roman / edebiyat
8.5 / 10
puan ver

öne çıkanlar | diğer yorumlar

bir dag solstad kitabıdır.

dag solstad kuzey avrupa’dan dünyaya bu gibi yayılan havayı dağıtan dev bir yazardır. bir edebiyat öğretmeni olan elias rukla her zamanki aşk ve şehvetle henrik ibsen’in yaban ördeği isimli eserini anlatmaktadır öğrencilerine. ve iyi bir dag solstad hayranı olan her okur bilir ki bu büyük eser bütün dag solstad kitaplarında mutlaka kendine yer bulur.

işte bu eseri büyük bir heyecanla, sanki ilk kez anlatıyormuş gibi bir şevkle anlatan edebiyat öğretmeni birden bir şeylerin farkına vardığını hisseder. çok da önemli bir olay değildir tetikleyici ama önmeli olaylara neden olur. bazı şeyler geri alınamayacak şekilde değişmeye başlar.

bir anda geçmişe döner edebiyat öğretmeni. derin muhasebelere gömülür. eskide kalmış bir arkadaşlıktan hareketle kendi hayatını sorgulamaya başlar. burdan başlayan sorgulama evliliğine ve kendini çevreleyen topluma kadar büyüyerek yayılır. bu bir varoluş krizi de olabilir bir kendinin farkına varma anı da.

bu hacimsiz kitabı okuduğunuzda derin bir mahcubiyet hissetme olasılığınız çok kuvvetli. mutlaka okunması gereken bu başyapıt karşısında anlamsız bir korku hissedebilirsiniz.
devamını gör...
zamanında fazlaca reklamını ve tanıtımını gördüğüm kitap. (bkz: at çalmaya gidiyoruz) da kuzey avrupa edebiyatı ile yaşadığım mutlu okuma deneyimini devam ettirebilmek için aldım. devam ettirebildim mi ? tam olarak değil. ancak "kötü bir kitapdı, zaman kaybı oldu" da diyemem. öncelikle okuyacak olan yazarlara söylemeliyim ki; ilk 30 sayfa gerçekten ağır ilerliyor ama kahramanı tanımak açısından gerçekten önemli.

macera, polisiye sevenlerin, öykü meraklılarının, bestseller kurtlarının pek hoşuna gitmeyecek, "hadi abicim yaa, ne anlatacaksan anlat da işimize bakalım !!! " diyerek okuma olasılığı hatta yarıda bırakma olasılığı yüksek bir kitap.

bunda metnin uzun ve yekpare bir şekilde verilmesi, bir zahmet uzun aralıklarla paragraf başı yaparak bizi şaşırtmasının etkisi olabilir. bir de bir fikri "gelin ayşe ve ayşe gelin" olarak iki defa yazarak sözde anlatımı kuvvetlendirmeye çalışırken kendince (kitap içinde tutarlı ama çoğu zaman yorucu ) bir üslup oluşturmaya çalışması da olabilir

bunun yanında mikroskobik işler peşinde olanların,hayatını yılmaz bir kararlılıkla sorgulayanların, daha çok hoşuna gidebilecek bir kitap olduğunu düşünebiliriz.

genel olarak 1960 sonlarinda üniversite de tanışan iki arkadaşın, bir kadın ile kesişen ama farklı yollar tercih ettikleri hayatlarından yalnızca birisinin geç kalınmış sorgulamasını anlatıyor.

kitabı okurken norveç'in 30 yıl içinde geçirdiği siyasi ve kültürel değişimini görürken aslında kendi ülkemiz açısından da çok uzak şeyler yaşamadığımızı görebiliyoruz. özellikle de sol cenah açısından.

yorgun bir tatlı su solcusu olan kahramanımızın öykünme ve gizli kıskançlıklarının özguvensilikle birleşimi sonucunda nasıl yanlış kararlara ve belki de heba edilmiş bir yaşama neden olduğu karşımıza çıkarıyor.

kadın erkek ilişkileri, eğitim sisteminin hantallığı, bu hantallığa yenik düşmüş öğretmenin yaşadığı bunalımlar da sos niyetine servis edilmiş gibi.

kitapta karakterlerin aldığı kararlarda ve mutsuzluklarında etkili olan şey neydi diye sordum kendime. bulduğum iki sebep vardı. birincisi "aile" eksikti.kahramanların çaresiz ya da kararsız kaldığı anlarda onlara yol gösterecek, destek olacak bir aile unsurundan bahsetmiyordu. gençlik ve 70'ler denildiğinde bu çok da tuhaf gelmiyor nedense. ikincisi ise "inandığı değer uğruna çaba gösterme" eksikti. hiç bir karakterin bir dine, bir ideolojiye, bir fikre ya da kişiliğinde var olan bir özelliğine sımsıkı yapışıp bunun üzerinden bir hayat inşa edememesi bir madalya gibi taşıdıkları mahcubiyet ve haysiyetlerinin asıl sebebiydi. kahramanımız elias'in 1920'ler takintisinin sebebi belki de bir dünya savaşı ile kendine bir taraf secebilmiş yazarlar gibi olmak isterken, ne doğru bir dost ne doğru bir eş ne de doğru bir iş secememis, yanlışını da çok geç fark etmiş olmasıydı.
devamını gör...
bir kez daha anlıyoruz ki bu avrupalıların dertleri dert değil. yani tamam onlara göre dert ve olması gereken bu ama ülkemiz bizi öyle şeylere alıştırdı ki kitap kahramanının şemsiyeyi kafasında kırasım geldi.

kitap beğeneni olduğu kadar beğenmeyeni de oldukça fazla olan bir eser. norveçli dag solstad'ın şu an yapı kredi yayınları tarafından basılan 108 sayfalık kitabı. bu kitap bize çok şey öğretiyor.

konusu bir lise edebiyat öğretmeninin ders anlatırken kendi hayatını sorgulaması ve ders bitip de dışarı çıktığında şemsiyesi yüzünden sinir krizi gibi bir şey geçirmesi. sinir krizi bile değil yani. gibimsi. öğrencilerinin önünde kendini kaybedip şemsiyesini parçalayan öğretmen bu duruma geldiği için utanç duyuyor. artık okula nasıl giderim, bu olay okuldan uzaklaştırılmama neden olmasa bile öğrencilerimin yüzüne bakamam diye işi bırakmaya karar veriyor. şu şerefe, şu haysiyete, şu mahcubiyete bak. hele bi bak, hele bi bak.

kitap bu kararı alan öğretmenin tüm geçmişini gözden geçirmesini anlatıyor. sıkıcı değil. akıcı ama alışık olmayanlar okurken bunalabilir. ben yazarın kitaplarını okumaya devam edeceğim.
devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

"mahcubiyet ve haysiyet" ile benzer başlıklar

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim