afrika kıasının en küçük ülkesidir. nüfusu yaklaşık 2 milyon 100 bin kişidir. yüzölçümü yaklaşık 11 bin 300 kilometrekaredir. serbest piyasa ekonomisinin uygulandığı gambiya'nın ekonomisi, dış yardımlar ile tarım ve turizm sektörlerinden elde ettiği gelirlere dayanıyor.
ülkenin başlıca doğal zenginlikleri arasında balık, titanyum, kalay, zirkon ve silis kumu dikkati çekiyor.
kaynak
devamını gör...

içimde 1 tane bile art niyet barındırmadan yanlarına gidip "çok güzelsiniz" diyip götüme tekme ata ata koşasım geliyor her seferinde. özellikle evden çıkarken hafif makyaj ve görece az özenilmiş kombindeki güzel kızlara.

yaşım küçükken özellikle, bisikletle gezerken büyük kızlara çok güzelsiniz filan derdik arkadaşlarla. ağzımız yüzümüz çamurlu ve sümüklü, uzun kollunun kolları, pantolon paçaları pislik içinde tam bir sokak çocuğuydum. o çirkin görüntümüze rağmen nedense çekinmezdik. sanırım 7-8 yaşında olmanın faydasıydı.

keşke şimdide sapık veya tacizci damgası yemeyeceğimi bilsemde yapabilsem bunu.

çünkü birinin o kadına o esnada güzel olduğunu söylemesi gerektiğini düşünüyorum. kesinlikle seksist bir düşünce yok altında. bir tabloya bakar gibi, güneşin doğuşunu izlemek gibi bazı kadınlara bakmak.

şöyle kollarından tutup sarsmak istiyorum "çok güzelsin lan, nasıl mümkün olabilir bu" demek istiyorum. sanırım bu kadınların güzelliği karşısında sürekli şaşırmamla alakalı. bu kadar biçimsiz çirkin bir türden böyle güzel bir üye nasıl çıkabilir?

algılaması bazen çok zor
devamını gör...

yağmur ormanlarında yaşayan eklembacaklıların korkulu rüyası psikopat, ölümcül bir mantar türü.

kordiseps havada sporlarla asılı duran, karınca, örümcek ve bunun yanında birçok böcek türünün de korkulu rüyası, aynı zamanda mahlasımın da ilham kaynağı olan doğanın eşsiz bir güzelliğidir.

kordiseps bir konağın üzerine yapıştığı zaman onun bütün fiziksel ve zihinsel işlevini kapatarak vücudun kontrolünü kendi ele geçirir. yapıştığı konak hayvanı vücudunda şiddetli, ateşli bir ağrı ve çeşitli kasılmalar yaşayarak acı içinde kıvranmaya ve kontrolünü kaybetmeye başlar. konak, motor ve beyin fonksiyonlarını tamamen kaybettiğinde de adeta bir zombiye dönüşür ve bedeninin kordisepse teslim olmasına sebebiyet verir. kordiseps yapıştığı konağın içgüdülerini ele geçirerek konağın ait olduğu sürüsünden kendini uzaklaştırıp yalnızlaştırmasına ve konağın içinde karşı konulamaz yüksek bir yere çıkma dürtüsünü besler. acıdan kontrolünü kaybetmiş konak direnemeyip kordiseps mantarının emirlerini yerine getirmeye başlar. konak yüksek bir yere çıktığında kordiseps, konağı tamamen öldürür ve ölü konağın üzerinde büyüyüp, yaşamaya devam eder. yaşadığı müddet boyunca çevresine kendi sporlarını yayar ve bu sporlar da başka konaklara bulaşıp kordisepsin üreme döngüsünü böylece devam ettirirler.

her ne kadar ürkütücü bir hikayesi olsa da merak etmeyin kordiseps, insanlara karşı zararsız aksine oldukça faydalı bir mantardır. böcekleri öldürüp doğadaki zararlı böcek popülasyonunu dengelemesi bir yana uzakdoğu ülkelerinde çeşitli tıp, mutfak (yemek), ilaç alanlarında da kullanılmaktadır. kordiseps mantarı özellikle şu açılardan insan sağlığına çok faydalıdır:

