1.
liv ullmann'ın ingmar bergman'la olan büyük ve sancılı aşkını konu alan 2012 yapımı çarpıcı belgesel.
meyvesi ullmann'ın tek çocuğu olan linn ve çok güçlü filmler olan derin bir aşkın belgeseli. ullmann'ın bergman ile yaşadığı aşka ve iş ilişkisine dair pek çok bilgi ve duyguyla karşılaşabileceğiniz belgesel, bergman filmlerinden kesitlerle güçlendirilmiş.
kendi anlatımından dinlediğimiz belgeselde ullmann'ın, her ne kadar hem psikolojik hem de fiziksel şiddetine maruz kalmış olsa da bergman'a olan büyük aşkını görebilmek mümkün. mektuplarından çıkardıklarımıza ve filmlerinin içeriğine sinen boyutuyla değerlendirildiğinde belli ki bergman da onu çok sevmiş.
böylesi iki üst düzey sanatçının birbirine duyduğu aşkın normal ve sıradan olması beklenemezdi zaten. biri kusurlu, kıskanç ve bencil tarzıyla severken diğeri de huysuz, talepkâr ve usandırıcı tarzıyla sevmişti.
bergman, liv'e "sen benim stradivarius'umsun." diyerek liv'in sanatsal üretimine katkılarını ve verdiği ilham boyutunu dile getirirken liv için de bergman yaşadığı büyük değişim dönüşümün baş mimarıydı.
birlikte sadece beş yıl yaşayabildiler, birbirlerine ancak bu kadar süre tahammül edebildiler. ancak sanatsal birliktelikleri ve üretimleri bergman'ın son filmi saraband'a kadar yaklaşık elli yıl boyunca devam etti.
bergman ona karşı bazen çok zalim olabiliyordu. liv'e olan öfkesinin zirveye çıktığı zamanlar film çekimlerinde sanatı öfkesine alet edebiliyordu. mesela yangın sahnesinde neredeyse ateşin içine sokacak kadar ilerlemesini isteyebiliyor, eksi 30 derece soğukta üstünde sadece ince bir ceketle teknenin içinde saatlerce kalmasına neden oluyor, mola anlarında bile kıyıya çıkmasına izin vermiyordu. liv'e olan kızgınlığının bedelini teknedeki diğer kişi olan max von sydow da ödüyordu. liv'in bergman'a olan nefreti de bu şartlarda katmerleniyor, içinden sürekli "onu terk edeceğim." cümlesini terennüm ediyordu.
güçlü karakterlerin aşkları da hem güçlü hem sorunlu oluyor. içinde hem onulmaz bir nefreti hem de bitimsiz bir şefkati barındırıyor. o yüzden liv ullmann bu hastalıklı aşkın her ikisini de tüketeceğini görerek çok kanırtıcı bir yalnızlık sürecini göze alarak erken bir zamanda ilişkinin birliktelik kısmını bitirmiş ve adadan ayrılmayı başarmış. belki liv bunu başarabildiği için yıllar içinde pek çok filmde birlikte çalışabildiler, sıkı bir dostluğu devam ettirebildiler. liv vaktinde noktayı koyup ingmar'ın tüm geri dön yakarmalarına olumsuz yanıt veremeseydi; belgeselde sesi titreyerek, boğazı düğümlenerek güçlükle okuduğu bergman'dan kalan son notta "seninle tanışmanın hayatta bana verdiklerini çok az insan tecrübe eder. sana aşırı derecede düşkünüm." yazmayabilirdi.
onlar, ilk tanıştıklarında bergman'ın liv'e söylediği gibi birbirlerine acı ile bağlıydılar gerçekten fakat içinde büyük bir sevgiyi, bağlılığı, şefkati barındıran bir acıydı bu.
meyvesi ullmann'ın tek çocuğu olan linn ve çok güçlü filmler olan derin bir aşkın belgeseli. ullmann'ın bergman ile yaşadığı aşka ve iş ilişkisine dair pek çok bilgi ve duyguyla karşılaşabileceğiniz belgesel, bergman filmlerinden kesitlerle güçlendirilmiş.
kendi anlatımından dinlediğimiz belgeselde ullmann'ın, her ne kadar hem psikolojik hem de fiziksel şiddetine maruz kalmış olsa da bergman'a olan büyük aşkını görebilmek mümkün. mektuplarından çıkardıklarımıza ve filmlerinin içeriğine sinen boyutuyla değerlendirildiğinde belli ki bergman da onu çok sevmiş.
böylesi iki üst düzey sanatçının birbirine duyduğu aşkın normal ve sıradan olması beklenemezdi zaten. biri kusurlu, kıskanç ve bencil tarzıyla severken diğeri de huysuz, talepkâr ve usandırıcı tarzıyla sevmişti.
bergman, liv'e "sen benim stradivarius'umsun." diyerek liv'in sanatsal üretimine katkılarını ve verdiği ilham boyutunu dile getirirken liv için de bergman yaşadığı büyük değişim dönüşümün baş mimarıydı.
birlikte sadece beş yıl yaşayabildiler, birbirlerine ancak bu kadar süre tahammül edebildiler. ancak sanatsal birliktelikleri ve üretimleri bergman'ın son filmi saraband'a kadar yaklaşık elli yıl boyunca devam etti.
bergman ona karşı bazen çok zalim olabiliyordu. liv'e olan öfkesinin zirveye çıktığı zamanlar film çekimlerinde sanatı öfkesine alet edebiliyordu. mesela yangın sahnesinde neredeyse ateşin içine sokacak kadar ilerlemesini isteyebiliyor, eksi 30 derece soğukta üstünde sadece ince bir ceketle teknenin içinde saatlerce kalmasına neden oluyor, mola anlarında bile kıyıya çıkmasına izin vermiyordu. liv'e olan kızgınlığının bedelini teknedeki diğer kişi olan max von sydow da ödüyordu. liv'in bergman'a olan nefreti de bu şartlarda katmerleniyor, içinden sürekli "onu terk edeceğim." cümlesini terennüm ediyordu.
güçlü karakterlerin aşkları da hem güçlü hem sorunlu oluyor. içinde hem onulmaz bir nefreti hem de bitimsiz bir şefkati barındırıyor. o yüzden liv ullmann bu hastalıklı aşkın her ikisini de tüketeceğini görerek çok kanırtıcı bir yalnızlık sürecini göze alarak erken bir zamanda ilişkinin birliktelik kısmını bitirmiş ve adadan ayrılmayı başarmış. belki liv bunu başarabildiği için yıllar içinde pek çok filmde birlikte çalışabildiler, sıkı bir dostluğu devam ettirebildiler. liv vaktinde noktayı koyup ingmar'ın tüm geri dön yakarmalarına olumsuz yanıt veremeseydi; belgeselde sesi titreyerek, boğazı düğümlenerek güçlükle okuduğu bergman'dan kalan son notta "seninle tanışmanın hayatta bana verdiklerini çok az insan tecrübe eder. sana aşırı derecede düşkünüm." yazmayabilirdi.
onlar, ilk tanıştıklarında bergman'ın liv'e söylediği gibi birbirlerine acı ile bağlıydılar gerçekten fakat içinde büyük bir sevgiyi, bağlılığı, şefkati barındıran bir acıydı bu.
devamını gör...