1.
küçümseme, aşağılama, azımsama, saygısızlık... bunlar birbirlerinden çok ayrılabilecek kavramlar değiller bana kalırsa.
adettendir önce tanım girelim, kelime köküne falan değinelim sonra zaten konu dallanıp budaklanacak.
dil derneği ve tdk aynı tanımlamış; değer ve önem vermemek, küçük görmek, küçüksemek
nişanyan da diyor ki, küçük-se önerildi ancak küçümenden dolayı küçümse uygun bulunup yaygınlaştı.
peki. geçiyorum sıkıcı yerleri artık müsaadenizle arkadaşlar.
bir durum, bir insan, bir an/anı aslında genel olarak küçümsediğiniz her şey son tahlilde size aynı şeyi yaşatmak gibi kötü bir ortak alışkanlığa sahip; elinizde patlamak. tabirimi maruz görün ya da görmeyin durumu pişman olmak ile açıklayamazdım. burayı daha sonra açıklamaya çalışacağım ama öncesinde küçümsemeyi, bir insanın hissine yönelttiğinizde olanlardan söz etmek istiyorum. boyut değişiyor çünkü böyle yaptığınızda, karşınızdaki kişiyi incitmiş, kırmış oluyorsunuz... ve bu tamamen başka bir şey.
isteyerek veya istemeyerek hepimiz yapıyoruz maalesef bunu zaman zaman. ya içinde bulunduğumuz psikolojik durum ya konuyla empati yapacak yerlerimizin ağrıyor olması ya karşımızdakine saldırmak istiyor oluşumuz ya da dümdüz hödüklükten düşüyoruz bu hataya. birisi için önemli olan bir konunun diğeri için önemli olmayışı tabi ki anlaşılır, kabul edilir bir şey. ama birbirine değer veren insanların dünyasında hassasiyetler paylaşılmıyor olsa da küçümsenmiyor olmalı. ideal dünyada böyle bu en azından. farzı misal yaptık, bunu fark ettiğimizde yahut bize bunu yaptıran duygumuzu geçiştirdiğimizde telafi etmenin yollarını aramak gerekiyor. küçümsemek, bunu bir duygu durumuna yöneltmek, bunun farkındalığını yaşamak size bir üzüntü vermiyorsa da küçümsenen için bunun geçerli olmadığını unutmamak gerekiyor. daha önce saygı başlığında da buna benzer bir şeyler söylemiştim, zaten tanıma başlarken de bunların birbirinden çok ayrılamaz kavramlar olduğunu düşündüğümü belirttim. bağ kuramadığımız, hissetmediğimiz, bize geçmeyen duygu durumlarını önemsizleştirmemek, kişinin karşısındaki insana duyduğu saygıdan temelleniyor ve nihayetinde de gerçekleniyor. anlık düşülen hatalarda, farkında olmayarak işlenen kabahatlerde telafi için uğraş göstermek de...
elimizde patlıyor dediğim, kendimizden başka bir insanı ilgilendirmeyen küçümsemeler için ise ayrı bir pencere açmak lazım. bir işi olduğundan daha değerli, önemli, vazgeçilmez görmek, bir eşyayı haddinden fazla sevmek, önemsemek ya da bir ana, anıya, onu canlı tutmaya gereğinden fazla anlam yüklemek tabi ki kişiye yük yaratabilme, onu çıkmaza sokabilme, duruma göre kendisine yabancılaştırabilme tehlikelerine gebe sırasıyla. ne olursa olsun işinden istifa etmeyebiliyorsun mesela, bir tokayı koca denizde saatlerce arayabiliyorsun* veya hiç hak etmediği halde bir insanı aklından, kalbinden çıkarmamak için performanslara sürüklenebiliyorsun. kimisi bunları yaşayacağına küçümseyip elinde patlaması riskini almayı daha güvenli bir alan olarak belirlemiş olabiliyor. tanıdım böyle insanlar. gayet makul görünüyor değil mi? ama değil. neden mi?
hayatta bir insanın en çok koruması, gözetmesi gereken şeyi özgüveni. çünkü tüm hayatı aslında bu temel üzerinde yükseliyor insanın. hiç yanılmıyor olmasına, hiç yanlış yapmamasına, kendi hatası yüzünden başına hiç kötü bir şey gelmiyor olmasına gerek yok. ama bilinçli olarak, mücadeleden kaçmak için, kolay yoldan gitmek için kendini bölüm sonu canavarına doğru yuvarlamak bambaşka bir konu...
maazallah içi boş, narsistik hatta patolojik bir "özgüvenle" kalakalırsın ortada.
adettendir önce tanım girelim, kelime köküne falan değinelim sonra zaten konu dallanıp budaklanacak.
dil derneği ve tdk aynı tanımlamış; değer ve önem vermemek, küçük görmek, küçüksemek
nişanyan da diyor ki, küçük-se önerildi ancak küçümenden dolayı küçümse uygun bulunup yaygınlaştı.
peki. geçiyorum sıkıcı yerleri artık müsaadenizle arkadaşlar.
bir durum, bir insan, bir an/anı aslında genel olarak küçümsediğiniz her şey son tahlilde size aynı şeyi yaşatmak gibi kötü bir ortak alışkanlığa sahip; elinizde patlamak. tabirimi maruz görün ya da görmeyin durumu pişman olmak ile açıklayamazdım. burayı daha sonra açıklamaya çalışacağım ama öncesinde küçümsemeyi, bir insanın hissine yönelttiğinizde olanlardan söz etmek istiyorum. boyut değişiyor çünkü böyle yaptığınızda, karşınızdaki kişiyi incitmiş, kırmış oluyorsunuz... ve bu tamamen başka bir şey.
isteyerek veya istemeyerek hepimiz yapıyoruz maalesef bunu zaman zaman. ya içinde bulunduğumuz psikolojik durum ya konuyla empati yapacak yerlerimizin ağrıyor olması ya karşımızdakine saldırmak istiyor oluşumuz ya da dümdüz hödüklükten düşüyoruz bu hataya. birisi için önemli olan bir konunun diğeri için önemli olmayışı tabi ki anlaşılır, kabul edilir bir şey. ama birbirine değer veren insanların dünyasında hassasiyetler paylaşılmıyor olsa da küçümsenmiyor olmalı. ideal dünyada böyle bu en azından. farzı misal yaptık, bunu fark ettiğimizde yahut bize bunu yaptıran duygumuzu geçiştirdiğimizde telafi etmenin yollarını aramak gerekiyor. küçümsemek, bunu bir duygu durumuna yöneltmek, bunun farkındalığını yaşamak size bir üzüntü vermiyorsa da küçümsenen için bunun geçerli olmadığını unutmamak gerekiyor. daha önce saygı başlığında da buna benzer bir şeyler söylemiştim, zaten tanıma başlarken de bunların birbirinden çok ayrılamaz kavramlar olduğunu düşündüğümü belirttim. bağ kuramadığımız, hissetmediğimiz, bize geçmeyen duygu durumlarını önemsizleştirmemek, kişinin karşısındaki insana duyduğu saygıdan temelleniyor ve nihayetinde de gerçekleniyor. anlık düşülen hatalarda, farkında olmayarak işlenen kabahatlerde telafi için uğraş göstermek de...
elimizde patlıyor dediğim, kendimizden başka bir insanı ilgilendirmeyen küçümsemeler için ise ayrı bir pencere açmak lazım. bir işi olduğundan daha değerli, önemli, vazgeçilmez görmek, bir eşyayı haddinden fazla sevmek, önemsemek ya da bir ana, anıya, onu canlı tutmaya gereğinden fazla anlam yüklemek tabi ki kişiye yük yaratabilme, onu çıkmaza sokabilme, duruma göre kendisine yabancılaştırabilme tehlikelerine gebe sırasıyla. ne olursa olsun işinden istifa etmeyebiliyorsun mesela, bir tokayı koca denizde saatlerce arayabiliyorsun* veya hiç hak etmediği halde bir insanı aklından, kalbinden çıkarmamak için performanslara sürüklenebiliyorsun. kimisi bunları yaşayacağına küçümseyip elinde patlaması riskini almayı daha güvenli bir alan olarak belirlemiş olabiliyor. tanıdım böyle insanlar. gayet makul görünüyor değil mi? ama değil. neden mi?
hayatta bir insanın en çok koruması, gözetmesi gereken şeyi özgüveni. çünkü tüm hayatı aslında bu temel üzerinde yükseliyor insanın. hiç yanılmıyor olmasına, hiç yanlış yapmamasına, kendi hatası yüzünden başına hiç kötü bir şey gelmiyor olmasına gerek yok. ama bilinçli olarak, mücadeleden kaçmak için, kolay yoldan gitmek için kendini bölüm sonu canavarına doğru yuvarlamak bambaşka bir konu...
maazallah içi boş, narsistik hatta patolojik bir "özgüvenle" kalakalırsın ortada.
devamını gör...