endüljans
orta çağ zamanında günah çıkarma ve ölümden sonraki zamanlarda cennete gidilmesi adına papa'nın verdiği bir af belgesidir. kiliseler günahlarınız affolacak diye halktan para toplayarak bir nevi cennetten toprak satarlarmış.
bizde de her haltı yedikten sonra hacca gideyim, o da yetmedi; cami yaptırayıma denk düşüyor herhalde. kim kimi kandırıyor orası aslında belli ama, kandırılan bunu yer mi diye sorsanız, tabii ki yemez.
bizde de her haltı yedikten sonra hacca gideyim, o da yetmedi; cami yaptırayıma denk düşüyor herhalde. kim kimi kandırıyor orası aslında belli ama, kandırılan bunu yer mi diye sorsanız, tabii ki yemez.
devamını gör...
yazarların sevilmeme nedenleri
beni sevmiyorlar çünkü ben onlara kimsenin veremediği değeri veriyorum. daha önce kimse tarafından değer görmedikleri için yabanileşiyorlar. yanlış anlaşıldığımı düşünüp uzaklaşınca onlardan, gerçek yüzünü gösterdi diyorlar.
beni sevmiyorlar çünkü ben onlardaki merhamet duygusunu uyandırıyorum.
kendileriyle iki saniye başbaşa kalamayan insanlar, vicdanlarıyla yalnız kalınca bana düşman kesiliyorlar.
herkesin "sen çok iyisin , kalbin çok temiz" demesine rağmen, hayatından kolayca çıkaracağı ve bir türlü sevemedigi o ilk kişiyim ben.
sorun bende değildi. sorun beni sevemeyecek kadar kör, sağır ve dilsizlerdi.
kimsenin beni sevmesine de ihtiyacım yok. ben kendime yeterim.
beni sevmiyorlar çünkü ben onlardaki merhamet duygusunu uyandırıyorum.
kendileriyle iki saniye başbaşa kalamayan insanlar, vicdanlarıyla yalnız kalınca bana düşman kesiliyorlar.
herkesin "sen çok iyisin , kalbin çok temiz" demesine rağmen, hayatından kolayca çıkaracağı ve bir türlü sevemedigi o ilk kişiyim ben.
sorun bende değildi. sorun beni sevemeyecek kadar kör, sağır ve dilsizlerdi.
kimsenin beni sevmesine de ihtiyacım yok. ben kendime yeterim.
devamını gör...
gece gelen açlık ve libido
lanet olasi bir pakettir bu iki his. ikisinin de sonu pismanlik.
bizi bu ikisi bitirdi gercekten. neyse galetami yiyeyim digerini de halledecegiz insallah.
bizi bu ikisi bitirdi gercekten. neyse galetami yiyeyim digerini de halledecegiz insallah.
devamını gör...
çevirinin belirsizliği
indeterminacy of translation
willard van orman quine tarafıdan 'word and object' adlı eserde ortaya atılmış olan iddiadır. üç maddeyle mutlak geçerli bi çevirinin imkanını reddeder quine. burada dikkat edilmesi gereken husus, çeviriden kastedilenin bir dilden bir diğer dile nakledilen anlamın işlem sırasında uğradığı dezenformasyon, hatta transformasyon olduğu. yani kısaca soruşturmanın ucu pozitif bilimlerden dilin imkanına kadar dayanmakta.
üç maddeden ilki 'referansın belirsizliği', yani kelimenin göndergesini saptamanın mümkün olmadığıdır. quine'in burada işaret ettiği şey direkt dil ve gönderge problemidir. burada meşhur gavagai örneğini verir. anadili bilinmeyen bi kabile mensubu tavşan gördüğü zaman gavagai dediğinde o dile yabancı olan biri tavşanı kastettiğini düşünür ve gavagai'i bir tavşan olarak çevirmiş olur kendi diline. ancak belki de o kabileci dayının kastettiği şey ''aa yiyecek bulduk lan'', ''hadi şu köftehoru avlayalım'', ''offf yavrum hepsi senin mi'' olamaz mı?? heh tabi ki zamanla gözlem ve deneme/yanılma yoluyla bu opsiyonlar azalır ve doğru çeviri için elimizde daha az şık kalır. ancak quine burda da devreye girer ve der ki, kardeşim eyvallah daha az ihtimal kalır diyosun da senin bu gözlemler ile şıkları elemen için doğru soruları soruyo olabilmen lazım, doğru soruyu sorman için de o kabile dilinin gramer ve jargonunu biliyo olman lazım. biliriz ulan ne var dediğinizi duyar gibiyim ama bunu insanoğlunun dil dediğimiz şeyin ilk farkına vardığı zaman için düşünün bi de. felaket bi tablo gerçekten..
ikincisi holofrastik belirsizlik.. yani bu çok uzun gider ama kısaca şöyle diyebiliriz: tercüme yapan kişilerin sahip olduğu inançlar tercüme ettikleri metni etkiler. iki farkı inanca sahip kişi aynı metni iki farklı şekilde tercüme eder ve bizim hangisinin doğru olduğunu söyleyecek nesnel bi ölçütümüz yoktur. özellikle quine'in naturalized epistemology dediği şey bunla direkt bağlantılı
üçüncüsü de bilimsel teorilerin belirsizliğidir. bu en uzun gidecek olan itirazdır. hala bu konudaki tartışmalar alev alev devam eder. quine'den sonra bayrağı pierre duhem almış yürütmüş ve bilim felsefesi literatürüne sokmuş. mevzu şu ki hiçbi bilimsel teori asla ve asla analitik incelemeyle empirik olarak kanıtlanamaz. kesinlikle her teorinin bir bütün olarak test edilmesi gerekir ki bu da mümkün değildir. çünkü deney ceteris paribus gibi kavramlarla yürür başlatmayın biliminize..
çok girift metinlerdir quine'in metinleri. özellikle indeterminacy of translation bölümü için hilary putnam, transendental dedüksiyon'dan sonra en kazık metin demiş.
willard van orman quine tarafıdan 'word and object' adlı eserde ortaya atılmış olan iddiadır. üç maddeyle mutlak geçerli bi çevirinin imkanını reddeder quine. burada dikkat edilmesi gereken husus, çeviriden kastedilenin bir dilden bir diğer dile nakledilen anlamın işlem sırasında uğradığı dezenformasyon, hatta transformasyon olduğu. yani kısaca soruşturmanın ucu pozitif bilimlerden dilin imkanına kadar dayanmakta.
üç maddeden ilki 'referansın belirsizliği', yani kelimenin göndergesini saptamanın mümkün olmadığıdır. quine'in burada işaret ettiği şey direkt dil ve gönderge problemidir. burada meşhur gavagai örneğini verir. anadili bilinmeyen bi kabile mensubu tavşan gördüğü zaman gavagai dediğinde o dile yabancı olan biri tavşanı kastettiğini düşünür ve gavagai'i bir tavşan olarak çevirmiş olur kendi diline. ancak belki de o kabileci dayının kastettiği şey ''aa yiyecek bulduk lan'', ''hadi şu köftehoru avlayalım'', ''offf yavrum hepsi senin mi'' olamaz mı?? heh tabi ki zamanla gözlem ve deneme/yanılma yoluyla bu opsiyonlar azalır ve doğru çeviri için elimizde daha az şık kalır. ancak quine burda da devreye girer ve der ki, kardeşim eyvallah daha az ihtimal kalır diyosun da senin bu gözlemler ile şıkları elemen için doğru soruları soruyo olabilmen lazım, doğru soruyu sorman için de o kabile dilinin gramer ve jargonunu biliyo olman lazım. biliriz ulan ne var dediğinizi duyar gibiyim ama bunu insanoğlunun dil dediğimiz şeyin ilk farkına vardığı zaman için düşünün bi de. felaket bi tablo gerçekten..
ikincisi holofrastik belirsizlik.. yani bu çok uzun gider ama kısaca şöyle diyebiliriz: tercüme yapan kişilerin sahip olduğu inançlar tercüme ettikleri metni etkiler. iki farkı inanca sahip kişi aynı metni iki farklı şekilde tercüme eder ve bizim hangisinin doğru olduğunu söyleyecek nesnel bi ölçütümüz yoktur. özellikle quine'in naturalized epistemology dediği şey bunla direkt bağlantılı
üçüncüsü de bilimsel teorilerin belirsizliğidir. bu en uzun gidecek olan itirazdır. hala bu konudaki tartışmalar alev alev devam eder. quine'den sonra bayrağı pierre duhem almış yürütmüş ve bilim felsefesi literatürüne sokmuş. mevzu şu ki hiçbi bilimsel teori asla ve asla analitik incelemeyle empirik olarak kanıtlanamaz. kesinlikle her teorinin bir bütün olarak test edilmesi gerekir ki bu da mümkün değildir. çünkü deney ceteris paribus gibi kavramlarla yürür başlatmayın biliminize..
çok girift metinlerdir quine'in metinleri. özellikle indeterminacy of translation bölümü için hilary putnam, transendental dedüksiyon'dan sonra en kazık metin demiş.
devamını gör...
belki
oladabilir olmayadabilir. her şey ihtimal dahilindedir.
devamını gör...
agora meyhanesi radyo yayını
diğer insanlara karşı genel güvensizlik yalnızlığın en önemli göstergesidir.
bazen cesaret edemiyoruz paylaşmaya,içimizi dökmeye bunun en büyük sebebi güvensizliktir.
yalnızlık senfonisinden bir parça bırakayım buraya;
yalnızlığım yollarıma pusu kurmuş beklemekte
acılar gözlerini dikmiş üstüme nöbette
bekliyorum, bekliyorum, bekliyorum
hadi gelin üstüme korkmuyorum. bu da yalnızlıkla cesaretle yüzleşenlere gelsin. sonunda yıkılsanda tekrar ayağa kalkmak ümidiyle yaşıyorsun bu hayatı.
devamını gör...
lover's eye
göz her zaman hislerin, duyguların, insanın iç dünyasının en masum penceresi olarak düşünülmüştür. on sekizinci yüzyılın sonlarına doğru da bu saflığını kaybetmeden, bir aşk simgesi olarak minyatür resim şeklinde gözüktü.
lovers' eye ya da göz minyatürü, ingiliz tarihinde 1714 ile 1830–37 yılları arasındaki georgian devri olarak bilinen yıllarda yapılmış eşlerin, çocukların veya sevenlerin göz resimleri idi. duygusal sebeplerle yapılmış bu minyatürler genellikle broş, bilezik, kolye, yüzük veya madalya olarak kullanıldılar. 18. ve 19. yüzyıllarda aşıkların, gözlerini kalplerine yakın yerlerde taşıdıkları söylenir. 1700'lerin sonlarında başlayan akımın tarihinin galler prensi (daha sonra kral ıv. george olacak) george augustus frederick ile, aşık olduğu kadın maria fitzherbert arasında başladığı söyleniyor.
bir söylentiye göre galler prensi george daha önce iki evlilik geçirmiş katolik maria fitzherbert’e aşık olmuştur. reddedilen prens intihar girişiminde bile bulunur. maria, isteksizce onun evlilik teklifini kabul eder (veya kaçınmak için avrupa'ya kaçar.) fakat belli sebeplerle george'dan uzaklaşır. 3 kasım 1785 yılında george, maria'ya bir mektup yazarak ona evlilik teklif eder. mektupla beraber bir yüzük değil, richard cosway'a yaptırdığı 'kendi gözünün resmini' gönderir. 15 aralık 1785'te çift eğlenir ve gelenek başlar. her ne kadar evlilik ııı. george veya çevrelerce kabul görmemişse de ıv. george'un da, maria'nın gözlerini üstünde taşıdığı söylenir.
fakat richard cosway'den önceye raporlanmış başka göz minyatürleri de bulunmaktadır. cosway'in de rakibi olan george engleheart'in defterlerinde 1775'ten 1813'e kadar geçen süre içinde 23 göz portresi kayıtlıdır.
yanlarına bazen saç taneleri de iliştirilen bu semboller bir nevi gizlilik için de kullanılıyordu. minyatürlerin sahibini, sadece alıcısı bileceği için açıkça taşınabiliyorlardı. böylece anonim bir şekilde aşk simgesi iletilmiş ve sadece aşıklara özel bir şekilde taşınabilmiş oluyordu. 20. yüzyılın başlarında da aristokrat sınıf ve kraliyet mensupları tarafından canlı tutulmaya çalışılan sanatta bazen sadece gözler değil, anlamı güçlendirecek simgeler de kullanılırdı. aşk simgesinden, hatıra takısı olarak kullanılmaya başlanan bir süreç de yaşandı. göz yaşları veya bulutların arasından bakan gözler... sadece resim değil, resmin bulunduğu çerçeve de dikkate değer bir şekilde anlam taşıyordu. inciler göz yaşlarını temsil etmek için, elmas güç ve uzun ömrü, mercan saflığı ve korumayı, garnet dostluğu ve turkuaz sağlığı temsil etmek için kullanılmıştı.
william wood gibi başka sanatçılar tarafından da yapılmış bu resim sanatı bazen tüm bir aile üyeleri için sipariş edilirdi. sadece resimde değil edebiyatta; yazarlar ve şairler tarafından anlatılmıştır bu takılar.
kaynakça ve daha fazlası: langantiques.com, artuk.org, wikipedia, konu hakkında bir blog - serkan hızlı
lovers' eye ya da göz minyatürü, ingiliz tarihinde 1714 ile 1830–37 yılları arasındaki georgian devri olarak bilinen yıllarda yapılmış eşlerin, çocukların veya sevenlerin göz resimleri idi. duygusal sebeplerle yapılmış bu minyatürler genellikle broş, bilezik, kolye, yüzük veya madalya olarak kullanıldılar. 18. ve 19. yüzyıllarda aşıkların, gözlerini kalplerine yakın yerlerde taşıdıkları söylenir. 1700'lerin sonlarında başlayan akımın tarihinin galler prensi (daha sonra kral ıv. george olacak) george augustus frederick ile, aşık olduğu kadın maria fitzherbert arasında başladığı söyleniyor.
bir söylentiye göre galler prensi george daha önce iki evlilik geçirmiş katolik maria fitzherbert’e aşık olmuştur. reddedilen prens intihar girişiminde bile bulunur. maria, isteksizce onun evlilik teklifini kabul eder (veya kaçınmak için avrupa'ya kaçar.) fakat belli sebeplerle george'dan uzaklaşır. 3 kasım 1785 yılında george, maria'ya bir mektup yazarak ona evlilik teklif eder. mektupla beraber bir yüzük değil, richard cosway'a yaptırdığı 'kendi gözünün resmini' gönderir. 15 aralık 1785'te çift eğlenir ve gelenek başlar. her ne kadar evlilik ııı. george veya çevrelerce kabul görmemişse de ıv. george'un da, maria'nın gözlerini üstünde taşıdığı söylenir.
fakat richard cosway'den önceye raporlanmış başka göz minyatürleri de bulunmaktadır. cosway'in de rakibi olan george engleheart'in defterlerinde 1775'ten 1813'e kadar geçen süre içinde 23 göz portresi kayıtlıdır.
yanlarına bazen saç taneleri de iliştirilen bu semboller bir nevi gizlilik için de kullanılıyordu. minyatürlerin sahibini, sadece alıcısı bileceği için açıkça taşınabiliyorlardı. böylece anonim bir şekilde aşk simgesi iletilmiş ve sadece aşıklara özel bir şekilde taşınabilmiş oluyordu. 20. yüzyılın başlarında da aristokrat sınıf ve kraliyet mensupları tarafından canlı tutulmaya çalışılan sanatta bazen sadece gözler değil, anlamı güçlendirecek simgeler de kullanılırdı. aşk simgesinden, hatıra takısı olarak kullanılmaya başlanan bir süreç de yaşandı. göz yaşları veya bulutların arasından bakan gözler... sadece resim değil, resmin bulunduğu çerçeve de dikkate değer bir şekilde anlam taşıyordu. inciler göz yaşlarını temsil etmek için, elmas güç ve uzun ömrü, mercan saflığı ve korumayı, garnet dostluğu ve turkuaz sağlığı temsil etmek için kullanılmıştı.
william wood gibi başka sanatçılar tarafından da yapılmış bu resim sanatı bazen tüm bir aile üyeleri için sipariş edilirdi. sadece resimde değil edebiyatta; yazarlar ve şairler tarafından anlatılmıştır bu takılar.
kaynakça ve daha fazlası: langantiques.com, artuk.org, wikipedia, konu hakkında bir blog - serkan hızlı
devamını gör...
damad-ı şehriyarı
padişahların kızlarıyla evlenenlere verilen unvandır. ancak bu sadece babasının saltanatı döneminde evlenen kızların kocalarına uygulanmıştır. ayrıca aynı isimlerdeki birkaç veziri seçmek için de bu unvan kullanılmıştır. örnek verecek olursak kanuni sultan süleyman döneminde vezir-i azamlık yapmış olan rüstem paşa bir damad-ı şehriyarı diyebiliriz.
devamını gör...
finansal okuryazarlık
gündelik yaşamda kullanılan finansal enstrümanların seçiminde bilgi temelli kararlar verebilmeyi sağlayan yeterlilik düzeyini ifade eden bir kavramdır. finansal okuryazarlık, bununla birlikte uzun vadeli birikim ve yatırıma yönelik kararlarda finansal farkındalığı da temel almaktadır. kısacası hem karar alma hem de bunu gerçekleştirme finansal okuryazarlığın kilit noktasıdır.
devamını gör...
nickaltı sevişmeleri
buram buram pambık şekeri kokusu aldığım, eh biraz da sinir bozucu sevişmeler. ah sevgili yazarlar... sözlük aşkları da hiç çekilmiyor. hele bir de göstere göstere yapılıyor ya... o kadar sanal, o kadar yapmacık ve o kadar saçma geliyor ki. of... çok dertliyim...
devamını gör...
son singapur vapuru (yazar)
tanım girmeden yaşamaya sadece 72 saat dayanabilmiş, sözlüğü üç gün gözünde tütmüş, yurda geri dönüş yapmış, ailesini özlemiş yazardır. sol frame olmadan yaşanmıyor. *
devamını gör...
tanımadığın biriyle sohbet etmek
sohbetin amacı insan tanımak olduğu için tanımadığın biriyle olması sohbet mantığına uygun bir harekettir.
sohbet edersin tanırsın
ya seversin ya sevmezsin.
sohbet edersin tanırsın
ya seversin ya sevmezsin.
devamını gör...
cedric
en sevdiğim çizgi filmlerdendir. ahh chen, cedric'in üzümlü keki...bazı mutluluklar üzümlü kek kadar imkansız oluyor. ama bu vazgeçeceğimiz anlamına gelmiyor. sonunda kaybetmek olsa da pes etmeden o yolda ilerlemek çok değerli. bu çizgi filmi izlerken bu dersi çıkarmıştım.
devamını gör...
eddington limiti
bir yıldızın en yüksek denge sınırını ifade eden terim.
yani?
yani şöyle;
yıldızlar oluşum aşamasındaki "acemilik" evresini geçip tam bir yıldıza dönüştükten sonra, merkezlerindeki kütle çekim kuvvetinden kaynaklı enerji ile ürettikleri ve uzaya yaydıkları enerji arasında bir denge oluşur.
(bkz: hidrostatik denge)
(bkz: termal denge)
kütle çekim kuvvetinden kaynaklanan enerji, yıldızın dış katmanlarından merkezine doğruyken, üretilen enerjiden kaynaklanan ve adına ışınım basıncı dediğimiz kuvvet ise merkezden dışarıya doğrudur. bunlardan birinin diğerinden yüksek olması durumunda yıldızın dengesi bozulur. hangisinin baskın olduğuna bağlı olarak yıldız içeriye doğru çöker ya da patlayarak uzaya dağılır.
eddington limiti, bu dengede ulaşılabilecek üst limiti ifade eder. basitçe, yıldız bu limiti aşarsa ışınım gücü kütle çekimine baskın gelecek ve yıldız parçalanacak anlamına gelen bir açıklaması var. bazı durumlarda bu limiti aşan yıldızlara rastlayabiliyoruz. buna süper eddington durumu diyoruz.
limit ayrıca kara deliklerin etrafındaki birikim diski adlı yapı için de dengeyi belirleyen yaklaşık bir sınırdır.
eddington limiti, eddington ışınım gücü olarak da bilinir.
yani?
yani şöyle;
yıldızlar oluşum aşamasındaki "acemilik" evresini geçip tam bir yıldıza dönüştükten sonra, merkezlerindeki kütle çekim kuvvetinden kaynaklı enerji ile ürettikleri ve uzaya yaydıkları enerji arasında bir denge oluşur.
(bkz: hidrostatik denge)
(bkz: termal denge)
kütle çekim kuvvetinden kaynaklanan enerji, yıldızın dış katmanlarından merkezine doğruyken, üretilen enerjiden kaynaklanan ve adına ışınım basıncı dediğimiz kuvvet ise merkezden dışarıya doğrudur. bunlardan birinin diğerinden yüksek olması durumunda yıldızın dengesi bozulur. hangisinin baskın olduğuna bağlı olarak yıldız içeriye doğru çöker ya da patlayarak uzaya dağılır.
eddington limiti, bu dengede ulaşılabilecek üst limiti ifade eder. basitçe, yıldız bu limiti aşarsa ışınım gücü kütle çekimine baskın gelecek ve yıldız parçalanacak anlamına gelen bir açıklaması var. bazı durumlarda bu limiti aşan yıldızlara rastlayabiliyoruz. buna süper eddington durumu diyoruz.
limit ayrıca kara deliklerin etrafındaki birikim diski adlı yapı için de dengeyi belirleyen yaklaşık bir sınırdır.
eddington limiti, eddington ışınım gücü olarak da bilinir.
devamını gör...
normal sözlük'e üye olmak isteyenlere nick tavsiyeleri
elimde şu an 3 tane kadın ve 2 tane erkek yazar mahlası olmak üzere kullanılmamış ve sahibinden sıfır mahlas bulunur. mahlas ya da rumuz arayanlar, kullandığı mahlastan memnun kalmayanlar özelden mesaj atsınlar. itina ile mahlas seçilir.
dipnot: gırgır ve şaka değil, ciddiyim.
dipnot: gırgır ve şaka değil, ciddiyim.
devamını gör...
geceye latince bir söz bırak
devamını gör...
maskesiz hayatın ilk günü yapılacaklar
maskeye bu kadar alışmışken bir anda bırakmak beni çok rahatsız hissettirecek. eskiden maskesiz gezmenin nasıl olduğunu unuttum. maske takmazsam çıplak hissedeceğim ilk günlerde.
alışma süresinden sonra ilk yapacağım şey uzun tren yolculuğuna çıkmak olacak. ilk durağım ankara.
alışma süresinden sonra ilk yapacağım şey uzun tren yolculuğuna çıkmak olacak. ilk durağım ankara.
devamını gör...
çöp konteynerinden fırlayan kedi
hayır bi de be mal ben zaten sana zarar vermeyeceğim sen neden korkarak kaçıyosun? her konuda son derece soğuk olan bu hayvancağız mesele çöp olduğunda deliriyor ya. ne sanıyosun şekerim nedir yani çöpe yanına mı gireceğim? "ah sen varsan ben gidem" tavırlarının sebebi nedir? inanılmaz bi şımarıklık var kedilerde. hiçbir köpek örneğin bu kadar saçmalamaz. çok korkuyorum üzerime falan atlamasından. tırnaklarının çöpün metaline değdiğinde çıkardığı o sesi bildin mi? yıkıl oracığa ya. ulan benim yüzümü cizsen, kaçtın gittin sonra, ne yapacağım ben? nereden bulucam seni? ne hakkın var ulan senin beni kalp krizi eşiğinde yaşatmaya? alt tarafı çöpün yanından geçtik ne bu tatava? miyav da miyav. hımır da hımır. mır da mır. bi böyle kaypaklıklar, pati falan yalamalar kenarda köşede. tekinsiz tekinsiz haller. acıkınca gelirsin ama şirin şirin. sahtesin sahte.
devamını gör...
mal de debarquement sendromu
kısaca; deniz seyahatleri, uçuşlar, araba yolculukları veya çeşitli hareketler sonrasında ortaya çıkan nörolojik sendromdur. baş ağrısı, bulantı, kusma, uyku halinin artması, tükürük miktarında artış, gastrik hareketlerde artış, vertigo ve sinirlilik gibi semptomları vardır. yaşam kalitesini ciddi derecede etkiler. pilotlar, uzay insanları, askeri personel olan kişilerde işlerini yapamamaya kadar gider durum. çeşitli ilaçlar semptomları baskılamak için kullanılabilir.
devamını gör...
