diyelim ki o bunu okuyor
keşke her şey daha farklı olsaydı.
devamını gör...
kendimizi hafiflemiş hissetmemizi sağlayan şeyler
sizi üzen, kıran, değersiz hissettiren, sevginizin değerini bilmeyen kişilerden uzaklaşmak,iletişimi kesmek.
onun için yok ettiğiniz, sevdiğiniz hayalleri yapmak için cesaret bulmak.
onun için yok ettiğiniz, sevdiğiniz hayalleri yapmak için cesaret bulmak.
devamını gör...
fakir aktiviteleri
kesinlikle sözlükte yazması. hangi zengin boş vaktini sözlükte geçirir gider golf neyin oynar. bir gün sözlüğü bırakırsam bilin ki zengin olmuşumdur.
devamını gör...
likit radyo yayını
likitim hazır, bekliyorum heyecanla.*
devamını gör...
josef mengele
masum insanlar ve özellikle çocuklar üzerinde acımasız deneyler yapan bir cani. cezasını çekmeyip ülkeden savaş sonrası kaçabilenlerden aynı zamanda. güney amerika'da uzun süre yaşadığı biliniyor. bu katil herifin takıntılarından birisi de ikiz doğum oranını artırmakla ilgiliymiş. ve görüldüğü son yerlerden olan bir şehir, şuan dünyada ikiz doğum oranının en yüksek olduğu yerleşim yerlerinden biri. bu küçük yerleşim yerinin ismi "candido godi" olarak biliniyor ve ikiz doğan bebeklerin önemli bir kısmı sarışın ve mavi gözlü.
devamını gör...
normal sözlük yazarlarının karalama defteri
herkes bir gün bir yerde masumiyetini kaybeder,
ve ondan sonraki tüm günahların bedeli peşin ödenmiştir... *
ve ondan sonraki tüm günahların bedeli peşin ödenmiştir... *
devamını gör...
telefonların zihin okuması
ortam dinlemesidir o, zihin olsa yerinde duramazsın.
devamını gör...
normal sözlük yazarlarının karalama defteri
bir süredir, uzaklardan seviyorum seni. şimdi gel yakınıma yakından sev beni desen nasıl severdim seni inan ki bilmiyorum.
mesela tenine dokununca ne olurdu parmaklarıma?
diyelim ki artık bir adım ötemdesin, sarılabiliyorum sana.
nasıl sarardım seni kim bilir?
gölün kenarında bir bankta, güneşin batışını izlerken,
sen o güzelim başını, omzuma koysaydın,
ne yapardı gariban omzum?
mesela oldu ya, eymirin güzelim yollarında, el ele yürürken seninle,
aklım, o gariban aklım, kaç karış havalanırdı inan ki bilmiyorum.
hani oldu ya evimizdeyiz, umut dolu, sevgi dolu yeni bir güne şiirlerle başlar, öğle yemeği yerine düz yazılar ile beslenirdik. günün akşamını hafif bir yemeğin yanında birer kadehlik kırmızı şarabımızı içerken, plakçalarımızda çalan beethoven sayesinde kulaklarımızın pası silinmiş şekilde edebiyattan konuşarak geçirip, gecesini, uykuya dalmadan önce masallar anlatarak yaşardık. bu güzel günü bu şekilde bitirmek beni nasıl mutlu ederdi bir bilsen.
hani o, kırmızı panjurlu, önünde mor menekşeler olan, küçüçük ama ahşaptan, içerisinde yüzlerce, binlerce kitabımızın olduğu evimizde, elinde kitabın uyuyakalmış ruhunu sarmalamaktan daha büyük mutluluk verici şey ne olabilirdi ki.
işte bu düşüncelerle çıksam yüreğimden senin yüreğine doğru harekete geçsem.
ve, ellerimde en güzel papatya demetleriyle, bir gün ansızın çıkıp gelsem yanına. yüreğim pırpır kanatlanmış uçacak bir durumdayken, bedenim seni görmenin heyecanıyla tirtir titrerken, ruhum ise doğuştan yarım kalan tarafını bulmanın keyfini yaşarken, dudaklarımdan hangi kelimeler dökülürdü acaba inanki bilmiyorum? kelimelerin gücü yeter miydi bu büyük karşılaşmanın manasını anlatmaya? tüm zamanlarımı anlamlı kılan bu anı, türk dil kurumunun biçare sözlüğünde bulunan kelimelerin tek tek ya da çeşitli kombinasyonlarda bir araya gelerek anlatmasını beklemek, nafile bir çaba değil de neydi?
işte o an, o sözlük yeniden yazılmalıydı. en temiz harflerden, en derin anlamlar içeren kelimeler üretilerek.
hadi oldu diyelim, hislerimi anlatır cümleler kurabildim. peki kelimeler ne denli önemliydi.
hayran hayran bakışlar, titrek konuşmalar, ateş basmaları olmayınca.
insan, konuşurdu, yazardı, çizerdi ama emek olmayınca, sevdiğin kişiye sonsuz özgürlük tanımayınca, o güzel hisleri pazarlık konusu yapmaya başlayınca, sevgi mi kalırdı ortada.
evet evet, seni hiçbir karşılık beklemeden, sonsuz bir sadakatle, içindeki çocuğu büyütmeden, değişmeni beklemeden aksine kendin olabilmeni destekler biçimde, severdim seni.
mesela tenine dokununca ne olurdu parmaklarıma?
diyelim ki artık bir adım ötemdesin, sarılabiliyorum sana.
nasıl sarardım seni kim bilir?
gölün kenarında bir bankta, güneşin batışını izlerken,
sen o güzelim başını, omzuma koysaydın,
ne yapardı gariban omzum?
mesela oldu ya, eymirin güzelim yollarında, el ele yürürken seninle,
aklım, o gariban aklım, kaç karış havalanırdı inan ki bilmiyorum.
hani oldu ya evimizdeyiz, umut dolu, sevgi dolu yeni bir güne şiirlerle başlar, öğle yemeği yerine düz yazılar ile beslenirdik. günün akşamını hafif bir yemeğin yanında birer kadehlik kırmızı şarabımızı içerken, plakçalarımızda çalan beethoven sayesinde kulaklarımızın pası silinmiş şekilde edebiyattan konuşarak geçirip, gecesini, uykuya dalmadan önce masallar anlatarak yaşardık. bu güzel günü bu şekilde bitirmek beni nasıl mutlu ederdi bir bilsen.
hani o, kırmızı panjurlu, önünde mor menekşeler olan, küçüçük ama ahşaptan, içerisinde yüzlerce, binlerce kitabımızın olduğu evimizde, elinde kitabın uyuyakalmış ruhunu sarmalamaktan daha büyük mutluluk verici şey ne olabilirdi ki.
işte bu düşüncelerle çıksam yüreğimden senin yüreğine doğru harekete geçsem.
ve, ellerimde en güzel papatya demetleriyle, bir gün ansızın çıkıp gelsem yanına. yüreğim pırpır kanatlanmış uçacak bir durumdayken, bedenim seni görmenin heyecanıyla tirtir titrerken, ruhum ise doğuştan yarım kalan tarafını bulmanın keyfini yaşarken, dudaklarımdan hangi kelimeler dökülürdü acaba inanki bilmiyorum? kelimelerin gücü yeter miydi bu büyük karşılaşmanın manasını anlatmaya? tüm zamanlarımı anlamlı kılan bu anı, türk dil kurumunun biçare sözlüğünde bulunan kelimelerin tek tek ya da çeşitli kombinasyonlarda bir araya gelerek anlatmasını beklemek, nafile bir çaba değil de neydi?
işte o an, o sözlük yeniden yazılmalıydı. en temiz harflerden, en derin anlamlar içeren kelimeler üretilerek.
hadi oldu diyelim, hislerimi anlatır cümleler kurabildim. peki kelimeler ne denli önemliydi.
hayran hayran bakışlar, titrek konuşmalar, ateş basmaları olmayınca.
insan, konuşurdu, yazardı, çizerdi ama emek olmayınca, sevdiğin kişiye sonsuz özgürlük tanımayınca, o güzel hisleri pazarlık konusu yapmaya başlayınca, sevgi mi kalırdı ortada.
evet evet, seni hiçbir karşılık beklemeden, sonsuz bir sadakatle, içindeki çocuğu büyütmeden, değişmeni beklemeden aksine kendin olabilmeni destekler biçimde, severdim seni.
devamını gör...
beğeni alınca mutlu olan yazar
sözlüğe yeni adım atan ben oluyorum bu
devamını gör...
21 kasım 2020 sokak yasağının yanlış anlaşılması
devamını gör...
istanbul’da en sevilen mekan
tek yer söylesem diğerlerinin hakkı kalır. şöyle bir liste yaptım.
gül çay evi; süleymaniye'de iü hemen yanında kirazlı mescit sokağının hemen başında. gül abla ve oğlu batuhan işletiyor. etraflarında şaşalı mekanlar olmasına rağmen bir çok kişinin tercih ettiği ve insan manzaralarını izlenebilecek en güsel yerlerden biridir.
kitapçı ahmet; okuduğum kitapların çoğunu aldığım yerdir. çoğu yerde bulmadığım kitabı burda buldum. sadece melih cevdet anday' ın teknenin ölümü kitabını bulamadım.
day day pastanesi; beyazıt meydanda kapalı çarşı'nın çarşıbaşı kapısına yönelirken sağdaki ilk sokaktan girildiğinde ilerde sol yapıldığında sağdaki ilk dükkan. tadı enfes elmalı turta, ve portakallı kurabiyeleri var. çörekleri ve kekleri de çok güsel.
bena dondurmacısı; istanbul da en güsel dondurmalı kadayıfı burada yiyebilirsiniz. bence öyle 8 yıl önce yolumu kaybederken bulmuştum. o günden beri ne zaman yolum düşse boş zamanım olsa giderim. aynı zamanda da müthiş sütlü tatlıları da var. yeri de beyazıt'dan çemberlitaş'a giderken solda gazi atik ali paşa camii'nin içine girildiğinde solda çarşı tarafının olduğu kapının hemen yanında sağda kalıyor.
karaköy istanbul kitapçısı; burayı tarif etmiyorum gidin yaşayın çok güsel bir yer. bir ara belediyenin caz konserleri vardı hep o günlerde işten sonra oraya giderdim. pandemi bitse de gitsek özledim.
gemilerin orası ve gökyüzünü izleme durağıda var aslında bu yer ile ilgili bilgileri yazamıyorum, umarım bir gün yazabilirim.
gül çay evi; süleymaniye'de iü hemen yanında kirazlı mescit sokağının hemen başında. gül abla ve oğlu batuhan işletiyor. etraflarında şaşalı mekanlar olmasına rağmen bir çok kişinin tercih ettiği ve insan manzaralarını izlenebilecek en güsel yerlerden biridir.
kitapçı ahmet; okuduğum kitapların çoğunu aldığım yerdir. çoğu yerde bulmadığım kitabı burda buldum. sadece melih cevdet anday' ın teknenin ölümü kitabını bulamadım.
day day pastanesi; beyazıt meydanda kapalı çarşı'nın çarşıbaşı kapısına yönelirken sağdaki ilk sokaktan girildiğinde ilerde sol yapıldığında sağdaki ilk dükkan. tadı enfes elmalı turta, ve portakallı kurabiyeleri var. çörekleri ve kekleri de çok güsel.
bena dondurmacısı; istanbul da en güsel dondurmalı kadayıfı burada yiyebilirsiniz. bence öyle 8 yıl önce yolumu kaybederken bulmuştum. o günden beri ne zaman yolum düşse boş zamanım olsa giderim. aynı zamanda da müthiş sütlü tatlıları da var. yeri de beyazıt'dan çemberlitaş'a giderken solda gazi atik ali paşa camii'nin içine girildiğinde solda çarşı tarafının olduğu kapının hemen yanında sağda kalıyor.
karaköy istanbul kitapçısı; burayı tarif etmiyorum gidin yaşayın çok güsel bir yer. bir ara belediyenin caz konserleri vardı hep o günlerde işten sonra oraya giderdim. pandemi bitse de gitsek özledim.
gemilerin orası ve gökyüzünü izleme durağıda var aslında bu yer ile ilgili bilgileri yazamıyorum, umarım bir gün yazabilirim.
devamını gör...
6 kelimelik hikayeler
çok yorulmuştu, artık uzaklara gitmesi gerekiyordu.
devamını gör...
o ses türkiye rap
eypio dışında ele alınır bir jürisi olmadığını düşündüğüm yarışma.
popülere bağlılığınız göz kamaştırıcı ancak biraz ciddiye alsaydınız keşke. eminim yine de popülerler arasından daha iyilerini de bulabilirdiniz.
popülere bağlılığınız göz kamaştırıcı ancak biraz ciddiye alsaydınız keşke. eminim yine de popülerler arasından daha iyilerini de bulabilirdiniz.
devamını gör...
bengaripsengüzeldünyaumutlu ile dünyadan uzak
cıssz dızzz noluyor nefes sesleri falan. sısısısı
devamını gör...
kürk mantolu madonna
üniversite sıralarında tanıştığım bir arkadaşın öğrenci evinde bir kenara atılmış görüp izniyle aldığım ve tek solukta bitirdiğim bir sabahattin ali novellası.
devamını gör...
10 nisan 2021 yurtta barınma için yenilenen şartlar
bana hakaret ediyorsan halkımdan değilsin, bu milletin evladı değilsin, ben ülkeye hizmet için seçildim ama fikrini beyan ediyorsan barınamazsın. demektir.
ben anlamıyorum. hitler e çok mu küfür ettik de allah başımıza bunları verdi? sen başkansın tüm halkına barınma yakacak yardım yapmak zorundasın. nasıl bir hastalıklı kafanız var ya sizin? hakikaten ülkenin b.ku çıktı artık. hadi gel beni de evimden attır bakalım.
ben anlamıyorum. hitler e çok mu küfür ettik de allah başımıza bunları verdi? sen başkansın tüm halkına barınma yakacak yardım yapmak zorundasın. nasıl bir hastalıklı kafanız var ya sizin? hakikaten ülkenin b.ku çıktı artık. hadi gel beni de evimden attır bakalım.
devamını gör...
musculus pterygoideus lateralis
ağzı açmaya yarayan çene kasının latince ismidir.
çenesi düşük insanlarda çok büyüdüğü söylenmektedir.*
çenesi düşük insanlarda çok büyüdüğü söylenmektedir.*
devamını gör...
kızıl veba
jack london'ın eserinde geçen kızıl veba, insanın kalbinin daha hızlı atmasına, ateşinin yükselmesine ve yüzlerinin kızıl bir renge bürünmesine sebep olan bir hastalık. bence vebanın en kötü yanı, bu hastalığı kapan insanların dakikalar içerisinde topuklarından başlayıp kalplerine gelene kadar yavaş yavaş (o sınırlı dakikalar içerisine göre yavaş) hissizleşmesiydi. zaten kalbe geldiğinde ölüyorlardı.
işte kitap bu veba'dan sonra hayatta kalanları anlatıyor. daha doğrusu hayatta kalan yaşlı bir insanın torunlarına geçmişteki düzeni anlatıp şu anki dünyadan, dilin ve insanların yozlaşmasından, insanların nasıl kaba saba bir hal aldığından duyduğu hüzne şahit oluyoruz.
diğer yazar arkadaşlarım da belirtmiş fakat jack london'ın ne kadar ileri görüşlü bir kişilik olduğuna ben de bir kez daha değinmek istiyorum. övülmeyi ve takdiri kesinlikle hak ediyor çünkü 1912 yılında yayınlanan ve gelecek hakkında birçok tahminde bulunarak yazılan bir eserin gerçeklerle bu kadar paralellik göstermesi hayranlık verici. zaten kitabı okuduğunuzda çevirmenin açıklayıcı ve kısa olmasına rağmen doyurucu açıklamasını görebilirsiniz fakat kısaca bu paralelliklere değinmek istiyorum:
- kızıl veba'da kendi canını hiçe sayıp başkalarına yardım edenler günümüzde yaşanan salgındaki sağlık çalışanlarıyla ve kaosta bile başkalarına yardım edenlerle,
- insanlar zaten hemen öldüren kızıl veba ile uğraşırken keyif ve kaos çıkarmak için yangın çıkarıp kızıl vebaya eşlik eden kızıl gökyüzünü oluşturan benciller, günümüzdeki çıkarcı insanlarla paralellik gösteriyor.
işte kitap bu veba'dan sonra hayatta kalanları anlatıyor. daha doğrusu hayatta kalan yaşlı bir insanın torunlarına geçmişteki düzeni anlatıp şu anki dünyadan, dilin ve insanların yozlaşmasından, insanların nasıl kaba saba bir hal aldığından duyduğu hüzne şahit oluyoruz.
diğer yazar arkadaşlarım da belirtmiş fakat jack london'ın ne kadar ileri görüşlü bir kişilik olduğuna ben de bir kez daha değinmek istiyorum. övülmeyi ve takdiri kesinlikle hak ediyor çünkü 1912 yılında yayınlanan ve gelecek hakkında birçok tahminde bulunarak yazılan bir eserin gerçeklerle bu kadar paralellik göstermesi hayranlık verici. zaten kitabı okuduğunuzda çevirmenin açıklayıcı ve kısa olmasına rağmen doyurucu açıklamasını görebilirsiniz fakat kısaca bu paralelliklere değinmek istiyorum:
- kızıl veba'da kendi canını hiçe sayıp başkalarına yardım edenler günümüzde yaşanan salgındaki sağlık çalışanlarıyla ve kaosta bile başkalarına yardım edenlerle,
- insanlar zaten hemen öldüren kızıl veba ile uğraşırken keyif ve kaos çıkarmak için yangın çıkarıp kızıl vebaya eşlik eden kızıl gökyüzünü oluşturan benciller, günümüzdeki çıkarcı insanlarla paralellik gösteriyor.
devamını gör...
sırrı çözülmemiş esrarengiz olaylar
benim için 2009’da otel odasında cep telefonumun kaybolmasıdır.
kemer’e arkadaşlarımın yanına tatile gitmiştim. nemden gece gündüz neredeyse odadan dışarıya adım atamıyorum, 2-3 günde bir arkadaşların çalıştığı club’a gidiyorum sadece, bazen de sabah kahvaltı yapıyoruz.
bir sabah kapım resmen yumruklanıyordu da, ona uyandım. arkadaşlar bana ulaşamamış cep telefonumdan, delirmişler. telefonumun nerede ve neden kapalı olduğunu soruyorlar, ben telefon yatakta diyorum. neyse çok uzatmayayım, telefonu aradık ettik (iğne deliğine kadar) bulamadık. şaşkınız hepimiz. aslında daha çok tırstık. en son uyumadan önce telefonu kurcaladığıma adım gibi emindim, hala da eminim.
o gece dışarı çıkmamıştım. yanımda kimse yoktu, yalnızdım (ki bu yüzden telefonla uğraşıyordum zaten). alkol sıfır. hiçbir şekilde uyuşturucu madde kullanımı yok (hiçbir zaman), antidepresan gibi uyku yapan ilaç yok. her şey sıfır. odaya giren yok, olsa duyarım, ne kadar derin uyursam uyuyayım kapı sesine karşı hassasım.
sonuç; telefon yok. buhar olup gitti.
kemer’e arkadaşlarımın yanına tatile gitmiştim. nemden gece gündüz neredeyse odadan dışarıya adım atamıyorum, 2-3 günde bir arkadaşların çalıştığı club’a gidiyorum sadece, bazen de sabah kahvaltı yapıyoruz.
bir sabah kapım resmen yumruklanıyordu da, ona uyandım. arkadaşlar bana ulaşamamış cep telefonumdan, delirmişler. telefonumun nerede ve neden kapalı olduğunu soruyorlar, ben telefon yatakta diyorum. neyse çok uzatmayayım, telefonu aradık ettik (iğne deliğine kadar) bulamadık. şaşkınız hepimiz. aslında daha çok tırstık. en son uyumadan önce telefonu kurcaladığıma adım gibi emindim, hala da eminim.
o gece dışarı çıkmamıştım. yanımda kimse yoktu, yalnızdım (ki bu yüzden telefonla uğraşıyordum zaten). alkol sıfır. hiçbir şekilde uyuşturucu madde kullanımı yok (hiçbir zaman), antidepresan gibi uyku yapan ilaç yok. her şey sıfır. odaya giren yok, olsa duyarım, ne kadar derin uyursam uyuyayım kapı sesine karşı hassasım.
sonuç; telefon yok. buhar olup gitti.
devamını gör...
bepantheneden masallar
her akşam yatmadan önce kullandığım masal..bir kremi varmış bir merhemi yumuşacık edermiş elleri..
(bkz: reklam sloganı)
(bkz: reklam sloganı)
devamını gör...