha büyük öneme sahip olduğu ilan edildi.
ayrıntılı bilgi
devamını gör...
26 ağustos 2021 yök'ün yüz yüze eğitim kararı
ben bunun üstüne eşarbı bağlayıp oryantal oynarım. oh çok şükür biletim yanmadıııı!
eğitim ertelenemez artık, ciddi derecede tepki toplayacaklardı aksi olsaydı. amaniiin!
eğitim ertelenemez artık, ciddi derecede tepki toplayacaklardı aksi olsaydı. amaniiin!
devamını gör...
sözlüğün ücra bir köy okulunda ölümsüzleşmesi
öncesinde haberini verdiğim olayın vuku bulma hadisesi.
kırtasiye ve kitap yardımımız köy okulumuza ulaşmış, öğrenciler ile paylaşılmıştı. (bkz: diyarbakır köy okulu yardımımızın ulaşması)
dış ve iç cephe boya/badanasının da 15 gün içerisinde tamamlanacağının duyurusunu yapmıştım.
dün itibarı ile umut vagonu gönüllüleri boya/badana işlemine başladı.
sözlüğümüzü de ücra bir köy okulunda ölümsüzleştirmiş olduk.
resimleri aşağıda sizlerle paylaştım.
boya organizasyonu sorumlusu : uvder görkem / umut vagonu +90 542 722 13 95
cubo boya ve umut vagonu ailesine, işbirlikleri için teşekkürü borç bilirim.
eylül ayı içerisinde, doğal afetlerden etkilenen bölgeler ve orada mağdur durumda olan öğrenciler için de girişimlerimiz olacak.
sizleri pek seviyorum.









kırtasiye ve kitap yardımımız köy okulumuza ulaşmış, öğrenciler ile paylaşılmıştı. (bkz: diyarbakır köy okulu yardımımızın ulaşması)
dış ve iç cephe boya/badanasının da 15 gün içerisinde tamamlanacağının duyurusunu yapmıştım.
dün itibarı ile umut vagonu gönüllüleri boya/badana işlemine başladı.
sözlüğümüzü de ücra bir köy okulunda ölümsüzleştirmiş olduk.
resimleri aşağıda sizlerle paylaştım.
boya organizasyonu sorumlusu : uvder görkem / umut vagonu +90 542 722 13 95
cubo boya ve umut vagonu ailesine, işbirlikleri için teşekkürü borç bilirim.
eylül ayı içerisinde, doğal afetlerden etkilenen bölgeler ve orada mağdur durumda olan öğrenciler için de girişimlerimiz olacak.
sizleri pek seviyorum.









devamını gör...
etnosentrizm
kültürel merkeziyetçilik olarak tanımlanan sosyolojik bir kavramdır.kişinin kendi kültür değerlerininden yola çıkarak diğer kültürleri yargılamasıdır.
devamını gör...
doctor who
the rings of akhaten bölümü ile aklıma kazınan çok sevdiğim dizi. çok eğlenceli olduğunu düşünürüm halen de. belki yaşlandım biraz ama halen izleyebilirim rastlasam. işte o bölümden bir sahne: *
devamını gör...
yazarların bugünkü mutluluk sebebi
dünden bugüne sarkan bir mutluluk benimki. gidip yeni sahiplerinin bahçesinde karaburun'u gördüm. sepetime peynirdi, stickti, galetaydı doldurup gittim. yol yürüyerek aşağı yukarı on beş dakika filan sürüyor. hava sıcak ama ormanın içindeki yoldan yürüdüğüm için sıcağı pek hissetmedim.
çok heyecanlandım, tedirgin oldum. beni görünce ne yapacak, bana doğru koşacak mı, sarılacak mı, sürtünecek mi, sevdirecek mi diye düşünmekten kalbim küt küt yerinden çıkacakmış gibi atıyordu.
bahçe kapısından girdim, aramızda anlaştığımız ıslığı çaldım. görünürde yok, ıslık sesine gelmiyor. bir buruldu içim. fark ettim ki epeyce uzaktaki bir zeytin ağacı gölgesinde yan gelmiş yatıyor. ona doğru ilerledim, yattığı yerden beni görünce en azından kuyruğunu sallardı, yok sallamıyor. biraz daha yanaştım, dokunmaya çalıştım, yerinden doğruldu bir zahmet, heh dedim sevdirecek o da beni sevecek. hayır öyle olmadı, kaçtı benden. kaçtı ama çok uzaklaşmadan da durdu. elimle peynir uzattım, geldi, aldı, yedi ve yine uzaklaştı. bir peynir parçası daha, bir tane daha... bu sefer ben atik davrandım, tuttum boynundan, kucakladım, okşadım, gözlerini, burnunu, yanaklarını öptüm, kokladım. o don yağı gibi durdu ama en azından bana izin verdi sağ olsun.
kalbim buruk mu? evet buruk. ama anladım ki mutlu. anladım ki sevdi yeni yerini, kulübesini, zeytin ağacı gölgesini. koşup zıplarken kıçına vurdura vurdura kuyruk savurmayı sevdi.
kalbim buruk mu? evet buruk ama o mutlu!.. eh, o zaman ben de mutluyum.
çok heyecanlandım, tedirgin oldum. beni görünce ne yapacak, bana doğru koşacak mı, sarılacak mı, sürtünecek mi, sevdirecek mi diye düşünmekten kalbim küt küt yerinden çıkacakmış gibi atıyordu.
bahçe kapısından girdim, aramızda anlaştığımız ıslığı çaldım. görünürde yok, ıslık sesine gelmiyor. bir buruldu içim. fark ettim ki epeyce uzaktaki bir zeytin ağacı gölgesinde yan gelmiş yatıyor. ona doğru ilerledim, yattığı yerden beni görünce en azından kuyruğunu sallardı, yok sallamıyor. biraz daha yanaştım, dokunmaya çalıştım, yerinden doğruldu bir zahmet, heh dedim sevdirecek o da beni sevecek. hayır öyle olmadı, kaçtı benden. kaçtı ama çok uzaklaşmadan da durdu. elimle peynir uzattım, geldi, aldı, yedi ve yine uzaklaştı. bir peynir parçası daha, bir tane daha... bu sefer ben atik davrandım, tuttum boynundan, kucakladım, okşadım, gözlerini, burnunu, yanaklarını öptüm, kokladım. o don yağı gibi durdu ama en azından bana izin verdi sağ olsun.
kalbim buruk mu? evet buruk. ama anladım ki mutlu. anladım ki sevdi yeni yerini, kulübesini, zeytin ağacı gölgesini. koşup zıplarken kıçına vurdura vurdura kuyruk savurmayı sevdi.
kalbim buruk mu? evet buruk ama o mutlu!.. eh, o zaman ben de mutluyum.
devamını gör...
yazarların askerlik anıları
sivas-temel tepe buz gibi bir mayıs sabahı çeşmeden buz gibi su, ama akmıyor damlıyor sadece.
acemi birliğinde bir sabah temizlik kutusu ile havlu kayboldu, 400 asker ve verilen malzemeler hepsi tek tip kimseye soramam.
çavuş bağırıyor acele edin diye, birinden permatik rica ettim, su akmıyor damla damla yüzümü ıslatıyorum kalabalıktan aynaya bakmaya sıra gelmiyor.
aynasız tıraş oldum, aynaya baktığım gibi dönüp arkamda duran şahısa baktım ama arkamda kimse yoktu.
yüzümü öyle kesmiştim ki kendimi tanımadım ve aynada başka biri var sandım.
permatiği çöpe atarken çöp kovsında bir havlu ile temizlik kutusu gördüm alıp baktım içindeki bazı eşyalar sayesinde bana ait olduğunu anladım .
biri almış, permatiği kullanmış, diş fırçamı havlumu kısaca lazım olan herşeyi kullanıp çöpe atmış.
manisalı bir devremiz vardı çocukta unutkanlık sorunu vardı.
uygun adım yürüyoruz mola veriliyor, mola bitip takımlar hizaya gelince o gidip topçu bölüğün takımına katılıyordu o derece unutkandı
sabah kalkmış wc ye gitmiş dönüşte bizim koğuşa girmiş benim dolaba denk gelmiş, gidip tıraş olmuş dişleri fırçalamış.
dönüşte kendi koğuşuna gelmiş, kendi dolabını açınca kendi malzemeleri yerinde durduğunu görmüş!!
lan peki bunlar kime ait diye düşünüyor ama bu kez hangi koğuştan aldığınıda unutuyor götürüp çöpe atıyor.
takıma geç katıldım çavuş bana diyor ki, ooo bu sabah gazete başlıkları sen mi sunacaksın!!
yüzümü o kadar çok kesmiştim ki kanayan yerlerin kanaması durması için 50 tane gazete parçası yapıştırmıştım.
acemi birliğinde bir sabah temizlik kutusu ile havlu kayboldu, 400 asker ve verilen malzemeler hepsi tek tip kimseye soramam.
çavuş bağırıyor acele edin diye, birinden permatik rica ettim, su akmıyor damla damla yüzümü ıslatıyorum kalabalıktan aynaya bakmaya sıra gelmiyor.
aynasız tıraş oldum, aynaya baktığım gibi dönüp arkamda duran şahısa baktım ama arkamda kimse yoktu.
yüzümü öyle kesmiştim ki kendimi tanımadım ve aynada başka biri var sandım.
permatiği çöpe atarken çöp kovsında bir havlu ile temizlik kutusu gördüm alıp baktım içindeki bazı eşyalar sayesinde bana ait olduğunu anladım .
biri almış, permatiği kullanmış, diş fırçamı havlumu kısaca lazım olan herşeyi kullanıp çöpe atmış.
manisalı bir devremiz vardı çocukta unutkanlık sorunu vardı.
uygun adım yürüyoruz mola veriliyor, mola bitip takımlar hizaya gelince o gidip topçu bölüğün takımına katılıyordu o derece unutkandı
sabah kalkmış wc ye gitmiş dönüşte bizim koğuşa girmiş benim dolaba denk gelmiş, gidip tıraş olmuş dişleri fırçalamış.
dönüşte kendi koğuşuna gelmiş, kendi dolabını açınca kendi malzemeleri yerinde durduğunu görmüş!!
lan peki bunlar kime ait diye düşünüyor ama bu kez hangi koğuştan aldığınıda unutuyor götürüp çöpe atıyor.
takıma geç katıldım çavuş bana diyor ki, ooo bu sabah gazete başlıkları sen mi sunacaksın!!
yüzümü o kadar çok kesmiştim ki kanayan yerlerin kanaması durması için 50 tane gazete parçası yapıştırmıştım.
devamını gör...

