saf
andrew miller kitabıdır.
deniz gören bir evde yaşamak çok güzel olabilir çocukluğunuzda. ben bilmiyorum nasıl bir duygu olduğunu. yemyeşil ağaçlarla dolu, kuş sesleri ile kıpır kıpır bir ormana bakan; hatta kendi bahçesi olan bir evde büyümek de çok güzel olabilir. maalesef ben bunu da bilmiyorum. belki kalabalık, capcanlı bir sokağa ya da caddeye bakan neşeli bir gürültü ile dolan bir evde büyümek de güzeldir. bunu da bilmiyorum ben. aklıma gelmeyen onlarca güzel manzaraya komşu bir evde büyümek ne güzeldir kim bilir! onları hiçbirini de bilemem ben.
ben 4 yaşından 14 yaşına kadar karadeniz’in ıpıslak bir şehrinde yaşadım ve yaşadığım evin manzarası çok da bakılacak gibi değildi. ama ben izlerdim ara sıra. aslında çokça izlerdim. evimiz büyük bir mezarlığa bakardı. mezartaşı olarak yeşilli mavili tahtaların olduğu, kime ait olduğu belli olmayan büyüklü küçüklü mezarlar vardı bu mezarlıkta.
eve en yakın iki mezarlık bir metre bile değildi. o zamanlar ben de bir metre bile değildim. bu iki mezarlık hep kafamı kurcalardı. neden bu kadar küçük olduklarını anlamakta zorluk çekerdim. sonra, yani yaşım ilerledikçe anladım bunu ama bu aydınlanma beni hiç mutlu etmedi.
okula başladığım zaman her sabah ilk olarak bir mezarlık görmek, eve girmeden önce son gördüğün şeyin mezarlık olması çok ağır bir gerçeklikle yüz göz ediyor insanı. hele pencereden her baktığında ili küçük mezar görmek gerçekten çok zordu.
sonra başka bir karadeniz şehrine taşındık. apaydın bir şehre. ve ben 14 yaşından 16 yaşına kadar bu evde yaşadım. eve yerleşene kadar bir sorun yoktu. ya da ben fark etmedim. ama mutfak camından baktığımda kocaman, heybetli, mermer bir mezarın bana baktığını görünce kadere inanır gibi oldum. mezarlıklar beni takip ediyordu. ama buna alıştığımı da fark ettim hüzünle ve mutlulukla.
mezarlara yakın olmak alışılacak bir şeydi yakın olanlar için. onlar ölüme de alışırlar hızla. ölümün derinden gelen kokusuna da alışırlar. dışarıdan gelenler, dışarıdan bakanlar için tuhaftır durum. zordur. alışılmadıktır.
keşke o zamanlar becche bir çukur kazsaydın bizim için de.
deniz gören bir evde yaşamak çok güzel olabilir çocukluğunuzda. ben bilmiyorum nasıl bir duygu olduğunu. yemyeşil ağaçlarla dolu, kuş sesleri ile kıpır kıpır bir ormana bakan; hatta kendi bahçesi olan bir evde büyümek de çok güzel olabilir. maalesef ben bunu da bilmiyorum. belki kalabalık, capcanlı bir sokağa ya da caddeye bakan neşeli bir gürültü ile dolan bir evde büyümek de güzeldir. bunu da bilmiyorum ben. aklıma gelmeyen onlarca güzel manzaraya komşu bir evde büyümek ne güzeldir kim bilir! onları hiçbirini de bilemem ben.
ben 4 yaşından 14 yaşına kadar karadeniz’in ıpıslak bir şehrinde yaşadım ve yaşadığım evin manzarası çok da bakılacak gibi değildi. ama ben izlerdim ara sıra. aslında çokça izlerdim. evimiz büyük bir mezarlığa bakardı. mezartaşı olarak yeşilli mavili tahtaların olduğu, kime ait olduğu belli olmayan büyüklü küçüklü mezarlar vardı bu mezarlıkta.
eve en yakın iki mezarlık bir metre bile değildi. o zamanlar ben de bir metre bile değildim. bu iki mezarlık hep kafamı kurcalardı. neden bu kadar küçük olduklarını anlamakta zorluk çekerdim. sonra, yani yaşım ilerledikçe anladım bunu ama bu aydınlanma beni hiç mutlu etmedi.
okula başladığım zaman her sabah ilk olarak bir mezarlık görmek, eve girmeden önce son gördüğün şeyin mezarlık olması çok ağır bir gerçeklikle yüz göz ediyor insanı. hele pencereden her baktığında ili küçük mezar görmek gerçekten çok zordu.
sonra başka bir karadeniz şehrine taşındık. apaydın bir şehre. ve ben 14 yaşından 16 yaşına kadar bu evde yaşadım. eve yerleşene kadar bir sorun yoktu. ya da ben fark etmedim. ama mutfak camından baktığımda kocaman, heybetli, mermer bir mezarın bana baktığını görünce kadere inanır gibi oldum. mezarlıklar beni takip ediyordu. ama buna alıştığımı da fark ettim hüzünle ve mutlulukla.
mezarlara yakın olmak alışılacak bir şeydi yakın olanlar için. onlar ölüme de alışırlar hızla. ölümün derinden gelen kokusuna da alışırlar. dışarıdan gelenler, dışarıdan bakanlar için tuhaftır durum. zordur. alışılmadıktır.
keşke o zamanlar becche bir çukur kazsaydın bizim için de.
devamını gör...
sigara içerken uzaklara bakan insan
an itibariyle benimdir.
bulutların nasıl yer değiştirdiğini izlerken onlara imrendim.
sınırlar hep insanoğlu için, bulutlar dertsiz tasasız kafasına göre takılıyor. kimlik pasaport soran yok bugün burada yarın burayı çoktan terketmiş.
zeki demirkubuz mod off.
bulutların nasıl yer değiştirdiğini izlerken onlara imrendim.
sınırlar hep insanoğlu için, bulutlar dertsiz tasasız kafasına göre takılıyor. kimlik pasaport soran yok bugün burada yarın burayı çoktan terketmiş.
zeki demirkubuz mod off.
devamını gör...
yolda görsem selam vermem diyeceğimiz ünlüler
ibrahim tatlıses
devamını gör...
ciddi ilişki bulmanın çok zor olması
bence asıl sorun bundan ziyade ikili ilişkilerin artık üretimden yoksunlaşması ve birbirini tüketmek üzerine kurulmasıdır.
devamını gör...
the temple beau
ingiliz roman ve oyun yazarı henry fielding'in yazdığı dördüncü oyun. fielding ingiliz sınıflarının her birinin yozluğunu ve renkli maskelerin altında yatan gülünç insan tabiatını diğer eserlerinde olduğu gibi burada da kendince düşürmeye çalışıyor fakat karmaşık olay örgüsünün ve birbirine dolanmış insan ilişkilerinin anlatımı bir güldürü için abartı olmasa bile yorucu. yazarın bir diğer oyunu olan love in several masques gibi belirli bir karakter motifini içinde barındıran oyun yine de love in several masques'e göre daha basit ve tek düze bir biçimde ilerliyor. bu benzer karakter motifini jean baptiste poquelin moliere'in eserlerinde de görüyoruz esasında ama fielding'in güldürüsü ve hicvi moliere kadar keskin değil. yine de bu ifade yanıltıcı olmasın, fielding -özellikle samuel richardson'ın ünlü pamela'sına parodi olarak yazdığı muhteşem bir hiciv ürünü olan shamela eseri ile- gerçek anlamda büyük bir hiciv ustası, sadece iğnesini moliere gibi belirgin bir biçimde batırmıyor. kahkahalara boğulduktan dakikalar sonra aslında kendisine güldüğünü fark ediyor insan. fielding'in zaman zaman oyunların içine yedirdiği -ki bunun en başarılı örneği muhtemelen çok yerilmesine rağmen rape upon rape oyunudur- siyasi eleştiriler bu oyunda yok denecek kadar az, fielding çuvaldızı daha çok soylu sınıfına batırıyor ve oyunun üzerine ilerlediği aşk-evlilik gibi kavramlar bir nebze gölgede kalıyor. bellaria, wilding, lady gravely gibi oldukça renkli karakterlere sahip olduğunu söylemek gerek. ki wilding karakteri itibari ile love in several masques'in ana karakteri wisemore ile epey benzerlik taşımaktadır. iki oyunun arasında 2 senelik bir süre olduğunu göz önüne alırsak the temple beau oyunu fielding'in love in several masques'i geliştirmesinin bir yan ürünü denilebilir.
the slander of some people is as great a recommendation as the praise of others. for one is as much hated by the dissolute world, on the score of virtue, as by the good, on that of vice. -act. 1, sc. 1
the slander of some people is as great a recommendation as the praise of others. for one is as much hated by the dissolute world, on the score of virtue, as by the good, on that of vice. -act. 1, sc. 1
devamını gör...
dünyanın en samimiyetsiz cümlesi
(bkz: sosyal medya kullanamıyorum).
kendisi instangramda hiç paylaşım yapmaz. sıfır gönderi ile durur. tüm komşuları takip eder.
instangramdaki postları beğenmez ama hikayeleri ilk görür.
whatsupta resmi olmaz, başkalarının whatsup durumunu takip eder akşama kadar. sanki görmüyorum.
kendisi instangramda hiç paylaşım yapmaz. sıfır gönderi ile durur. tüm komşuları takip eder.
instangramdaki postları beğenmez ama hikayeleri ilk görür.
whatsupta resmi olmaz, başkalarının whatsup durumunu takip eder akşama kadar. sanki görmüyorum.
devamını gör...
edebiyattan anlayan kız vs mantıdan anlayan kız
benim bu başlık altında bir espri yapmam gerek ama espriyi bulamadım.
devamını gör...
felsefeden anlayan kadın vs mantı yapabilen kadın
felsefeden anlamak genel kültürden , okumaktan geçiyor. mantı yapabilmek ise mantı kesen oklavalardan. hayır diğer türlü belin kırılır yani.
yani arasında tercih yapmak zorunda değilsiniz beyler ben oklava linkini atayım mantıyı siz yapıverin.
yani arasında tercih yapmak zorunda değilsiniz beyler ben oklava linkini atayım mantıyı siz yapıverin.
devamını gör...
abartıldığı kadar iyi olmayan yiyecekler
kiraz yaprağı sarması.
devamını gör...
arkadaş ortamının dışlanan kişisi olmak
arkadaşlarıyla sokakta yürürken kaldırıma sığmadığı için arkadan yürüyen insandır.
edit: başlık başa kalmış...
edit: başlık başa kalmış...
devamını gör...
sözlüklerin siyasi görüşleri
ülkemi çok seviyorum.
ülkeme ait her şeyi çok seviyorum.
başka yerde yaşamam.
siyasi görüşüm türkiyeci olmak.
kalan tüm görüşlere mesafem aşağı yukarı aynı.
bazen sol olabilecek kadar sağcılara kızsam da solcuların da matah bir şey olmadıklarını anlayıp vazgeçiyorum.
ülkeme ait her şeyi çok seviyorum.
başka yerde yaşamam.
siyasi görüşüm türkiyeci olmak.
kalan tüm görüşlere mesafem aşağı yukarı aynı.
bazen sol olabilecek kadar sağcılara kızsam da solcuların da matah bir şey olmadıklarını anlayıp vazgeçiyorum.
devamını gör...
boş insanla dolu dolu insanla boş muhabbet yapmamak
anlamadığım başlıktır.
çok fazla boş var neyi nereye koyacağımı çıkaramadım.
çok fazla boş var neyi nereye koyacağımı çıkaramadım.
devamını gör...
yazarların en eften püften başarıları
biyolojiden 20 alıp sınıfta herkese maskara olmam, sonraki sınav 100 alıp tüm sınıfı gt etmem.
devamını gör...
mars'a inen keşif araçlarının kuma saplanıp kalması durumunda vurduracak kimselerin olmadığı gerçeği
az önce aydınlanma geçirdiğim ve detoks suyumu püskürtmeme neden olmuş durumdur. düsünsenize dostlar milyar dolarlık bütçe + yıllarca süren arge çalışmaları yapıp yüzeye bir modül fırlatıyorsunuz ve araç daha bir iki metre gittikten sonra kuma saplanıyor. koskoca gezegen, kimse vurduramıyor aracı... vallahi bütün tadım tuzum kaçtı ikindi vakti....
devamını gör...
takipten çıkan takipçi
canı sağolsun.
devamını gör...
sözlüğe 90'lardan bir şarkı bırak
ne çalardı her yerde.
devamını gör...
prusya mavisi
diğer adıyla berlin mavisi.
alman boya imalatçısı johan jacob diesbach yeni bir kırmızı renk bulmak üzere çalıştığı esnada malzemelerde kullandığı kalya taşı hayvan kanına bulaşıyor. sonuç olarak daha kırmızı değil, daha mavi renk ortaya çıktı. siyaha yakın mavi renk diyebiliriz.
alman boya imalatçısı johan jacob diesbach yeni bir kırmızı renk bulmak üzere çalıştığı esnada malzemelerde kullandığı kalya taşı hayvan kanına bulaşıyor. sonuç olarak daha kırmızı değil, daha mavi renk ortaya çıktı. siyaha yakın mavi renk diyebiliriz.
devamını gör...
şöhrete tapınma sendromu
bir kişinin, bir ünlünün kişisel ve mesleki yaşamının ayrıntılarıyla aşırı derecede ilgilendiği, takıntılı bir bağımlılık bozukluğudur. temelinde; başkasına tutunma, başkasından medet umma, ona benzeyerek özenme ve yardım alma ihtiyacı vardır.
devamını gör...
gülhane parkı
nazım hikmet'in şiiriyle cem karacanın sesi bir araya gelmiş ve bize bu eseri takdim etmiştir.
şiirin az bilinen hikayesini anlatıyorum;
nazım hikmet; sivri dillidir ve dönemin hükümeti tarafından pek sevilen biri değildir. yine bir gün nazım polis tarafından aranırken, sevgilisinin hasretine dayanamayıp buluşmaya karar verirler. buluşma yeri gülhane parkıdır. nazım, gizlene saklana gülhane parkına gelir ve sevgilisini beklemeye koyulur. beklerken oradan iki polis geçer ve nazım onları gördüğü anda hemen dibindeki ağaca çıkar, saklanmaya çalışır. tam o sırada sevgilisi buluşma noktasına gelir ve nazımı göremez. polislere rağmen nazım bir şekilde ağaçtan aşağıdaki sevgilisine seslenmeye çalışır. ancak ne kadar uğraşsa da sevgilisi onu duyamaz ve nazım o sırada şu dizeleri yazar; ben bir ceviz ağacıyım gülhane parkında, ne sen bunun farkındasın ne de polis farkında.
şiir
şiirin az bilinen hikayesini anlatıyorum;
nazım hikmet; sivri dillidir ve dönemin hükümeti tarafından pek sevilen biri değildir. yine bir gün nazım polis tarafından aranırken, sevgilisinin hasretine dayanamayıp buluşmaya karar verirler. buluşma yeri gülhane parkıdır. nazım, gizlene saklana gülhane parkına gelir ve sevgilisini beklemeye koyulur. beklerken oradan iki polis geçer ve nazım onları gördüğü anda hemen dibindeki ağaca çıkar, saklanmaya çalışır. tam o sırada sevgilisi buluşma noktasına gelir ve nazımı göremez. polislere rağmen nazım bir şekilde ağaçtan aşağıdaki sevgilisine seslenmeye çalışır. ancak ne kadar uğraşsa da sevgilisi onu duyamaz ve nazım o sırada şu dizeleri yazar; ben bir ceviz ağacıyım gülhane parkında, ne sen bunun farkındasın ne de polis farkında.
şiir
devamını gör...
kelebek etkisi
bir şeyin başlangıcındaki küçücük bir değişimin bile çok büyük sonuçlara zemin hazırlamasıdır.* öyle ki kafaya takmış olduğum ve hayatıma enjekte etmeye çalıştığım etkidir. fiziksel, karakteristik minik değişiklikler... şimdi 10 ay öncesine göre çok farklıyım.
devamını gör...