insanı yıpratan şeyler
hayatımızdan bir şekilde gelip geçen bazı insanlar ve anlaşılamayan hareketleri.
devamını gör...
2020 yılına söylenebilecek tek söz
sadece 2020 değil tüm geçen yıllara edeceğim bir kelime var boşluk.
devamını gör...
mutsuz olmak için bahane arayan insan
tahminleri doğru çıkan insandır. hayat bir mutsuzluk resitalidir.
devamını gör...
sarhoş uyumak
makyaj temizlemek, diş fırçalamak zulüm olur. çoğu kez pijamaları giymek bile başarıdır. dünya döner, insanın başı döner, pijamanın bacağı döner, döner de döner... yatağa girersin, dünya dönmeye devam ederken sen bulutlarda yatarsın. sonrası yok. sabah erkenden adrenalin patlamasıyla uyanıp yallah duşa. yine de çok hızlı hareket etmemek lazım. gece ne kadar içildiğine bağlı olarak insanın başı sabah da döner bazen. ardından su içilir, su içilir, su içilir.
devamını gör...
myofibroblastoma
hem erkek hem kadında eşit oranda gözlenen tek meme tümörüdür.
devamını gör...
bir evi daha yaşanılır kılan detaylar
kesinlikle gereksiz eşyalardan arındırılmış olması. aynı zamanda ara kat olması.
devamını gör...
çocukken yapılan salaklıklar
babam ne zaman küfür etse allah ona günah yazmasın diye dua ederdim.
devamını gör...
oysa herkes öldürür sevdiğini
tuncel kurtiz sayesinde eşsiz bir yorumla dinlediğimiz oscar wilde şiiridir efendim. haliniz ahvaliniz el vermiyorsa lütfen okumayın/dinlemeyin. aşırı br huzursuzluk hissi veriyor.
oysa herkes öldürür sevdiğini,
kulak verin bu dediklerime.
kimi bir bakışıyla yapar bunu,
kimi dalkavukça sözlerle...
korkaklar öpücükle öldürür,
yürekliler kılıç darbeleriyle,
kimi gençken öldürür sevdiğini,
kimi yaşlıyken...
şehvetli ellerle boğar kimi,
kimi altından elleri,
merhametli kişi bıçak kullanır
çünkü bıçakla ölen çabuk soğur.
kimi yeterince sevmez,
kimi fazla sever,
kimi satar kimi de satın alır,
kimi gözyaşı döker öldürürken,
kimi kılı kıpırdamadan..
çünkü herkes öldürür sevdiğini
ama
herkes öldürdü diye
ölmez.
oysa herkes öldürür sevdiğini,
kulak verin bu dediklerime.
kimi bir bakışıyla yapar bunu,
kimi dalkavukça sözlerle...
korkaklar öpücükle öldürür,
yürekliler kılıç darbeleriyle,
kimi gençken öldürür sevdiğini,
kimi yaşlıyken...
şehvetli ellerle boğar kimi,
kimi altından elleri,
merhametli kişi bıçak kullanır
çünkü bıçakla ölen çabuk soğur.
kimi yeterince sevmez,
kimi fazla sever,
kimi satar kimi de satın alır,
kimi gözyaşı döker öldürürken,
kimi kılı kıpırdamadan..
çünkü herkes öldürür sevdiğini
ama
herkes öldürdü diye
ölmez.
devamını gör...
normal sözlük yazarlarının en büyük fobisi
yalnızlık ve yalnız olarak ölmek.
devamını gör...
herhangi bir rahatsızlığı google'da aratmak
yegane sonuç kansersiniz, yapmayın o yüzden a dostlar.
devamını gör...
finallerin bitmesinin verdiği mutluluk
efenim dünyanın en huzur verici mutluluğudur. koca bir dönemin (üstelik online dönemin) tüm sorumluluklarını tamamlamak, artık bir süre derslere girmeyecek olup ödev, vize, final ile uğraşmayacak olmak insanı göklere çıkarır.
tabii bunlar hemen olmaz, insan bir şaşkınlık geçirir önce, ''gerçekten bu dönem bitti mi?'' diye sağa sola şaşkın bakışlar atar. fakat evet! bitmiştir. artık kitap okumanın ve dizi, film izlemenin vaktidir. artık bir diğer dönemi bekleme vaktidir!
tabii bunlar hemen olmaz, insan bir şaşkınlık geçirir önce, ''gerçekten bu dönem bitti mi?'' diye sağa sola şaşkın bakışlar atar. fakat evet! bitmiştir. artık kitap okumanın ve dizi, film izlemenin vaktidir. artık bir diğer dönemi bekleme vaktidir!
devamını gör...
korku filmi klişesi
bi korku filminde şişman ve gözlüklüysen bittin.(cem yılmaz)
kampa giden gençlerin ölmeden önceki gece sevişmeleri.
kampa giden gençlerin ölmeden önceki gece sevişmeleri.
devamını gör...
misc radyo yayını
se - a - se - a - ses deneme, ses. sesim geliyor mu? geliyor dimi. hah tamam.
bu hafta direksiyonumuzu avrupalara kırıp, uzak uzak diyarlardan yüksek yüksek tepelerden sevgili cözülemeyen sudoku'yu ön koltuğa oturtup gezmek istediği lokasyonlara doğru yola çıkacağız. sudoku'cuğum kişisel sebeplerinden dolayı yayının ikinci yarısında (takribi tr saatiyle 22.00'dan sonra) katılabileceğinden, programın ilk yarısında ben kendimi konuk alacağım. evet. ben, cenk ve bahçem bi de rastalı müziklerim istanbul'dan avrupa'ya, sudoku'yu evinden alıncaya dek sizlere eşlik edecek.
sizler de bana eşlik etmek isterseniz, en pis, en leş, en rezil, en yer yarılsa da içine girsem dediğiniz ne bileyim en yahu bunu da yaşamayaydım diye aklınızdan geçirdiğiniz anıları buraya yazarak/yayına katılarak paylaşabilirsiniz.

yer: kapıkule sınır kapısı
otostop noktası: discord.com/invite/CYvCwaRT
bölümün playlisti: www.youtube.com/playlist?li...
bu hafta direksiyonumuzu avrupalara kırıp, uzak uzak diyarlardan yüksek yüksek tepelerden sevgili cözülemeyen sudoku'yu ön koltuğa oturtup gezmek istediği lokasyonlara doğru yola çıkacağız. sudoku'cuğum kişisel sebeplerinden dolayı yayının ikinci yarısında (takribi tr saatiyle 22.00'dan sonra) katılabileceğinden, programın ilk yarısında ben kendimi konuk alacağım. evet. ben, cenk ve bahçem bi de rastalı müziklerim istanbul'dan avrupa'ya, sudoku'yu evinden alıncaya dek sizlere eşlik edecek.
sizler de bana eşlik etmek isterseniz, en pis, en leş, en rezil, en yer yarılsa da içine girsem dediğiniz ne bileyim en yahu bunu da yaşamayaydım diye aklınızdan geçirdiğiniz anıları buraya yazarak/yayına katılarak paylaşabilirsiniz.

yer: kapıkule sınır kapısı
otostop noktası: discord.com/invite/CYvCwaRT
bölümün playlisti: www.youtube.com/playlist?li...
devamını gör...
benjamin'i takip etmemek
devamını gör...
şarkılarda geçen acımasız cümleler
hayatta hiçbir şeyim az olmadı senin kadar
hiçbir şeyi istemedim seni istediğim kadar..
(bkz: cem karaca)
hiçbir şeyi istemedim seni istediğim kadar..
(bkz: cem karaca)
devamını gör...
şu an dinlenen şarkıdan bir cümle
bir sevmek bin defa ölmek demekmiş...
devamını gör...
30 yaşından sonra enstrüman çalmayı öğrenmek
bazı insanlar ne yazık ki çocukken hobi edinecek lükse sahip olmayabiliyorlar. enstrüman, resim, bale, basketbol vesaire kurslara gidip hobi edinerek, en masum yaşlarını güzelliklerle dolu dolu geçirmek yerine akla hayale gelmeyecek şeyler yaşıyorlar.
bu nedenledir ki kaç yaşında olursa olsun ve ne yapıyorsa yapsın bir insanı aa yaşına bak bir de yaptığına bak şeklinde yargılamamalıyız. enstrüman öğrenmenin yaşı olmaz. çünkü kaç yaşına gelirseniz gelin enstrümanla vakit geçirdikçe ruhunuzu dinlendirici bir etkisi var. fakat belirli bir yaştan sonra öğrenmek gittikçe zorlaştığı ve sorumluluklar epeyi arttığı için 30 yaşından sonra enstrüman çalmayı öğrenen insanı koskocaman tebrik etmek gerektiğini düşünüyor ve tebriklerimi iletiyorum. *
bu nedenledir ki kaç yaşında olursa olsun ve ne yapıyorsa yapsın bir insanı aa yaşına bak bir de yaptığına bak şeklinde yargılamamalıyız. enstrüman öğrenmenin yaşı olmaz. çünkü kaç yaşına gelirseniz gelin enstrümanla vakit geçirdikçe ruhunuzu dinlendirici bir etkisi var. fakat belirli bir yaştan sonra öğrenmek gittikçe zorlaştığı ve sorumluluklar epeyi arttığı için 30 yaşından sonra enstrüman çalmayı öğrenen insanı koskocaman tebrik etmek gerektiğini düşünüyor ve tebriklerimi iletiyorum. *
devamını gör...
