o gün öğlene doğru annem aradı. babamın merdivenden düştüğünü, hastanede olduklarını ve ameliyat yapılacağını söyledi. bulunduğum yerden 1 saatlik mesafede olan hastaneye gittim.

küçük bir ilçenin devlet hastanesiydi. babamın emekli olduktan sonra kafa dinlemek amacıyla bir köyden aldığı ve kazayı geçirdiği bahçeye en yakın hastane olduğu için buraya getirmişler. akşama doğru ameliyat bitti. babam hasta odasına alındı. omurgası kırılmış.

telaşe azalınca, babamı hastaneye getirirlerken yardımcı olan iki köylüyü köylerine götürme görevini üstlendim. bu olaylar bilecik ilinin civarında oluyor. yaklaşık 1 buçuk saat sonra köye varabildik.

dönüşte farklı bir yolu kullandım. gece yarısı yaklaşmıştı. söğüt ilçesinden geçerken sokaklarda hareketlilik vardı. bayraklı insanlar mehter marşları söylüyorlardı sanırım. yorulmuş, hayatın olağan akışından kopmuş ve çalışmayan zihnim ile ne olduğunu anlamlandıramadım. çok da merak etmedim. aklıma osmanlı’nın kuruluş yıl dönümü olabileceği geldi. sonuçta söğüt’ten geçiyordum ve ilkokulda öğrenmiş olduğum bilgiyi hiç unutmadım. osmanlı söğüt ve domaniç’te kurulmuştur.

hastaneye geldim. binasıyla ve iç mekanıyla eski bir hastaneydi. zaman makinesiyle doksanlı yıllara dönülmüş hissi veriyordu. biraz komünist işi. sadece hastane değil hastalar da o yıllardan kalmış gibiydiler. hasta odasının bulunduğu kata çıktım. katın girişini bekleme bölümü yapmışlar, bir de tüplü televizyon koymuşlar. kalabalıktı.

tekerlekli sandalyeliler ve bastonlarına yüklenenler. kolları, bacakları, kafaları bandajlı kadın ve erkekler. iç organlarından çıkan tüpleri ellerinde gezdirenler. serum askılıklarıyla yekvücut olmuş olanlar. yatalaklar ve bazı uzuvlarından yoksun kalmış olanlar. beyaz ve mavi önlük giymiş bezgin görünümlü çalışanlar. bir sonraki günü göremeyecek olanlar ve belki de zaten yaşamayanlar. hayalet olduğuna yemin edebileceğiniz nefes alan ruhlar. hepsi gözünü televizyona dikmişti. görmeyenler kulak kabartmıştı. ismi tijen olan sarı saçlı kadın darbe bildirisi okuyor, kendi yarınlarının belirsizliğini yaşayanlara ülkenin belirsizliği de ekleniyordu. bu ruhlar evrende bir anlam, onları hayata bağlayacak bir gerçeklik arıyor gibilerdi. ve absürdizm burada doğuyor olabilirdi.

anestezi etkisi altında olmamış olsa, kırık omurgası üzerinde televizyon karşısında olacak olan babamın odasına girdim. selalar okunuyordu. bir süre sonra ilaçlar etki etmeyi bıraktı. henüz gerçeklik algısı tam oluşmayan babam selaları anlamlandıramadı. gece gece ne selası bu diye sordu. ağzımdan çıkanlar çok ani gelişen, düşüncesiz bir şaka yapma refleksiydi. “selan okunuyor baba”. içinin ürpertisi gözlerine yansıdı. şimdi sağlıklı, şakamı hatırlamıyor.
devamını gör...
(bkz: izmir karataş lisesi)
devamını gör...
abdulseyidbincabbar ın başlıklarına denk gelmektir tabii ki.
devamını gör...
bir yığın mi6 ajanı, arkasında jandarmalar, ortalama bir manisalı'dan daha iyi türkçe konuşabilen britanya büyükelçisi ve eşi... ve onların gerizekalı oğulları... ortalama plakası gibi 45 derece manisa sıcağı... hayal edebildiniz mi ? edemediyseniz de çok sorun değil. ama absürttü...
devamını gör...
hastanede sıramı beklerken ergen ve çocuk psikiyatrisi bölümüne bir kedi gelmişti.
devamını gör...
üniversite partisi. bir masada on kişi olur, telefon uzatılır ve herkes numarasını kaydeder. gerçekten inanılmaz bir olay.
devamını gör...
on dakika önce inşaatta çalışan ustanın biri çok konuşan diğer ustanın ağzına bir mala alçı fırlattı, şimdi barıştırdım.
devamını gör...
taziyeleri hep apsürt gelmiştir. insanlar dedikodudan başka bir şey yapmazlar çünkü.
devamını gör...
18 yaşındayken ilk defa rahmetli babamın köyüne gittim. ( o zaman sağdı) "işte bu teyzemin oğlu, işte bu halamın oğlu" falan diye ev ev dolaştırıyordu.

22 sene önce, cep telefonu falan sadece zenginlerde vardı, internet ise şehirlerde cafelerde... köyde genç nüfus yok denecek kadar az, köyde kalan gençlerin de zihinsel engelleri var gibiydi. ziyaret ettiğimiz evlerin sakinleri çipil çipil gözlerle, egzotik bir hayvanı inceler gibi, bizi, özellikle de beni inceliyorlardı. bir kaç kız evlilik hayalleriyle köyden şehre göçmenin, inek boku atmaktan kurtulmanın hesabıyla beni kesiyordu. hatta biri o zamanlar dillere pelesenk olmuş bir yonca evcimik şarkısıyla "bak o kadar da köylü değilim, pop dinliyorum" mesajı veriyordu. olanca tiz sesleriyle istanbul aksanıyla konuşup beni etkilemeye çalışıyorlardı. köyün kesif bok kokusu ciğerlerimi yakarken ben ise bir an önce oradan kaçmak için can atıyordum.

kalabalık evlerden kurtulup son olarak babamın teyzesini ziyaret edip köyden ayrılacaktık. herhalde yılın bu zamanlarıydı. saat yedi gibi güneş batmış, sobalarda yanan kömürün kokusu bok kokusuyla birleşip depresif bir hava yaratmıştı. (kızların köyden kaçma isteği boşuna değildi.) babamın teyzesi genç yaşta dul kalmış, çoluğu çocuğu olmayan bir ihtiyarcıktı. biraz sohbet, köydeki ölümler, şehirdeki akrabalardan ölenler vs konuşulduktan sonra, babam iki eliyle dizlerine vurup "eh hadi bakalım" diyerek kavak ağacından yapılmış sedirden doğruldu. nihayet ayrılıyorduk. ihtiyarcık "burada kalsanıza oğlum" deyiverdi. babam da bana bakarak "oğlum bu gece teyzeme yarenlik yap, ben de halamda kalayım" deyiverdi. dünyam başıma yıkıldı sanki. ihtiyarcığın neşesi yerinde, elleri ayaklarına dolaşıyordu. babam gittikten sonra biberleri gölgede nasıl kuruttuğundan, saçına yaktığı kınadan, akrabalarımın kendi hakkını gasplarından ve binlerce şeyden söz etti. ben ise sadece "yaaa, allah allah, tüh" gibi ses efektleri veriyordum. bir yandan da kadına acıyordum. belki yıllar sonra yatılı bir misafiri olmuştu. büyük teyzemin evi de sadece iki odaydı. toplamda 25m² falandı. yer yer dökülmüş yeşil toz boyanın altından mavi toz boya, onun altından da belki 70 sene önceki kireç görünüyordu. bütün evde eski bir gazete parçası, yırtık bir kitap sayfası, çince bile olsa üzerine harf basılı en ufak bir nesne yoktu. zweig'ın satrancını okuyanlar ne demek istediğimi çok iyi anlar. işte bu ahval ve şeraitte dahi tek latince harf casio marka saatimdeki cuma anlamına gelen fri yazısıydı. hani elime kuran meali geçse sevinçten kıçıma sokardım. sonra saatime bir baktım ki saat daha yeni yeni sekiz oluyor. zeki demirburkuz filmlerindeki gibi, teyzeyle bir birimize baktık durduk. ara sıra havlayan köpekler sessizliği bozunca kendime geliyor, bir süre sonra tekrar o müthiş boşlukta boğuluyordum.

o günden sonra bir yolculuğa çıkarken mutlaka ve mutlaka yanıma kitap almaya karar vermiştim.
devamını gör...
dubai de eyes wide shuttan çıkmış bir ortamdi. girdiğim gibi geri çıkmıştım.
devamını gör...
okulda yapılan ilk yardım tatbikatında sedye ile hasta taşımayı gösteren görevlilerin arkadaşı sedyeyle merdivenlerden düşürmesi, gerçekten sedyelik olan çocuğu ambulansa yetiştirmeye çalışmaları bahçede bunu izleyip olayı hala senaryo sanıp alkışlayan okul müdürü ve öğretmenler.
devamını gör...
bir gün arkadaşlarla eskişehirde geziyoruz akşam için planlama yapacaz. bi diyoruz şuraya gidelim bunu yapalım, bi diyoruz yok şuradan gidip bunu yapalım. benim önerim gece trenle ankaraya geçmek, sabaha karşı ankaraya inip tüm gün ankarada takılmak ve akşamına geri dönmekti. öğrencilik işte, günübirlik macera arıyoruz. en etkili teklif köpek dövüşü izlemeye gidelim diyen elemandan geldi. hayatımda hiç köpek dövüşü izlememiştim o güne kadar ve içten içe istesem de orada bulunmayı reddettim. ben aklı başında, sakin bir öğrenciydim sonuçta, ne işim olurdu illegal ortamlarda.

diğer arkadaşlara köpek dövüşü cazip geldi sanırım onlar hayvan dövüşüne gitti, ben kızlarla evde kaldım. biz şişe çevirirken onlar iki köpeğin birnirini boğazlamasını izliyordu. o an "hay kafamı şişeler, ne işim var benim burada" diye düşünsem de ilgilenmek istemiyordum iki büyük köpeğin boks salonunun alt katında birbirini boğazlamasıyla, etrafın kan revan olmasıyla, acı acı inlemeleriyle. neyse işte benim açımdan absürt bi ortamdı o gece.
devamını gör...
almanya'da, münih'te c&k mağazasında ctesi indirimi sırasında saç saça, baş başa kavga eden kadınlar. sen alacaksın ben alacağım kavgası sırasında kırılan porselen takım (veya benzeri bir şey) parasını kim ödeyecek kavgası. iki kişi arasında da değildi.
mağaza saat 15'te kapanıyor. ben saat 17 civarı oradan geçerken polisler gelmiş içerde kalmış bir bacımızı çıkartmak için mağaza yetkililerinin gelmesini bekliyorlardı. uyudu mu ne yaptı, alarmlar da çalışmamış.
devamını gör...
yıllarca fakir diye yardımcı olduğumuz komşumuzu bankada görmem ve hesabında 370bin dolar olduğunu öğrenmem.
devamını gör...
normal sözlük
devamını gör...
erasmus öğrencilerine ev partisi düzenleyen bir arkadaşım vardı üniversitede okurken. onunla takıldığımız çoğu ortam diyebilirim.
devamını gör...
normal sözlük.
devamını gör...
bağa sarayı boşalt didiler, nere gidem beeennn vaaayyyy.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...
eğer bir özel okulda öğretmenseniz çok da uzakta aramanıza gerek olmayan ortamlardır.
devamını gör...
bi keresinde metalci , punker arkadaşların cenaze evinde tarzlarını hiç bozmadan helva yiyip taziyede bulundukları bir ortama denk geldim . ne bilim bi değişik geldiydi .
devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

"sözlük yazarlarının şahit olduğu absürt ortamlar" ile benzer başlıklar

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim