edip cansever
-masa da masaymış ha-
adam yaşama sevinci içinde
masaya anahtarlarını koydu
bakır kâseye çiçekleri koydu
sütünü, yumurtasını koydu
pencereden gelen ışığı koydu
bisiklet sesini, çıkrık sesini
ekmeğin, havanın yumuşaklığını koydu
adam masaya
aklında olup bitenleri koydu
ne yapmak istiyordu hayatta
işte onu koydu
kimi seviyordu, kimi sevmiyordu
adam masaya onları da koydu
üç kere üç dokuz ederdi
adam koydu masaya dokuzu
pencere yanındaydı, gökyüzü yanında
uzandı masaya sonsuzu koydu
bir bira içmek istiyordu kaç gündür
masaya biranın dökülüşünü koydu
uykusunu koydu, uyanıklığını koydu
tokluğunu, açlığını koydu.
masa da masaymış ha
bana mısın demedi bu kadar yüke
bir iki sallandı, durdu
adam ha babam koyuyordu...
(bkz: edip cansever)
t:93 yıl önce bugün, dünya'ya ölümsüzlüğü kanıtlamak için teşrif etmiş şairdir. şiirleri sonsuzluğa atılan en güzel imzadır.
tanım girmeden önce başlığa yazılanları bir tarayım dedim. "acaba hayatımın şiirini kendine düstur edinen var mı?" diye. yokmuş. şiir çok girift bir yapı. ikinci yeni şairleri de bu durumu destekliyor bana göre. bir halkiyatçı olarak görüş farklılıklarımız olsa da hepsine ayrı ayrı hayranım. en çok da edip cansever'e. 3 yıl önce bir doğum günümde yakın arkadaşlarım olan iki güzel kadın bana yerçekimli karanfil ve ben ruhi bey nasılım kitabını hediye etmişlerdi. o gün ve gece doğum günüm şiir şölenine dönmüştü. hayatımın en güzel günlerinden biriydi muhakkak. ayda bir şiir ve türkü gecemiz olurdu. kimi türkü söyler, kimi bağlamasını konuşturur, kimi de şiir okurdu. güzel günlerdi. dolu dolu geçti. geleyim asıl meseleye biraz uzattım affedin. ben o gecelerde hep -masa da masaymış ha- şiirini okurdum. bazıları anlardı beni, acı'yı birlikte sevmiştik onlarla. bazıları da "neden bu şiir" diye sorarlardı. "hayatımın gerçeğine dokunduğundan" derdim, uzatmazdım. 14 yaşındaydım bu şiirle tanıştığımda. biraz zor zamanlardı. 10 gün boyunca -uyanık kalabildiğim zamanlar tabii- sürekli okudum, dinledim. hayat ayaklarımın altından kayıp giderken bir şiire tutundum. vertigo atakları da edip cansever'e hayran oldu yani. o'nun imgesi, benim anlamım oldu. kimdi o adam ya da kadın? belki de cismani bir varlık değil. bir yaratıcı! verdikleriyle, aldıklarıyla anlatmaya çalıştığı neydi? amacı neydi ya da ne? şeklimi ceviz ağacından vermiş belli. bir "masa" bu kadar dayanaklı olabilir miydi? her neyse "ben bir ceviz ağacıydım*, yaşanmışlıklarla dolu bir evin sessizliğinde" o da bilmiyordu bu kadar dayanıklı bir masa olacağımı.* halbuki ezel ve ebed ellerinde...
iyi ki doğdun canım edip cansever.
adam yaşama sevinci içinde
masaya anahtarlarını koydu
bakır kâseye çiçekleri koydu
sütünü, yumurtasını koydu
pencereden gelen ışığı koydu
bisiklet sesini, çıkrık sesini
ekmeğin, havanın yumuşaklığını koydu
adam masaya
aklında olup bitenleri koydu
ne yapmak istiyordu hayatta
işte onu koydu
kimi seviyordu, kimi sevmiyordu
adam masaya onları da koydu
üç kere üç dokuz ederdi
adam koydu masaya dokuzu
pencere yanındaydı, gökyüzü yanında
uzandı masaya sonsuzu koydu
bir bira içmek istiyordu kaç gündür
masaya biranın dökülüşünü koydu
uykusunu koydu, uyanıklığını koydu
tokluğunu, açlığını koydu.
masa da masaymış ha
bana mısın demedi bu kadar yüke
bir iki sallandı, durdu
adam ha babam koyuyordu...
(bkz: edip cansever)
t:93 yıl önce bugün, dünya'ya ölümsüzlüğü kanıtlamak için teşrif etmiş şairdir. şiirleri sonsuzluğa atılan en güzel imzadır.
tanım girmeden önce başlığa yazılanları bir tarayım dedim. "acaba hayatımın şiirini kendine düstur edinen var mı?" diye. yokmuş. şiir çok girift bir yapı. ikinci yeni şairleri de bu durumu destekliyor bana göre. bir halkiyatçı olarak görüş farklılıklarımız olsa da hepsine ayrı ayrı hayranım. en çok da edip cansever'e. 3 yıl önce bir doğum günümde yakın arkadaşlarım olan iki güzel kadın bana yerçekimli karanfil ve ben ruhi bey nasılım kitabını hediye etmişlerdi. o gün ve gece doğum günüm şiir şölenine dönmüştü. hayatımın en güzel günlerinden biriydi muhakkak. ayda bir şiir ve türkü gecemiz olurdu. kimi türkü söyler, kimi bağlamasını konuşturur, kimi de şiir okurdu. güzel günlerdi. dolu dolu geçti. geleyim asıl meseleye biraz uzattım affedin. ben o gecelerde hep -masa da masaymış ha- şiirini okurdum. bazıları anlardı beni, acı'yı birlikte sevmiştik onlarla. bazıları da "neden bu şiir" diye sorarlardı. "hayatımın gerçeğine dokunduğundan" derdim, uzatmazdım. 14 yaşındaydım bu şiirle tanıştığımda. biraz zor zamanlardı. 10 gün boyunca -uyanık kalabildiğim zamanlar tabii- sürekli okudum, dinledim. hayat ayaklarımın altından kayıp giderken bir şiire tutundum. vertigo atakları da edip cansever'e hayran oldu yani. o'nun imgesi, benim anlamım oldu. kimdi o adam ya da kadın? belki de cismani bir varlık değil. bir yaratıcı! verdikleriyle, aldıklarıyla anlatmaya çalıştığı neydi? amacı neydi ya da ne? şeklimi ceviz ağacından vermiş belli. bir "masa" bu kadar dayanaklı olabilir miydi? her neyse "ben bir ceviz ağacıydım*, yaşanmışlıklarla dolu bir evin sessizliğinde" o da bilmiyordu bu kadar dayanıklı bir masa olacağımı.* halbuki ezel ve ebed ellerinde...
iyi ki doğdun canım edip cansever.
devamını gör...
aşk
kalbinde hapsolmuş, uçamayan kuş. içinden çıkmak için çırpındıkça telaşı artan ama hareketsiz de kalamayan bir kuş.
çok değişik bir sancı. insanı mahveden türden.
çok değişik bir sancı. insanı mahveden türden.
devamını gör...
artık yoruldum denilen şeyler
akademisyenlerin ısrarla bütün sorunlara öğrencinin en mağdur olacağı şekilde "çözüm" getirmeleri, daha iyi bir çözüm önerisi önlerine gelirse de egolarına yediremediklerinden mütevellit "ben yaptım oldu" havasında kestirip atmaları. gerçekten insanın hayatına dokunan o ufak kesimi tenzih ediyorum ancak diğerleri, öğrencilere sinir stres vermekten başka ne işe yararsınız?
devamını gör...
ramazanda alkol alan insan
ramazanda içmeyince cennetlik olmadığına göre içsin. ne fark edecek.. yarasın.*
devamını gör...
sözlükte toplu mesaj gönder özelliği olmaması
bayram için sevdiğim yazarlara toplu bir şekilde mesaj gönder seçeneği olmaması çok üzücü. keşke bayram ve özel günlerde aktif olan bir toplu gönder seçeneği olsa.
o zaman edit: epey gömdünüz altı üstü bir fikirdi beğenmeyen atmayabilir. ben sevdiklerime tek tek mesaj attım ve gerekli konuşmaları yaptım.biraz daha fazlasına da bu şekilde küçük bir kutlama yapabilseydim keşke dedim. güzel gömüldüm ama seviyorum hepinizi.
o zaman edit: epey gömdünüz altı üstü bir fikirdi beğenmeyen atmayabilir. ben sevdiklerime tek tek mesaj attım ve gerekli konuşmaları yaptım.biraz daha fazlasına da bu şekilde küçük bir kutlama yapabilseydim keşke dedim. güzel gömüldüm ama seviyorum hepinizi.
devamını gör...
duyulan en iyi hazırcevaplar
hakim: cezaevinden açtığınız tünelden çıkan toprağı ne yaptınız?
mahir çayan: topraksız köylüye dağıttık.
mahir çayan: topraksız köylüye dağıttık.
devamını gör...
enis arıkan
başa gelen tüm kötü olayları 'nazar' diyerek savuşturan ve bu savuşturmayı da nazar boncuğu dövmesi ile destekleyen, saçının peruk olmadığına inanan,alice müzikalinde de yaptığı her işte olduğu gibi müthiş bi performans sergileyen,instagram efektlerinin suyuna ekmek banan ve çenesi açıldı mı kapatamayan baby boy
ezgi molanın kankası
ezgi molanın kankası
devamını gör...
charlie chaplin
nam-ı diğer şarlo. gerçek adı charlie spencer chaplin.
ingiliz asıllı oyuncu. popüler sinemasının başlangıcı kabul edilen bir deha.
benim de profil fotoğrafımdaki şahsiyet.
kendisine benzeyenler yarışmasına üç kere katılıp üçünde de elemeyi geçemeyen bir efsane.
kendisinin buradan görebileceğiniz fotoğrafı ile filmlerindeki siması arasında dağlar kadar fark olduğu için jüri üyelerini suçlamamak doğru olsa gerek.
ingiliz asıllı oyuncu. popüler sinemasının başlangıcı kabul edilen bir deha.
benim de profil fotoğrafımdaki şahsiyet.
kendisine benzeyenler yarışmasına üç kere katılıp üçünde de elemeyi geçemeyen bir efsane.
kendisinin buradan görebileceğiniz fotoğrafı ile filmlerindeki siması arasında dağlar kadar fark olduğu için jüri üyelerini suçlamamak doğru olsa gerek.
devamını gör...
yks2021
mezun olarak bu sınava gireceğim. kazandığım bölümü sınavdan sonra yazacağım bakalım hayırlısı hakkımızda.
edit:yazılım müh.
edit:yazılım müh.
devamını gör...
kendimiz hakkında keşfettiklerimiz
yıllar yıllar önce develer pire, pireler tellal iken, facebook’un hala iyi günlerini yaşadığı zamanlarda bir sudoku vardı. hala var gerçi. varım, şimdilik. bildiğiniz gibi bir sn. sonra neler olacağı bilinmez.
belki, belki hatırlayan olur muhafazakar ailenin farklı düşünen çocuğu olmak başlığına yazmıştım. -miş gibi yaptığım, ailemle yaşadığım o dönemlerde sahuru beklerken bir yandan vakit geçsin diye okey falan oynuyorum. * kendi yaşıtlarım denk geliyor, herkesin fotoğrafı var, çok nadir fotoğrafsız insanlara denk geliyorum. konudan bağımsız bu detay. neyse efendim, o zamanlar bir hayalim var ama adı üstünde hayal, imkansız yani. psikolog olmak istiyorum ve sanki göklerden gelen bir misyon var omuzlarımda. tabiri caizse kendine müslüman’ın kendine peygamber versiyonuydum. ya da ikisi birlikte. cözülemeyen sudoku olmak taa o zamanlardan kalma anlayacağın...
bir psikologmuşum gibi dert dinliyor ve sorunlara çözüm üretiyordum. insanlara söylediklerimi yapmaları takdirde kaybedecek bir şeyleri olmayacak şekilde çare buluyordum. gerçekten köklü pozitif değişikler yaşıyorlardı o zamanlardaki sanal arkadaşlarım. inançlı biri olsam varya hesaplayamayacağım kadar çok sevap point yüklendi bana o sıralar derdim. kesinnnnn cennetlik oldum o ara, öyle söyliyim.
ve seneler geçti...
bir evlilik ve bir boşanma geçti başımdan.
ben yeniden sanal ortamda arkadaşlıklar kurmaya başladım. bu sefer “kendine peygamber/psikolog” yanlarımı rafa kaldırarak. havadan sudan, oradan, buradan ve hayata dair konuştuğum sanaldaki arkadaşımla aramda aydınlatıcı bir dialog geçti.
- kardeşim pikniğe gitti.
+ yaa öylemi? ne güzel, pandemide zor ama benim de canım pikniğe gitmek istedi şimdi.
- e git?
+ zamanım yok ki.
- zaman yarat!
telefonu saldım. gecenin bir yarısı balkonda sigara içerken zamanımın olmayışına ağladım. size dandik gelebilir ama o an çok doldum. hayat koşuşturmasında kendime bir pikniğe gitmelik imkanı bulamayışıma ağladım. bu kadar basit bi şeyi bile imkansız hale getirmiş olmama ağladım.
buna mı üzüldün? diyenler olabilir. istersem masa örtüsü yamuk duruyor diye üzülürüm. allah hallah!!! gerçi benim masamda örtü yok gereksiz atarlandım dur. devam ediyorum, sonrası çok(!) heyecanlı. *
sabah yine standart bi şekilde rutinimi yerine getirdim. sonrasında çocukları kreşe bıraktım ve yüzde on şarj ile kırk dakika trafikle cebelleşerek gittim o sahile. arabayı park edip, yürüdüm maviyi görebileceğim yere doğru. o sanatsal görüntü ile karşılaşınca, orada bir aydınlanma daha yaşadım.
meğerse ben çok uzun bir süredir, boşandığımdan sonra da diyebilirim, buraya gelmeyi içten içe reddetmişim. sanki artık güzel şeylerin beni bulması imkansızmış gibi bir bariyer* kurmuşum kendime. kendime güzel şeyler yaşamayı hak ve reva görüyordum tabii ki ama hareketlerim, davranışlarım tam tersi şeklindeymiş.
ben bunca zaman bu manzarayı kendime neden yasaklamışım sahi?
yazık etmişim kendime bir çok kez... o gün piknik yapmadım, şarjım az ve çocukların kreşinden ararlarda, ulaşamazlar diye yarım saat anca kalabildim bir bankta. o bile o kadar iyi geldi ki. o gece balkonda bir bariyeri aşmanın huzuru ile içtim sigaramı.
üstteki yazı ne alaka, niye okuduk orayı diye bağdaştıramayanlar için açıklıyım, tabi buraya kadar okuyan varsa;
benim yıllarca kendime misyon edinip, diplomasız yaptığım psikolog seanslarını, birisi çıkıp yıllar sonra bana yaptı. benim iyiliğimi enişten dilekleriyle* istedi ve farkında olmadan benim bariyerimi fark etmemi sağladı. kendisi de yazıyor burada.
okuduysan selam buddy.
belki, belki hatırlayan olur muhafazakar ailenin farklı düşünen çocuğu olmak başlığına yazmıştım. -miş gibi yaptığım, ailemle yaşadığım o dönemlerde sahuru beklerken bir yandan vakit geçsin diye okey falan oynuyorum. * kendi yaşıtlarım denk geliyor, herkesin fotoğrafı var, çok nadir fotoğrafsız insanlara denk geliyorum. konudan bağımsız bu detay. neyse efendim, o zamanlar bir hayalim var ama adı üstünde hayal, imkansız yani. psikolog olmak istiyorum ve sanki göklerden gelen bir misyon var omuzlarımda. tabiri caizse kendine müslüman’ın kendine peygamber versiyonuydum. ya da ikisi birlikte. cözülemeyen sudoku olmak taa o zamanlardan kalma anlayacağın...
bir psikologmuşum gibi dert dinliyor ve sorunlara çözüm üretiyordum. insanlara söylediklerimi yapmaları takdirde kaybedecek bir şeyleri olmayacak şekilde çare buluyordum. gerçekten köklü pozitif değişikler yaşıyorlardı o zamanlardaki sanal arkadaşlarım. inançlı biri olsam varya hesaplayamayacağım kadar çok sevap point yüklendi bana o sıralar derdim. kesinnnnn cennetlik oldum o ara, öyle söyliyim.
ve seneler geçti...
bir evlilik ve bir boşanma geçti başımdan.
ben yeniden sanal ortamda arkadaşlıklar kurmaya başladım. bu sefer “kendine peygamber/psikolog” yanlarımı rafa kaldırarak. havadan sudan, oradan, buradan ve hayata dair konuştuğum sanaldaki arkadaşımla aramda aydınlatıcı bir dialog geçti.
- kardeşim pikniğe gitti.
+ yaa öylemi? ne güzel, pandemide zor ama benim de canım pikniğe gitmek istedi şimdi.
- e git?
+ zamanım yok ki.
- zaman yarat!
telefonu saldım. gecenin bir yarısı balkonda sigara içerken zamanımın olmayışına ağladım. size dandik gelebilir ama o an çok doldum. hayat koşuşturmasında kendime bir pikniğe gitmelik imkanı bulamayışıma ağladım. bu kadar basit bi şeyi bile imkansız hale getirmiş olmama ağladım.
buna mı üzüldün? diyenler olabilir. istersem masa örtüsü yamuk duruyor diye üzülürüm. allah hallah!!! gerçi benim masamda örtü yok gereksiz atarlandım dur. devam ediyorum, sonrası çok(!) heyecanlı. *
sabah yine standart bi şekilde rutinimi yerine getirdim. sonrasında çocukları kreşe bıraktım ve yüzde on şarj ile kırk dakika trafikle cebelleşerek gittim o sahile. arabayı park edip, yürüdüm maviyi görebileceğim yere doğru. o sanatsal görüntü ile karşılaşınca, orada bir aydınlanma daha yaşadım.
meğerse ben çok uzun bir süredir, boşandığımdan sonra da diyebilirim, buraya gelmeyi içten içe reddetmişim. sanki artık güzel şeylerin beni bulması imkansızmış gibi bir bariyer* kurmuşum kendime. kendime güzel şeyler yaşamayı hak ve reva görüyordum tabii ki ama hareketlerim, davranışlarım tam tersi şeklindeymiş.
ben bunca zaman bu manzarayı kendime neden yasaklamışım sahi?
yazık etmişim kendime bir çok kez... o gün piknik yapmadım, şarjım az ve çocukların kreşinden ararlarda, ulaşamazlar diye yarım saat anca kalabildim bir bankta. o bile o kadar iyi geldi ki. o gece balkonda bir bariyeri aşmanın huzuru ile içtim sigaramı.
üstteki yazı ne alaka, niye okuduk orayı diye bağdaştıramayanlar için açıklıyım, tabi buraya kadar okuyan varsa;
benim yıllarca kendime misyon edinip, diplomasız yaptığım psikolog seanslarını, birisi çıkıp yıllar sonra bana yaptı. benim iyiliğimi enişten dilekleriyle* istedi ve farkında olmadan benim bariyerimi fark etmemi sağladı. kendisi de yazıyor burada.
okuduysan selam buddy.
devamını gör...
normal sözlük’te yazan 89 yaşındaki yazar
bence hepimizi kekliyor.
t: şakacı bir yazar.
t: şakacı bir yazar.
devamını gör...
birini sevmenizi sağlayan detaylar
kesinlikle ince düşünceli ve nahif bi kalbe sahip olması. yani zarar vermekten, incitmekten çekinmesi...
devamını gör...
kitap alıntıları
"böylesine alçalmış bir kadın olmasaydım ben de senin gibi düşünürdüm. alçalmışlığım hani şu mahvolmuş denilen kadınlardan olduğumdan değil, çektiklerimden, katlanmak zorunda kaldığım acılardan, bedenimin aşağılanmasından değil... tembelliğe lükse alışmaktan! kendi gücümle tek başıma yaşayamamaktan, hep başkalarının yardımına gereksinim duymaktan, sürekli olarak istemediğim şeyleri yapmaktan! alçalmışlığım bundan benim!" (s. 65)
nikolay çernışevskiy-nasıl yapmalı
nikolay çernışevskiy-nasıl yapmalı
devamını gör...
dinlediğin şarkının can alıcı sözü
zoruma gidiyor ne yalan söyleyeyim çok acı..
devamını gör...
ezilenler
nobel ödüllü, mısırlı, 70 yıllık yazarlık kariyeri boyunca 340’tan fazla hikaye, 30’dan fazla roman yayımlamış, yeri gelmiş hakkında ölüm fetvaları verilmiş usta yazar (bkz: necib mahfuz)’un bir kitabıdır.
kitap, odaklanma problemi olanlar için takip edilmesi zor bir kitap çünkü; baştan sona ilerleyen bir hikaye içerisinde çok fazla karakter girip çıkıyor hikayeye. bazıları kısa ömürlü oluyor bu karakterlerin, bazıları sayfalar boyu devam edebiliyor. ama yine de tüm bu zorluğuna rağmen çok beğendiğim bir eserdir ezilenler.
kalemine hakim olduğum bir yazar necib mahfuz. misal; daha öncesinde okuduğum (bkz: cebelavi sokağı’nın çocukları) isimli kitabı da bunun gibiydi. hatta birbirine çok benzettiğim iki kitaptır bu iki kitap.
her biri farklı huyları, farklı mizaçları olan bir sürü karakter geliştirip dahil ediyor hikayelerine. yani kitabın başıyla sonu arasına düz bir çizgi çeksek; bu çizgi üzerinde hiç değilse 30’dan fazla karakter okuyacaksınızdır kitabın sonuna kadar, çok garip…
kitap bir derviş tekkesinin önüne bırakılan kundakta bir bebekle başlıyor. hiçbir karakterini ebediyete kadar yaşatmamaya yemin etmiş yazarımızın kitaptaki bir çok karakteri de , işte bu bebeğin soyundan geliyor.
özetle biz de kitap boyunca bu sülalenin başından geçen destansı, acınası, zenginlik, açlık ve yoksulluk ihtiras, hırs vb. gibi bir sürü durumun olduğu olayların içine giriyor, çözümlemelerde bulunuyor, derdiyle dertleniyor, sevinciyle gülüyoruz. bazen sürgün oluyoruz, bazen sürgün ediyoruz. kabilelerle savaşıyoruz, dostluklar kuruyoruz.
okuyucusundan okuyucusuna farklılık gösteren bu kitap yukarıda anlattığım nedenlerden ötürü çok çabuk sıkılmaya meyilli kimselere tavsiye etmeyeceğim türden bir kitaptır.
ilgilisi ise kesinlikle beğenecektir…
kitap, odaklanma problemi olanlar için takip edilmesi zor bir kitap çünkü; baştan sona ilerleyen bir hikaye içerisinde çok fazla karakter girip çıkıyor hikayeye. bazıları kısa ömürlü oluyor bu karakterlerin, bazıları sayfalar boyu devam edebiliyor. ama yine de tüm bu zorluğuna rağmen çok beğendiğim bir eserdir ezilenler.
kalemine hakim olduğum bir yazar necib mahfuz. misal; daha öncesinde okuduğum (bkz: cebelavi sokağı’nın çocukları) isimli kitabı da bunun gibiydi. hatta birbirine çok benzettiğim iki kitaptır bu iki kitap.
her biri farklı huyları, farklı mizaçları olan bir sürü karakter geliştirip dahil ediyor hikayelerine. yani kitabın başıyla sonu arasına düz bir çizgi çeksek; bu çizgi üzerinde hiç değilse 30’dan fazla karakter okuyacaksınızdır kitabın sonuna kadar, çok garip…
kitap bir derviş tekkesinin önüne bırakılan kundakta bir bebekle başlıyor. hiçbir karakterini ebediyete kadar yaşatmamaya yemin etmiş yazarımızın kitaptaki bir çok karakteri de , işte bu bebeğin soyundan geliyor.
özetle biz de kitap boyunca bu sülalenin başından geçen destansı, acınası, zenginlik, açlık ve yoksulluk ihtiras, hırs vb. gibi bir sürü durumun olduğu olayların içine giriyor, çözümlemelerde bulunuyor, derdiyle dertleniyor, sevinciyle gülüyoruz. bazen sürgün oluyoruz, bazen sürgün ediyoruz. kabilelerle savaşıyoruz, dostluklar kuruyoruz.
okuyucusundan okuyucusuna farklılık gösteren bu kitap yukarıda anlattığım nedenlerden ötürü çok çabuk sıkılmaya meyilli kimselere tavsiye etmeyeceğim türden bir kitaptır.
ilgilisi ise kesinlikle beğenecektir…
devamını gör...
atmaya kıyılamayan eşyalar
erkeklerin kablo dolu kutusunun içindeki herşey.
devamını gör...
mafya sözlük olsa alınabilecek nick
-sonunu düşünen kahraman
-üç kişinin bildiği sır
-eşofmanaltıkunduragiyengiller
-yanlış adres aldığı halde doğru yere gidebilen insan
-kaybedecek bir şeyi olmayan yazar
-masaya konan cüzdan sigara anahtarlık silah dörtlüsü
-yenmemek için hayata sıkı sıkı tutunan kurt
-sobaya el bombası bırakan insan
-azdan çok çoktan az götüren yazar
-at iziyle it izini karıştırmayan babayiğit
-reddedilemeyecek teklifler sunan yazar
-düşmanını yakın dostunu uzak tutan mavzer
sözlük mafya ekibine selamlar...
-üç kişinin bildiği sır
-eşofmanaltıkunduragiyengiller
-yanlış adres aldığı halde doğru yere gidebilen insan
-kaybedecek bir şeyi olmayan yazar
-masaya konan cüzdan sigara anahtarlık silah dörtlüsü
-yenmemek için hayata sıkı sıkı tutunan kurt
-sobaya el bombası bırakan insan
-azdan çok çoktan az götüren yazar
-at iziyle it izini karıştırmayan babayiğit
-reddedilemeyecek teklifler sunan yazar
-düşmanını yakın dostunu uzak tutan mavzer
sözlük mafya ekibine selamlar...
devamını gör...