-solunum rahatsızlıklarına iyi gelir.
-böbrek rahatsızlıklarına iyi gelir.
-idrar ve üreme rahatsızlıklarına iyi gelir.
-bağışıklık sistemini güçlendirir.
-diyabete iyi gelir.
-vücuttaki kanın daha düzgün dolaşmasını sağlar.
-astıma iyi gelir.

tıp alanının dışında birkaç uzakdoğu mutfağında yemek için de kullanılır. kordiseps doğada nadir bulunan ve yetiştirilmesi çok zahmet isteyen bir mantar olduğundan bu mantarın üretimi belli şekillerde belli korumalarla gerçekleşmektedir.
devamını gör...

keklik.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

baksana güzelliğe. hem iç dış bu kadar güzel olacaksın hem uçacaksın kaçacaksın...
devamını gör...

ankara'da tanıştığım, bana yönelen nasıl buldun bakışlarına karşı biçare bir şekilde, iyiymiş dediğim, yer ile yeksan olan tansiyonumu sıfırlayan yemek.*
hiç benlik değil.
onca buğday, onca yoğurt, onca sarmısak ile aram hoş olamadı bir türlü.
üstüne servis edilecek tatlı varsa, ben onu alayım sadece.
devamını gör...

recep tayyip beyanı,


bölen değil birleştiren; kutuplaştıran değil kucaklaştıran; kardeşi kardeşe kırdırmak isteyenlere inat vatandaşlarımızın tamamını ‘türkiye ortak paydasında’ buluşturan bir kadro olduk.kaynak sesli kaynak


*insanlar yeni biriyle tanıştığında, ilk kıstası koyarken: acaba bu "neci" diye düşünüyorlar. bunu da dış güçler, cehape, zillet ittifakı, yada ürettiğiniz başka uydurma düşmanlarınız yapmadı, siz yaptınız!

tamam yaptınız, ondan sonra şu laf edilir mi? bu nasıl bir kendini bilmezlik..
devamını gör...

insanın azıcık bitinin kanlandığını görünce olayların nerelere gittiğinin delilidir.
nietzche'nin bu durumu anlatan çok efsane bir sözü vardı ama şimdi hatırlayamadım böylesi bir başlık için google yapamam ama en azından insanların azıcık ayrıcalık tanındığında neler yapabileceğini gözler önüne seren en güzel delillerden biridir.
devamını gör...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

bir balıkçı abimize göre hamsileri oldukça kötü olan ülkedir.

ayrıca sovyet devlet insanı stalin'in memleketidir.
devamını gör...

marx'ın ''din toplumların afyonudur'' sözünde olduğu gibi eksiklik ihtiva eden bir önerme. zira çokları tarafından marx'ın sözünün önü arkası kesilir ve anlatılmak istenilen sekteye uğratılır. din temel olarak kitlelerin afyonu olarak değerlendirilemez.

ne zaman kitlelerin afyonu haline gelir ?

egemen yapı, kendi siyasi ve toplumsal dizayn sürecinde dini kullanmaya başladığı andan itibaren kırmızı çizgi geçilmiş olur. o ana kadar din kişisel bir özgürlük alanıdır. insanların kendi özelidir. siz bunu yeni bir siyasal yapının inşası için kullanmaya başladığınızda ve hayatın her alanına zerk etmeye çalıştığınızda mesele değişir ve işler karışır.

futbol da böyledir. temel olarak insanların kişisel eğlence alanlarından birisidir. siz futbolu da kendi egemen yapınızı kuvvetlendirmek için kullanmaya başladığınızda, o da afyon haline gelir. yukarıdaki iletilerden birinde arkadaşımız değinmiş. salazar ve franco dönemleri bunun için en güzel örnektir.

lakin mevzu salt bu dönemlerle sınırlı değil ki. futbolun doğuşunda ve gelişmesinde pek çok farklı hikaye karşınıza çıkar. misal liman işçilerinin kendilerini ifade etmek ve egemen sınıfa karşı bende buradayım demek için kurduğu liverpool'un doğuş hikayesini nereye koyacağız ?

veyahut ''kızıl kıttiler'' lakabı ile anılıp, faşistlerle mücadele eden, ciddi bedeller ödeyen, bu uğurda ölen, işkenceler gören roma taraftarını bu mevzunun neresine oturtacağız ?

ya da, franco yönetimi ile açıktan açığa papaz olan athletic bilbao camiası ne olacak ?

brezilya'daki faşist yönetime karşı “savunmacılara çalım atmak diktatörlere çalım atmaktan daha kolay… siz zoru başaracak, brezilya’ya demokrasi şampiyonluğunu getireceksiniz.” diyen dr.sokrates ne olacak ? ya metin kurt ?

futbol bunun gibi binlerce hikayeyi içerisinde barındırır. gün gelmiştir, isyanın ve direnişin sesi olmuştur. futbolu tek taraflı bir bakış açısı ile değerlendirir ve hikayenin bu kısmını görmezden gelirseniz doğru analiz yapamazsınız.

evet başlıkta söylendiği gibi bugün özellikle az gelişmiş ülkelerde futbol, toplumu derin bir uyuşukluğa ve tepkisizliğe sevk etmek için kullanılıyor. ama futbolu ve kulüplerin tarihini bilenler şunu da iyi bilir ''futbol sadece futbol değildir''. ve tribünler ne zaman meşaleleri yakar kimse bunu kestiremez.

bu sebeple başlıktaki genellemeye katılmam mümkün değil. zira futbolun sadece kendi yarı sahasına bakan dilimine değinilmiş. oysa bu oyunun bir de diğer yarı sahası var.

özetle şunu söylemek isterim ki; futbol maçları izleyenleri hor görebilirsiniz, daha düşük zekalı insanlar olarak değerlendirebilirsiniz, koyun sürüsü olarak niteleyebilirsiniz. bu size haz verebilir. kendinizi daha gelişmiş bireyler olarak görüp egonuzu okşayabilirsiniz. * lakin kazın ayağı asla öyle değil. futbolu bir topun peşinde 22 adam koşuyor diye değerlendirdiğinizde baltayı taşa vurmuş olursunuz.

son olarak peşinen şu şerhi de koyayım; sözlerim burada düşüncelerini ifade eden arkadaşların hiç birisine yönelik değildir. mevzuya dair düşüncelerimi yazmak istedim. kimsenin kırılmasını üzülmesini istemem.
devamını gör...

boş olduğunu görünce dumura uğradığım başlık. yazalım madem, merak edene paganizm'e giriş olsun.

politeistik & panteistik doğa dinleri bütünüdür.

geneli itibariyle paganizm aslında ibrahimi olmayan her dini kapsayan bir şemsiye terimdir, ancak kendi çevrelerinde ağırlıklı olarak doğa dinleriyle anılır.

modern paganizm çok zengin ve farklı geleneklerden oluşur. burada geleneklerden kasıt, farklı dinlerdir, ancak yine alakalı çevreler içerisinde pagan dinleri gelenekler veya "yollar" olarak anılır ve birbirinden ayrılır.

(bkz: neopaganizm)

her pagan oturmuş düzene ve işleyişe sahip bir geleneği takip etmek durumumda değildir, maneviyat hakkında kendi görüşlerini takip ederek kendi yollarını çizebilirler, bu yönüyle günümüzde çoğu pagan dini öznelliği yüceltir ve kişisel deneyimi ön plana çıkartır. dolayısıyla paganizm dogmatik değildir. paganlar doğaya hürmet ederler ve pek çok tanrı & tanrıçaya tapabilirler. buna onurlandırmak veya onurlanmak denir.

paganizm'in çokça tanrısının bulunmasının sebebi, doğanın kendi içinde bulunan çeşitliliğini tanımaya dayanır. bazı paganlar, tanrı ve tanrıçaları bir bireyler bütünü olarak görür, tıpkı bir insan toplumu gibi. diğerleri, örneğin antik zamanlardan bu yana osiris ve isis'in takipçileri, günümüzün wicca temelli paganları ile birlikte, bütün tanrıçaları bir büyük tanrıça olarak görürler, bütün tanrıları ise bir bütün; birbirleriyle olan ahenk ve düzenli etkileşimleri, evrenin sırlarını yaratır ve imgeler bize.

buna rağmen de pek çok gelenekte en yüksekte yüce bir ilahi prensip olduğu düşünülür, herakleitos'un deyimiyle "zeus olarak anılmak isteyen ve istemeyen bir tanrı." gibi. bu prensip bazıları için de her şeyin büyük tanrıça ve annesi'dir. isis'in ilk yüzyıl yazarı apuleyus'a olduğu gibi, bu paragrafta ikincil olarak bahsettiğim prensip günümüzde çoğu batılı pagan tarafınca takip edilir.

ama diğerleri, hıristiyan antikliğinde paganizm'i eski haline kavuşturan imparator julian gibi, günümüz vakitlerinde bazı hindu mistikler ile birlikte, soyut bir yüce kaideye inanırlar, her şeyin kaynağı ve özü. ama bu paganlar bile, diğer ruhani varlıkların daha yüce olabileceği ihtimalini kabul etmekle birlikte, kendilerini kutsal olarak tanırlar, yanlış veya kısmi olmayan. bahsetmiş olduğum bir'e inanan paganlar henoteist olarak adlandırılırlar, bir doğru ilahiliğe inanıp diğer bütün tanrıları reddeden monoteistlerden ayrı olarak.

biraz da tanrıçaya değinmeli. bütün pagan dinleri kutsallığın feminen yüzünü tanırlar, tanrıçalar barındırmayan bir pagan dinini, pagan dini olarak tanımlamak epey zordur. odin ya da mitra kültü gibi bazı pagan yolları, bir erkek tanrıya da özel bir bağlılık sunarlar. ama monoteistlerin yaptığının aksine, diğer tanrı ve tanrıçaları reddetmezler. judaizm, islam ya da hıristiyanlık gibi pagan olmayan dinlerin dişi bir kutsallık fikrinden iğrenmesi durumunun aksine.
devamını gör...

adının gurur ve ön yargı olması ama filminin aşk ve gurur diye çekilmesi hatta iş bankasının ön yargıyı birleşik yazması ve can yayınlarının ise kitabı aşk ve gurur diye basması... çok üzücü.

bu, jane austen'a kesinlikle hakarettir. kitapta ön planda olan şey aşk değil; yayınevlerinin ve film yapımcısının bu hataya düşmesi gerçekten komik bir durum. hem siz ne hakla bir kitabın adını keyfi değiştirebiliyorsunuz?

kitabı çok sevmiştim ama pek akıcı değildi, farklı yayınevlerini okuyunca çeviriden kaynaklandığını fark ettim. kitapla film arasında pek bir fark olmaması hoşuma gitti. açıkçası yazarın o dönemlerde güçlü kadın profili çizmesi beni çok etkiliyor...

kitabı okuduktan sonra kendime birçok pay çıkardım; ön yargılı olmamam gerektiğini, gururun bazı konularda yersiz olduğunu ve insanı yaşayabileceği mutluluklardan mahrum ettiğini anladım. ayrıca filmin son sahnesini neden bize uyarlamamışlar anlayamadım. öpüşmelerini izlememizi pek istemediler sanırım...

kitaptaki eleştirileri çok seviyorum; genç bir kadın için düşüncelerinizi açıkça belirtiyorsunuz gibi bir cümle vardı. o dönemin özeti bu kesinlikle. ve tabii ki kız kardeş dayanışması okumak ve izlemek istiyorsanız seveceğinizi düşünüyorum. hem kadınların söz sahibi olması için evliliği bir çözüm olarak görmesi ne acı!
devamını gör...

istanbul üniversitesi jeofizik mühendisliği bölümü eski öğretim üyesi olan, 17 ağustos depremi sonrasında kamuoyunda ''deprem uzmanı'' olarak tanınan doçent doktor oğuz gündoğdu'nun vefat etmesidir.

daha önce bir kalp ameliyatı geçirmiş kendisi ve kısa bir süre önce damar tıkanıklığı teşhisi konmuş. bu sabah da fenalaşarak hastaneye kaldırılmış ama kalp krizi geçirip rahmetli olmuş.

naci görür ile birlikte kuzey anadolu fay hattını ve özellikle marmara denizi tabanındaki kısmını senelerce araştırdılar. bugün beklenen depremin boyutu uzmanlar tarafından tahmin edilebiliyorsa bunda çok büyük katkıları vardı. allah rahmet eylesin.

www.birgun.net/haber/deprem...
devamını gör...

ciddi anlamda iticilik içeren ve kezbanlık sınırlarını sonuna kadar zorlayan kadın.
devamını gör...

beklemediği bir anda sizin onu terk etmenizle yaşayacağı şok anında yüzünde nutzz reklamındaki sincap misali bir ifade bırakabileceğiniz sevgilidir.
devamını gör...

hayao miyazaki'nin kurucularından biri olduğu ünlü studio ghibli'nin son ürünlerinden biri.
dün canım çok sıkkındı. netflix'de kafama uygun bir film ararken karşıma çıktı. çizgi film delisi, hiç büyümeyen bir çocuk olarak oturdum izledim. allah'ım insan bu kadar mı keyif alır. inanılmazdı. studio ghibli'yi bilenler bilir, en yetenekli sanatçıların elle çizdiği eserler ortaya koyarlar genellikle. bu çizgi film öyle değil. netflix'in açıklamasında ghibli'nin 'ilk' bilgisayar destekli animasyon filmi olduğu özellikle belirtiliyor.

aşağıda çocukla sinama sitesinden aldığım bir yorumu iliştiriyorum önce:
-kendisinden okumak isteyeceklere:-

eski ghibli filmlerine hiç benzemeyen, korkutucu birkaç detay da bulunduran küçük bir cadı hikayesi.

“yürüyen şato”nun da yazarı olan diana wynne jones'in kitabından uyarlanan “benim annem bir cadı”, başında studio ghibli logosu olan grafiği en zayıf film olabilir. hayao miyazaki’nin oğlu goro miyazaki’nin filmi sanki tam bitmemiş, bilgisayarda tasarlanmış haliyle çıkmış karşımıza. karakterlerin ifadeleri miyazaki filmlerinin alıştığımız tonlarından farklı. goro miyazaki babasından farklı olarak tümüyle bilgisayar destekli bir film çıkartmış ortaya bu üçüncü yönettiği filmde.

kızıl bukle bukle saçları olan motorlu genç bir kadın kundaktaki küçük kızını bir yetimhaneye bırakır. bıraktığı nota diğer 12 cadının peşinde olduğunu, bir gün dönüp kızını geri alacağını ama bunun yıllar sürebileceğini yazmıştır. aradan yıllar geçer, erica büyümüş, zeki ve cesur bir kız çocuğu olmuştur. bir gün bella yaga adında bir kadın tarafından evlat edinilir. erica bir süre sonra kadının bir cadı olduğunu anlar. aynı evde mandrake adlı esrarengiz, bazen de korkunç görünen bir adam daha yaşıyordur. earwig, evde çalışırken konuşan bir kedinin desteğiyle annesiyle bağlantılı olan bu insanları araştırmaya başlar.

çocukla sinema'nın yorumu
ünlü bir yazardan uyarlanmasına ve studio ghibli markasına sahip olmasına rağmen beklentileri karşılayamamış bir animasyon. bilgisayar animasyonu maalesef karakterlerin sempatik görünmesine engel oluyor, özellikle de erica ile özdeşleşmeyi zorlaştırıyor. mandrake’nin göründüğü sahneler ürkütücü. özellikle de 67. dakikada hayli korkunç bir şey oluyor.

kısa bir film olmasına rağmen (82 dakika) orta kısımlarında hikaye çok yavaşlıyor. bella yega sihirli iksirler yaparken erica’yı da yardım etmeye zorluyor bu bölümlerde. pek fazla olay da olmuyor, senaryonun zaafiyeti daha da görünür oluyor. doğru düzgün pek bir duygu hissedemiyoruz film boyunca ve maalesef yeni bir “küçük cadı kiki” bekleyenleri hayal kırıklığına uğratarak bitiveriyor.

filme türkçe dublaj yapmayan netflix ne hikmetse “genel izleyici” sınıfı vermiş. ama korkunç sahneleri dolayısıyla en az 7+ olmalı. * burak göral


şimdi benim yorumum:
evet, çocuklar için sanki çok da uygun değil gibi gelebilir. ben çocuklarıma izletir miydim? kesinlikle. inanılmaz titiz hazırlanmış, çizgilerin neredeyse gerçek hallerinde ifade edildiği ama buna rağmen işin içine sizi de katarak -kendi hayal dünyanızı da işin içine katarak- şahane bir yolculuğa çıkacağınız böylesine bir çizgi film dünya yüzünde kaç tanedir diye soracaksınız önce kendinize. çok ender.

filmi izlerken mola ihtiyacınızı bile erteliyorsunuz öyle söyleyeyim. kulağakaçan olarak iğrenç bir çeviriyle adını türkçeleştirebileceğimiz* 'earwig'--> 'erika' kesinlikle sempatik bir çocuk olarak çizilmemiş. hikayeyi okumadım, okumadığım için de yazarın kitapta nasıl bir yöntem izlediğini bilemem elbette. acaba yazar özellikle mi 'özdeşleştirme'den kaçındı? yoksa, kitabın ilerleyen bölümlerinde mi kurulacak o 'özdeşleştirme'? biz çizgi filme bakarsak, benim 'scarlett o'hara' sendromu dediğim o kendini beğenme, kendini önemseme, bencilliği hak olarak görme durumu filmimizin kahramanı için de geçerli. ona yapılan haksızlıklara karşı duruşunda bile, bizim hemen empati kuracağımız o 'mağdur' olma durumu, incinmişlik söz konusu değil. hemen göze göz dişe diş planları kurmaya başlayan bir çocuktan söz ediyoruz burada. böyle bir çocuğa 'sempati' duyabilir misiniz? duymayın, onun buna hiç ihtiyacı yok zaten. şimdi tam da bu noktadan yola çıkarak biz eğitimciler, kafa kafaya versek bu 'cesur yeni dünya'nın, çocuklarımıza işlenmesi gereken bir değer, kazandırılması gereken bir yeti olduğu konusunda nasıl bir karar alırız?

dünya bir şeylere evriliyor ve dünya, bizim şimdi yaşamakta olduğumuz dünya gibi olmayacak. belki distopya onun için bize bu kadar yakın geliyor, belki bizler onun için yalnızlığı bu kadar seviyoruz ve sözlüklere kaçıyoruz. (sözlüklere yazmak pek akıl işi değil çünkü.) gelecekteki dünya belki de gerçekten birkaç tür zombinin yaşadığı ya da hayatta kalanların 'zombi' özellikleri göstereceği bir dünya olacak. (gerçekten çok mu umutsuz bakıyorum?) böyle bir dünyada belki her birey birer 'earwig' olmak zorundadır.

bu film hayat gibi, evet bu stüdyonun daha önce yaptığı, acıklı bile olsalar belli bir 'naif'liği barındıran 'romantik' filmler gibi değil. bir kere 'iyi' ve 'kötü' üzerinde tekrar düşünmemiz gerekiyor. bu filmde kim kötü, kim iyi?

durun bakalım, film zaten burada bitmiyor, devamı.......pek yakında. o da bi gelsin, izleyelim ve bu yazıyı o zaman tamamlayalım. bu gecelik bu kadar.
devamını gör...

diğer yazarların da bahsettiği gibi biraz öyle evet fakat asıl sebep bir yazarın nick altı akışa düştüğünde diğer insanlar da görüp yazıyordu, şimdi nick altı akışına düşüyor da oraya kimse bakmadığı için görmüyoruz doğal olarak, görmeyince de yazmıyoruz doğal olarak.* bence gayet güzel bir muhabbetti nick altı, millet dm'den mesajlaşacağına orada makara döndürüyordu, tüm sözlük katılıyordu en azından, ama kaldırılmış.*
devamını gör...

baba oğul kapanma günlerinde kapanmayan kedileri izlerken *


kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

standartlara uygun olarak üretildiğinde çocukların hayal gücüne katkı sağlayan eğlence malzemesi.
devamını gör...

asla giyemediğimiz kıyafettir..atın gitsin. zira 3 yıl önce içine sığamayacağımı bildiğim halde zayıflarım nasılsa giyerim diye aldığım pantolonu aldıktan sonra 10 kilo daha aldım. bu bir tuzak bu tuza düşmeyin
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim