en sevilen ressam ve eseri
hugo simberg-the wounded angel
yeryüzünün gerçekleriyle karşılaşması sonucu büyük yaralar alan, sedyeyi tutmakta dahi zorluk çeken melek; yeryüzünün en masum canlısı çocuklar tarafından taşınıyor.
simberg 1902 'de büyük bir sinir krizi geçirir. 1903 senesinde hastaneden çıktıktan sonra bu tabloyu yapar.
yeryüzünün gerçekleriyle karşılaşması sonucu büyük yaralar alan, sedyeyi tutmakta dahi zorluk çeken melek; yeryüzünün en masum canlısı çocuklar tarafından taşınıyor.
simberg 1902 'de büyük bir sinir krizi geçirir. 1903 senesinde hastaneden çıktıktan sonra bu tabloyu yapar.
devamını gör...
boşanmak yerine eşlerini satma geleneği
bilinen 17.yy.dan 1913 yılına kadar ingiltere’de devam eden, boşanmak yerine karılarını satışa koyma geleneği.
yani başlık ironi içermiyor. bu geleneğin başlangıcı 17.yy görünse de 13.yy.a kadar dayandığı düşünülmektedir. neden erkekler boşanmak yerine eşlerini satışa sunuyorlardı peki? 15.yy. da çıkarılan yasa gereği boşanmak masraflı ve prosedürü fazlaydı ve tüm işlemleri yapsanız dahi parlamento onayından da geçmeniz gerekiyordu. ayrıca kadınların o dönem ‘mülk’ olarak görüldüğü, kadının şahsi mülkiyet hakkının olmadığı ve boşanan kadının sahipsiz kalacağının düşünüldüğünü belirteyim. sahipsiz kalma olayı, bir kölenin sahipsiz kalma olayına benziyor. evlenen kadın bir köle gibi, evlenecepi erkeğin mülküne geçiyordu. yani bir eşya alır gibi diyebilirim. haliyle eşya statüsündeki kadın da ikinci el piyasada satılan mal gibi, pazarda satışa sunuluyordu. boynuna tasma takılan ve elleri kelepçelenen kadın pazarda en yüksek fiyatı verene satılıyordu.
bu işlem tabi yasal değildi. bu kadar aleni yapılan bir şeyin , yönetim tarafından bilinmemesine imkan var mıydı? olay tabi biliniyor ama sessiz kalınıyordu. kanun kuvvetleri sessiz kalarak bu işlemi onaylamış oluyorlardı yani.
bu olay 1913 yılına kadar devam etmiş olması ise inanılmaz. bu olayı sona erdiren de , bir kadının eşi tarafından arkadaşına 1 pounda satıldığını gösteren belgeyi polis mahkemesine ihbar etmesidir. bu olay sonucu gelişen protestolar sonucu , bu uygulama tamamen sona ermiştir.
eğer tüm erkekler özgür doğuyorsa, nasıl oluyor da tüm kadın köle olarak doğuyor?"
kaynak: www.mynet.com/amp/medeniyet...
yani başlık ironi içermiyor. bu geleneğin başlangıcı 17.yy görünse de 13.yy.a kadar dayandığı düşünülmektedir. neden erkekler boşanmak yerine eşlerini satışa sunuyorlardı peki? 15.yy. da çıkarılan yasa gereği boşanmak masraflı ve prosedürü fazlaydı ve tüm işlemleri yapsanız dahi parlamento onayından da geçmeniz gerekiyordu. ayrıca kadınların o dönem ‘mülk’ olarak görüldüğü, kadının şahsi mülkiyet hakkının olmadığı ve boşanan kadının sahipsiz kalacağının düşünüldüğünü belirteyim. sahipsiz kalma olayı, bir kölenin sahipsiz kalma olayına benziyor. evlenen kadın bir köle gibi, evlenecepi erkeğin mülküne geçiyordu. yani bir eşya alır gibi diyebilirim. haliyle eşya statüsündeki kadın da ikinci el piyasada satılan mal gibi, pazarda satışa sunuluyordu. boynuna tasma takılan ve elleri kelepçelenen kadın pazarda en yüksek fiyatı verene satılıyordu.
bu işlem tabi yasal değildi. bu kadar aleni yapılan bir şeyin , yönetim tarafından bilinmemesine imkan var mıydı? olay tabi biliniyor ama sessiz kalınıyordu. kanun kuvvetleri sessiz kalarak bu işlemi onaylamış oluyorlardı yani.
bu olay 1913 yılına kadar devam etmiş olması ise inanılmaz. bu olayı sona erdiren de , bir kadının eşi tarafından arkadaşına 1 pounda satıldığını gösteren belgeyi polis mahkemesine ihbar etmesidir. bu olay sonucu gelişen protestolar sonucu , bu uygulama tamamen sona ermiştir.
eğer tüm erkekler özgür doğuyorsa, nasıl oluyor da tüm kadın köle olarak doğuyor?"
kaynak: www.mynet.com/amp/medeniyet...
devamını gör...
tarihi bir görsel bırak
1960lı yıllar, ingiltere'de kadınlar haklarını ararken "ingiliz kadınlar türk kadınlardan daha mı az değerlidir?" yazılı pankart açıyorlar. yıl 2021, türk kadını ölmemek için sahip olduğu sözleşmelerden birini kaybediyor... sürekli gerilediğimizi, her gün görmek, yaşamak çok üzücü...
devamını gör...
16 yıl eğitim verilen kişinin sonunda olduğu şey
artık eskiye göre çok daha fazla insanın okuma şansı bulduğu bi gerçek.üniversite dahil okuyoruz,eğitim görüyoruz ama belirli bi şansa sahip olan her birey yapabiliyo bunu iyi ya da kötü bi üniversitede.bence artık asıl önemli olan herkes gibi eğitim görürken bizim herkesten sıyrılmamızı sağlayacak şeyler katabilmek kendimize.
devamını gör...
din istismarını önlemenin yolları
gençlere ve çocuklara ahlak ve değerler eğitimi vermekle önlenebilir. yani ahlaklı olmanın dindar olmanın en öncelikli şartlarından biri olduğu tekrar tekrar anlatılmalıdır. ahlaksız insanın yaptığı ibadetlerin kimseye pek bir faydasının olmayacağı anlatılmalıdır. ahlak en öncelikli konu olarak ele alınmadığı sürece içi boş bir dindarlık oluşacak ve bu noktadan itibaren o boşluğu her fırsatta din istismarı dolduracaktır.
devamını gör...
sevilen filmlerin sevilen replikleri
mutlu olmayı bilmedik, belki bu yüzden ; mutlu etmeyi de...
kış uykusu
kış uykusu
devamını gör...
kitap kurtlarının huyları
-birinin kitap okuduğunu görünce ne okuyor diye aşırı merak ederim ve öğrenebilmek için çabalarım
-elime geçen her kitabı koklarım. kağıt kalitesini, eski yeni olup olmadığını, saklanma koşullarını tahmin ederim.
-altını çizmeye bayılırım
-sahaflarda gezerken sayfa aralarına küçük notlar bırakırım. *
-elime geçen her kitabı koklarım. kağıt kalitesini, eski yeni olup olmadığını, saklanma koşullarını tahmin ederim.
-altını çizmeye bayılırım
-sahaflarda gezerken sayfa aralarına küçük notlar bırakırım. *
devamını gör...
dilberay küçük dev kadın
bergen 'den sonra beni en çok etkileyen ikinci kadın olabilir hayat hikayesi olarak. bergen' i izledikten sonra izleyeceğim onu da.. bergen aşkıma ayıp olmasın şimdi, dilberay'ın filmi ne zaman çıkacak bilmiyorum ama..
devamını gör...
durumumuz yoktu sevisemedik'in ilik gibi bir hatun olması
ay çok güldüm.* işiniz gücünüz yok mu bunlara kafa yoruyonuz yaa... ama başlık sahibine katılıyorum kesin güzeldir.
devamını gör...
15 temmuz şehitler şarj bankası
tamam da neden ayrı başlık? yiidim.
devamını gör...
yazarların itiraf köşesi
benden arkadaş falan olmaz. ne arayıp sormayı becerebiliyorum ne de konuşmayı.
kapkaranlık bir adamım işte. kime bahsetsem canı sıkılır, üzülür.
bahsedecek keyifli hiç bir anım yok gibi.
iki kelâm etmeye kalksam hemen saçmalamaya başlarım.
zaten normal biri olsaydım etrafımda insanlar olurdu.
annem bile istememiş benim dünyaya gelmemi.
kim ne yapsın beni, kim baksın bana?
benden ne köy olur ne de kasaba...
kapkaranlık bir adamım işte. kime bahsetsem canı sıkılır, üzülür.
bahsedecek keyifli hiç bir anım yok gibi.
iki kelâm etmeye kalksam hemen saçmalamaya başlarım.
zaten normal biri olsaydım etrafımda insanlar olurdu.
annem bile istememiş benim dünyaya gelmemi.
kim ne yapsın beni, kim baksın bana?
benden ne köy olur ne de kasaba...
devamını gör...
yeteneksiz olmak
yeteneksiz olmak mümkün değildir sadece henüz keşfetmemişsinizdir fazıl say evinde piyano olmasaydı nerden bilecekti bu kadar yetenekli olduğunu sakin olun ve yeteneğinizi keşfetmeyi bekleyin.
devamını gör...
burhan altıntop replikleri
burhan'ın ofisteki yangın alarmını gizli kamera zannetmesiyle ortaya çıkan serzenişidir: sizin özel hayata hiç saygınız yok mu tirbiyisizlir? ben burda giyinip soyunuyorum. benim külotlu görüntülerimi mi çikiyosunuz orda tirbiyisizlir? nolcak yani internette mi yayınlanacak; amatör burhan, tokatlı fıstık burhan, tokatlı kumral burhan... tirbiyisizlir, insıfsızlar utanın bee utanın!
devamını gör...
öğrenci evi mutfağı
berbattır.hele o lavaboya konan kirli bulaşıklar yok mu hayattan soğutur sizi.
devamını gör...
nuhunkedisi
kendi ısrarlı talebi ile kafa izni yerine kalbimiz seninle olma yoluna gitmiştir
devamını gör...
mesafe tanımaksızın
futbol spikerlerinin uzaktan atılan şutlar ya da goller için bolca kullandığı tabirdir.
benim için uzaktan atılan goller çok estetik goller değildir aslında. ben daha fantastik vuruşlarla atılan golleri ya da takım oyunu neticesinde atılan golleri beğenirim ama mesafe tanımaksızın atılan dört gol benim hafızamdan hiç silinmez.
bunlardan bir tanesi cevad prekazi’nin monacoya attığı ve türk futboluna ve gol ve gol ve gol işte gol işte gol repliğini kazandıran muhteşem golüdür. köln’de oynanan maçta prekazi kazanılan serbest vuruşta kırk metreden topu ip gibi göndererek nefis bir gol atmıştı monaco’ya 1989 yılında ve hala unutulmazlar arasındadır bu gol.
cevad prekazi
diğer gol takoz lakaplı sağ bek recep çetin tarafından milli takımda isviçre’ye atılan goldür. 1994 yılında atılan bu gole recep çetin de inanamamıştır eminim. orta sahaya yakın bir noktadan taç çizgisinin hemen yanından kullandığı serbest vuruş kalecinin üzerinde geçip ağlarla buluştuğunda bütün dünyada zaman durmuştu.
recep çetin
diğer bir gol ise bize yine bir futbol repliği kazandıran goldür. selçuk geliyor gol de geliyor sözünü aklımıza kazıyan gol 2015 yılında avrupa şampiyonasına katılmamızı sağlayan goldür. golsüz berabere giden maçın seksen dokuzuncu dakikasında kazanılan serbest vuruşta topun arkasına geçen selçuk inan herkesi sevinçten çıldırtan o golü atarak futbolu neden sevdiğimizi bize bir kez daha hatırlatmıştı.
selçuk inan
benim için uzaktan atılan goller çok estetik goller değildir aslında. ben daha fantastik vuruşlarla atılan golleri ya da takım oyunu neticesinde atılan golleri beğenirim ama mesafe tanımaksızın atılan dört gol benim hafızamdan hiç silinmez.
bunlardan bir tanesi cevad prekazi’nin monacoya attığı ve türk futboluna ve gol ve gol ve gol işte gol işte gol repliğini kazandıran muhteşem golüdür. köln’de oynanan maçta prekazi kazanılan serbest vuruşta kırk metreden topu ip gibi göndererek nefis bir gol atmıştı monaco’ya 1989 yılında ve hala unutulmazlar arasındadır bu gol.
cevad prekazi
diğer gol takoz lakaplı sağ bek recep çetin tarafından milli takımda isviçre’ye atılan goldür. 1994 yılında atılan bu gole recep çetin de inanamamıştır eminim. orta sahaya yakın bir noktadan taç çizgisinin hemen yanından kullandığı serbest vuruş kalecinin üzerinde geçip ağlarla buluştuğunda bütün dünyada zaman durmuştu.
recep çetin
diğer bir gol ise bize yine bir futbol repliği kazandıran goldür. selçuk geliyor gol de geliyor sözünü aklımıza kazıyan gol 2015 yılında avrupa şampiyonasına katılmamızı sağlayan goldür. golsüz berabere giden maçın seksen dokuzuncu dakikasında kazanılan serbest vuruşta topun arkasına geçen selçuk inan herkesi sevinçten çıldırtan o golü atarak futbolu neden sevdiğimizi bize bir kez daha hatırlatmıştı.
selçuk inan
devamını gör...
yazarların psikolojik durumunun 3 kelime ile özeti
nickim güzelce anlatıyor.
devamını gör...
günaydın sözlük
günaydın sözlük.
mutlu mu yoksa sinirli mi olduğumu anlayamadığım bir güne 'merhaba' dedim. haremlik selamlik diye karate kursuna kaydettiren babama ne desem kifayetsiz.
bari aikidoya kaydımı yaptırsaydın. aikido 2. seviye kahverengi kuşağım vardı. *
bu kursu tavsiye eden de bayburtlu bir komşumuz. kızları çarşaflı falan...
'baba onlar ninja kategorisinden direkt girmişlerdir' deyince; yarıla yarıla güldü bir de...
mutlu mu yoksa sinirli mi olduğumu anlayamadığım bir güne 'merhaba' dedim. haremlik selamlik diye karate kursuna kaydettiren babama ne desem kifayetsiz.
bari aikidoya kaydımı yaptırsaydın. aikido 2. seviye kahverengi kuşağım vardı. *
bu kursu tavsiye eden de bayburtlu bir komşumuz. kızları çarşaflı falan...
'baba onlar ninja kategorisinden direkt girmişlerdir' deyince; yarıla yarıla güldü bir de...
devamını gör...
seneye görüşürüz
komik olduğu için değil, klişe olduğu için güldüren espri. klişeden ölen yok neticede.
devamını gör...
kelebek gibi uçar arı gibi sokarım
bir küçük bir zebellah ukdesidir.
dünyanın gelmiş geçmiş en büyük boksörü olan muhammed ali’ye ait olan sözdür ve orijinali “float like a butterfly, sting like a bee.”dir.

muhammed ali sadece boksör olarak olağan dışı yeteceğiz ile değil karakterli ve omurgalı duruşu ve söz söyleme yeteneği ile de birçok sporcudan çok farklı bir yerdeydi.
konuşmalarındaki kibir gibi görünen şey aslında bir özgüven ifadesi ve bir meydan okumaydı. belki bunun nedeni sürekli olarak azınlıkta kalması idi ve belki de bu iddialı ifadelerinin nedeni de bu sürekli azınlıkta kalma duygusu idi.
muhammed ali, amerika’da müslümanlığı seçerek kendini bir azınlığa dahil ettiğinde zaten afro-amerikalı olarak başka bir azınlığın içindeydi. boks gibi büyük bir çoğunluğun spor olarak kabul etmediği bir dal ile haşır neşir olması da onu başka bir azınlığa dahil ediyordu. savaş karşıtı olarak belki azınlıkta değildi ama ününün zirvesinde savaş karşıtı olduğunu açık açık söyleyerek başka bir cesur azınlığa daha girmiş oldu gönüllü olarak.
muhammed ali’nin maçlarını izlediyseniz eğer o ringde bokstan fazlası olduğunu görürdünüz. o ringde bir dans gösterisi sunardı adeta, evet tam da söylediği gibi zarif bir kelebek havasında süzülürdü. ancak yumruklarını sertliği ve zamanlaması zaman ayarlı balyoz acımasızlığında idi, evet arı gibi de sokardı.
muhammed ali’nin son olarak dahil olduğu azınlık ise dünyanın yüzde birlik bir diliminde görülen parkinson hastalığına yakalanmış olmasıydı.
o zaman soralım bir de what’s my name?
dünyanın gelmiş geçmiş en büyük boksörü olan muhammed ali’ye ait olan sözdür ve orijinali “float like a butterfly, sting like a bee.”dir.

muhammed ali sadece boksör olarak olağan dışı yeteceğiz ile değil karakterli ve omurgalı duruşu ve söz söyleme yeteneği ile de birçok sporcudan çok farklı bir yerdeydi.
konuşmalarındaki kibir gibi görünen şey aslında bir özgüven ifadesi ve bir meydan okumaydı. belki bunun nedeni sürekli olarak azınlıkta kalması idi ve belki de bu iddialı ifadelerinin nedeni de bu sürekli azınlıkta kalma duygusu idi.
muhammed ali, amerika’da müslümanlığı seçerek kendini bir azınlığa dahil ettiğinde zaten afro-amerikalı olarak başka bir azınlığın içindeydi. boks gibi büyük bir çoğunluğun spor olarak kabul etmediği bir dal ile haşır neşir olması da onu başka bir azınlığa dahil ediyordu. savaş karşıtı olarak belki azınlıkta değildi ama ününün zirvesinde savaş karşıtı olduğunu açık açık söyleyerek başka bir cesur azınlığa daha girmiş oldu gönüllü olarak.
muhammed ali’nin maçlarını izlediyseniz eğer o ringde bokstan fazlası olduğunu görürdünüz. o ringde bir dans gösterisi sunardı adeta, evet tam da söylediği gibi zarif bir kelebek havasında süzülürdü. ancak yumruklarını sertliği ve zamanlaması zaman ayarlı balyoz acımasızlığında idi, evet arı gibi de sokardı.
muhammed ali’nin son olarak dahil olduğu azınlık ise dünyanın yüzde birlik bir diliminde görülen parkinson hastalığına yakalanmış olmasıydı.
o zaman soralım bir de what’s my name?
devamını gör...