ayna grubunun 1998 yılında çıkarttığı 2. albümleri olan dön bak ayna'ya içerisinde 6. sırada bulunan parça.
devamını gör...
tanım: yıllar geçsede aşağıdaki anılarımın her bir karesini aynı netlikte hatırlatacağına inandığım bir ayna grubunun şarkısıdır.

2010 yılı bahar aylarıydı, çiçeği burnunda *acımla okula/staja gidip geliyordum. hayattan ne kadar soğuyabilirse bir insan o kadar soğumuş, köşelere kuytulara saklanarak yaşayan, tahammül sınırı neredeyse sıfır noktasında bir insandım. o neşeli, esprili, soğukkanlı, mantıklı, üzgünlükleriyle dalga geçen, hayatla dans eden halimden eser yoktu. sigaraya ve içkiye başlamıştım, ikisi de dehşet midemi bulandırıyordu, sigara geceleri öksürük nöbetleri geçirmeme neden oluyordu, kim umursar asi görl olarak daha da çok içiyordum. annem bi dal sırt çantamda yakalayınca artık harçlığımı ince hesaplarla veriyordu. bulduğu yöntem beni daha çok ateşliyordu, kahvaltı yapmayıp sigara alıyordum, bazen dayanamayıp yemek yediğimde iki-üç tane alabilecek kadar para ayırıyordum. olmazsa tayfadan toparlıyordum. aynen ben arka sıradaki asi kız...saçlarımı emo style yapmadım ama lütfen... ayy bi midem bulandı şimdi. neyss.

tam o sıralar beşinci staj yerimiz olan sabahat akşiray otistik çocuklar eğitim merkezinde ki stajımıza başlamıştık. ilk stajım olmasa da ilk “otistik çocuklar” ile tanışmamdı. staj partnerim en yakın arkadaşımdı, “oçem” o kadar büyüktü ki toplu alandan sınıflara gidene kadar yolda;
- net ve emir cümleleri kuracağız
- fiziksel yakınlığa özen göstereceğiz *
-kriz anlarında sınıf öğretmeninin arkasına sığınacağız
diye ezber yapıyorduk ve umarım ağır otistik bir birey yoktur sınıfta diye çene çalarak ilerliyorduk.
artık gelmiştik ve kısa bir “kapıyı kim çalacak” muhabbetinden sonra ben tıklatıp açmıştım.
- merhaba hocam biz stajyer öğrencileriniziz.
+hoş geldiniz kızlar geçin geçin, çocuklar bireysel etkinlikte oturun hem biz tanışmış oluruz.

usulca bir kenara geçip klasik olan ders, okul, öğrenciler, dosyaları, sohbetlerimizi yapmıştık. ara verişmişti, koşarak sigara içebileceğimiz bir yer aradık. ah muhteşem bir güzelliği vardı okul bahçesinin. bizim sınıfımız toplandığımız alandan üç-dört bina arkadaydı. bu da rahatt rahatt papatyalara yayıla yayıla sigara içebiliriz demek oluyordu. ne sanıyorsunuz lisedeyiz ve kaç kez yakalanıp kendimi acındırarak cezalardan ve “aileni ararım” tehditlerinden zorlukla kurtulmuştum. bir kez daha yakalanamazdım.

yeniden sınıf kapısını tıklattım, içeri girdiğimizde müthiş bir gürültü vardı. down sendromlu , işitme, görme, disleksi, spastik engeli olan çok sayıda çocuk ve yetişkin ile çalışmıştık kısa zamanda ama bu çocuklar çok başkaydı. 7-10 yaş aralığında, normal çocuklardan fiziksel hiçbir ayrıştıcı bir yanı olmayan bambaşka bireyler. hele bir tanesi hayranlık uyandıracak kadar güzeldi.
içimde tarif edemediğim hem korku hem acıma duygusu kaplamıştı. korkuyordum çünkü haraketleri öngörülemezlerdi. sınıfta olabildiğince ufak ıvır zıvırdan, keskin sivri materyallerden kurtulunmuştu, bu da her an sınıfta olan bireylerin başına bir şey gelebilme ihtimalini düşürmek amacıylaydı.
acıyordum hepsi birbirinden güzel ve sağlıklı duran pırıl pırıl çocuklardı.
günler geçiyordu ve korkum azalıyor, perşembe ve cuma günlerini iple çekiyordum. önceleri ödev için zorlukla hazırladığım etkinlikleri şimdi özenle ve istekle hazırlıyordum. okulun kiraladığı o büyük izmir belediye otobüsü bir türlü oçem’e varamıyordu, yol boyu şanslıysam oturarak hayal kuruyordum, yeni bir şey öğreteceğim, şöyle öğreteceğim, şunu pekiştireç olarak kullanacağım...

o gün çocuklar yemek arasındaydı, merve’ye sen yemeklerini yedir, etkinliği ben hazırlayıp yaptırayım diye görev paylaşımı yapmıştık.
öğretmen koltuğuna oturmuş, önceki günden hazırladığım materyallere uygun boyama resimleri çiziyordum.
birden kapı açıldı, gelen bizim en ufak “sude”.

beyaz tenli, kirpikleri kaşlarına değen, sarı ve uçlarına doğru kıvırcık saçlı, annesinin her sabah çiçekli böcekli, rengarenk giydirdiği prensesi. her iddiasına varım bir bakanın “maşallah çok güzel çocuk istemiyorum ama böylesi olsa... ” deyip üç kez bakacağı bir çocuk.

-neden buradasın? yemeğini yedin mi? yerine otur!
sıfır cevap ve mimik ile bana doğru yaklaştı, bakışları gözlerimden başka her yerde gezerek sandalyemi kendine çevirmeye zorladı. düşündüm, baya zaman geçmişti ama hiç aksi ve ürkütücü hareketi yoktu. izin verdim.
kendine çevirdi ve kucağıma bir kedi gibi oturdu sonra indi, bunu dört kez yaptı. en sonunda oturup ellerimi yüzüne koydu. sude konuşamayan bir kızdı, çok kez annesinin “anne” dese yeter diye ağladığını görmüştüm. sadece bir şarkısı vardı. yalnızca onu söylerdi ve kelimeleri kusursuz çıkarırdı ağzından, sanki yıllardır konuşuyor gibi. sesi de ince ve öpülesiydi.
sen unutma beni
kızdığında ellerini kafasında birleştirip minicik dişlerini sıkarak,
sevindiğinde donuk yüz ve büyük haraketlerle uzaklara bakarak söylerdi bu şarkıyı.

saçlarıma, yüzüme, dışarıya bakarak söylemeye başlamıştı. telefonumu eteğimin cebinden çıkarıp onun için indirdiğim bu şarkıyı açtım.
mutluluğunu gözlerinden okuyabiliyordum, o kadar sarılmak istiyordum ki ama durduruyordum kendimi zaten yeterince ihlal etmiştim. ellerini tutuyordum her ihtimale karşı, çünkü bir anda o ince parmaklarını gözlerime sokabilirdi. bir anlık dalgınlıkla mı bilmiyorum ellerini kurtarıp saçlarıma götürüp oynamaya başladı, evet dedim yeterince mesafeyi kaçırdın bu ilk sinyalleri, artık indir onu yere diye içimden geçirirken bana sarılmaya çalıştığını anladım. saçlarımı geriye atıyordu, ellerini boynumda kilitleyip kafasını çenemin altına iyice yerleştirdi, bu yerleştirme işini tam dört kez yaptı. bizim bu meditatif halimizi sağ olsun merve ve öğrenciler hışımla kapıyı açarak bozdular.
- ohaa sen napıyorsun?! delirdim ya kayboldu sandım, ne işi var kucağında kafayı mı yedin!
kalkmaya yeltenip pozisyonumuzu bozmaya çalıştıysam da yapamadım. şarkı daha ona yeterli gelmemişti üçüncü kez çalıyordu, yetseydi kendi kalkıp en güvenli yerine otururdu. bir tane daha vardı ama birazdan sınıf öğretmenimiz gelecekti ve nitekim geldi. bizi öyle görünce şok oldu tabi. kızardığımı hatırlıyorum. hoca biraz negatif ve akıl transfer eden üslubuyla konuşurken dördüncü kez çalıyordu bücürün şarkısı.

kalk! dedi hoca, elinden tutup çekmeye çalışınca sude saçımı yakaladı, açık ve özenle düzleştirdiğim saçlarım bir cimcimenin elleri arasındaydı. hoca bir kez daha ısrar edince benim saçlarımı daha çok çekmişti, kilitlenmişti artık, ufak dişlerini sıkmış şarkıyı içinden söylüyordu, o an ağlamaya başlamıştım, zorla ufak ellerini açsak kendi saçını yolacak zaten yara içinde olan boynunu tırmalayacaktı. hoca korktuğum için ağladığımı düşünse de ben hayatın sude’ye olan adaletsizliğine ağlıyordum, küçücük ve her şeyiyle mükemmel bir kızdı. bunları düşünürken ben, bir anda zıplayarak seke seke yerine geçip oturdu. evet şarkı yeni tura geçmişti.

ertesi hafta giderken hiç tekrarlanacağı aklıma gelmemişti, yemekten önce ya da sonra, etkinlik yaptırmak için karşısına oturduğumda, kısaca oturduğum her hangi bir zamanda fırlayıp saçımı tutarak şarkıyı söylemeye başlıyordu.

sonraki hafta kendi okulumdayken sınıfımın değiştiğini öğrenmiştim, içim o kadar acıdı ki. hepsini çok seviyordum öğrencilerimin ama sude daha farklıydı, bana yaptığı bu yaklaşımı kimseye yapmadığını biliyordum, hatta bir kez uzun bir göz teması bile kurmuştuk. gerçekten içim acıyordu, yahu sanki ne vardı, öğrencimdi. diğerleri gibi. niye, ne gerek vardı bu kadar üzülecek...

sürüldüm sözlük o sınıftan, ertesi hafta gittiğim sınıf biraz daha ağır otistik gençlerin olduğu sınıftı. iki beyefendi öğretmeni vardı. sanırım açıklamama gerek yok neden iki beyefendi olduğunu. bir tanesi ağır düzeydeydi, etkinlikleri kendi istediği zaman yapılırdı. “kendi istediği zaman” olduğunu tokatlamaya çalışmadığı zaman anlıyorduk.
bir diğeri ahmet, baya uzun boylu şöyle 1.90 falan iri yarı on yedi yaşında çocuktu. sakin, konuşamayan sınıfın içerisindeki tuvalete sürekli kaçan bir çocuktu. orada napıyor diyorsanız eğer, ellerini ıslatıp sınıfa geliyor ve iki işaret parmağının uçlarını birleştirip tırnağı dudağına değecek şekilde sağ sol yaparak oynuyordu. tüm etkinlikleri yapardı ama elleri ıslak olmak koşuluyla.

gecenin başında best fm de denk geldim bu şarkıya, tüm o günlerimi, babamsız hayata tutunmaya çabalamalarımı, hayallerimi, ufacık anlarda hissettiğim duyguları, sude’yi, ahmet’i, çocuklara ücretsiz konser veren yıldız tilbeyi, kulisine girip sohbet edip, fotoğraf çektirdiğimi sonra fotoğraf makinamı o hengâmede çaldırdığımı hatırladım.

ee sadece koku hafızası mı var? ııı ııhh.

not: tanımı şöyle bi kontrol edeyim dedim imla falan gözümden kaçan var mı diye. ama üşendim sözlük. daha kısa tanımlarda söz.
devamını gör...
ayna şarkısı olup 1998 yılında yayınlanan dön bak aynaya albümünde yer alır.


böyle mi yaşanır ayrılık acısı?
gözlerimden anla yeter
gel de al canımı
al da kurtulayım
ayrılık ölümden beter

sende unuttum hayalleri
sende unuttum sevilmeyi
bari sen unutma beni.
devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

"sen unutma beni" ile benzer başlıklar

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim