yönetmen koltuğunda florian zeller'ın yer aldığı 2022 yapımlı dram filmidir. ebeveynlerinin boşanması ardından kendini dünyaya karşı ilgisiz bulan nicholas, artık eskisi gibi gülmemektedir. babasının yanına taşındığında ise nicholas için her şey farklı bir hal alacaktır.
yönetmen:
florian zeller
oyuncular:
vanessa kirby
anthony hopkins
hugh jackman
laura dern
william hope
hugh quarshie
zen mcgrath
akie kotabe
florian zeller
oyuncular:
vanessa kirby
anthony hopkins
hugh jackman
laura dern
william hope
hugh quarshie
zen mcgrath
akie kotabe
öne çıkanlar | diğer yorumlar
başlık "zed's dead baby" tarafından 01.09.2022 09:32 tarihinde açılmıştır.
1.
the father filmiyle ilk filmini çeken florian zeller'in bir aile üçlemesi olması beklenen filmlerin ikincisi.ilk filmi ile oscar alan yönetmenin bu filminde başrolleri hugh jackman , anthony hopkins ve vanessa kirby paylaşıyor.filmin gösterim tarihi 11 kasım 2022.
the son trailer (2022) / one media
the son trailer (2022) / one media
devamını gör...
2.
yönettiği ilk film olan the father ile büyük bir başarı elde eden tiyatro yazarı florian zeller ikinci filminde yine aile üzerinden yürüyerek ergen depresyonu ve baba-oğul ilişkisini ele almış. film venedik film festivali'nde ağır eleştirilere maruz kalmış fakat beni derinden etkilemeyi başaran filmin bu kadar gömülmeyi hiç de hak etmediğini düşünüyorum.
baba, birkaç yıl önce boşanmış ve kendisine yeni bir hayat kurmuş, yeni eşinden bir oğlu olmuş. işine fazla odaklanan ve zaman harcayan biri olmakla birlikte huzurlu bir aile ortamı kurmuş. başarılı bir avukat ve önü açık bir siyasi danışman. bu başarısını annesine ve babasına kötü davranan babasına rağmen çok çalışarak elde etmiş.
oğul ise boşanma sonrası annesinde kalmış fakat anne'nin boşanma sürecini fazla acılı yaşaması ve dağılması çocukta derin ve kalıcı izler bırakmış. film de zaten anne'nin çocuğun son bir aydır okula gitmediğini söylemek üzere eski kocasının kapısına gitmesiyle açılıyor.
baba, vakti değerli bir plaza insanı ama kendi babası gibi olmak istemeyen; çocuğunu anlayan ve önemseyen bir baba olma çabası içerisinde elinden geleni yapmaya çalışıyor, yıllardır hayalini kurduğu kariyerinde sıçrama yaptırtacak fırsatı oğluna zaman ayıramama riski nedeniyle reddedebiliyor.
yeni karısı da oğula evini açacak, ona yardımcı olmaya çalışacak kadar iyi biri esasen. pek de sevimli olmayan çocuğu sevemese de kocasına olan aşkı onu çocuğa karşı iyi olmaya zorluyor da diyebiliriz.
baba'nın ve yeni karısının çocuğu kazanma gayretleri çocuğun ruh halinin değişmesine dönemsel katkıda bulunsa da genel anlamda sorunları çözmeye yetmiyor. filmin analizlerinde çocuğun akıl hastası olduğu şeklinde yorumlar ağırlıkta olsa da o ruh halinde yaşayan pek çok genç görmüş biri olarak sorunun, yeni jenerasyonun dünyaya bakışı, hayatı okuması ve hayata uyum problemi bağlamında ele alınması gerektiğini düşünüyorum. 16-17 yaşında, az konuşan, duygularını belli etmeyerek sabit bakan, sorununu ve yaptıklarının nedenini izah edemeyen, sosyalleşme ve arkadaş edinme sorunu yaşayan, kendisini çok yorduğunu düşündüğü hayata intibak edemeyen, empati yoksunu ve özgüveni ciddi oranda kırık gençler. anlamayı hiç düşünmedikleri ebeveynlerine karşı öfkeli ve onlardan hep alacaklılar.
çocuğun haklı olduğu noktanın, babasının ona yardımcı olma biçiminin çocuğun ruh dünyasına etki edememesi olduğunu söyleyebiliriz. baba çocuğun düzenli olarak okula gitmesini çok önemsiyor; ödevlerini, testlerini, gireceği sınavları gündem ediyor, başarılı olma ile mutlu olmayı özdeş göstermeye çalışıyor.
çocuğun, yıkıcı iç geriliminden kurtulmak için kollarına çizik attığını, hayata anlam yükleyemediği için yaşamanın acı verdiğini, okulun veya başarının zerrece umurunda olmadığını, içinde hapsolduğu yalnızlık ve yalıtılmışlığın tercih gibi görünmesine rağmen anlam eksikliğinden kaynakladığını göremiyor veya görmek istemiyor.
hayat, dünyayı karamsar ve kasvetli ruh haliyle algılayan çocuğa cehennem gibi geliyor. bir önceki neslin kutsalları olan okumak, başarmak, kariyer yapmak onun için çok manasız kalıyor. okul; onu boğan, bunaltan, hapishaneden veya kışladan farksız bir kapatılma ve biçimlendirme mekânı olarak çok sevimsiz geliyor.
hayatı belli bir anlam ufkuna oturtamayan, dünyaya yabancılaşmış, intihara meyilli böylesi gençlere; kendini gerçekleştirme, başarma, motivasyon, mutlu olma vb. kişisel gelişim yaklaşımları etkili olmuyor. hatta etkili olamadığı gibi bu yaklaşımdaki ebeveynle çocuk arasındaki mesafenin açılmasıyla sonuçlanıyor. eskinin "disiplin toplumu"nda emir-yasak-ceza ile yapılmaya çalışanı şimdi bu tür makyajlanmış "olumlu düşünme" ifadeleriyle yapıyoruz. ama derin depresyon yaşayan ve ruhunun katmanlarına inilemeyen çocuk için bunlar laf-ı güzaftan öte anlam taşımıyor. bir anlamda kanser bürümüş bünyeyi ağrı kesicilerle tedavi etme mesabesinde kalıyor.
yukarıda betimlemeye çalıştığım genç sanılmasın ki istisnai bir vakıa. o yaşta evladı olanların deneyimlediği üzere genel anlamda yeni yetişen jenerasyon buna yakın bir ruh haline sahip. anne babalar aynı filmdeki baba gibi yardımcı olmak istiyor, çocuklarının etrafında, o mutlu olsun diye, pervane oluyorlar. fakat teşhis yanlış konulduğu için uygulanan tedavi yöntemleri pek bir işe yaramıyor. hatta aşırı hassas davranılıp "kıyamamak" biçimindeki yaklaşımlar ters tepip daha kötü sonuçlara yol açabiliyor.
baba karakterinin, anthony hopkins'in canlandırdığı kendi babasıyla olan diyaloğu, kuşaklar arasındaki baba-oğul ilişkisinin nasıl bir değişim-dönüşüm yaşadığını göstermesi bakımından önemliydi. ilgisiz baba elinde büyüyen çocuk kendi çabalarıyla, okuyarak-çalışarak başarıyı yakalamış, kendince anlamlı bir dünya kurmuştur. ancak ilgili baba, hayata kayıtsız kalmış kendi evladına deva olamamaktadır. babası gibi olmamak için yaptığı hiçbir olumluluk çocuğu üzerinde işe yaramamaktadır çünkü çok farklı bir kuşağın ideal bir örneği ile muhataptır. filmde ebeveynlerinin boşanmasının çocuk üzerindeki etkisine vurgu yapılmakla birlikte boşanmamış ailelerde de benzer yapıdaki gençlerin aynı sorunları yaşıyor olması meselenin genel, problemin ciddi olduğunu gösteriyor.
not: belirtmeden geçersem içime sinmeyecek, laura dern bu nasıl kötü bir oyunculuk, nasıl rahatsız edici bir olmamışlıktır. evladı oynayan zen mcgrath ile birlikte filmin meselesine de hugh jackman'ın sıra dışı performansına da gölge düşürmüş, filmi aşağı çekmişsiniz.
baba, birkaç yıl önce boşanmış ve kendisine yeni bir hayat kurmuş, yeni eşinden bir oğlu olmuş. işine fazla odaklanan ve zaman harcayan biri olmakla birlikte huzurlu bir aile ortamı kurmuş. başarılı bir avukat ve önü açık bir siyasi danışman. bu başarısını annesine ve babasına kötü davranan babasına rağmen çok çalışarak elde etmiş.
oğul ise boşanma sonrası annesinde kalmış fakat anne'nin boşanma sürecini fazla acılı yaşaması ve dağılması çocukta derin ve kalıcı izler bırakmış. film de zaten anne'nin çocuğun son bir aydır okula gitmediğini söylemek üzere eski kocasının kapısına gitmesiyle açılıyor.
baba, vakti değerli bir plaza insanı ama kendi babası gibi olmak istemeyen; çocuğunu anlayan ve önemseyen bir baba olma çabası içerisinde elinden geleni yapmaya çalışıyor, yıllardır hayalini kurduğu kariyerinde sıçrama yaptırtacak fırsatı oğluna zaman ayıramama riski nedeniyle reddedebiliyor.
yeni karısı da oğula evini açacak, ona yardımcı olmaya çalışacak kadar iyi biri esasen. pek de sevimli olmayan çocuğu sevemese de kocasına olan aşkı onu çocuğa karşı iyi olmaya zorluyor da diyebiliriz.
baba'nın ve yeni karısının çocuğu kazanma gayretleri çocuğun ruh halinin değişmesine dönemsel katkıda bulunsa da genel anlamda sorunları çözmeye yetmiyor. filmin analizlerinde çocuğun akıl hastası olduğu şeklinde yorumlar ağırlıkta olsa da o ruh halinde yaşayan pek çok genç görmüş biri olarak sorunun, yeni jenerasyonun dünyaya bakışı, hayatı okuması ve hayata uyum problemi bağlamında ele alınması gerektiğini düşünüyorum. 16-17 yaşında, az konuşan, duygularını belli etmeyerek sabit bakan, sorununu ve yaptıklarının nedenini izah edemeyen, sosyalleşme ve arkadaş edinme sorunu yaşayan, kendisini çok yorduğunu düşündüğü hayata intibak edemeyen, empati yoksunu ve özgüveni ciddi oranda kırık gençler. anlamayı hiç düşünmedikleri ebeveynlerine karşı öfkeli ve onlardan hep alacaklılar.
çocuğun haklı olduğu noktanın, babasının ona yardımcı olma biçiminin çocuğun ruh dünyasına etki edememesi olduğunu söyleyebiliriz. baba çocuğun düzenli olarak okula gitmesini çok önemsiyor; ödevlerini, testlerini, gireceği sınavları gündem ediyor, başarılı olma ile mutlu olmayı özdeş göstermeye çalışıyor.
çocuğun, yıkıcı iç geriliminden kurtulmak için kollarına çizik attığını, hayata anlam yükleyemediği için yaşamanın acı verdiğini, okulun veya başarının zerrece umurunda olmadığını, içinde hapsolduğu yalnızlık ve yalıtılmışlığın tercih gibi görünmesine rağmen anlam eksikliğinden kaynakladığını göremiyor veya görmek istemiyor.
hayat, dünyayı karamsar ve kasvetli ruh haliyle algılayan çocuğa cehennem gibi geliyor. bir önceki neslin kutsalları olan okumak, başarmak, kariyer yapmak onun için çok manasız kalıyor. okul; onu boğan, bunaltan, hapishaneden veya kışladan farksız bir kapatılma ve biçimlendirme mekânı olarak çok sevimsiz geliyor.
hayatı belli bir anlam ufkuna oturtamayan, dünyaya yabancılaşmış, intihara meyilli böylesi gençlere; kendini gerçekleştirme, başarma, motivasyon, mutlu olma vb. kişisel gelişim yaklaşımları etkili olmuyor. hatta etkili olamadığı gibi bu yaklaşımdaki ebeveynle çocuk arasındaki mesafenin açılmasıyla sonuçlanıyor. eskinin "disiplin toplumu"nda emir-yasak-ceza ile yapılmaya çalışanı şimdi bu tür makyajlanmış "olumlu düşünme" ifadeleriyle yapıyoruz. ama derin depresyon yaşayan ve ruhunun katmanlarına inilemeyen çocuk için bunlar laf-ı güzaftan öte anlam taşımıyor. bir anlamda kanser bürümüş bünyeyi ağrı kesicilerle tedavi etme mesabesinde kalıyor.
yukarıda betimlemeye çalıştığım genç sanılmasın ki istisnai bir vakıa. o yaşta evladı olanların deneyimlediği üzere genel anlamda yeni yetişen jenerasyon buna yakın bir ruh haline sahip. anne babalar aynı filmdeki baba gibi yardımcı olmak istiyor, çocuklarının etrafında, o mutlu olsun diye, pervane oluyorlar. fakat teşhis yanlış konulduğu için uygulanan tedavi yöntemleri pek bir işe yaramıyor. hatta aşırı hassas davranılıp "kıyamamak" biçimindeki yaklaşımlar ters tepip daha kötü sonuçlara yol açabiliyor.
baba karakterinin, anthony hopkins'in canlandırdığı kendi babasıyla olan diyaloğu, kuşaklar arasındaki baba-oğul ilişkisinin nasıl bir değişim-dönüşüm yaşadığını göstermesi bakımından önemliydi. ilgisiz baba elinde büyüyen çocuk kendi çabalarıyla, okuyarak-çalışarak başarıyı yakalamış, kendince anlamlı bir dünya kurmuştur. ancak ilgili baba, hayata kayıtsız kalmış kendi evladına deva olamamaktadır. babası gibi olmamak için yaptığı hiçbir olumluluk çocuğu üzerinde işe yaramamaktadır çünkü çok farklı bir kuşağın ideal bir örneği ile muhataptır. filmde ebeveynlerinin boşanmasının çocuk üzerindeki etkisine vurgu yapılmakla birlikte boşanmamış ailelerde de benzer yapıdaki gençlerin aynı sorunları yaşıyor olması meselenin genel, problemin ciddi olduğunu gösteriyor.
not: belirtmeden geçersem içime sinmeyecek, laura dern bu nasıl kötü bir oyunculuk, nasıl rahatsız edici bir olmamışlıktır. evladı oynayan zen mcgrath ile birlikte filmin meselesine de hugh jackman'ın sıra dışı performansına da gölge düşürmüş, filmi aşağı çekmişsiniz.
devamını gör...