höstsonaten
1978 yapımı bergman filmi.
bergman'ın alışık olduğumuz tarzında, sade ve yalın bir filmdir. gereksiz hiçbir diyalog, sahne, öylesine geçen bir dakika yoktur. filmin bütünü neredeyse diyaloglardan oluşur. benim bu filme dair en sevdiğim şey ise yüzeysel bir seyir halindeyken bile film değerlidir, gayet anlaşılırdır, derinlemesine incelendiğinde de sayfalar dolusu not çıkarabilmek mümkündür. yani her izleyen bu filmden bir şekilde etkilenir. sadece anne ve kızın piyano başında oldukları sahne bile kendi başına izlenebilir bir şaheserdir, kes al kısa film yap, göster insanlara. muazzam.
konusuna gelirsem, kısaca, 7 yıldır birbirini görmeyen anne ve kızın, annenin kızını ziyaret etmesiyle gerçekleşen hesaplaşmaları olarak özetlenebilir. ihmalkar anneden dolayı sevgiyi hissedememiş kızın anne karşısındaki tutumu, isyanı. ilk bakışta sanki kız tümüyle haklıymış gibi hissediliyor. konunun ve karakterin derinine indiğimizde aslında çok daha fazlası olduğunu görebiliyoruz. bana kalırsa bir haklı da yok gibi. film aynı zamanda yarı otobiyografik de olabilir. zira ingmar bergman protestan bir ailede sert bir disiplinle büyümüştür. bergman'ın birçok eşinden birçok çocuğu olmuştur. kendisi de sürekli sanatla ilgilenerek hayatına yön verdiği için filmdeki anne karakteriyle düşünüp filmi yorumlamamak elde değil. aynı zamanda ingrid bergman'ın da sıkıntılı özel hayatında buna benzer örnekler bulabilmek mümkün. ingrid, roberto rossellini filmlerinden birinde yer almak için italya'ya gitmiştir. ingrid o sıralar petter lindstrom ile evliydi. rosselini de ayrı yaşasalar da başka biriyle evliydi. ingrid ve rosselini, ingrid'in hamile kalmasından dolayı eşlerinden ayrılarak birbirleriyle evlenmiştir. evliliğin hemen öncesinde çocukları roberto'yu doğurmuştu. bu olaylar o dönemde bir skandal yaratmıştı ve ingrid amerika'daki hayranlarının ilgisini epey kaybetmişti. çocuklarıyla aralarındaki ilişkiler tümüyle bilinemese bile yaşantıları çocukları ile aralarına mesafe koymuş olabilir. bu bilgiler ışığında filmdeki anneye baktığımızda iki ustadan da yansımalar bulabilmek mümkün.
film hakkında birkaç detaydan bahsetmek isterim ki belki izlemiş olanlar için yeni bir farkındalık yaratabilir belki.
filmin başından sonuna dek izleyici olarak anneden çok kızı eva'ya yakınlık duyarız. sanki o biraz daha haklıymış gibi gelir bize. ihmalkar bir anne tarafından sevgisizce büyütülmüş bir kadın olarak tutumu daha doğru gelir. ama bergman'ın senaryoyu oluştururken ilk bakışta böyle algılanan o şeyi bozduğunu sanıyorum. bir defa bergman'ın hiçbir şeyi öylesine yapmadığını biliyoruz. bir tablo, bir diyalog oradaysa o mutlaka bir anlama, amaca hizmet ediyor, bir kapı aralıyor. eva'nın 4 yaşındaki oğlu gölde boğularak ölmüş. bergman 4 yaşındaki bir çocuk için neden böyle bir ölümü seçmiş olabilir diye düşünmeden edemedim filmi izledikten sonra. sonuçta onu ölümcül bir hastalıkla uykusunda da öldürebilirdi. burada eva'ya da belli bir mesafeden bakmamızı istedi belki. annesinde gördüğümüz ihmalkarlığı belki onda da bulmamızı istedi. sonuçta 4 yaşındaki bir çocuk gölde nasıl ölebilir? tek başına mıydı? annesi neden orada değildi, diye sormamıza sebep oluyor işte bu. eva'nın annesinden daha fazla sevmeye açık olduğu evet tartışılamaz bir gerçek. ama belki bu detay* kardeşine bakması, oğlunu sürekli hatırlamasını onun bu suçluluk duygusunun bir parçasının olduğunu ifade ediyordur. kim bilir.
filmin daha başlangıcında eva'nın gözlüklü olduğunu gördüğümde "aha tamam demek ki bu karakterin bir sığınağı olacak ve bir yerde dökülecek, patlayacak" demiştim. bergman tarzı yönetmenlerde hiçbir detay öylesine değil çünkü. karaktere hiç gözlük taktırmayabilirdi sonuçta. bu açıdan bakınca eva'nın gözlüğü çıkardığı sahnelerde "daha çok kendi" gibi olduğunu gözlemlediğimi söyleyebilirim. bu belki aşırı bir yorumdur bilemiyorum ama filmin açılış sekansındaki "eğer birisi beni olduğum gibi severse, sonunda kendime bakmaya cesaret edebilirim belki" repliğini düşününce bu düşünce bana çok da saçma gelmiyor.
ayrıca "annenin başarısızlıkları kızı tarafından ödenecek" tarzındaki replik de aynı magnolia filmindeki "babalarının günahlarını çocuklar öder" sözü gibi incile yapılmış bir atıf diye düşünüyorum. belki toplumsal değil, daha biricik, bireysel ama benzer bir düşünce.
filmde anlamlandıramadığım iki nokta var. birinicisi, filmin adının güz sonatı olmasına rağmen açılış sekansında bergman'ın özellikleri gülleri gözümüze sokması, masada, kahvaltıda güllerin olması. ikincisi ise anne charlotte'nin filmin ilk çeyreğindeki telefon konuşması. hikayenin bütününü hiçbir şekilde etkilemeyen bu sahne ne anlama geliyor hala anlayamadım. bu sahneyi filmden çıkarttığımda olaylar bütünü hiçbir şekilde değişmiyor benim için, öyleyse neden var diye sormadan edememiştim film bittiğinde. belki ben bir şeyleri kaçırıyorum.
daha da çok şey yazılır ama neyse.* müthiş film, müthiş!
bergman'ın alışık olduğumuz tarzında, sade ve yalın bir filmdir. gereksiz hiçbir diyalog, sahne, öylesine geçen bir dakika yoktur. filmin bütünü neredeyse diyaloglardan oluşur. benim bu filme dair en sevdiğim şey ise yüzeysel bir seyir halindeyken bile film değerlidir, gayet anlaşılırdır, derinlemesine incelendiğinde de sayfalar dolusu not çıkarabilmek mümkündür. yani her izleyen bu filmden bir şekilde etkilenir. sadece anne ve kızın piyano başında oldukları sahne bile kendi başına izlenebilir bir şaheserdir, kes al kısa film yap, göster insanlara. muazzam.
konusuna gelirsem, kısaca, 7 yıldır birbirini görmeyen anne ve kızın, annenin kızını ziyaret etmesiyle gerçekleşen hesaplaşmaları olarak özetlenebilir. ihmalkar anneden dolayı sevgiyi hissedememiş kızın anne karşısındaki tutumu, isyanı. ilk bakışta sanki kız tümüyle haklıymış gibi hissediliyor. konunun ve karakterin derinine indiğimizde aslında çok daha fazlası olduğunu görebiliyoruz. bana kalırsa bir haklı da yok gibi. film aynı zamanda yarı otobiyografik de olabilir. zira ingmar bergman protestan bir ailede sert bir disiplinle büyümüştür. bergman'ın birçok eşinden birçok çocuğu olmuştur. kendisi de sürekli sanatla ilgilenerek hayatına yön verdiği için filmdeki anne karakteriyle düşünüp filmi yorumlamamak elde değil. aynı zamanda ingrid bergman'ın da sıkıntılı özel hayatında buna benzer örnekler bulabilmek mümkün. ingrid, roberto rossellini filmlerinden birinde yer almak için italya'ya gitmiştir. ingrid o sıralar petter lindstrom ile evliydi. rosselini de ayrı yaşasalar da başka biriyle evliydi. ingrid ve rosselini, ingrid'in hamile kalmasından dolayı eşlerinden ayrılarak birbirleriyle evlenmiştir. evliliğin hemen öncesinde çocukları roberto'yu doğurmuştu. bu olaylar o dönemde bir skandal yaratmıştı ve ingrid amerika'daki hayranlarının ilgisini epey kaybetmişti. çocuklarıyla aralarındaki ilişkiler tümüyle bilinemese bile yaşantıları çocukları ile aralarına mesafe koymuş olabilir. bu bilgiler ışığında filmdeki anneye baktığımızda iki ustadan da yansımalar bulabilmek mümkün.
film hakkında birkaç detaydan bahsetmek isterim ki belki izlemiş olanlar için yeni bir farkındalık yaratabilir belki.
filmin başından sonuna dek izleyici olarak anneden çok kızı eva'ya yakınlık duyarız. sanki o biraz daha haklıymış gibi gelir bize. ihmalkar bir anne tarafından sevgisizce büyütülmüş bir kadın olarak tutumu daha doğru gelir. ama bergman'ın senaryoyu oluştururken ilk bakışta böyle algılanan o şeyi bozduğunu sanıyorum. bir defa bergman'ın hiçbir şeyi öylesine yapmadığını biliyoruz. bir tablo, bir diyalog oradaysa o mutlaka bir anlama, amaca hizmet ediyor, bir kapı aralıyor. eva'nın 4 yaşındaki oğlu gölde boğularak ölmüş. bergman 4 yaşındaki bir çocuk için neden böyle bir ölümü seçmiş olabilir diye düşünmeden edemedim filmi izledikten sonra. sonuçta onu ölümcül bir hastalıkla uykusunda da öldürebilirdi. burada eva'ya da belli bir mesafeden bakmamızı istedi belki. annesinde gördüğümüz ihmalkarlığı belki onda da bulmamızı istedi. sonuçta 4 yaşındaki bir çocuk gölde nasıl ölebilir? tek başına mıydı? annesi neden orada değildi, diye sormamıza sebep oluyor işte bu. eva'nın annesinden daha fazla sevmeye açık olduğu evet tartışılamaz bir gerçek. ama belki bu detay* kardeşine bakması, oğlunu sürekli hatırlamasını onun bu suçluluk duygusunun bir parçasının olduğunu ifade ediyordur. kim bilir.
filmin daha başlangıcında eva'nın gözlüklü olduğunu gördüğümde "aha tamam demek ki bu karakterin bir sığınağı olacak ve bir yerde dökülecek, patlayacak" demiştim. bergman tarzı yönetmenlerde hiçbir detay öylesine değil çünkü. karaktere hiç gözlük taktırmayabilirdi sonuçta. bu açıdan bakınca eva'nın gözlüğü çıkardığı sahnelerde "daha çok kendi" gibi olduğunu gözlemlediğimi söyleyebilirim. bu belki aşırı bir yorumdur bilemiyorum ama filmin açılış sekansındaki "eğer birisi beni olduğum gibi severse, sonunda kendime bakmaya cesaret edebilirim belki" repliğini düşününce bu düşünce bana çok da saçma gelmiyor.
ayrıca "annenin başarısızlıkları kızı tarafından ödenecek" tarzındaki replik de aynı magnolia filmindeki "babalarının günahlarını çocuklar öder" sözü gibi incile yapılmış bir atıf diye düşünüyorum. belki toplumsal değil, daha biricik, bireysel ama benzer bir düşünce.
filmde anlamlandıramadığım iki nokta var. birinicisi, filmin adının güz sonatı olmasına rağmen açılış sekansında bergman'ın özellikleri gülleri gözümüze sokması, masada, kahvaltıda güllerin olması. ikincisi ise anne charlotte'nin filmin ilk çeyreğindeki telefon konuşması. hikayenin bütününü hiçbir şekilde etkilemeyen bu sahne ne anlama geliyor hala anlayamadım. bu sahneyi filmden çıkarttığımda olaylar bütünü hiçbir şekilde değişmiyor benim için, öyleyse neden var diye sormadan edememiştim film bittiğinde. belki ben bir şeyleri kaçırıyorum.
daha da çok şey yazılır ama neyse.* müthiş film, müthiş!
devamını gör...
normal sözlük’te radikal islamcı patlaması
her geldikleri yer gibi burayı da bok edebilirler. herkesten saygı duyulmasını bekleyip kimseye saygı göstermeyen kişilerdir.
devamını gör...
muhabbet kuşu
daha iki haftalık bir yavrucukken gelen ve on yıl bizimle yaşayan minik, ağzı laf dolu arkadaşımdı bir tanesi. son kez gözlerime bakıp gözünü yumuşunu unutmuyorum hiç. 15 yıl oldu nerdeyse hala özlerim.
devamını gör...