berberice bir masal.

ıdir ~ a vava inouva

devamını gör...

hani nerede dedirten sorunun başlığıdır.
devamını gör...

makyajsız daha güzelsin.
gerçekten doğruysa duyduğum en iyi iltifat.
devamını gör...

yatakta kalma isteği, yataktan çıkamama sendromu.
özellikle kış günlerinde, pazartesi işe okula gideceksek yaşadığımız durum gibi basit olmayan klinomanide kişiler, en güneşli günlerde bile yataklarından çıkmak istemezler. hüzünlendiklerinde yataklarına koşar, yemek yemek, ders çalışmak gibi akla gelebilecek her şeyi kendilerine özel anlam ifade eden bu alanlarında gerçekleştirmek isterler. yatağa yorgana ve yastıklarına aşırı bir sevgi ve bağlılık hissederler.
şu pandemi sürecinde benimde evrildiğimdir.
devamını gör...

ilk yarı ile ikinci yarı oyunu arasında çok büyük farklar olduğunu bizlere göstermiş olan maç.

kasımpaşa kalecisi ertuğrul'u özellikle tebrik etmek gerekiyor, büyük bir farkı önledi.

fakat galatasarayın daha bir oturmuş oyun sergilemesi gerekiyor artık, tamam iyiyiz ama daha iyi olmalıyız.
devamını gör...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

ilişkilerin yapı taşıdır. "aynı tenden mi yaratıldık acaba?" diye sorduran dokununca huzur verici nitelikte olmasıdır.
devamını gör...

mavi mars prensi.
96 doğumlu, ufaklığından beri müzikle içli dışlı olan birey.
pek güzel bir ses tonu olmasının yanında, eğlenceli ve farklı oluşu ile de kulaklarımıza ziyafet çekiyor.
umut vaad eden nadir yeni nesil müzisyenlerden bence. çok bildiğim yok bu denli yetenekli ve farklılığını bozmadan devam eden kişi.
o nedenledir ki, dinleyelim, dinletelim.
daha çok kişiye temas etsin, kariyeri devamlı olsun umarım.
dinleyelim dinletelim demişken, en sevdiğim şarkısını iliştirmezsem olmaz.
iyi dinlemeler.

evrencan gunduz - mevsım cıceklerı
devamını gör...

defter veya kitabım, çalışma masamda duruyorsa, onu oraya sen kafana göre yırt, parçala stresini at diye koymuyorum.
devamını gör...

matematikle arası hiçbir zaman iyi olmayan ben gibilerin içinden geçirdikleri vay be ne kafalar var karizmasıdır .
devamını gör...

ingilizce bir kelime olup ; bazı asya ülkelerinde kaşık ya da çatal yerine kullanılan yemek çubuklarına verilen ad. japoncası waribashi’dir. kimileri hashi de der.birçoklarına göre eski çin’de icat edildiği düşünülmektedir ama bu konuyla ilgili kesin bir bilgi yoktur. odundan, altından, gümüşten, fildişinden, bambudan ya da plastikten yapılırlar. altın ve gümüş yemek çubukları hem ağır hem de pahalı olduğundan sadece süs eşyası olarak kullanılırlar.
devamını gör...

bir pierre charras romanıdır.

biz dünyaya gelmeden önce, yarattıklarına kayıtsız bir yazarın kaleminden dökülmüş bir kahraman bekler bizi. biz varolmaya başlayınca onun da dünyadaki görevi başlamış olur. yol göstermek görevlerinden biridir elbette, ama daha çok, korumak bizi. acz içinde korkulacak kadar büyük bu gezegene gözyaşları ve mutluluk nidaları arasında geldiğimizde bizim için orda bekleyen bu gönüllü muhafız, yardıma hazırdır.

biz doğmadan önce zorunlu olarak tayin edildiği kahramanlık görevi zaman geçtikçe gönüllü hale dönüşür. önce o dev bir adamdır önümüz sıra yürüyen, sonra yanımızda yürüyen bir dev olur. ve zamanla, nankörlük sözcüğünün sözlük anlamını öğrenmeye başladıkça önde giden biz oluruz ve o dev adamın gitgide küçüldüğü yanılsamasına kapılırız. uzun süreli bu yanılsama yerin hayalkırıklıklarına bıraktığında, bir pişmanlık dalgası çarpar bedenimize ki iş işten geçmiş olur çoğu zaman. kim ne derse desin, kahramanlarımız babalarımızdır. onlara en çok kızdığımız anlar, yanımızda olmalarını en çok istediğimiz anlardı, en çok; onları ne kadar sevdiğimizi söyleyemediğimiz zamanlar bizi sevmediklerini düşünürüz, onlardan nefret etmeye başladığımızda artık onların aynısı olmuşuzdur bile, ki bu nefret tiyatrosu sahtelikten başka bir şey değildir.

pierre charras, on dokuz saniye‘den sonra bu sefer bir başka kitabıyla odama konuk oldu. onun hakkında uzun bir yazı yazmak isterdim ama kısa romanlar yazan bu yazara haksızlık etmiş olmak istemem asla. bu romanda pierre charras bir baba-oğul öyküsü anlatıyor bize. tanrıyla arası ikizinin ölümünden sonra açılan bir baba ile ona olan sevgisini bir türlü ifade edememiş bir oğulun çekişmeleri. babanın ölümünün ardından oğulun onun izini sürüp, anılar ve tahminler eşiliğinde babasıyla konuşmaları. annesinin babasına olan büyük aşkı ve 17 senelik beyhude bekleyişi. babanı oğlunda gördükleri ve oğulun zamanında anlayamadıkları.

romanı okurken içinizi garip bir korku kaplayacak. bir kaybetme korkusu, zaten kaybetmiş olanlarda ince bir sızı. romanı okuyunca babanız yakınınızda ise ona sarılın ve hiçbir şey söylemeyin, uzaktaysa bir telefonla ona, onu sevdiğinizi söyleyin, bir yerlerde sizi bekliyorsa, pencereyi açın ve ona “iyi geceler” dileyin.pierre charras’ın diğer romanında yaptığı gibi bir sürprizle bizi roman sonuna doğru yolculayışı kendisine olan hayranlığı artıracak cinsten. charras romana diderot’dan bir alıntı ile başlamış ben de yazımı bu alıntıyla bitirmek isterim:

“görmeden yazıyorum…bütün boşlukları sizi seviyorum ile doldurun.” iyi geceler sevgili babacığım…”
devamını gör...

dalga geçilecek bir durum değildir. yolda düzgün yürüyemeyen insanların bile araç kullandığını unutmayın. kendinize güvenin, ama boş bir özgüvenle de trafiğe çıkıp başkasının hayatını tehlikeye atmayın..

eğer o ehliyet alınırsa trafiğe çıkmadan özel ders alınması tavsiye edilir.
devamını gör...

bağlamamın tellerine ne zaman dokunsam, çalarım.... söylerim...

“benim bu halime ağlamayan yar
daha ağlamasın, öldükten sonra.”

bir pir sultan abdal nefesidir.
devamını gör...

müziğin sesini duymayanlar dans edenleri deli sanıyor.
friedrich nietzsche
devamını gör...

savaş çıkarırım gibi geliyor.

çocukken dayak yediğim bi gün şunu fark etmiştim. öyle ya da böyle dayak yiyordum. yediğim dayak aslında benimle ilgili değildi, dayağı yiyordum çünkü dövmek istiyordu. mesele buydu. öyle olunca dayak sırasında ağlamayı bıraktım. çünkü dayak ağlayınca bitiyordu. ha bir tokat yemişim ha 10 tokat, arasında bir fark göremiyordum. her türlü onur kırıcı buluyordum.

dayak sırasında beni döven kişinin gözlerinin içine bakmaya başladım. ağlamadığımı görsün diye. bu sefer ağlatana kadar dövmeye başladı. öyle olunca şunu düşünmeye başladım. öyle de öleceğim böyle de, hiç olmazsa savaşı ben kazanayım, o ağlasın. hakkat beni döven artık baktı ben ağlamıyorum, kendi ağlamaya başladı.

o günden beri aynı ruh hastalığım devam ediyor. öyle ya da böyle öleceğim kafasındayım. o yüzden pek geri adım atmam. oraya gittiğim zaman olacaklar belli. yanacağım söylenene gore. sahiden cehennem varsa ve zaten öyle ya da böyle yanıyorsam o zaman oradan çıkmak için yanarım diye düşünüyorum. her türlü zaten yanıyorsak neden öylece oturup yanalım?

bu nedenle cennet ve cehennem bana biraz ilginç gelir. insan sürekli acı verilecek, sürekli işkence edilecek ve daha önemlisi hiçbir zaman o kadarını hak ettiğini düşünecek bir varlık değil, olamaz. ya da cenneti hak ettiğini düşündüğü zaman azına razı gelecek bir varlık hiç değil. ben bu nedenle asıl kaosun cennet ve cehennem varsa oralarda çıkacağına inanıyorum.

sanki çok eğlenceli olacak gibi geliyor bana.

bi bakmışız, beni cennet ve cehenneme bile almaya layık görmüyorlar, akıl yaşımı 6 çıkarıyorlar. sahiden çok onur kırıcı olurdu bu. çok üzüldüm şu an.
devamını gör...

az önce, ikinci kez başıma gelen berbat olay. çok üzgünüm. ilk akla gelen, gördüğümde ve duyduğumda en çok üzüldüğüm şey; "nihayetinde bir kuş, bu kadar üzülecek ne var" yaklaşımı. çok üzülüyorsunuz, bildiğiniz eliniz ayağınız tutmuyor. şu an o kadar üzgünüm ki nefes bile almak zor geliyor bana.

çok yakın bir dostumdu kendisi. kıpır kıpırdı, heyecanlıydı. kuşlar, kediler, köpekler insan hayatında, bizim bildiğimiz insan ilişkilerinden; arkadaşlık, dostluk, sevgililikten farklı bir yerde konumlanıyorlar. güçlü değiller, seni kayıtsız şartsız seviyorlar. sabah uyandığınızda kafesinden kafalarını aşağı eğip ya da yukarı kaldırıp sana bakıyorlar. "hadi beni çıkar şuradan da azıcık oynayalım" diyorlar. güç sende, kudret sende.

işte bu kudret, her insana gelmiyor. ben bu hayvanlara sahiplik yapmanın ağırlığını taşıyamıyorum şahsen. kuşlarım hasta olma emaresi gösterdiği an veterinere koşarım; "bana yardım edin" diye. bu kuşumda da dört defa gittik, dört ayrı ilaç kullandık. olmuyor, hassas bir insansanız "elimizden geleni yaptık ne yapalım artık" diye içinizi soğutamıyorsunuz. "ne vardı da aldın, senin neyine ya" diyorsunuz. bir canlının sorumluluğunu almak demek, onun babası, annesi, kardeşi, her şeyi olmanız demek. sizin her şeyleri olduğunuzu da her an gösterdikleri için, bu ağır sevginin altında eziliyorsunuz.

bir hayvan beslemek isteyenler, bu ne olursa olsun, onun yokluğunun sizde büyük bir boşluk oluşturacağını unutmasınlar. hasta olmaya başladığından ölene kadar süren tüm süreçte uykusuzluklar, ağır üzüntü halleri, dibe batmalar yaşıyorsunuz. insanız biz, zayıfız, o hayvanların bize yüklediği kadar kudretli değiliz. canı alan da canı veren de değiliz. eğer bu yükün altında ezilmeyeceğinizi düşünüyorsanız ki bunu için taş kalpli bir ruh hastası olmanız lazım, beslemeye karar verirken iki kere düşünün.

çok üzgünüm can dostum, çok.

not: aşağıda gördüğüm "ölüm gerçek, antrenman yapmalı, alışın buna" yaklaşımı da yanlış değil ancak geçersiz bir yaklaşım. ben babamı kaybettim. ölümü bilmek, yenilerine olan üzüntünüzü hafifletmiyor. her kaybın hüznü, acısı, sızısı farklı.
devamını gör...

telifi düştüğü için ileriki günlerde kitaplarını a-101de görebileceğimiz yazar.
devamını gör...

2000 yılında yapılmış 2001 yılında gösterime girmiş yönetmenliğini yılmaz erdoğan, ömer faruk sorak'ın üstlendiği yapımcılığını necati akpınar'ın yaptığı ve yine yılmaz erdoğan'ın kaleminden dökülen komedi filmidir.

oyuncuları,
yılmaz erdoğan
demet akbağ
altan erkekli
cezmi baskın
cem yılmaz
şebnem sönmez
bican günalan
erdal tosun
şafak sezer
can kahraman

hakkari'de geçen film aslında van'da çekilmiştir. hakkari'nin bir köyüne televizyon gelmesini ve halkın bunu merakla karşılanmasını konu alır film. halkın çektiği bir takım sıkıntılar ve değişik diyaloglarda konu olmuştur. yılmaz erdoğan emin karakterini canlandırmıştır. deli emin kendi şahsına münhasır bir insandır kendileri. ve televizyonun kurulmasında rolü büyüktür.

en bilindik replikleri 'zeki müren de bizi görecek mi?' ve 'radyonun resimlisi' dir.

o dönem için keyifle izlenmiş bir filmdi benim için. gülmüştük eğlenmiştik açıkçası o dönemden sonra hiç izlemedim. ama ben bu ekibi genel olarak seviyorum. zaten son yıllarda yapılan komedi filmlerine bakarsak öpüp başımıza koymamız gereken bir film bence.

2003 yılında devam filmi çekilmiştir. beklenti varken devamı gelmedi ama gelmeyecek anlamına gelmez sanırım.

iyi seyirler...
devamını gör...

geceleri bir türlü uykuya dalamama sorunum.
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim