kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

eksik bir şey mi var? hayatımda
gözlerim neden sık sık dalıyor?
eksik bir şey mi var? hayatımda
gökyüzü bazen, ciğerime doluyor…
devamını gör...

kutsal bir dil sayılarak, üzerinde arapça yazı yazıyor diye bisküvi kutusunun dahi atılmasına izin verilmez. bu durum yaşlılarda mevcuttur.
devamını gör...

gözümün önünde çok şey oluyor ama benim elimden hiçbir şey gelmiyor. çaresizim...
devamını gör...

joseph heller tarafından temelleri 1953 yılında atılmış ve 1961 yılında basılmış savaş romanı. dilimize madde 22 olarak çevrilmiştir. bürokrasinin bir kısır döngü içinde saçma bir şekilde işleyişini öyle güzel alaya alıyor ki heller, her sayfada insan hem geveze bir şekilde sırıtıp hem tüm bu saçmalıklara lanet okuyor. yine de bu kara mizah, hicivli dil ve ince dokundurmalar heller'ın savaş psikolojisini ve yaşanan trajediyi başarılı bir şekilde aktarmasına engel olmamış. romanın karmaşık bir zaman çizgisi var. bu karmaşa heller tarafından tam olarak tarif edilecek bir biçimde oluşturulmamış durumda, geçmişteki olaylar tamamen okuyucu ne olduğunu biliyormuş gibi aktarılsa bile zamanla açıklanıyor. belirli bir olaya giden süreci bambaşka karakterlerin tarafından yeniden okuyoruz özünde ve bu durum ilk başlarda karmaşa oluştursa bile her şey yerli yerine oturmaya başladığında külfetten ziyade keyifli bir hâl almaya başlıyor. zaman çizgisini rahatça takip edebilmek için heller bize iki detay veriyor; telsiz topçusu snowden'in ölümü ve subayların eve dönebilmek için yapması gereken uçuş sayısının ne kadar olduğu. bu iki detay üzerinden parçaları yavaş yavaş birleştirmeye başladığımızda roman daha akıcı bir hâl alıyor.

heller, ana karakter olan john yossarian üzerinden bürokrasiye, güç vasıfsız insanların eline geçince olan tüm saçmalıklara hatta yer yer tanrıya, savaşın hangi noktada ülkeyi savunmaktan çıkıp astların üstleri daha da yükseltmekten başka bir şey yapmayan piyonlara dönüştürdüğüne, kapitalizme ve aptalca bir idealizmin insanı sürükleyebileceği noktalara değiniyor. değinmek belki fazla basit kaçacaktır, neredeyse bombardımana tutuyor demek daha doğru olur. araya yedirilmiş komedi unsurunun yerini kitabın sonlarına doğru derin bir dram alsa bile, heller dozunu kaçırmadan ve karakterlerin çizgisini geri dönülemez bir şekilde bozmadan durumu iyi kurtarmış. bu bir kahramanlık öyküsü değil, john yossarian da bir kahraman sayılmaz zaten. aslında bu savaş romanında taraflar almanya ve amerika da değil çünkü heller kendi tarzı ile bize düşmanın tam içeride; şuurunu kaybetmiş, güç zehirlenmesi yaşayan ve sözde kahramanca kaybedilen bir birliğin onlara fazladan bir madalya getireceğini düşünen rütbelilerin ve emirlere itaat etmek adı altında her türlü soysuzluğa ses çıkarmayanların olduğunu gösteriyor. kitabın bir diğer güzel yanı ise; bugün romandan kaynaklı olarak ingilizce'ye deyim olarak geçen catch 22 açmazını her fırsatta kullanması. peki nedir catch 22? basitçe şöyle açıklanabilir; " soru sorma hakkını yalnızca soru sormayanlara veriyoruz. eğer soru sorarsanız soru sorma hakkınızı kaybedersiniz." bu tamamen catch 22 durumudur yani ne şekilde bakarsak bakalım bir açmaz vardır işin içinde.


kitabın ana karakteri olan ve heller'ın bütün bürokrasi eleştirisini onun ağzından yaptığı yüzbaşı yossarian muhtemelen edebiyat dünyasının gördüğü en iyi yazılmış karakterlerden biri. neredeyse histerik sayılabilecek inatçılığı bir yana roman boyunca diğer karakterler tarafından sık sık deli olduğu söylense bile aslında tek aklı başında olan kişi yossarian çünkü hayatta kalma içgüdüsüne sahip ve vatanseverlik adı altında yalnızca madalya ve rütbe getirecek ölüler olarak görüldüklerinin en net bilincinde olan tek kişi. roman boyunca onu bu denli sarsan şeyin telsiz topçusu snowden'in ölmeden önce ona söylediği sır olduğunu ima eden bir çok detay var biz bunu kitaptaki zaman çizgisi nedeniyle en sonda öğrenebiliyoruz ve tam bu noktada okuyucuyu sarsan muazzam bir sahne ortaya çıkıyor.


"yossarian was cold, too, and shivering uncontrollably. he felt goose pimples clacking all over him as he gazed down despondently at the grim secret snowden had spilled
all over the messy floor. ıt was easy to read the message in his entrails. man was matter, that was snowden's secret. drop him out a window and he'll fall. set fire to him and he'll burn. bury him and he'll rot, like other kinds of garbage. the spirit gone, man is garbage. that was snowden's secret."

(yossarian da üşüyordu, kontrolsüzce titriyordu. ümitsizlik içinde snowden'ın her yere saçılmış sırrına bakarken vücudunun her yerinde, tüyleri diken diken oluyordu. snowden'ın bağırsaklarıyla yazılmış mesajı okumak kolaydı. insan dediğin maddeydi, snowden'ın sırrı buydu işte. onu pencereden atarsan düşerdi. ateşe verirsen yanardı.
gömersen, tüm diğer çöp türleri gibi, o da çürürdü. ruh gittiğinde, insan çöpten başka bir şey değildi. snowden'ın sırrı buydu.)


snowden'ın saçılan iç organlarına bakan yossarian'ın çözdüğü sır buydu; çelikten olmadığını fark etmek. savaşın orta yerinde aklı başında olmak bir dezavantajdır çünkü ölebileceğiniz gerçeği ile yüzleştiğiniz an bütün büyü bozulur ve iradeniz çökme noktasına gelir. aslında burada da bir catch 22 durumu vardır çünkü savaşın orta yerinde delirmemek için deli olmanız gerekir.


aslında romandaki her karakter üzerinde durulmaya değer; kendi birliğini bombalayacak ve bunu bile haklı çıkaracak kadar ağzı laf yapan, kapitalizmin vücut bulmuş hâli milo, kendini yalnızca rütbesinden ibaret gören, erlerin ve subayların aynı tanrıya dua etmesinden bile şaşkınlık duyacak kadar absürt bir karakter olan ve üstlerine yaranabilmek için kendi askerlerinin ölümüne bile sevinç duyabilen albay cathcart, sırf kendini iyi hissetmediği zamanlarda zaman daha yavaş geçiyor diye daha uzun süre yaşadığını hissetmek için bile isteye kendi canını sıkacak şeyler yapan bombardımancı dunbar, hastalık hastası ve bulunmadığı bir uçuş listesinde adı olduğundan dolayı o uçak parçalandığında herkes tarafından ölü kabul edilip dışlanan doktor daneeka, otoriteden korku duyan, paranoyak, iyi niyetli ve naif padre tappman, sırf savaştan kaçabilmek için sürekli uçağını bile isteye suya düşüren ve en az hasarla kaçmayı başarabileceği bir plan yapmaya çalışan orr, soylu bir aileden gelen ve roma'da bir fahişeye aşık olup onunla evlenme hayali kuran daha sonra ise trajik bir şekilde ölen hayalperest teğmen nately, bir hizmetçiye tecavüz edip öldüren ve bundan sadece adalet önünde yargılanacağını düşündüğü için korku duyan yüzbaşı aarfy ve muhtemelen kısa tutmak için es geçtiğim bir çok karakter daha.

edit: t.s. eliot krizine neden olan ex-p.f.c. wintergreen karakteri milo minderbinder gibi unutulmaz bir karakter es geçmek olmaz.*






'they're trying to kill me,' yossarian told him calmly.
'no one's trying to kill you,' clevinger cried.
'then why are they shooting at me?' yossarian asked.
'they're shooting at *everyone*,' clevinger answered.
'they're trying to kill everyone.'
'and what difference does that make?' s.14


("beni öldürmeye çalışıyorlar," dedi yossarian ona, sakin sakin.
"kimse seni öldürmeye çalışmıyor," diye haykırdı clevinger.
"o zaman neden bana ateş ediyorlar?" diye sordu yossarian
"herkese ateş ediyorlar," diye yanıt verdi clevinger. "herkesi öldürmeye çalışıyorlar."
"bunun ne farkı var peki?")

when ı look up, ı see people cashing in. ı don't see heaven or saints or angels. ı see people cashing in on every decent impulse and every human tragedy. s.461


(ben baktığım zaman, ceplerini dolduran insanlar görüyorum. cennetler, azizler ve melekler görmüyorum. her iyi dürtüden, her insani trajediden cebini doldurmak için faydalanan kişiler görüyorum.)


"what a lousy earth! he wondered how many people were destitute that same night even in his own prosperous country, how many homes were shanties, how many
husbands were drunk and wives socked, and how many children were bullied,abused or abandoned.

how many families hungered for food they could not afford to buy? how many hearts were broken? how many suicides would take place that same night, how many people
would go insane? how many cockroaches and landlords would triumph? how many winners were losers, successes failures, rich men poor men? how many wise guys were stupid? how many happy endings were unhappy endings?
how many honest men were liars, brave men cowards, loyal men traitors, how many sainted men were corrupt, how many people in positions of trust had sold their souls
to blackguards for petty cash, how many had never had? how many straight-and-narrow paths were crooked paths? how many best families were worst families and how many good people were bad people?" s.426


(ne iğrenç bir dünya! o gece zengin ülkelerde yaşamalarına rağmen kaç kişinin yoksunluk içinde olduğunu, kaç evin barakalardan ibaret olduğunu, kaç kocanın sarhoş olup karılarını dövdüğünü, kaç çocuğun zulüm gördüğünü, suistimal edildiğini, terk edildiğini merak etti.

kaç aile yiyeceğe para yetiştiremeyip aç kalmıştı? kaç kalp kırılmıştı? o gece kaç kişi intihar edecek, kaç kişi delirecekti? kaç hamamböceği, kaç evsahibi muzaffer olacaktı? kazananların kaçı aslında kaybetmişti, başarılı sanılanların kaçı başarısız, kaç zengin aslında fakirdi? akıllı geçinen kaç kişi aptaldı? kaç mutlu son mutsuzdu? kaç dürüst adam yalan söylemiş, kaç cesur adam korkuya kapılmış, kaç sadık adam ihanet etmiş, kaç aziz yolsuzluk yapmış, itimat gerektiren konumlara sahip kaç kişi para için ruhlarını alçaklara satmıştı, kaç kişinin ruhu bile yoktu? kaç dosdoğru yol aslında çarpıktı? en iyi ailelerin kaçı aslında en kötü aileydi ve kaç iyi insan kötüydü?)

yossarian marveled that children could suffer such barbaric sacrifice without evincing the slightest hint of fear or pain. he took it for granted that they did submit so stoically. ıf not, he reasoned, the custom would certainly have died, for no
craving for wealth or immortality could be so great, he felt, as to subsist on the sorrow of children. s.418

(yossarian, çocukların en ufak korku ya da acı işareti vermeden bunca canavarlığı yaşayabilmelerine hayret ediyordu. büyük metanetle boyun eğdiklerini düşünüyordu. aksi halde, diye mantık yürütüyordu, gelenekler yok olurdu; çünkü hiçbir servet ya da ölümsüzlük hırsı, çocukların kederinden geçinecek kadar büyük olamazdı.)

'don't you
see what that means? now you can take me off combat duty and send me home.
they're not going to send a crazy man out to be killed, are they?'

'who else will go?' s.314

("bunun ne anlama geldiğini anlamıyor musun? artık beni uçuştan men edebilir, eve gönderebilirsin. deli bir adamı ölüme göndermezler, değil mi?"

"başka kim ölüme gider ki?")



devamını gör...

ben değilimdir.

aslında olabilirim ama popüler olmayan konularda başlık açtığımdan millet ne yazmış bu gene alüminyum diyerekten başlığa girip ayıp olmasın diye bir + oy verip çıkıyor.*

eğer şanslıysam bir iki fav ile siftah yapabiliyorum kjkgjffhhchg.
devamını gör...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

araftayım.
devamını gör...

sert, can acıtacak şekilde yağan kar anlamına gelmektedir.
devamını gör...

altı senedir bıkmadan, usanmadan hala oynadığım bilgisayar oyunu. ilk oynamaya başladığımda versiyon 1.1.1'di. mercedes çakması majestic, volvo çakması valiant, daf çakması dav vardı. her güncellemeden sonra markaların lisansları alındı ve son versiyonlar da lisanslar tamamlandı. her güncellemede yeni çekiciler, parçalar, yollar, yerler, özellikler eklendi. oyun ben ve birçok oyuncuyu ayrı bir hevesle içine çekti. şimdiyse yüzlerce çekici ve şöförüm, onlarca garajım var. artık yaptığım işleri para için değil farklı yük tipleri ve farklı ülkeleri görmek için yapıyorum. menüler arası geçişler artık bu zenginliği kaldırmıyor.
eğer bu oyunda büyümek istiyorsanız yapmanız gereken bazı şeyler var.

1. klavye ile oynamayın direksiyonla oynayın imkan yoksa mouse ile.
2. tek seferlik işlerle oyunu iyice öğrenin.
3. kredi seçeneği gelince ödeyebileceğiniz kadar kredi çekin haciz gelmesin.
4. yetenek olarak değerli ve hassas yük seçeneklerini eşit olarak artırın bunların bitmesine yakın uzun yol becerilerine geçin.
5. km başına verilen ücretin en fazla olduğu işleri yapın.
6. fazla kaza yapmayın yavaş ve emniyetli sürün. oyunun başında fren gücünü en yükseğe getirin ani frenlerde hemen durmak için.
7. tır konusunda tek seferlik işlerde en çok hoşunuza gideni alın ama benim önerim volvo ve scania'dır.
8. yetkinliğiniz varsa ağır yük görevleri yapın parası iyidir.
9. oyunun başlarında şirket olayını çok takmayın ileri seviyede uğraşın.
10. kendiniz en iyi çekiciyi kullanın şoförlerinize daf ve iveco gibi en ucuzlarını verin.

neyse wheller dealers her zaman güvenle yolda. en son ne zaman kaza yaptığımı hatırlamıyorum o kadar iyi sürücü oldum. eskiden kazancımın hepsini kaza masrafına verirdim.

en sevdiğim yollar ve rotalar

italya-fransa-isviçre arasındaki dağ geçitleri
isveç, norveç, finlandiya, danimarka'nın çift şeritli orman yolları.
italya'nın dar caddeleri (en favori sürüş yerim)

bu yolları v8 730 beygirlik bir scania, arkada ağır bir yük ve radyoda güzel bir müzikle gitmek ayrı bir tat veriyor.
devamını gör...

peygamberliğinden, mesihliğinden, tanrılığından ayrı tarihsel bir kişilik olduğu genel kanı olarak kabul gören bir şahsiyettir. dönem ve sosyal sınıfı neticesinde direkt olarak kendisine ait arkeolojik bir kanıt bulunmaz. ancak incillerde bahsedilen kayapas ve pontius pilate gibi şahısların gerçekten yaşamış kişiler olduğu kesindir ve arkeolojik kanıtlarla da sabittir. isa'nın hayatının incillerde bahsedildiği gibi tamamen doğru olduğu iddia edilemez elbette, ancak kesin olarak yaşandığı kabul edilen iki olay vardır, ürdün nehri'nde vaftizci yahya tarafından vaftiz edilmesi ve çarmıha gerilmesi.

incilleri sağlam kanıt olarak saymayıp diğer yazılı kaynaklara bakacak olursak, elimizdeki en erken ve en hıristiyan olmayan belge yahudi-romalı tarihçi flavius josephus'un yirmi ciltlik tarih'idir. bu tarih'te isa'nın adı iki kez geçer. bir kez yakup adında birinden bahsederken " mesih denilen isa'nın kardeşi" der. diğer bir pasajda da "şaşırtıcı işler yapan ve pilate tarafından çarmıha gerilen" bir adamdan bahseder.

diğer bir kaynak tacitus'tur ancak görece daha geç bir dönemde olduğundan güvenilirliği josephus'a göre daha azdır bence. imparatorluk yıllıklarında roma'nın yanışını anlatırken suçun haksız yere kendilerine hıristiyan diyen ve liderleri christus'un tiberius devrinde yahudiye eyaletinde pontius pilate tarafından çarmıha gerilmiş olan küçük topluluğa yıkıldığından bahseder. burada önemli olan iki yazarın da hıristiyan olmaması ve josephus'un isa öldükten yalnızca birkaç yıl sonra doğmuş olması, aralarında yalnızca bir nesil var yani.

dine inanırsınız inanmazsınız, isterseniz incillerde geçen, isterseniz kur'an'da geçen isa'ya inanırsınız orası size kalmış. ancak isa adında, pilate tarafından çarmıha gerilen birinin gerçekten yaşamış olduğu büyük oranda kanıtlanmıştır.
devamını gör...

buna mı benziyordu?
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

okumadan beğenen yazarlara yönelik bir tedbir . diğer bakış açısı ile bakıldığında ise doğru bir tespit ne yazık ki.bu seri beğenmeyi suistimal edilmemesi adına alınan bir tedbir, sabah uyandığınızda 200 bildirim görmek şaşırtıcı ve pek mantıklı değildi.

edit:imla
devamını gör...

insanların değerine saygı duyanlar ve insanların değerlerine saygı duymayanlar.
devamını gör...

tamam tamam, bu sefer ciddi. hiçbir zaman alaycı davranmak istemeyeceğim sakıncalı bir konu.

"ya adamcağız/kızcağız gerçekten de intihar edecekse?" derseniz oldukça bu oldukça ufak bir ihtimaldir. ben de biliyorum büyük ihtimalle kekleneceğimi. ama belli mi olur? bir kişi zaten bu şekilde ilgi çekmeyi veya şaka yapmayı düşünüyorsa gerçekten zavallıdır. bizi kandırabilse bile kendisini asla kandıramayacaktır.

ama her zaman "ya gerçekse" deyip, o ufak ihtimali değerlendirmek, vicdanı olan her insanın yapması gereken bir şeydir. olur da yaptığınız şakaların birinin ölümüne sebebiyet verebileceğinden korkmuyorsanız bence kendinizi bir gözden geçirmelisiniz...
devamını gör...

aşk muhabbeti. hay aşkınızın içinden geçeyim.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

doğururdum diye cevap verdiğim başlıktır. evlat bu... insan hiç kendi canına kıyabilir mi?
çocuk yetiştirmek zaten başlı başına bir mücadele. engelli olabilir ancak o da bir insan ve temel hakkımız olan yaşama hakkına sahip. ömrü varsa bu dünya için yaşamalı sonuna kadar. her şeye herkese rağmen bu dünyada var olmaya ben de varım demeye hakkı var gücü yettiğince.
sağlık öyle bir şey ki... ne zaman sahip olacağımız ya da onu ne zaman ne şekilde yitirebileceğimiz hiç belli değil. sağlıklı gözüyle baktığınız yavrunuz da gün gelir o sağlığını kaybedebilir. çocuk yaşta kansere yakalanabilir ya da bir kazada uzvunu yitirebilir. bu dünyada hiç bir şeyin garantisi olmadığı gibi sağlıkla kucağınıza aldığınız bebeğinizin sağlıkla yaşayacağının da bir garantisi yok ne 3 yaşındayken ne de 30 yaşındayken.
yaşadığımız dünya giderek daha da kötüleşiyor. kabul... ancak engelli bireyler için farkındalık yaratmak bizim elimizde. onunda kendini gösterebileceği ortamlar yaratmak, güvende hissedebileceği konfor alanları oluşturmak, onun eğitimine önem vererek bu dünyada yaşayabilmesi için çabalamak... yani bir çocuk nasıl yetiştirilmesi gerekiyorsa aynı şeyleri uygulayarak yetiştirmek. aradaki minicik fark onun biraz daha özel olduğunu bilmek sadece. gerisini sevgi halleder...
devamını gör...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

yazarları düşünüp kolaylıkla faydalanılacak kayda değer bir destek ve yardım durumu olmuş. teşekkürler yoldaş benjamin franklin ve ekibi. yenilikler hep olsun.
devamını gör...

bir arkadaşınızla aranız bozulduğunda önceden sizinle paylaştığı sırlarını başkalarına anlatmamalısınız. bu yazılı olmayan bir kuraldır ayrıca kendisine saygısı olan herkes bunu bilir.
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim