1.
bir ülkenin manevi servetine en büyük darbeyi vurandır.
kendilerini birikimli sanarlar; oysa yaptıkları fikir ithalatıdır ve onun da fazlası ülkeyi sanat, bilim ve felsefe anlamında bugünkü saygınlıktan uzak noktaya sürüklemiştir. bir insanın ailesine, kıyafetine, vücuduna, milletine; kısacası her değerine verdiği özen, kendine duyduğu sevgiden doğar. kişi kendi milli değerlerinden ve kazanımlarından uzak yetiştirildiğinde bir öte kültürün toprağına kök salmaz; kökleri sığ, ipince bir fidan olur. o ince fidan da büyüdüğünde bodur bir ağaç olur. o bodur ağaç diğer topraklarda yetişen ağaçlara baktığında da suçu kendi toprağına atar. yitirdiği saygısını geri elde etmek için, diğer ülkelerin köklü ağaçlarının borazanlığını yapar: ''bu ülke de bu ülkenin tarihi de değersiz, aşağılık..''. üstelik böyle yapa yapa, o ülkenin toprakları iyice çoraklaşır, kültürel bir erozyon başlar. yağmurlar gerçekten de yağmaz, güneş gerçekten de açmaz olur.
ben, örneğin, milli edebiyatımıza hakim olmadan yazıyorum bu satırları. ancak bu, benim ayıbım da değil gibi geliyor artık. bu ülke belki fiziken işgal edilmedi; ancak cumhuriyet sonrası dimağların hepsi aynı güce biat ettiler. 200 yıldır parayı bulan her aile (zira o dönem vatandaşlar değil, saygın olan ve olmayan aileler vardı) kancayı ecnebi topraklarına atmak istedi. bunun tek sebebi de baskıcı ve popülist iktidarlardı. baskıcı ve popülist olmaları da aslında tembel olmalarından kaynaklıydı. ama bu atalet sadece iktidara değil, muhalefete de sıçramıştı. gerçek bir lider, ardındaki kitlenin homurtularından en çok çıkan sesi duyup ona göre şekillenmez; tıpkı gerçek bir sanatçının o aptal güruhun hoşuna en çok gidecek şeyi yapmaya çalışmasının basiretsizce olacağı gibi. zira kralların siparişiyle eser üretenlere soytarı denir. bu aydınlar da ya halka oynadılar, ya da aynı halkı aşağıladılar. ikisiyle de prim yaptılar.
n b: tüm bu metni şu paradigma ışığında yazdım: zeitgeist, onu yaratan tüm düşünce insanlarınca belirli bir seçkinlikle yaratılmalıdır ki halka bir ''standartı'' şart koşsun. halk ''eğlenmek''in de öyle kolayca olmayacağını anlayacak, emek verecek, okuyacak ve öğrenecekti. eğlenceleri barbarca değil, nezih bir biçimde olacaktı. ancak düşünürler kolektif bir ruh ortaya koyamadılar, içlerinden bazıları daha ''kolay tüketilebilir'' ürünler ürettiler. sonuçta ne oldu? kitlesel bir beyin ishali... bugün herkes belki insanlar benim dışkımı çıkarır diye ishal ishal şeyler yaratıyor. artık kimsenin bir şeyleri hazmetmeye, uğraşıp didinip başını ağrıta ağrıta okuyup edebi zevk almaya tahammülü kalmadı.
kendilerini birikimli sanarlar; oysa yaptıkları fikir ithalatıdır ve onun da fazlası ülkeyi sanat, bilim ve felsefe anlamında bugünkü saygınlıktan uzak noktaya sürüklemiştir. bir insanın ailesine, kıyafetine, vücuduna, milletine; kısacası her değerine verdiği özen, kendine duyduğu sevgiden doğar. kişi kendi milli değerlerinden ve kazanımlarından uzak yetiştirildiğinde bir öte kültürün toprağına kök salmaz; kökleri sığ, ipince bir fidan olur. o ince fidan da büyüdüğünde bodur bir ağaç olur. o bodur ağaç diğer topraklarda yetişen ağaçlara baktığında da suçu kendi toprağına atar. yitirdiği saygısını geri elde etmek için, diğer ülkelerin köklü ağaçlarının borazanlığını yapar: ''bu ülke de bu ülkenin tarihi de değersiz, aşağılık..''. üstelik böyle yapa yapa, o ülkenin toprakları iyice çoraklaşır, kültürel bir erozyon başlar. yağmurlar gerçekten de yağmaz, güneş gerçekten de açmaz olur.
ben, örneğin, milli edebiyatımıza hakim olmadan yazıyorum bu satırları. ancak bu, benim ayıbım da değil gibi geliyor artık. bu ülke belki fiziken işgal edilmedi; ancak cumhuriyet sonrası dimağların hepsi aynı güce biat ettiler. 200 yıldır parayı bulan her aile (zira o dönem vatandaşlar değil, saygın olan ve olmayan aileler vardı) kancayı ecnebi topraklarına atmak istedi. bunun tek sebebi de baskıcı ve popülist iktidarlardı. baskıcı ve popülist olmaları da aslında tembel olmalarından kaynaklıydı. ama bu atalet sadece iktidara değil, muhalefete de sıçramıştı. gerçek bir lider, ardındaki kitlenin homurtularından en çok çıkan sesi duyup ona göre şekillenmez; tıpkı gerçek bir sanatçının o aptal güruhun hoşuna en çok gidecek şeyi yapmaya çalışmasının basiretsizce olacağı gibi. zira kralların siparişiyle eser üretenlere soytarı denir. bu aydınlar da ya halka oynadılar, ya da aynı halkı aşağıladılar. ikisiyle de prim yaptılar.
n b: tüm bu metni şu paradigma ışığında yazdım: zeitgeist, onu yaratan tüm düşünce insanlarınca belirli bir seçkinlikle yaratılmalıdır ki halka bir ''standartı'' şart koşsun. halk ''eğlenmek''in de öyle kolayca olmayacağını anlayacak, emek verecek, okuyacak ve öğrenecekti. eğlenceleri barbarca değil, nezih bir biçimde olacaktı. ancak düşünürler kolektif bir ruh ortaya koyamadılar, içlerinden bazıları daha ''kolay tüketilebilir'' ürünler ürettiler. sonuçta ne oldu? kitlesel bir beyin ishali... bugün herkes belki insanlar benim dışkımı çıkarır diye ishal ishal şeyler yaratıyor. artık kimsenin bir şeyleri hazmetmeye, uğraşıp didinip başını ağrıta ağrıta okuyup edebi zevk almaya tahammülü kalmadı.
devamını gör...