okuduğun kitaptan bir alıntı bırak
başlık "balkon insanı" tarafından 15.11.2020 12:53 tarihinde açılmıştır.
741.
‘uğruna ölmeye değer bir şey varsa ancak o zaman yaşamak için bir nedenin olur’.
sempatizan.
sempatizan.
devamını gör...
742.
“erkek kadından kendisi gibi düşünmesini beklerken, kadın erkeğin kendisiyle aynı duyguları paylaşmasını umar.”
devamını gör...
743.
744.
ve ger huzura varup dîde eylesem bir dem. gönülde nakşı, gözümde hayâlidir görünen.
ne zaman göz kapaklarım kapansa göz kapaklarıymla göz bebeği arasında olan sensin.
ne zaman göz kapaklarım kapansa göz kapaklarıymla göz bebeği arasında olan sensin.
devamını gör...
745.
tüm benliğim bir tezatlar yığınından oluşmamış mıydı sahi?
viyolonsel, halil ibrahim polat.
viyolonsel, halil ibrahim polat.
devamını gör...
746.
' en temelde hareketsiz bir kara melankoli...'
devamını gör...
747.
anlamıştım... onun için önemli olan sırrı ve gururuydu... hayati değil... ve ben de dediğini yaptım. çocuk bir sedye getirmişti... kadını üstüne yatırdık... ve... o bitkin, atesli neredeyse cansız bedenini ... gecenin içinden evine taşıdık. sorular soran, dehşete düşen hizmetkarları yanıtsız bıraktık... hırsızlar gibi kadını odasına taşıdık ve kapıyı kilitledim... ve sonra ... ölüme karşı uzun bir savaş başladı...
stefan zweing amok koşucusu.
stefan zweing amok koşucusu.
devamını gör...
748.
sayfa: 222 - 226
bir gün bütün değer yargıları değişecek ve yargılananlar yargıç, eziyet edenler de suçlu sandalyesine oturacaklardır ve onlar da o kadar utanacaklar, o kadar utanacaklardır ki utançlarının ve suçlarının ağırlığı yüzünden ayağa kalkamayacaklardır.
o zaman, akıllı ya da akılsız bütün ezilenler, yani bizim caddedeki insanların çoğu, yani öcü geliyor diye küçükken beni korkuttukları çolak ve topal deli rüstem ile ben ve benimle birlikte bar kızı leyla kendisine yüz vermedi diye intihara teşebbüs ederek beynine iki kurşun sıkan fakat ancak kafa tasını delerek alay edenlerden kurtulmak için bütün hayatınca yolda kalpak giyerek dolaşmak zorunda kalan meyhaneci hızır ve onunla birlikte ortaokulda kekemeliği ve garip mistik düşünceleriyle arkadaşlarının alay konusu olan ve şimdi hava gazıyla intihar ettiği için ölmüş bulunan ve evlerindeki şecere ağacında taze yağlı boyayla yeni boyanmış yeşil, titrek bir yapraktan ibaret kalan ercan ve ercan’la birlikte annesi rus babası italyan olan ve sınıfta ve bahçede paltosunu hiç çıkarmayan ve daima gözlüğü ve paltosuyla ilkokul birinci sınıf çocuklarıyla top oynayan ve gavur diye ve kambur diye horlanan altan ve altan’la birlikte zeki ve siyah gözleriyle bana hep muhabbetle bakan ve yedi kardeşiyle ve annesiyle ve babasıyla ve teyzesiyle ve dayısıyla evkaf apartmanının en üst katında labirent gibi karışık koridorlardaki yüzlerce odadan sadece birinde oturan ve sınıf birincisi olduğu halde ilkokuldan sonra elektrikçi çıraklığına başlayan osman ve onunla birlikte bütün gülünçlüğüne rağmen aşağılığı sefaletinden ve sefaleti aşağılığından ileri gelen mimar cemil (uluer) turan ve mimar cemil’le birlikte sakat olduğu için hiç yürüyemeyen ve hep altını kirleten ve misafirler görmesin diye ve sosyetik annesi rahatsız olmasın diye yaz kış balkonda tutulan ve hep bağıran ve altına yapan ve güzel yüzüyle ve akıllı sözüyle beni büyüleyen ve balkonda yerde kendini oradan oraya atan zavallı ayhan ve onunla birlikte bodrum katta evdeki yedi ve bahçedeki yirmi yedi kedisiyle yaşayan ve kimseye zararı dokunmayan ve ölmüş kocasını unutamayan rus madam ve madamla birlikte yirmi iki yaşında veremden ölerek bizleri ve ailesini elemlere boğan ve albay sait beyin biricik oğlu ve liseden dört defa kovulmuş olup sanatoryumdan altı kere kaçan ve yağmurlu bir ilkbahar akşamı hastaneden son kaçışında ıslak elbiselerini çıkarmaya fırsat bulamadan kanla boğulan ertan ve onunla birlikte basit bir kamyon şoför muaviniyken lastik karaborsasından zengin olarak genç yaşında kumar denen illete tutulan ve bu uğurda servetini ve dostlarını kaybeden ve karısı ve kızı ve oğlu tarafından terk edilen ve meteliksiz kalan ve bir gün bir kahve köşesinde kendini vuran ve eski ve samimi aile dostumuz orhan ve orhan beyle birlikte, orhan beyle birlikte olmaktan muhakkak gurur duyacak olan ve el kapısında dünyaya gözlerini açıp ve kaderi ve mesleği hizmetçilik olan ve komşumuz saffetlerin üçüncü hizmetçisi kezban yargıç kürsüsünde bulunacağız.
mahkemede, suçlu sandalyesinde, bilerek ya da işledikleri suçları bilmek zahmetine katlanacak kadar dahi düşünmediklerinden bilmeyerek, eziyet eden, hor gören, aşağılayan, ihmal eden, aldırmayan, unutan, kötüleyen, alay eden, ıstırabı paylaşamayan, insanlar arasına duvarlar çeken, küçümseyen, çaresiz bırakan, yalnız bırakan, terk eden, baskı yapan, istismar eden, ezen, cesaret kıran, iyilik etmeyen, değer vermeyen, kalbi temiz olmayan, doğruyu yanlış gösteren, yanlışı doğru gösteren, samimiyetsiz, insafsız, korkutan, yanına yaklaştırmayan, başkasının yaşama hakkına saygı duymayan ve kendinden memnun olabilmek için her davranışı meşru sayan onlar, yani bizim küçük kalabalığımızı hava sızdırmayan tabakalar halinde üst üste saran, nefes almamızı dahi engelleyen, yani mahallemizin bütün bileği kuvvetli ve içi boş küçük kabadayıları ve onların büyük ortakları, yani esasında sayıca üstün olanlar, yani her zavallıdan daima bir rütbe bir kademe bir sınıf yukarıda olanlar, yani şekilsiz hüviyetleriyle daima vuran ve kaçınabilenler, yani hem ezip hem de ezdiklerini kabul etmeyenler, yani bir mertebe aşağıdayken ezilen ve bir derece terfi edince ezenler, yani çırağını, bir şeyler öğretmesine karşılık her zaman döven ve ona insan muamelesi etmeyen ustalar, muavininin başına vuran şoförler ve onlarla birlikte memurlarına dalkavukluk ettiren amirler, duygusuz amirlerle birlikte garsonlara paralarıyla orantılı olarak bağıran müşteriler ve kaba müşterilerle birlikte hakkını arayanlara yumruklarını gösteren görevliler ve yetkilerini kötüye kullanan görevlilerle birlikte bilgisizin bilgisizliğini suratına çarpan ve ondan bir kelime fazla bilen bilgiçler, yani öğrenmek isteyen herkese eziyet eden öğreticiler ve onlarla birlikte bilgi-sizlerin bilgisizliğine gülen onlardan daha bilgisizler ve cahillerle birlikte her değişik davranışa saldıran şekilsiz kalabalık ve kalabalıkla birlikte onlara alkış tutanlar ve onlarla birlikte her tartışmada en bayağı usullerle haklıyı haksız çıkaranlar ve onlarla birlikte her savaşta kazananı tutanlar ve onlarla birlikte kimseye zararı olmayan zayıfları ezerek kuvvetli olma duygusunu tatmin edenler ve onlarla birlikte her zaman ve her yerde her sınıftan ve her ideolojiden ve her düşünceden insanlar arasında daima ön safa geçerek aslan payını kendilerine ayıranlar ve ayırır ayırmaz insanlarla aralarına aşılmaz duvarlar örenler ve böylelerine her zaman haklı çıkarıcı bahaneler sebepler yasalar kurallar sınıflamalar bulup çıkaranlar yani her zaman insanları insanlardan ayıranlar ve onları birbirlerine düşman edenler ve onlara körü körüne uyan kalabalıklar ve gerçeği boğanlar ve onlarla birlikte insanı bu koca dünyada yalnız bırakarak arkadaşlık dostluk sevgiyle uzatacakları sıcak bir elleri olmayanlar yani elsiz gözsüz akılsız kalpsiz ve kansız gerçek sa-katlar yani onlar onlar onlar onlar onlar onlar… karşımıza oturacaklar.
ve biz onlara diyeceğiz ki:
hesaplaşma günü geldi. şimdiye kadar yalnız din kitaplarında yargılandınız. biz fakirler, zavallılar, yarım yamalak-lar, bu kitapları okuyup teselli olurken içinizden güldünüz. ve çıkarınıza baktınız. hatta gene sizlerden, sizin gibilerden, büyük düşünürler çıktı ve bu kitapların bizleri uyuş- turmak için yazıldıklarını ileri sürdüler. biz zavallılar, ya bu düşüncelerden habersiz kaldık, ya da bunları yazanları bizden sanarak alkışladık. yani uyuttular alkışladık, uyandırıl-dık alkışladık. her ne kadar bugün siz suçlu, biz yargıç sandalyesinde oturuyorsak da gene acınacak durumda olan bizleriz. esasında, sizleri yargılamaya hiç niyetimiz yoktu; sizin dünyanızda, o dünyayı bizlerin sanıp yaşarken, hepinize hayrandık. sizler olmadan yaşayabileceğimizi bilmiyorduk. ayrıca, dünyada gereğinden çok acıma olduğuna ve bizim gibilerin ortadan kaldırılmamasının sizlerin insancıl duygularına bağlandığına inanmıştık. bu çok masraflı dünyada bir de bizlere bakmanız katlanılması zor bir fedakârlıktı. arada bir bize benzeyen biri çıkıyor ve artık yeter diyordu. onunla birlikte bağırıyorduk: artık yeter! bazen kazanıyorduk, bazen kaybediyorduk ve sonunda her zaman kaybediyorduk. onlar da sizler gibi onlardı. düzeni çok iyi kurmuştunuz. hep bizim adımıza, bize benzemeyen insanlar çıkarıyorduk aramızdan. kimse bizim tanımımızı yapmıyordu ki biz kimiz bilelim. gerçi bazı adamlar çıktı bizi anlamak üzere; ama bizi size anlattılar, bizi bize değil. tabii sizler de bu arada boş durmadınız. bir takım hayır kurumları yoluyla hem kendinizi tatmin ettiniz, hem de görünüşü kurtarmaya çalıştınız. sizlere ne kadar minnettardık. buna karşılık biz de elimizden geleni yapmaya çalıştık: kıtlık yıllarında, sizler bu dünyanın gelişmesi ve daha iyi yarınlara gitmesi için vazgeçilmez olduğunuzdan, durumu kurtarmak için açlıktan öldük; yeni bir düzen kurulduğu zaman, bu düzenin yerleşmesi için, eski düzene bağlı kütleler olarak biz tasfiye edildik (sizler yeni düzenin kurulması için gerekliydiniz, bizse bir şey bilmiyorduk); savaşlarda bizim öldüğümüze dair o kadar çok şey söylendi ki bu konuyu daha fazla istismar etmek istemiyoruz; bir işe, bir okula müracaat edildiği zaman fazla yer yoksa, onlar kazansın, onlar adam olsun diye biz açıkta kaldık; yani özetle, herkes bir şeyler yapabilsin diye biz, bir şey yapmamak suretiyle, hep sizler için bir şeyler yapmaya çalıştık. bütün bunlar olurken birtakım adamlar da anlayamadığımız sebeplerle anlayamadığımız davalar uğruna yalnız başlarına ölüp gittiler. böylece bugüne kadar iyi (siz) kötü (biz) geldik. bize, sizleri, yargılamak gibi zor ve beklenmeyen bir görev ilk defa verildi; heyecanımızı mazur görün.
aramızda hukukçu olmadığı için söz uzatılmadı, sanıkların kendilerini savunmalarına izin verilmedi. gereği düşünüldü. sanıkların ellerinden başarılarının alınmasına oy birliğiyle karar verildi.
bir gün bütün değer yargıları değişecek ve yargılananlar yargıç, eziyet edenler de suçlu sandalyesine oturacaklardır ve onlar da o kadar utanacaklar, o kadar utanacaklardır ki utançlarının ve suçlarının ağırlığı yüzünden ayağa kalkamayacaklardır.
o zaman, akıllı ya da akılsız bütün ezilenler, yani bizim caddedeki insanların çoğu, yani öcü geliyor diye küçükken beni korkuttukları çolak ve topal deli rüstem ile ben ve benimle birlikte bar kızı leyla kendisine yüz vermedi diye intihara teşebbüs ederek beynine iki kurşun sıkan fakat ancak kafa tasını delerek alay edenlerden kurtulmak için bütün hayatınca yolda kalpak giyerek dolaşmak zorunda kalan meyhaneci hızır ve onunla birlikte ortaokulda kekemeliği ve garip mistik düşünceleriyle arkadaşlarının alay konusu olan ve şimdi hava gazıyla intihar ettiği için ölmüş bulunan ve evlerindeki şecere ağacında taze yağlı boyayla yeni boyanmış yeşil, titrek bir yapraktan ibaret kalan ercan ve ercan’la birlikte annesi rus babası italyan olan ve sınıfta ve bahçede paltosunu hiç çıkarmayan ve daima gözlüğü ve paltosuyla ilkokul birinci sınıf çocuklarıyla top oynayan ve gavur diye ve kambur diye horlanan altan ve altan’la birlikte zeki ve siyah gözleriyle bana hep muhabbetle bakan ve yedi kardeşiyle ve annesiyle ve babasıyla ve teyzesiyle ve dayısıyla evkaf apartmanının en üst katında labirent gibi karışık koridorlardaki yüzlerce odadan sadece birinde oturan ve sınıf birincisi olduğu halde ilkokuldan sonra elektrikçi çıraklığına başlayan osman ve onunla birlikte bütün gülünçlüğüne rağmen aşağılığı sefaletinden ve sefaleti aşağılığından ileri gelen mimar cemil (uluer) turan ve mimar cemil’le birlikte sakat olduğu için hiç yürüyemeyen ve hep altını kirleten ve misafirler görmesin diye ve sosyetik annesi rahatsız olmasın diye yaz kış balkonda tutulan ve hep bağıran ve altına yapan ve güzel yüzüyle ve akıllı sözüyle beni büyüleyen ve balkonda yerde kendini oradan oraya atan zavallı ayhan ve onunla birlikte bodrum katta evdeki yedi ve bahçedeki yirmi yedi kedisiyle yaşayan ve kimseye zararı dokunmayan ve ölmüş kocasını unutamayan rus madam ve madamla birlikte yirmi iki yaşında veremden ölerek bizleri ve ailesini elemlere boğan ve albay sait beyin biricik oğlu ve liseden dört defa kovulmuş olup sanatoryumdan altı kere kaçan ve yağmurlu bir ilkbahar akşamı hastaneden son kaçışında ıslak elbiselerini çıkarmaya fırsat bulamadan kanla boğulan ertan ve onunla birlikte basit bir kamyon şoför muaviniyken lastik karaborsasından zengin olarak genç yaşında kumar denen illete tutulan ve bu uğurda servetini ve dostlarını kaybeden ve karısı ve kızı ve oğlu tarafından terk edilen ve meteliksiz kalan ve bir gün bir kahve köşesinde kendini vuran ve eski ve samimi aile dostumuz orhan ve orhan beyle birlikte, orhan beyle birlikte olmaktan muhakkak gurur duyacak olan ve el kapısında dünyaya gözlerini açıp ve kaderi ve mesleği hizmetçilik olan ve komşumuz saffetlerin üçüncü hizmetçisi kezban yargıç kürsüsünde bulunacağız.
mahkemede, suçlu sandalyesinde, bilerek ya da işledikleri suçları bilmek zahmetine katlanacak kadar dahi düşünmediklerinden bilmeyerek, eziyet eden, hor gören, aşağılayan, ihmal eden, aldırmayan, unutan, kötüleyen, alay eden, ıstırabı paylaşamayan, insanlar arasına duvarlar çeken, küçümseyen, çaresiz bırakan, yalnız bırakan, terk eden, baskı yapan, istismar eden, ezen, cesaret kıran, iyilik etmeyen, değer vermeyen, kalbi temiz olmayan, doğruyu yanlış gösteren, yanlışı doğru gösteren, samimiyetsiz, insafsız, korkutan, yanına yaklaştırmayan, başkasının yaşama hakkına saygı duymayan ve kendinden memnun olabilmek için her davranışı meşru sayan onlar, yani bizim küçük kalabalığımızı hava sızdırmayan tabakalar halinde üst üste saran, nefes almamızı dahi engelleyen, yani mahallemizin bütün bileği kuvvetli ve içi boş küçük kabadayıları ve onların büyük ortakları, yani esasında sayıca üstün olanlar, yani her zavallıdan daima bir rütbe bir kademe bir sınıf yukarıda olanlar, yani şekilsiz hüviyetleriyle daima vuran ve kaçınabilenler, yani hem ezip hem de ezdiklerini kabul etmeyenler, yani bir mertebe aşağıdayken ezilen ve bir derece terfi edince ezenler, yani çırağını, bir şeyler öğretmesine karşılık her zaman döven ve ona insan muamelesi etmeyen ustalar, muavininin başına vuran şoförler ve onlarla birlikte memurlarına dalkavukluk ettiren amirler, duygusuz amirlerle birlikte garsonlara paralarıyla orantılı olarak bağıran müşteriler ve kaba müşterilerle birlikte hakkını arayanlara yumruklarını gösteren görevliler ve yetkilerini kötüye kullanan görevlilerle birlikte bilgisizin bilgisizliğini suratına çarpan ve ondan bir kelime fazla bilen bilgiçler, yani öğrenmek isteyen herkese eziyet eden öğreticiler ve onlarla birlikte bilgi-sizlerin bilgisizliğine gülen onlardan daha bilgisizler ve cahillerle birlikte her değişik davranışa saldıran şekilsiz kalabalık ve kalabalıkla birlikte onlara alkış tutanlar ve onlarla birlikte her tartışmada en bayağı usullerle haklıyı haksız çıkaranlar ve onlarla birlikte her savaşta kazananı tutanlar ve onlarla birlikte kimseye zararı olmayan zayıfları ezerek kuvvetli olma duygusunu tatmin edenler ve onlarla birlikte her zaman ve her yerde her sınıftan ve her ideolojiden ve her düşünceden insanlar arasında daima ön safa geçerek aslan payını kendilerine ayıranlar ve ayırır ayırmaz insanlarla aralarına aşılmaz duvarlar örenler ve böylelerine her zaman haklı çıkarıcı bahaneler sebepler yasalar kurallar sınıflamalar bulup çıkaranlar yani her zaman insanları insanlardan ayıranlar ve onları birbirlerine düşman edenler ve onlara körü körüne uyan kalabalıklar ve gerçeği boğanlar ve onlarla birlikte insanı bu koca dünyada yalnız bırakarak arkadaşlık dostluk sevgiyle uzatacakları sıcak bir elleri olmayanlar yani elsiz gözsüz akılsız kalpsiz ve kansız gerçek sa-katlar yani onlar onlar onlar onlar onlar onlar… karşımıza oturacaklar.
ve biz onlara diyeceğiz ki:
hesaplaşma günü geldi. şimdiye kadar yalnız din kitaplarında yargılandınız. biz fakirler, zavallılar, yarım yamalak-lar, bu kitapları okuyup teselli olurken içinizden güldünüz. ve çıkarınıza baktınız. hatta gene sizlerden, sizin gibilerden, büyük düşünürler çıktı ve bu kitapların bizleri uyuş- turmak için yazıldıklarını ileri sürdüler. biz zavallılar, ya bu düşüncelerden habersiz kaldık, ya da bunları yazanları bizden sanarak alkışladık. yani uyuttular alkışladık, uyandırıl-dık alkışladık. her ne kadar bugün siz suçlu, biz yargıç sandalyesinde oturuyorsak da gene acınacak durumda olan bizleriz. esasında, sizleri yargılamaya hiç niyetimiz yoktu; sizin dünyanızda, o dünyayı bizlerin sanıp yaşarken, hepinize hayrandık. sizler olmadan yaşayabileceğimizi bilmiyorduk. ayrıca, dünyada gereğinden çok acıma olduğuna ve bizim gibilerin ortadan kaldırılmamasının sizlerin insancıl duygularına bağlandığına inanmıştık. bu çok masraflı dünyada bir de bizlere bakmanız katlanılması zor bir fedakârlıktı. arada bir bize benzeyen biri çıkıyor ve artık yeter diyordu. onunla birlikte bağırıyorduk: artık yeter! bazen kazanıyorduk, bazen kaybediyorduk ve sonunda her zaman kaybediyorduk. onlar da sizler gibi onlardı. düzeni çok iyi kurmuştunuz. hep bizim adımıza, bize benzemeyen insanlar çıkarıyorduk aramızdan. kimse bizim tanımımızı yapmıyordu ki biz kimiz bilelim. gerçi bazı adamlar çıktı bizi anlamak üzere; ama bizi size anlattılar, bizi bize değil. tabii sizler de bu arada boş durmadınız. bir takım hayır kurumları yoluyla hem kendinizi tatmin ettiniz, hem de görünüşü kurtarmaya çalıştınız. sizlere ne kadar minnettardık. buna karşılık biz de elimizden geleni yapmaya çalıştık: kıtlık yıllarında, sizler bu dünyanın gelişmesi ve daha iyi yarınlara gitmesi için vazgeçilmez olduğunuzdan, durumu kurtarmak için açlıktan öldük; yeni bir düzen kurulduğu zaman, bu düzenin yerleşmesi için, eski düzene bağlı kütleler olarak biz tasfiye edildik (sizler yeni düzenin kurulması için gerekliydiniz, bizse bir şey bilmiyorduk); savaşlarda bizim öldüğümüze dair o kadar çok şey söylendi ki bu konuyu daha fazla istismar etmek istemiyoruz; bir işe, bir okula müracaat edildiği zaman fazla yer yoksa, onlar kazansın, onlar adam olsun diye biz açıkta kaldık; yani özetle, herkes bir şeyler yapabilsin diye biz, bir şey yapmamak suretiyle, hep sizler için bir şeyler yapmaya çalıştık. bütün bunlar olurken birtakım adamlar da anlayamadığımız sebeplerle anlayamadığımız davalar uğruna yalnız başlarına ölüp gittiler. böylece bugüne kadar iyi (siz) kötü (biz) geldik. bize, sizleri, yargılamak gibi zor ve beklenmeyen bir görev ilk defa verildi; heyecanımızı mazur görün.
aramızda hukukçu olmadığı için söz uzatılmadı, sanıkların kendilerini savunmalarına izin verilmedi. gereği düşünüldü. sanıkların ellerinden başarılarının alınmasına oy birliğiyle karar verildi.
devamını gör...
749.
"burada bazı infazların korkunç ve inançtan yoksun sonuçlara neden olduklarına dair iki ya da üç örnek vermek gerekir. başsavcıların eşlerinin sinirlerini bozmak gerekir. çünkü bir kadın, bazen bir bilinç demektir.
güneyde, geçen eylül ayının sonlarına doğru, yerini, gününü, mahkûmun adını tam olarak anımsayamıyoruz, ama olaya itiraz olursa bunları bulabiliriz, pamiers’de olmuştu galiba; evet, eylül ayının sonlarına doğru, hücresinde, rahat rahat iskambil kâğıtlarıyla oynayan bir adam bulmuşlar; ona iki saat içinde öleceğini haber vermişler; tabii ki bu haber, mahkûmun bütün kaslarını titretmiş, çünkü onu unuttukları bu altı ay içinde ölümü hiç düşünmüyormuş; onu tıraş etmişler, sımsıkı bağlamışlar, günah çıkartmışlar; sonra onu dört jandarmanın arasında bir el arabasına koymuşlar ve kalabalığın içinden geçirerek infaz yerine götürmüşler. buraya kadar her şey basit gibi. ama yaşananlar böyle. idam sehpasının önüne gelince, cellat onu rahipten teslim almış, kaldıracın üstüne bağlamış, “fırına sürmüş”, burada argo deyimini kullanıyorum, sonra da bıçağı boşa bırakmış. ağır demir üçgen zorla yerinden oynamış, yuvalarına çarpa çarpa düşmeye başlamış ve işte başlayan iğrenç gösteri, adamı öldürmeden boynunda yara açıvermiş. adam korkunç bir çığlık atmış. şaşkın cellat bıçağı kaldırmış ve yeniden düşürmüş. bıçak, mahkûmun boynuna ikinci kez darbe indirmiş, ama kesememiş. mahkûm da, halk da haykırıyorlarmış. üçüncü bir darbenin başarılı olacağına inanan cellat, bıçağı yeninde çekmiş. sonuçsuz. üçüncü darbe, mahkûmun sırtında üçüncü bir kan ırmağının fışkırmasına neden oluyor, ama yine de başı yeniden kopartamıyormuş. özetleyelim.
bıçak beş kez daha çıkmış, beş kez daha düşmüş, beş kez daha mahkûmun boynundan parça koparmış ve beş kez daha bıçağın altındaki mahkûm haykırıyor ve pes ederek canlı başını sallıyormuş! öfkelenen halk, yerden taşları almış ve celladı taşa tutmaya koyulmuş. cellat giyotinin altına saklanmış ve oradan da jandarmaların atlarının arkasına kaçmış. ama olay daha bitmedi. idam sehpasının üstünde yalnız başına kaldığını gören zavallı adam dikilmiş ve her tarafından kanlar fışkırırken, orada ayakta durarak, korkmuş bir halde, sırtını üstünde sallanan yarı kesilmiş başını tutarak hafif çığlıklarla iplerini çözmelerini yalvarıyormuş. gönlü acıma duygusuyla dolmuş halk, jandarmaları zorlamak ve beş kez infaza katlanmış zavallının yardımına koşmak üzereymiş. işte o anda, yirmi yaşında bir delikanlı olan celladın bir uşağı idam sehpasın üstüne fırlamış, mahkûma ipini çözebilmesi için sırtını dönmesini söylemiş ve hiçbir biçimde karşı koymayan adamın duruşundan yararlanarak, onun sırtına çıkmış ve büyük bir güçlükle, bilmem hangi kasap bıçağıyla adamın boynunun kalan kısmını kesmeye koyulmuş. işte olanlar. görülmüştür. evet."
— bir idam mahkûmunun son günü, s. 24
ek: son kısımda anlatılan cellatın uşağı, idam edilen kişiye duyduğu kinden ötürü bilerek bıçağı köreltmiş. can çekişmesini istemiş.
güneyde, geçen eylül ayının sonlarına doğru, yerini, gününü, mahkûmun adını tam olarak anımsayamıyoruz, ama olaya itiraz olursa bunları bulabiliriz, pamiers’de olmuştu galiba; evet, eylül ayının sonlarına doğru, hücresinde, rahat rahat iskambil kâğıtlarıyla oynayan bir adam bulmuşlar; ona iki saat içinde öleceğini haber vermişler; tabii ki bu haber, mahkûmun bütün kaslarını titretmiş, çünkü onu unuttukları bu altı ay içinde ölümü hiç düşünmüyormuş; onu tıraş etmişler, sımsıkı bağlamışlar, günah çıkartmışlar; sonra onu dört jandarmanın arasında bir el arabasına koymuşlar ve kalabalığın içinden geçirerek infaz yerine götürmüşler. buraya kadar her şey basit gibi. ama yaşananlar böyle. idam sehpasının önüne gelince, cellat onu rahipten teslim almış, kaldıracın üstüne bağlamış, “fırına sürmüş”, burada argo deyimini kullanıyorum, sonra da bıçağı boşa bırakmış. ağır demir üçgen zorla yerinden oynamış, yuvalarına çarpa çarpa düşmeye başlamış ve işte başlayan iğrenç gösteri, adamı öldürmeden boynunda yara açıvermiş. adam korkunç bir çığlık atmış. şaşkın cellat bıçağı kaldırmış ve yeniden düşürmüş. bıçak, mahkûmun boynuna ikinci kez darbe indirmiş, ama kesememiş. mahkûm da, halk da haykırıyorlarmış. üçüncü bir darbenin başarılı olacağına inanan cellat, bıçağı yeninde çekmiş. sonuçsuz. üçüncü darbe, mahkûmun sırtında üçüncü bir kan ırmağının fışkırmasına neden oluyor, ama yine de başı yeniden kopartamıyormuş. özetleyelim.
bıçak beş kez daha çıkmış, beş kez daha düşmüş, beş kez daha mahkûmun boynundan parça koparmış ve beş kez daha bıçağın altındaki mahkûm haykırıyor ve pes ederek canlı başını sallıyormuş! öfkelenen halk, yerden taşları almış ve celladı taşa tutmaya koyulmuş. cellat giyotinin altına saklanmış ve oradan da jandarmaların atlarının arkasına kaçmış. ama olay daha bitmedi. idam sehpasının üstünde yalnız başına kaldığını gören zavallı adam dikilmiş ve her tarafından kanlar fışkırırken, orada ayakta durarak, korkmuş bir halde, sırtını üstünde sallanan yarı kesilmiş başını tutarak hafif çığlıklarla iplerini çözmelerini yalvarıyormuş. gönlü acıma duygusuyla dolmuş halk, jandarmaları zorlamak ve beş kez infaza katlanmış zavallının yardımına koşmak üzereymiş. işte o anda, yirmi yaşında bir delikanlı olan celladın bir uşağı idam sehpasın üstüne fırlamış, mahkûma ipini çözebilmesi için sırtını dönmesini söylemiş ve hiçbir biçimde karşı koymayan adamın duruşundan yararlanarak, onun sırtına çıkmış ve büyük bir güçlükle, bilmem hangi kasap bıçağıyla adamın boynunun kalan kısmını kesmeye koyulmuş. işte olanlar. görülmüştür. evet."
— bir idam mahkûmunun son günü, s. 24
ek: son kısımda anlatılan cellatın uşağı, idam edilen kişiye duyduğu kinden ötürü bilerek bıçağı köreltmiş. can çekişmesini istemiş.
devamını gör...
750.
..."whitcomb judson, fermuarın mucidi. 21 eylül 1922'de öldüğünde, chicago'da bütün fermuarlar yarıya indirilmiş."
gerçekten kitap okurken sesli güldüğüm nadir anlardandı. teşekkürler (bkz: murat menteş) ?
yazarak birilerini güldürmek bence zor bir iş. böyle yazarların olması beni çok mutlu ediyor. :).
gerçekten kitap okurken sesli güldüğüm nadir anlardandı. teşekkürler (bkz: murat menteş) ?
yazarak birilerini güldürmek bence zor bir iş. böyle yazarların olması beni çok mutlu ediyor. :).
devamını gör...
751.
''bu topraklarda her şey öylesine güç, öylesine kederli ve rüzgarla öylesine hırpalanmıştı ki, taşlar bile acı çekerdi sanki.''
katilin gözyaşları, anne-laure bondoux
katilin gözyaşları, anne-laure bondoux
devamını gör...
752.
unutma insan çiğ et de yiyebilir. ateş sonradan bulunan bir şeydir. onun için bu hayat niye böyle adaletsiz diye sormak yanlış bir başlangıç olur. bu sorunun tatmin edici bir cevabı yoktur. doğru başlangıç, bu hayatı en az kazayla nasıl yaşayabilirim olmalıdır.
(...)
hayır, gafletle yaşayıp gitmek yerine acımı çekerek yaşamayı yeğlerim. çok ağır. ama yine de daha insani.
(...)
hayır, gafletle yaşayıp gitmek yerine acımı çekerek yaşamayı yeğlerim. çok ağır. ama yine de daha insani.
devamını gör...
753.
ne gördün bütün kapıların birer bire kapandığı bu dünyada? hangi kusurunu düzeltmene fırsat verdiler? son durağa gelmeden yolculuğun bitmek üzere olduğunu söylediler mi sana? birden, buraya kadar! dediler. oysa bilseydin nasıl dikkatle bakardın istasyonlara; pencereden görünen hiçbir ağacı, hiçbir gökyüzü parçasını kaçırmazdın. bütün sularda gölgeni seyrederdin. üstelik, daha önce haber vermiştik derler onlar. her şeyin bir sonu olduğunu genel olarak belirtmiştik...
oğuz atay
oğuz atay
devamını gör...
754.
biraz daha geçmişe dönecek olursak çok daha mutluy dum ama bilirsiniz işte mutluluklar pek uzun sürmez. en azından acılar kadar uzun sürmediğine eminim. çünkü acılar izler bırakırken, mutluluklar acıların bıraktığı izle ri bir süreliğine siler. benim yaşadığım mutluluklar tam da böyleydi. silinmiş gibi görünen ama altında hep bir acıyla boğuşan...
devamını gör...
755.
"namustan dem vurup atıp tutanlara kulak asma. evlerinin duvarları dile gelse de söylese!"
- hanımın çiftliği, orhan kemal
- hanımın çiftliği, orhan kemal
devamını gör...
756.
kırdım diyorsun zincirlerini
evet, köpek de çeker koparır zincirini,
kaçar o da ama halkaları boynunda taşıyarak.
evet, köpek de çeker koparır zincirini,
kaçar o da ama halkaları boynunda taşıyarak.
devamını gör...
757.
ve, fırtınalı gecelerde, gözlerim çakmak çakmak, saçlarım fırtınada kamçı gibi savrulurken, ben, tıpkı yol ortasında yapayalnız bir taş gibi, insan konutlarının çevresinde dolaştığım sırada, bacaların içine sıvanan kurum gibi kapkara bir kadife parçasıyla örterim yıpranmış yüzümü: yüce yaratıcı'nın güçlü bir kin gülümsemesiyle bana bağışladığı çirkinliği kimsenin görmesi gerekmez. her sabah, güneş, bütün doğaya sağaltıcı sevinç ve sıcaklık yayarak başkaları için doğarken, ben, beni şarap gibi esriten bir umutsuzluk içinde, sevgili inimin taa dibinde çömelmiş, karanlıklarla yüklü boşluğa gözlerini dikerek, yüzünün tek çizgisi kımıldamadan, güçlü ellerimle paramparça ederim göğsümü. bununla birlikte, kuduza yakalanmamış olduğumu duyumsarım! bununla birlikte, acı çeken tek kişinin ben olmadığımı duyumsarım! bununla birlikte, soluk aldığımı duyumsarım!
- maldororun şarkıları
- maldororun şarkıları
devamını gör...
758.
insanların çoğu yargılar. çünkü düşünmek zordur.
devamını gör...
759.
"biz almanların tehlikeli yanı şudur ki, tüm muharebeleri kazanır ama sonuncuyu kaybederiz"
-general halder
-general halder
devamını gör...
760.
"bu dünyadan ümidini kesen insanların sığınacağı tek yer hayalî bir öteki dünya olur"
devamını gör...