normal sözlük’te darağacının hazırlanması
finallerim var ne oluyor dediğim başlıktır.
giremiyorum siteye alooo sözlük darağacı değil giyotin tercih ediyor ayrıca yanlış bilgi vermeyin.
giremiyorum siteye alooo sözlük darağacı değil giyotin tercih ediyor ayrıca yanlış bilgi vermeyin.
devamını gör...
burun estetiğinin aşırı yaygınlaşması
burna övgü de yergi de çok fazla.
benim de sürekli estetik mi sorusuna muhatttap kaldığım durum.
bundan bir on sene önce böyle bir şey yoktu. ya kimse ilgilenmiyor burunlarla ya da yaygın değildi estetik operasyon.
işin özü kimseyi ilgilendirmez.
'ben doğallıktan yanayımmm yağğğ bence hiç yakışmıyorrrgg' diyenlerin çoğunun parası yok. olsa ohhooo...
insanımız çok değişti gerçekten. her şeyi eleştirebileceğini, yorum yapabileceğini, yerden yere vurabileceğini sanıyor. bir de bunu hak biliyor. çok komik gerçekten. bu galiba kendinde olmayan olamayacak olan öz güven, para, bir şeyleri çok rahat yapabilme vsvs durumuna hasetlenmenin psikolojik olarak dışa vurumu.
bu konuyu daha detaylı olarak incelemek gerekiyor ama minnak bir ön hazırlığı bu başlığa kısmetmiş.
benim de sürekli estetik mi sorusuna muhatttap kaldığım durum.
bundan bir on sene önce böyle bir şey yoktu. ya kimse ilgilenmiyor burunlarla ya da yaygın değildi estetik operasyon.
işin özü kimseyi ilgilendirmez.
'ben doğallıktan yanayımmm yağğğ bence hiç yakışmıyorrrgg' diyenlerin çoğunun parası yok. olsa ohhooo...
insanımız çok değişti gerçekten. her şeyi eleştirebileceğini, yorum yapabileceğini, yerden yere vurabileceğini sanıyor. bir de bunu hak biliyor. çok komik gerçekten. bu galiba kendinde olmayan olamayacak olan öz güven, para, bir şeyleri çok rahat yapabilme vsvs durumuna hasetlenmenin psikolojik olarak dışa vurumu.
bu konuyu daha detaylı olarak incelemek gerekiyor ama minnak bir ön hazırlığı bu başlığa kısmetmiş.
devamını gör...
saçma sapan iltifatlar
"çok güzel bir kadınsın, mutsuzsun, neden?"
bir- çok güzel bir kadın değilim.
iki- bunun konumuzla ilgisi ne?
samimiyetsizlikte arşa çıktım dönemiyorum seviyesi.
bir- çok güzel bir kadın değilim.
iki- bunun konumuzla ilgisi ne?
samimiyetsizlikte arşa çıktım dönemiyorum seviyesi.
devamını gör...
elbisenin kadınları daha zarafet sahibi göstermesi
zerafet sahibi kişiye zarif denir. gereksiz kelime kullanımı içeren başlık.
devamını gör...
enver gökçe
toplumcu gerçekçi şiirin büyük ustalarındandır enver gökçe. hakkında hiç yazılmaması beni oldukça şaşırttı. yalnızca şair demek doğru olmaz elbette, kendisi aynı zamanda yazar ve çevirmendi. sanatını toplumdan ayrı tutmamış, dizelerinde ustaca aktarmıştır gördüğünü. ne yazık, birçokları gibi unutulmuş ve anlaşılmadan ölüp gitmiş.
nihat behram'ın kaleminden enver gökçe:
--- alıntı ---
yok edilmiş bir halk cevheri: enver gökçe
(bu yazı 30 yıl önce, gökçe’nin ölüm haberini aldığım kanlı, karanlık 12 eylül günlerinde sürgünde yazdığım ve ancak ölümünün 5. yılında almanya’da yayınlayabildiğim bir yazıdır. ölümünün 30. yılında enver ağabeyi saygıyla anarak...)
shekespeare, “belki kaderimi değiştiremem, fakat aklıma yatmayan şeylere de boyun eğecek değilim!” demişti. akla yatmayan şeylere boyun eğmemek, ‘kader’ diye nitelenen şeye başkaldırının kendisidir zeten. enver gökçe’nin acılar denizi olan hayatını düşünürken hep onun bu sözü dolaştı içimde: “hey benim karasevdam, kalleş kaderim!”
neydi e. gökçe’nin ‘karasevdam’ dediği şey? bıraktığı bir kitapçık şiirin ve acı yaşam öyküsünün her dizesinde, her anında açıkça görülüyor ki, halkına, yurduna sonsuz bir tutkuyla bağlıydı. halkının mutluluğu uğrunda her türden belaya ‘hoş geldin!’ dediği bir tutkuydu bu. kısaca, bir karasevdaydı halk deyimiyle. ve sevdası ve sevdasındaki kararlılığı ve kararlılığındaki direnci ‘kaderini’ çizmişti. kalleşçe çizmişti hem de. bütün dizelerinde kolayca görünüyor ki, aklına yatmayan bu kadere başkaldırısında karasevdası gibi kararlıydı.
enver gökçe, yazık ki yok edilmiş bir halk cevheridir. şiir dolu yüreği açmadan soldurulmuş bir çiçek gibidir. meyveye duracakken yolunmuş bir tomurcuk gibidir. daha çağlasında kırılmış bir dal gibidir. zehirlenmiş bir akarsu, yakılmış bir orman, ana rahminde öldürülmüş bir çocucuk gibidir. bala durmuş bir kovanın arıları nasıl dağıtılmışsa, öylece ziyan edilmiştir bu halk cevheri.
bir düzen ki, köylüsünü, işçisini, gençliğini kırbaç altında tutuyor... aynı günlerde gökçe’yi de hücrelere koymuşlar, zincirlere vurmuşlar. bir düzen ki, ahtapot gibi kollarıyla halkın kanını emiyor... aynı günlerde gökçe’yi de bir dilim ekmeğe muhtaç etmiştir.
ilk gençlik günlerinden, düşkünler evinde yoksulluk içinde öldüğü güne dek hayatının her anında teniyle, yüreğiyle acılarına ortak olmuş halkının. yani karasevdası kalleş kaderi olmuş!
enver gökçe, her şeyden önce onurlu bir hayat bıraktı geriye. acının iğnesi ipliğiyle dokunmuş onurlu bir hayat. bıraktığı şiirler bir elin parmakları, bir kitapçığın sayfalarıyla sayılacak denli az. az fakat her satırında yaşadığı acı denizinin destanı gizlidir. her satırı halkına duyduğu karasevdanın ışığıyla yazılmıştır. her satırı kalleş kaderine başkaldırının hıncıyla yazılmıştır. gökçe’nin şiirleri, katliamlardan kurtulmuş bir çocuk gibidir: her şeyi anlatan bakışlarıyla usul usul büyür. hıncını, öfkesini büyütür. sevdasını, dileğini büyütür. hesap sorulsun diye büyütür.
büyük kente geldiği ilk gençlik günlerinde halkın kültür hazinesi uçsuz bucaksız bir deniz gibiydi onun için. üniversite eğitimini de bu konuda seçmişti. gerek öğrencilik döneminde gerekse sonraki yıllarında köy köy dolaştığı türkiye’de halk türküleri, halk sanatı içinde yoğruldu. üniversite bitirme tezi olarak ‘egin türküleri’ üstünde çalıştı. o dönemde halk kültürüne karşı düşmanca bir anlayış egemendi. büyük halk kültürü bilgini pertev naili boratav’ın üniversite kürsüsü lağv edilmişti. tıpkı kültürü gibi, halkın acılarıyla ilgilenenlerin de peşini bela bırakmıyordu.
gökçe’nin halk kültürüne olan derin tutkusu halkının acılarına duyduğu öfkeyle pekişti. bu birlikten gökçe şiiri doğdu. gökçe’nin şiiri bir halk danteli gibidir. şiirine dantel gibi işlediği türkiye’yi en ince güzelliklerine, en ince özelliklerine dek tanıyordu: “böğürtlen / köklerinden / yayla / çiçeklerinden / ve de / yarpuzlardan / pırıl / pırıl / cam gibi / serin / sulardan / doğar / çemişgezek / suyu.”
derin inceliklerine dek soluduğu bu tanışmayı, o doğanın üstündeki insanlarla olan tanışmasıyla pekiştirmişti: “ ve / yamada / allı / pullu / beyaz / peştemallı / başörtülü / üç / etekli / kadınlar / kimi / göbek / toplar / kimi / madımak / ve / keban / ile / elazığın / arası / un / uçmaz / kepek / kaçmaz / viranler / var...”
halkıyla bu tanışması sıradan bir tanışma değildi. onun görüntülerini acı gerçeğiyle tanımlıyordu: “sırtımda / alaca / mintan / boynumda / yazma / afilli / kasketim / düşmüş / yere / ayağımda / kar / kabar / ayağımda / soğuk / kuyu / lastiği / boynu / buruk / kalmışım / böyle / ah / len / ah.”
ve bu sentezi toplumcu gerçekçi sanat anlayışının ölçüleriyle bilincin danteline işliyordu: “anamız birdir, aynı memeden emmişiz dostlar / sizlerle beraber herk ettik toprağı / beraber yattık hapiste, beraber teskere aldık / ve maniler yaktık hasret için / gülemediysek de boş verdik beraber... / halay mı çekmedik kol kola / horon mu tepmedik diz dize / cepken mi vermedik rüzgâra? / koyun koyuna yattık toprak duvarlarda / sıtmayla, sığırla, davarlarla... / daha da yatarız dostlarım daha da... / gün gelirse eğer / halay söyler, türkü söyler gibi yan yana / mavzer mavzere verip de / düşmana kurşun da atarız / sizlere kanım kaynıyor, yabancı değilsiniz bana...”
halkı her ulustan, her inançtan insanlar bütünlüğü içinde tanıyordu. gökçe’nin halk olgusuna bakışındaki bu boyutun örneği türkiye sanat dünyasında çok azdır: “ ve / kürtler / aleviler / çingeneler / yaşar / toprak / damlar / ve / çadırlarda...külli / topraksız / killi / arkasız / ve / horlanmış”
duygu, düşünce ve gözlemleriyle, doğasıyla, yaşamıyla tanışı olduğu halkı işlerken, sanatına çıkış noktasını da zengin halk kültürünün kaynağından alıyor, kaynağın damarlarından besliyordu. halk efsaneleri, masalları, türküleri, manileri, gökçe şiirinin rengini, tadını veriyordu: “zaman akar, zaman geçer / zaman zindan içinde / biz mapusta gürül gürül yatardık / yılan çıyan içinde / getirdiler ite kaka bir yiğit / ayak çıplak / ak bir mintan içinde / zaman zaman içinde / işık duman içinde...”
halk masallarının ‘masal başlangıcı’ ölçüleriyle yazılmış bu şiirde görülen biçim yani halk kültüründen esinlenme gökçe’nin tüm şiirlerinde değişik tadlarla kendini hissettirir. bu biçimin özüne işlediği devrimci düşünce, halkın güncel acılarından, çağsal boyutlara kadar bir yelpaze oluşturur şiirinde: “kore dağlarında tabakam kaldı”... acısını türküsüne ‘bayburt dağlarında mendilim kaldı’ diye işleyen bir halka, gökçe’nin şiirindeki öz hiç de yabancı değildir. bilir, duyar ne söylemek istediğini.
sevgisiyle, sevdasıyla, acısıyla halk denizine savrulmuş, o denizin bir parçası olmuş gökçe daha ilk gençlik günlerinden öldüğü güne dek sonu gelmez baskılara hedef oldu. sanatını hiçbir zaman satamadı. çünkü sanatı kendini satmayan bir adamın sanatıydı. sanatıyla yaşama olanağı bulabilmesi bir yana, yaptığı sanat, üstünde ezici baskılara neden oluyordu. açlıktan ölmemek için kimi zaman sıradan gazetelerde düzeltmenlik yapıyor, kimi zaman bir başka yerde karın tokluğuna çalışıyordu. binbir acıya ve zorluğa hedef olması yetmiyormuş gibi bir de horlanıyordu: “döğülmüşüm / söğülmüşüm / kovulmuşum / siktir çekilmişim yani / kendi öz yurdumda / bir meri keklik gibi / çeker giderim”
ölümünden kısa bir süre önce yayınladı bu şiirini. içine bir türlü sindiremediği 12 eylül darbesi’nin kanlı karanlık günlerinde, iç dünyası daha da örselendi. 19 kasım 1981 de yalnızlığına, acılarına sarınıp sessizce ayrıldı aramızdan. ölümü darbeci medyada ‘haber değeri’ taşımadı...
her birinde yüreğinin, onurlu bir hayatın gürültüsü duyulan şiirlerini bıraktı halkına. yaşadığı acı hayat nedeniyle, halkına armağan edebileceği zenginliğin çok azını başarabildi. yıkılıp yakılmış ormanların, talan edilmiş, peşkeş çekilmiş madenlerin, işkencelerin, katliamların, sömürünün, soygunun, ayrı düşürülmüş sevdalıların, gurbetin, zindanın hesabıyla birlikte gökçe’nin hesabı da sorulmalıdır. o, bir de bu mirası bıraktı halkına: “bir mermi de benden aslanım / bir mermi de benden / bir mermi de benden / zafer topları, mübarek namlular!”
halkı için düşünen beyin, çarpan yüreklerin yanı başında gökçe her zaman soluyacak....
nihat behram
16.11.2011 - 07:31
--- alıntı ---
"düştüm bir öylesi çekilmez derde,
ne ölümü düşünürdüm, ne yaşamak korkusu,
ne sır aradım herşeyde, ne gariplik var serde,
ne kara sevda, ne sevmek ne sevilmek arzusu
artık her şarkı dokunur bana bu şehirde."
nihat behram'ın kaleminden enver gökçe:
--- alıntı ---
yok edilmiş bir halk cevheri: enver gökçe
(bu yazı 30 yıl önce, gökçe’nin ölüm haberini aldığım kanlı, karanlık 12 eylül günlerinde sürgünde yazdığım ve ancak ölümünün 5. yılında almanya’da yayınlayabildiğim bir yazıdır. ölümünün 30. yılında enver ağabeyi saygıyla anarak...)
shekespeare, “belki kaderimi değiştiremem, fakat aklıma yatmayan şeylere de boyun eğecek değilim!” demişti. akla yatmayan şeylere boyun eğmemek, ‘kader’ diye nitelenen şeye başkaldırının kendisidir zeten. enver gökçe’nin acılar denizi olan hayatını düşünürken hep onun bu sözü dolaştı içimde: “hey benim karasevdam, kalleş kaderim!”
neydi e. gökçe’nin ‘karasevdam’ dediği şey? bıraktığı bir kitapçık şiirin ve acı yaşam öyküsünün her dizesinde, her anında açıkça görülüyor ki, halkına, yurduna sonsuz bir tutkuyla bağlıydı. halkının mutluluğu uğrunda her türden belaya ‘hoş geldin!’ dediği bir tutkuydu bu. kısaca, bir karasevdaydı halk deyimiyle. ve sevdası ve sevdasındaki kararlılığı ve kararlılığındaki direnci ‘kaderini’ çizmişti. kalleşçe çizmişti hem de. bütün dizelerinde kolayca görünüyor ki, aklına yatmayan bu kadere başkaldırısında karasevdası gibi kararlıydı.
enver gökçe, yazık ki yok edilmiş bir halk cevheridir. şiir dolu yüreği açmadan soldurulmuş bir çiçek gibidir. meyveye duracakken yolunmuş bir tomurcuk gibidir. daha çağlasında kırılmış bir dal gibidir. zehirlenmiş bir akarsu, yakılmış bir orman, ana rahminde öldürülmüş bir çocucuk gibidir. bala durmuş bir kovanın arıları nasıl dağıtılmışsa, öylece ziyan edilmiştir bu halk cevheri.
bir düzen ki, köylüsünü, işçisini, gençliğini kırbaç altında tutuyor... aynı günlerde gökçe’yi de hücrelere koymuşlar, zincirlere vurmuşlar. bir düzen ki, ahtapot gibi kollarıyla halkın kanını emiyor... aynı günlerde gökçe’yi de bir dilim ekmeğe muhtaç etmiştir.
ilk gençlik günlerinden, düşkünler evinde yoksulluk içinde öldüğü güne dek hayatının her anında teniyle, yüreğiyle acılarına ortak olmuş halkının. yani karasevdası kalleş kaderi olmuş!
enver gökçe, her şeyden önce onurlu bir hayat bıraktı geriye. acının iğnesi ipliğiyle dokunmuş onurlu bir hayat. bıraktığı şiirler bir elin parmakları, bir kitapçığın sayfalarıyla sayılacak denli az. az fakat her satırında yaşadığı acı denizinin destanı gizlidir. her satırı halkına duyduğu karasevdanın ışığıyla yazılmıştır. her satırı kalleş kaderine başkaldırının hıncıyla yazılmıştır. gökçe’nin şiirleri, katliamlardan kurtulmuş bir çocuk gibidir: her şeyi anlatan bakışlarıyla usul usul büyür. hıncını, öfkesini büyütür. sevdasını, dileğini büyütür. hesap sorulsun diye büyütür.
büyük kente geldiği ilk gençlik günlerinde halkın kültür hazinesi uçsuz bucaksız bir deniz gibiydi onun için. üniversite eğitimini de bu konuda seçmişti. gerek öğrencilik döneminde gerekse sonraki yıllarında köy köy dolaştığı türkiye’de halk türküleri, halk sanatı içinde yoğruldu. üniversite bitirme tezi olarak ‘egin türküleri’ üstünde çalıştı. o dönemde halk kültürüne karşı düşmanca bir anlayış egemendi. büyük halk kültürü bilgini pertev naili boratav’ın üniversite kürsüsü lağv edilmişti. tıpkı kültürü gibi, halkın acılarıyla ilgilenenlerin de peşini bela bırakmıyordu.
gökçe’nin halk kültürüne olan derin tutkusu halkının acılarına duyduğu öfkeyle pekişti. bu birlikten gökçe şiiri doğdu. gökçe’nin şiiri bir halk danteli gibidir. şiirine dantel gibi işlediği türkiye’yi en ince güzelliklerine, en ince özelliklerine dek tanıyordu: “böğürtlen / köklerinden / yayla / çiçeklerinden / ve de / yarpuzlardan / pırıl / pırıl / cam gibi / serin / sulardan / doğar / çemişgezek / suyu.”
derin inceliklerine dek soluduğu bu tanışmayı, o doğanın üstündeki insanlarla olan tanışmasıyla pekiştirmişti: “ ve / yamada / allı / pullu / beyaz / peştemallı / başörtülü / üç / etekli / kadınlar / kimi / göbek / toplar / kimi / madımak / ve / keban / ile / elazığın / arası / un / uçmaz / kepek / kaçmaz / viranler / var...”
halkıyla bu tanışması sıradan bir tanışma değildi. onun görüntülerini acı gerçeğiyle tanımlıyordu: “sırtımda / alaca / mintan / boynumda / yazma / afilli / kasketim / düşmüş / yere / ayağımda / kar / kabar / ayağımda / soğuk / kuyu / lastiği / boynu / buruk / kalmışım / böyle / ah / len / ah.”
ve bu sentezi toplumcu gerçekçi sanat anlayışının ölçüleriyle bilincin danteline işliyordu: “anamız birdir, aynı memeden emmişiz dostlar / sizlerle beraber herk ettik toprağı / beraber yattık hapiste, beraber teskere aldık / ve maniler yaktık hasret için / gülemediysek de boş verdik beraber... / halay mı çekmedik kol kola / horon mu tepmedik diz dize / cepken mi vermedik rüzgâra? / koyun koyuna yattık toprak duvarlarda / sıtmayla, sığırla, davarlarla... / daha da yatarız dostlarım daha da... / gün gelirse eğer / halay söyler, türkü söyler gibi yan yana / mavzer mavzere verip de / düşmana kurşun da atarız / sizlere kanım kaynıyor, yabancı değilsiniz bana...”
halkı her ulustan, her inançtan insanlar bütünlüğü içinde tanıyordu. gökçe’nin halk olgusuna bakışındaki bu boyutun örneği türkiye sanat dünyasında çok azdır: “ ve / kürtler / aleviler / çingeneler / yaşar / toprak / damlar / ve / çadırlarda...külli / topraksız / killi / arkasız / ve / horlanmış”
duygu, düşünce ve gözlemleriyle, doğasıyla, yaşamıyla tanışı olduğu halkı işlerken, sanatına çıkış noktasını da zengin halk kültürünün kaynağından alıyor, kaynağın damarlarından besliyordu. halk efsaneleri, masalları, türküleri, manileri, gökçe şiirinin rengini, tadını veriyordu: “zaman akar, zaman geçer / zaman zindan içinde / biz mapusta gürül gürül yatardık / yılan çıyan içinde / getirdiler ite kaka bir yiğit / ayak çıplak / ak bir mintan içinde / zaman zaman içinde / işık duman içinde...”
halk masallarının ‘masal başlangıcı’ ölçüleriyle yazılmış bu şiirde görülen biçim yani halk kültüründen esinlenme gökçe’nin tüm şiirlerinde değişik tadlarla kendini hissettirir. bu biçimin özüne işlediği devrimci düşünce, halkın güncel acılarından, çağsal boyutlara kadar bir yelpaze oluşturur şiirinde: “kore dağlarında tabakam kaldı”... acısını türküsüne ‘bayburt dağlarında mendilim kaldı’ diye işleyen bir halka, gökçe’nin şiirindeki öz hiç de yabancı değildir. bilir, duyar ne söylemek istediğini.
sevgisiyle, sevdasıyla, acısıyla halk denizine savrulmuş, o denizin bir parçası olmuş gökçe daha ilk gençlik günlerinden öldüğü güne dek sonu gelmez baskılara hedef oldu. sanatını hiçbir zaman satamadı. çünkü sanatı kendini satmayan bir adamın sanatıydı. sanatıyla yaşama olanağı bulabilmesi bir yana, yaptığı sanat, üstünde ezici baskılara neden oluyordu. açlıktan ölmemek için kimi zaman sıradan gazetelerde düzeltmenlik yapıyor, kimi zaman bir başka yerde karın tokluğuna çalışıyordu. binbir acıya ve zorluğa hedef olması yetmiyormuş gibi bir de horlanıyordu: “döğülmüşüm / söğülmüşüm / kovulmuşum / siktir çekilmişim yani / kendi öz yurdumda / bir meri keklik gibi / çeker giderim”
ölümünden kısa bir süre önce yayınladı bu şiirini. içine bir türlü sindiremediği 12 eylül darbesi’nin kanlı karanlık günlerinde, iç dünyası daha da örselendi. 19 kasım 1981 de yalnızlığına, acılarına sarınıp sessizce ayrıldı aramızdan. ölümü darbeci medyada ‘haber değeri’ taşımadı...
her birinde yüreğinin, onurlu bir hayatın gürültüsü duyulan şiirlerini bıraktı halkına. yaşadığı acı hayat nedeniyle, halkına armağan edebileceği zenginliğin çok azını başarabildi. yıkılıp yakılmış ormanların, talan edilmiş, peşkeş çekilmiş madenlerin, işkencelerin, katliamların, sömürünün, soygunun, ayrı düşürülmüş sevdalıların, gurbetin, zindanın hesabıyla birlikte gökçe’nin hesabı da sorulmalıdır. o, bir de bu mirası bıraktı halkına: “bir mermi de benden aslanım / bir mermi de benden / bir mermi de benden / zafer topları, mübarek namlular!”
halkı için düşünen beyin, çarpan yüreklerin yanı başında gökçe her zaman soluyacak....
nihat behram
16.11.2011 - 07:31
--- alıntı ---
"düştüm bir öylesi çekilmez derde,
ne ölümü düşünürdüm, ne yaşamak korkusu,
ne sır aradım herşeyde, ne gariplik var serde,
ne kara sevda, ne sevmek ne sevilmek arzusu
artık her şarkı dokunur bana bu şehirde."
devamını gör...
hayatım sen çok yoruldun bugün de evin işini ben yaparım diyen erkek
şimdi efenm sorumsuz ve vurdumduymaz insandan kimse hoşlanmaz. bir erkek eşinin yorgun olduğu bir zamanda bunu teklif etmeyip banane diyip totosunu devirip yatıyorsa kadın benim kocam adam adam! demeyecektir.
devamını gör...
oğuz atay
"- gözden ırak, gönülden de ırak olur mu efendimiz?
- hayır olric. yüreğinde bir yer açıp oraya oturttuğun her kimse, seninle birlikte gider her yere."
oğuz atay - tutunamayanlar
yine edebiyatımızdaki efsane yazarlardan biri. ölümü çok üzücüdür.
son gecesi şöyledir oğuz atay'ın:
bir dostlarının evindedirler.
oğuz atay bir ara banyoya gider.
bir süre çıkmaz. bir sessizlik olur.
dostları merak edip seslenirler
'nasılsın oğuz' diye. oğuz atay,
'sevinmeyin, daha ölmedim'
karşılığını verir banyodan.
sonra yine bir sessizlik olur.
ve yine bir merak başlar.
dostları banyoya koşarlar,
'nasılsın oğuz' diye seslenirler,
bu defa ölmüştür.
'sevinmeyin daha ölmedim'
oğuz atay'ın son sözleridir.
- hayır olric. yüreğinde bir yer açıp oraya oturttuğun her kimse, seninle birlikte gider her yere."
oğuz atay - tutunamayanlar
yine edebiyatımızdaki efsane yazarlardan biri. ölümü çok üzücüdür.
son gecesi şöyledir oğuz atay'ın:
bir dostlarının evindedirler.
oğuz atay bir ara banyoya gider.
bir süre çıkmaz. bir sessizlik olur.
dostları merak edip seslenirler
'nasılsın oğuz' diye. oğuz atay,
'sevinmeyin, daha ölmedim'
karşılığını verir banyodan.
sonra yine bir sessizlik olur.
ve yine bir merak başlar.
dostları banyoya koşarlar,
'nasılsın oğuz' diye seslenirler,
bu defa ölmüştür.
'sevinmeyin daha ölmedim'
oğuz atay'ın son sözleridir.
devamını gör...
sığmazam
türk şiirinin en çoşkun kalemi olan nesimi'nin çağları aşan şiiri.
bende sığar iki cihân ben bu cihâna sığmazam
cevher-i lâmekân benim kevn ü mekâna sığmazam
kevn ü mekândır âyetim zâta gider bidâyetim
sen bu nişân ile beni bil ki nişâne sığmazam
kimse gümân ü zann ile olmadı hakk ile biliş
hakkı bilen bilir ki ben zann ü gümâna sığmazam
sûrete bak vü ma'nîyi sûret içinde tanı kim
cism ile cân benim velî cism ile câna sığmazam
hem sadefim hem inciyim haşr ü sırât
bunca kumâş ü raht ile ben bu dükâna sığmazam
genc-i nihân benim ben uş ayn-ı ayân benim ben uş
gevher-i kân benim ben uş bahr ile kâna sığmazam
arş ile ferş ü kâf ü nûn bende bulundu cümle çün
kes sözünü uzatma kim şerh u beyâna sığmazam
gerçi muhît-i a'zâmım adım âdem durur âdemim
dâr ile kün fekân benim ben mu mekâna sığmazam
cân ile hem cihân benim dehr ile hem zamân benim
gör bu latifeyi ki ben dehr ü zamâna sığmazam
encüm ile felek benim vahy ile melek benim
çek dilini vü epsem ol ben bu lisâna sığmazam
zerre benim güneş benim çâr ile penc ü şeş benim
sûreti gör beyân ile çünkü beyâna sığmazam
zât ileyim sıfât ile kadr ileyim berât ile
gül-şekerim nebât ile piste-dehâna sığmazam
şehd ile hem şeker hem şems benim kamer benim
rûh-ı revân bağışlarım rûh-ı revâna sığmazam
tîr benim kemân benim pîr benim civân benim
devlet-i câvidan benim îne vü âna sığmazam
yer ü gökü düzen benim geri dönüp bozan benim
cümle yazı yazan benim ben bu dîvâna sığmazam
nâra yanan şecer benim çarha çıkar hacer benim
gör bu odun zebânesin ben bu zebâne sığmazam
gerçi bugün nesîmîyim hâşîmîyim kureyşîyim
bundan uludur âyetim âyet ü şâna sığmazam.
bende sığar iki cihân ben bu cihâna sığmazam
cevher-i lâmekân benim kevn ü mekâna sığmazam
kevn ü mekândır âyetim zâta gider bidâyetim
sen bu nişân ile beni bil ki nişâne sığmazam
kimse gümân ü zann ile olmadı hakk ile biliş
hakkı bilen bilir ki ben zann ü gümâna sığmazam
sûrete bak vü ma'nîyi sûret içinde tanı kim
cism ile cân benim velî cism ile câna sığmazam
hem sadefim hem inciyim haşr ü sırât
bunca kumâş ü raht ile ben bu dükâna sığmazam
genc-i nihân benim ben uş ayn-ı ayân benim ben uş
gevher-i kân benim ben uş bahr ile kâna sığmazam
arş ile ferş ü kâf ü nûn bende bulundu cümle çün
kes sözünü uzatma kim şerh u beyâna sığmazam
gerçi muhît-i a'zâmım adım âdem durur âdemim
dâr ile kün fekân benim ben mu mekâna sığmazam
cân ile hem cihân benim dehr ile hem zamân benim
gör bu latifeyi ki ben dehr ü zamâna sığmazam
encüm ile felek benim vahy ile melek benim
çek dilini vü epsem ol ben bu lisâna sığmazam
zerre benim güneş benim çâr ile penc ü şeş benim
sûreti gör beyân ile çünkü beyâna sığmazam
zât ileyim sıfât ile kadr ileyim berât ile
gül-şekerim nebât ile piste-dehâna sığmazam
şehd ile hem şeker hem şems benim kamer benim
rûh-ı revân bağışlarım rûh-ı revâna sığmazam
tîr benim kemân benim pîr benim civân benim
devlet-i câvidan benim îne vü âna sığmazam
yer ü gökü düzen benim geri dönüp bozan benim
cümle yazı yazan benim ben bu dîvâna sığmazam
nâra yanan şecer benim çarha çıkar hacer benim
gör bu odun zebânesin ben bu zebâne sığmazam
gerçi bugün nesîmîyim hâşîmîyim kureyşîyim
bundan uludur âyetim âyet ü şâna sığmazam.
devamını gör...
normal sözlük yazarlarının karalama defteri
kaçamıyorum
susmak istiyorum
ama susamıyorum
tek kaldım yine
kimse yok
ama izlediğim dizi
o bile
hafıza diyor
kaçamazsın diyor
biliyorum kaçamam
yazmasam
çıldırır mıyım
yazıyorum
belki daha az çıldırırım...
gülüşlerim vardı benim, ben kimim ben nerdeyim...
susmak istiyorum
ama susamıyorum
tek kaldım yine
kimse yok
ama izlediğim dizi
o bile
hafıza diyor
kaçamazsın diyor
biliyorum kaçamam
yazmasam
çıldırır mıyım
yazıyorum
belki daha az çıldırırım...
gülüşlerim vardı benim, ben kimim ben nerdeyim...
devamını gör...
normal sözlük yazarlarının şiirleri
bütün hayal kırıklıklarımı topladım,
bütün can yakan sözlerini ve
boşvermişliklerini,
bencilliklerini,
susuşlarını,
işine geldiği gibi açılan algılarını ve
ansızın beliren duyarsızlıklarını,
ve hep yıkmaya çalıştığım o itina ile ördüğün lanet olasıca duvarlarını,
bir eşik vardı,
bir adım,
oradan sonrası sensizlik,
oradan sonrası sen sağ ben selamet
geçemedim...
atamadım o adımı,
seni ardımda bırakıp yoluma gidemedim,
sanki bin yıldır tuttuğum nefesimmişsin gibi bırakamadım seni,
aslında içten içe öldürüyorken beni,
oysa hiçbir zaman açılmayacağını bildiğim bir kapının önünde yüz yıl beklemek gibiydi senin değişmeni beklemek,
öyle boş, öyle nafile,
öyle ziyan edilmiş...
bütün can yakan sözlerini ve
boşvermişliklerini,
bencilliklerini,
susuşlarını,
işine geldiği gibi açılan algılarını ve
ansızın beliren duyarsızlıklarını,
ve hep yıkmaya çalıştığım o itina ile ördüğün lanet olasıca duvarlarını,
bir eşik vardı,
bir adım,
oradan sonrası sensizlik,
oradan sonrası sen sağ ben selamet
geçemedim...
atamadım o adımı,
seni ardımda bırakıp yoluma gidemedim,
sanki bin yıldır tuttuğum nefesimmişsin gibi bırakamadım seni,
aslında içten içe öldürüyorken beni,
oysa hiçbir zaman açılmayacağını bildiğim bir kapının önünde yüz yıl beklemek gibiydi senin değişmeni beklemek,
öyle boş, öyle nafile,
öyle ziyan edilmiş...
devamını gör...
türkiye iş bankası kültür yayınları
1956'da hasan ali yücel tarafından kurulan ve iş bankasının desteklediği türkiye'nin en büyük yayın evlerinden birisidir.
devamını gör...
sevgilini elinden almam iki dakikamı alır
kalitesizlik, iğrençlik akıyor. kendine saygısı yok başkasına da yok.
devamını gör...
normal sözlük yazarlarının en yaşlı özelliği
fazla unutkanım.
alzheimer oldum sanırım.
alzheimer oldum sanırım.
devamını gör...
babaya söylemek istenip de söylenemeyenler
hah, anlat bakalım şimdi.
bok mu vardı kendini öldürecek kadar içmeye?
hiç mi düşünmedin "arkamdan 4 çocuk, bir eş bensiz ne yapar?" diye?
düşünmedin di mi?
gerçi hangi düşünceni bizimle paylaştın ki sen? dışardan bakan herkes için harika bir adamdın, elinden her iş gelirdi, duygusaldın, fedakardın bla bla bla.
kafamdaki silik soluk hatıran bile 70'lik yeni rakı şişelerinin ardında gizli, tek tük kalan fotoğraflarında bile yüzün hiç gülmüyor, hep bir hüzün.
ne derdin vardı senin baba?
gözümüze soka soka ölecek kadar ne içirdi seni?
mezarının başında kaç kere sordum bu soruyu sana bilmiyorum.
derdin neydi baba?
bok mu vardı kendini öldürecek kadar içmeye?
hiç mi düşünmedin "arkamdan 4 çocuk, bir eş bensiz ne yapar?" diye?
düşünmedin di mi?
gerçi hangi düşünceni bizimle paylaştın ki sen? dışardan bakan herkes için harika bir adamdın, elinden her iş gelirdi, duygusaldın, fedakardın bla bla bla.
kafamdaki silik soluk hatıran bile 70'lik yeni rakı şişelerinin ardında gizli, tek tük kalan fotoğraflarında bile yüzün hiç gülmüyor, hep bir hüzün.
ne derdin vardı senin baba?
gözümüze soka soka ölecek kadar ne içirdi seni?
mezarının başında kaç kere sordum bu soruyu sana bilmiyorum.
derdin neydi baba?
devamını gör...
bazı şair hikayeleri
varoluşsal bir sancı hikayesi: nilgün marmara
istanbul’da kızıltoprak’taki evleri dönemin yalnızlık tutkunu şairlerinin buluşma mekanı haline gelmiştir. ece ayhan, cemal süreya, edip cansever, tomris uyar, ilhan berk, cezmi ersöz, orhan akkaya… bu buluşma akşamlarında arkadaşlarınca zenci gırtlağına sahip olduğu söylenen nilgün şarkılar söyleyip arkadaşlarını eğlendirmiştir. belki de bu buluşmalardaki neşeli halinden cemal süreya, onu amerikalı yazar f.scott fitzgerald’ın ele avuca sığmayan karısı zelda’ya benzetir ve ona “çılgın zelda” derdi. bu yazar ve şairlerle sıkı dostluğuna rağmen kimseye yazdığı yazılardan pek bahsetmezdi ancak intiharından hemen önce eşine bıraktığı veda mektubunda ölümünün ardından daktiloya çekilmiş şiirlerini insanlarla paylaşabileceğini yazmıştır.
bu yıkıcı ölümün ardından yakın dostlarından cemal süreya şu açıklamayı yaptı “nilgün ölmüş. beşinci kattaki evinin penceresinden kendini aşağı atarak canına kıymış. ece ayhan söyledi. çok değişik bir insandı zelda. akşamları belli bir saatten sonra kişilik hatta beden değiştiriyor gibi gelirdi bana. yüzü alarır, bakışlarına çok güzel ama ürkütücü bir parıltı eklenirdi. çok da gençti. sanırım, otuzuna değmemişti daha. ece ile gergedan için yaptığımız söyleşide ondan söz ettim: bu dünyayı başka bir hayatın bekleme salonu ya da vakit geçirme yeri olarak görüyordu. dönüp baktığımda bir acı da buluyorum nilgün’ün yüzünde. o zamanlar görememiştim. bugün ortaya çıkıyor.”
istanbul’da kızıltoprak’taki evleri dönemin yalnızlık tutkunu şairlerinin buluşma mekanı haline gelmiştir. ece ayhan, cemal süreya, edip cansever, tomris uyar, ilhan berk, cezmi ersöz, orhan akkaya… bu buluşma akşamlarında arkadaşlarınca zenci gırtlağına sahip olduğu söylenen nilgün şarkılar söyleyip arkadaşlarını eğlendirmiştir. belki de bu buluşmalardaki neşeli halinden cemal süreya, onu amerikalı yazar f.scott fitzgerald’ın ele avuca sığmayan karısı zelda’ya benzetir ve ona “çılgın zelda” derdi. bu yazar ve şairlerle sıkı dostluğuna rağmen kimseye yazdığı yazılardan pek bahsetmezdi ancak intiharından hemen önce eşine bıraktığı veda mektubunda ölümünün ardından daktiloya çekilmiş şiirlerini insanlarla paylaşabileceğini yazmıştır.
bu yıkıcı ölümün ardından yakın dostlarından cemal süreya şu açıklamayı yaptı “nilgün ölmüş. beşinci kattaki evinin penceresinden kendini aşağı atarak canına kıymış. ece ayhan söyledi. çok değişik bir insandı zelda. akşamları belli bir saatten sonra kişilik hatta beden değiştiriyor gibi gelirdi bana. yüzü alarır, bakışlarına çok güzel ama ürkütücü bir parıltı eklenirdi. çok da gençti. sanırım, otuzuna değmemişti daha. ece ile gergedan için yaptığımız söyleşide ondan söz ettim: bu dünyayı başka bir hayatın bekleme salonu ya da vakit geçirme yeri olarak görüyordu. dönüp baktığımda bir acı da buluyorum nilgün’ün yüzünde. o zamanlar görememiştim. bugün ortaya çıkıyor.”
devamını gör...
tesla küresi
plazma küresi, plazma lambası gibi isimlerle bilinen, nikola tesla'nın birtakım frekans araştırmaları sonucunda ortaya çıkan, odamda da bir tane bulunan cam küre. oynamak çok keyifli içindeki plazmayla. canlı gibi tepki vermesi hoşuma gidiyor.
devamını gör...
yazarların başına gelen doğaüstü olaylar
sadece bir tane oldu, onda da üç arkadaş yazlıkta oturuyoruz, kafamız güzel olsun diye akşam için epey alkol ve meze aldık. mutfakta alınanları dolaba doldururken bir sigara yakıp sohbete daldık. sigaraları söndürdükten sonra film açmak için iki arkadaşım da salona doğru gitmeye koyuldu, salona doğru giden tek koridor vardı ve o da haliyle mutfak kapısından başlayan koridor. her neyse, iki arkadaşım birden korkarak ve bağırarak "noluyo lan?" şeklinde tepki verdi. ben de durumu çok anlamamıştım o sırada ama onlar o tepkiyi verdiğinde durumu fark ettim. resmen mutfaktan salona ışınlanmış gibiydim, koridordan hiç geçmedim ama onlar söylediğinde hem mutfaktaki anı, hem de salondaki beni gördükleri anı hatırlıyorum. sonrasında gün boyu bunun nasıl olacağını konuşmuştuk ama bir şey bulamadık tabii.
devamını gör...
hiç gelmeyecek birini özlemek
dolmuş gözler ve yarım tebessüm anlatır ancak bu çaresizliği.
devamını gör...
kedilere özgü gariplikler
kucağa çıkınca bir süre popusunu havaya diker ve yüzüme sürer bunu neden yaptığını asla anlamış değilim.
devamını gör...