jeon jungkook
1 eylül 1997 doğumlu güney koreli idol, dansçı ve söz yazarı. bangtan sonyeondan adlı müzik grubunun en genç üyesi. grubun ve kpop idollerinin arasında en yetenekli kişi olmasından dolayı ''golden maknae'' lakabının sahibi. en yetenekli derken abartıyorum sanılmasın; aşırı sportif, vokali muazzam, eğitimsiz rap yapabiliyor, dansçı, taklit yeteneği fevkalade, çok hızlı koşabiliyor, gamer, ressam denilebilecek kadar iyi resim yapıyor, fotoğrafla ilgileniyor, şarkı sözü yazıyor, okçulukta iyi, son zamanlarda gitar çalışıyordu onu da birkaç denemede çözmüştür eminim*.
2010'ların en iyi sanatçıları listesinde 45. sırada yer alan kişi ve listedeki en genç isim kendisi. düşünsenize 97 doğumlu olup da billboard'da ödül alan, güney kore'nin kültürel liyakat nişanı ödülü'ne sahip en genç sanatçı olan, unicef elçisi ve grammy adaylığı olan kaç kişi vardır? tüm rekorları bu genç yaşında bünyesinde bulunduruyor anlayacağınız, tabii ki diğer grup arkadaşlarıyla birlikte.
birçok ünlüyü daha doğrusu sesini dinleyen herkesi kendisine aşık etmesiyle biliniyor. güney koredeki, hatta biliyorsunuz artık dünya çapında ünlüler, en iyi sese sahip kişilerden kendisi. efor bile sarf etmeden yüksek notaya çıkabiliyor. hatta güney kore'ye charlie puth gelmişti, birlikte işbirliği yapmışlardı ve birçok kişi charlie puth yerine jungkook'a büyülenmişti. charlie'nin kendi şarkısını seslendirmiş olmasına rağmen pabucunu dama atmıştı yani. o sahneyi izlemek için:
diğer başarılı performanlarına (hepsi başarılı gerçi) buradan ulaşabilirsiniz:
euphoria
paper hearts
save me- solo dance
2010'ların en iyi sanatçıları listesinde 45. sırada yer alan kişi ve listedeki en genç isim kendisi. düşünsenize 97 doğumlu olup da billboard'da ödül alan, güney kore'nin kültürel liyakat nişanı ödülü'ne sahip en genç sanatçı olan, unicef elçisi ve grammy adaylığı olan kaç kişi vardır? tüm rekorları bu genç yaşında bünyesinde bulunduruyor anlayacağınız, tabii ki diğer grup arkadaşlarıyla birlikte.
birçok ünlüyü daha doğrusu sesini dinleyen herkesi kendisine aşık etmesiyle biliniyor. güney koredeki, hatta biliyorsunuz artık dünya çapında ünlüler, en iyi sese sahip kişilerden kendisi. efor bile sarf etmeden yüksek notaya çıkabiliyor. hatta güney kore'ye charlie puth gelmişti, birlikte işbirliği yapmışlardı ve birçok kişi charlie puth yerine jungkook'a büyülenmişti. charlie'nin kendi şarkısını seslendirmiş olmasına rağmen pabucunu dama atmıştı yani. o sahneyi izlemek için:
diğer başarılı performanlarına (hepsi başarılı gerçi) buradan ulaşabilirsiniz:
euphoria
paper hearts
save me- solo dance
devamını gör...
güne bir başkent bırak
devamını gör...
renklerin yazarlar için anlamı
grinin benim için hayata denk düşen fazlaca uzun biraz gereksiz anlamı:
soluk bir kartpostalın arkasına heyecanla yazılmış birkaç cümleyi düşünmekten kendimi bir türlü kurtaramıyorum. nasıl oluyor da elimizin altında ağır bir tahakkümle hükmettiğimiz onca şey birden grileşerek uzaklaşan bir hatıraya dönüşüveriyor. fotoğraflara, mevsimlere ve ihtiyar yüzlere baktıkça bu hayatın asıl rengi griymiş gibi geliyor bana. insan nerde, nasıl ve kiminle olursa olsun bir yanı her zaman mat ve gri. bana kalırsa hatıra dediğimiz; o bazen naif bazen unutulası, bazen garip ve ince bir tılsıma dönüşen geçmiş zaman vakalarının bir rengi varsa gri olmalı. çünkü ben gri renge ihtiyatla baktığım zaman, çocukluğumun geçtiği sokak gözlerimin önünden uzun uzun ilerleyerek toprak bir top sahasına dönüşüyor. ben yalnız kendim dönüp herhangi bir şeye baktığım zaman neyi geçiriyorsam aklımdan, hayatı ve hatıraları onunla tanımlıyorum. bir renge böyle bir yükü yüklemenin haksızlığı beni ürkütmüyor. çünkü beyaz, yalnız ve sadece beyaz olması ile tüm kirlerin günahını üzerine almışken, griye elbette ne hissettiğini sormayacaklar. fakat bir soruyu yine de tereddütsüz cevaplayamıyorum: kapıdan adımını atar atmaz sokağın pisliğini üstüne yüklenmek mi, artık temiz kalmışlığı hafızalarda dahi hatrı sayılacak kadar tartışılır bir sokağın bizatihi kendisini sırtlamak mı? hangisi, çocukluk arkadaşımızın yere düşmesine artık üzülmeyecek kadar içindekini yitirmek kadar ağır? tam burda; bir gece yarısı aslında modern insanlığın hiç de derdi olmayan bir renk üzerine kafa patlatmanın cevabını buluyorum. bu cevap diğer tüm cevaplarımdan farklı hiçbir yola açılmıyor. insan; bir renk, bir başka insan, bir ağaç, gökyüzü, küfürlü bir duvar, hatta kırık bir şemsiye gördüğünde aynı cevabı bulduğu için duraksıyor: ömrümüz çok çabuk grileşiyor. hıçkırmaktan boğazının yırtılması da sevinç naralarından sesinin kısılması da bir süre sonra gözlerinin önünde aynı eksik, aynı soğuk, aynı soluk renge dönüşüyor. o zaman, yalnızca bir renge değil aslında bir ömre kafa patlattığını nihai netice olarak anlıyor insan. fakat griden ve ömrümden bağımsız olarak ısrarla soruyorum: yalnızca bir rengi yahut yalnızca bir kartpostalı gecelerce düşünüp kafa patlatsaydım ve bu; ne bir ömür yahut daha mühim veya gereksiz herhangi bir şey anlamına gelmeseydi, yani ben sırf modern dünya gündemini hiç meşgul etmeyen çok küçük ve zavallı bir şey için beynimin çeperlerini acımasızca kazımış olsaydım, bundan utanacak mıydım? yani ben kendimi paraladığım her neyse; insanlar nazarında kıymetli olduğunda mı vaktimi ve beynimi boşa harcamamış olacaktım? ben, yalnızca bir rengi bu kadar düşünmüş olmanın, insanlar tarafından hoyratça kınanacağı düşüncesinin verdiği eziklikle mi "aslında bu kendimi paraladığım yalnızca bir renk değildir" diye izaha ihtiyaç duyuyor ve yazıyor ve yazıyorum?
gri, kartpostal veya her neyse. insan düşündükçe çıldıran, çıldırdıkça insana düşman olan bir varlıktan başka şey değil. dönüp dolaşıp insana gelen bu kaçıncı lakırdı. üstelik ömür acımasızca grileşirken.
gri, ömrümüzü fütursuzca tüketirken anılarımızı emanet ettiğimiz güzide renk.
soluk bir kartpostalın arkasına heyecanla yazılmış birkaç cümleyi düşünmekten kendimi bir türlü kurtaramıyorum. nasıl oluyor da elimizin altında ağır bir tahakkümle hükmettiğimiz onca şey birden grileşerek uzaklaşan bir hatıraya dönüşüveriyor. fotoğraflara, mevsimlere ve ihtiyar yüzlere baktıkça bu hayatın asıl rengi griymiş gibi geliyor bana. insan nerde, nasıl ve kiminle olursa olsun bir yanı her zaman mat ve gri. bana kalırsa hatıra dediğimiz; o bazen naif bazen unutulası, bazen garip ve ince bir tılsıma dönüşen geçmiş zaman vakalarının bir rengi varsa gri olmalı. çünkü ben gri renge ihtiyatla baktığım zaman, çocukluğumun geçtiği sokak gözlerimin önünden uzun uzun ilerleyerek toprak bir top sahasına dönüşüyor. ben yalnız kendim dönüp herhangi bir şeye baktığım zaman neyi geçiriyorsam aklımdan, hayatı ve hatıraları onunla tanımlıyorum. bir renge böyle bir yükü yüklemenin haksızlığı beni ürkütmüyor. çünkü beyaz, yalnız ve sadece beyaz olması ile tüm kirlerin günahını üzerine almışken, griye elbette ne hissettiğini sormayacaklar. fakat bir soruyu yine de tereddütsüz cevaplayamıyorum: kapıdan adımını atar atmaz sokağın pisliğini üstüne yüklenmek mi, artık temiz kalmışlığı hafızalarda dahi hatrı sayılacak kadar tartışılır bir sokağın bizatihi kendisini sırtlamak mı? hangisi, çocukluk arkadaşımızın yere düşmesine artık üzülmeyecek kadar içindekini yitirmek kadar ağır? tam burda; bir gece yarısı aslında modern insanlığın hiç de derdi olmayan bir renk üzerine kafa patlatmanın cevabını buluyorum. bu cevap diğer tüm cevaplarımdan farklı hiçbir yola açılmıyor. insan; bir renk, bir başka insan, bir ağaç, gökyüzü, küfürlü bir duvar, hatta kırık bir şemsiye gördüğünde aynı cevabı bulduğu için duraksıyor: ömrümüz çok çabuk grileşiyor. hıçkırmaktan boğazının yırtılması da sevinç naralarından sesinin kısılması da bir süre sonra gözlerinin önünde aynı eksik, aynı soğuk, aynı soluk renge dönüşüyor. o zaman, yalnızca bir renge değil aslında bir ömre kafa patlattığını nihai netice olarak anlıyor insan. fakat griden ve ömrümden bağımsız olarak ısrarla soruyorum: yalnızca bir rengi yahut yalnızca bir kartpostalı gecelerce düşünüp kafa patlatsaydım ve bu; ne bir ömür yahut daha mühim veya gereksiz herhangi bir şey anlamına gelmeseydi, yani ben sırf modern dünya gündemini hiç meşgul etmeyen çok küçük ve zavallı bir şey için beynimin çeperlerini acımasızca kazımış olsaydım, bundan utanacak mıydım? yani ben kendimi paraladığım her neyse; insanlar nazarında kıymetli olduğunda mı vaktimi ve beynimi boşa harcamamış olacaktım? ben, yalnızca bir rengi bu kadar düşünmüş olmanın, insanlar tarafından hoyratça kınanacağı düşüncesinin verdiği eziklikle mi "aslında bu kendimi paraladığım yalnızca bir renk değildir" diye izaha ihtiyaç duyuyor ve yazıyor ve yazıyorum?
gri, kartpostal veya her neyse. insan düşündükçe çıldıran, çıldırdıkça insana düşman olan bir varlıktan başka şey değil. dönüp dolaşıp insana gelen bu kaçıncı lakırdı. üstelik ömür acımasızca grileşirken.
gri, ömrümüzü fütursuzca tüketirken anılarımızı emanet ettiğimiz güzide renk.
devamını gör...
kadınların gerçekte istedikleri şey
özgürce yaşamak.
bu kadar basit.
bu kadar basit.
devamını gör...
insanı strese sokan mesajlar
moderatörden gelen mesajlardır.
devamını gör...
sen affetsen
her şarkının orjinali güzeldir bence. taklitlerini dinlemem.
devamını gör...
çocukluğunu yaşayamayan insan
çocukluk dönemlerini olması gibi geçiremeyen insandır. sorunlu aileler içerisinde büyüyen çocuklara verilen sorumluluklar içinde kaybolan ve çocukluğunu yaşayamayan insanlardır. bir çocuğa küçük yaşta gereksiz sorumluluklar yükleyip, kendi işlerini görmesini sağlamak bir nevi kullanması yanlıştır. erken yaşta ölen anne/baba durumlarında bir abla kardeşlerine anne olabiliyor, bir abi kardeşlerine babalık yapmak için eve ekmek getirmek için erken yaşta çalışıyor olabilir. mecburen büyümüş gibi davranmak zorunda kalıyor, ileriye dönük baktığımız zaman ise psikolojik sorunlar yaşamaktadırlar. her çocuğun hakkıdır güzel şeyler yaşamak. hayat acımasızlığını erken tattırıyor ne yazık ki.
devamını gör...
ibrahim tatlıses'in sesinin dünyada benzeri olmaması
barbarlık konusunda da eşi benzeri yoktur kendisinin.
devamını gör...
bu kadar online yazar sadece okuyacaksa neden yazar oldu sorunsalı
size hesap vermek zorunda değiller.
devamını gör...
gerard pique
çok kaliteli bir defanstır kendileri.
devamını gör...
kendime not
kolay olacak demiyorum ama güzel olucak
devamını gör...
mizofoni
türkçesi mizofoni olan hastalık. seslere karşı aşırı hassasiyet olarak bilinir. seçici ses duyarlılığı sendromu da deniyor. ağız şapırdatma, sakız çiğneme, ıslık, horlama, korna, komşudan gelen sesler, esneme, konuşma vb seslerden rahatsız olma.
saygısız, bencil insanlarla dolu ülkemde, aşırı gürültüden ötürü bu sendromu her gün yaşıyorum maalesef.
ancak twitter da denk geldiğim şu söz sayesinde kendimle gurur duydum..
"insanın dayanabileceği gürültü miktarıyla zihinsel yetileri arasında ters orantı vardır. kapıyı yavaşça kapatmak yerine gürültüyle çarpan bir insan yalnızca terbiyesiz değil; aynı zamanda bayağı ve dar görüşlüdür." schopenhauer.
saygısız, bencil insanlarla dolu ülkemde, aşırı gürültüden ötürü bu sendromu her gün yaşıyorum maalesef.
ancak twitter da denk geldiğim şu söz sayesinde kendimle gurur duydum..
"insanın dayanabileceği gürültü miktarıyla zihinsel yetileri arasında ters orantı vardır. kapıyı yavaşça kapatmak yerine gürültüyle çarpan bir insan yalnızca terbiyesiz değil; aynı zamanda bayağı ve dar görüşlüdür." schopenhauer.
devamını gör...
yörük
yürümek* fiilinin -k yapım eki getirilerek isimleşmiş sıfat haline getirilmesi ile oluşmuş kelime. türkçe'de fiillere eklenen -k yapım eki genelde bir durumu ifade etmek için kullanılan kelimeler oluşturur. örnek vermek gerekirse silik, buruk, kırık, yarık vs. bunlara benzer şekilde yörük de ilgili varlığın geçmişteki durumunu ifade eder esasında. bu halk topluluğunun yörük olarak adlandırılmasının sebebi bundandır, yaşam tarzları sebebiyle ezelden beridir yürür yörükler. öyle sanıldığı gibi anadolu'nun kapıları türklere 1071'de açıldı masalındaki gibi de değil. yörükler anadolu'da türk devletlerinden çok daha eski zamanlardan beri var olmuşlardır, bugün göç yollarını izlediğinizde hala antik roma yollarını takip ettiklerini görebilirsiniz. anadolu coğrafyası pek çok farklı mikro iklime sahip olduğu için yörükler rahatlıkla bu coğrafyaya uyum sağlamışlar ve bin yıllardır olduğu gibi günümüzde de sayıları az da kalsa kadim yaşama biçimlerini sürdürmeye çalışmaktadırlar.
devamını gör...
kibar insanı zayıf görmek
geri kalmış orta doğu toplumlarında görülen bir durumdur. türkiye'de de fazlasıyla olan bir durum.
devamını gör...
günaydın sözlük
kapalı, bulutlu ve serin bir istanbul sabahından hepinize günaydın!
güneş gözlüklerine, kremlerine ve şemsiyelere mecbur olmayacağınız bu gününüz güzel geçsin!
güneş gözlüklerine, kremlerine ve şemsiyelere mecbur olmayacağınız bu gününüz güzel geçsin!
devamını gör...
1 yazar sizi sinir etmeye başladı
dersim’de 25 yaşında bir alevi.
gaziantep’te oto galerici.
başkent üniversitesi’nde doktor. çanakkale’de bilgisayar mühendisliği öğrencisi.
istanbul’da suriyeli mülteci.
ve benzeri bir takım sıfatları olan kişi.
hatta sezeryanla üç çocuk doğurmuş bir anne.
“kanka bak harbi söylüyorum manyak olursun, bırak bu işleri”
gaziantep’te oto galerici.
başkent üniversitesi’nde doktor. çanakkale’de bilgisayar mühendisliği öğrencisi.
istanbul’da suriyeli mülteci.
ve benzeri bir takım sıfatları olan kişi.
hatta sezeryanla üç çocuk doğurmuş bir anne.
“kanka bak harbi söylüyorum manyak olursun, bırak bu işleri”
devamını gör...
ilkokuldan akılda kalanlar
geç kalanlar derse girmeden önce bahçeden çöp toplardı.
sınıftaki erkeklerden tiksinirdik eşyalarımız bile değse ağlar kavga çıkarırdık.
sınıftaki erkeklerden tiksinirdik eşyalarımız bile değse ağlar kavga çıkarırdık.
devamını gör...
neanderthal ırkına yaptığımız soykırım
--- alıntı ---
ırk karışımı teorisine göre, sapiens neandertal topraklarında yayılınca, iki insan nüfusu tamamen birleşene kadar birbirleriyle karıştılar. eğer gerçek buysa , bugünkü avrasyalılar saf sapiens değil iki ırkın karışımıdır.doğu asyaya ulaşan sapiens de benzer şekilde oradaki yerli eractusla karışmıştır, dolayısıyla çinliler ve koreliler sapiensle ve eractusun karışımıdır.
buna karşılık "yerine geçme teorisi" başka bir kurgu anlatır: uyumsuzluk, tepki ve hatta belki de soykırım. bu teoriye göre sapiens ve diğer insanların farklı anatomileri vardı ve muhtemelen çiftleşme alışkanlıkları hatta vücut kokuları bile farklıydı, dolayısıyla birbirlerine cinsel ilgi duyma ihtimalleri düşüktü. yanı sıra bir neandertal ile sapiens aşık olsalar bile üretken çocuklar yapamazlardı, çünkü iki tür arasında genetik uçurum çok fazlaydı. bu yüzde iki tür birbirlerinden tamamen ayrışmış olarak var oldular ve neandertaller tamamen ölünce veya öldürülünce , genleri de onlarla birlikte yok oldu. bu görüşe göre göre sapiens diğer türlerle hiç
karışmadan onların yerine geçti. eğer bu doğruysa günümüzdeki insanların tamamının soyo 70 bin yıl öncesine güney afrikaya kadar götürülebilir. bu durumda "saf sapienleriz".
--- alıntı ---
hayvanlardan tanrılara, sapiens, yuval noah harari
ama şuanda ikinci teori daha ağır basıyor çünkü 2010' da arkeolojik kazılar sonucunda genom haritası açıklandı. modern ortadoğu ve avrupa insanı dna'sının yüzde 1 ile 4 arasında neandertal dna'sı olduğu ortaya çıktı. denisova'da ki fosilleşmiş parmaktan alınan dna'ya göre sonuçlar modern melanezyalıların ve avustralyalı aborjinlerin yüzde 6'ya varan oranda denisova dna'sı kökenli olduğu ortaya çıktı.
ama yine de bu çok az bir oran yani yüzde yüz gerçeklik vermez, ikinci teoride sapiens ve diğer türler arasında tam bir karışım olduğu söylenemez.
ırk karışımı teorisine göre, sapiens neandertal topraklarında yayılınca, iki insan nüfusu tamamen birleşene kadar birbirleriyle karıştılar. eğer gerçek buysa , bugünkü avrasyalılar saf sapiens değil iki ırkın karışımıdır.doğu asyaya ulaşan sapiens de benzer şekilde oradaki yerli eractusla karışmıştır, dolayısıyla çinliler ve koreliler sapiensle ve eractusun karışımıdır.
buna karşılık "yerine geçme teorisi" başka bir kurgu anlatır: uyumsuzluk, tepki ve hatta belki de soykırım. bu teoriye göre sapiens ve diğer insanların farklı anatomileri vardı ve muhtemelen çiftleşme alışkanlıkları hatta vücut kokuları bile farklıydı, dolayısıyla birbirlerine cinsel ilgi duyma ihtimalleri düşüktü. yanı sıra bir neandertal ile sapiens aşık olsalar bile üretken çocuklar yapamazlardı, çünkü iki tür arasında genetik uçurum çok fazlaydı. bu yüzde iki tür birbirlerinden tamamen ayrışmış olarak var oldular ve neandertaller tamamen ölünce veya öldürülünce , genleri de onlarla birlikte yok oldu. bu görüşe göre göre sapiens diğer türlerle hiç
karışmadan onların yerine geçti. eğer bu doğruysa günümüzdeki insanların tamamının soyo 70 bin yıl öncesine güney afrikaya kadar götürülebilir. bu durumda "saf sapienleriz".
--- alıntı ---
hayvanlardan tanrılara, sapiens, yuval noah harari
ama şuanda ikinci teori daha ağır basıyor çünkü 2010' da arkeolojik kazılar sonucunda genom haritası açıklandı. modern ortadoğu ve avrupa insanı dna'sının yüzde 1 ile 4 arasında neandertal dna'sı olduğu ortaya çıktı. denisova'da ki fosilleşmiş parmaktan alınan dna'ya göre sonuçlar modern melanezyalıların ve avustralyalı aborjinlerin yüzde 6'ya varan oranda denisova dna'sı kökenli olduğu ortaya çıktı.
ama yine de bu çok az bir oran yani yüzde yüz gerçeklik vermez, ikinci teoride sapiens ve diğer türler arasında tam bir karışım olduğu söylenemez.
devamını gör...
normal sözlük’te kankacılık
bir türlü kurtulamadığımız muhabbet.
mesela bir sıkıntı yaşandı mı nick altımda bakıyorum bazen hiç tanımadığım insan bile benden yana çıkıyor. orada taraf tutan insanlarla yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmiyor falan sanıyorsunuz ya da mesela gidip tanımadığımız (ya da tanıdığımız olsun, fark etmez) insanlara özelden "bak şurada şöyle bir sorun yaşandı, hemen gel beni savun" dediğimizi mi hayal ediyorsunuz? yahut herhangi bir şey yazdığımızda tek tek tüm takipçileri gezerek "yazdım, haydi oyla" dediğimiz mi düşünülüyor?
burada kimseyle düşman değilim, olmam da. insan gibi yaklaşan herkesle de konuşur, anlaşırım. kimseye sataşmayı sevmem çünkü kaos benim zevk aldığım bir şey değil. öyle olunca insanlar sizi tanımasa da bu duruşunuz nedeniyle arkanızda durabiliyor, sırf bunun için oylayabiliyor. birçok kişi bunu omurgasızlık zannetse de bu yılların bazı insanlara verdiği bir hal sadece. ben adına kimseyi kırmamak derim, bir başkası ite bulaşana kadar çalıyı dolaşmak der... hangisini tercih ederseniz. kimseyi kırmayacağım diye kendi görüşlerimi savunmayacağımı sanan varsa sözlüğe yeni gelmiştir. benim her konudaki görüşüm iyi kötü belli. katılan da var katılmayan da. kimsenin nabzına göre şerbet verecek şekilde fikirlerimi değiştirmiyorum.
karma puanı yüksek olanlardan biri olunca insan ister istemez üzerine alınıyor suçlamaları. oysa oylama mevzusu tamamen kaldırılsın dedim kaç kez. o zaman görürüz kim gerçekten sözlük için yazıyor, kim başka hesaplar peşinde de dedim. ben değilim ki sözlük sahibi kaldırayım. ancak böyle yeri geldiğinde dile getirebiliyorum işte sadece. *
zaten artık eskisi gibi bir çılgınca oylama davası kalmadı. yazıp çizen isimler de oylayan isimler de bir avuç insan. dolayısıyla hep aynı kişiler birbirini oyluyormuş gibi görünüyor. siz de bunu kankalık sanıyorsunuz.
yazdıkları hoşuma giden oldu mu ne trollüğüne bakıyorum ne daha önce bana bir şekilde sataşmış olmasına o kişinin. öyle yapmayıp sadece sevdiği kişileri oylayanları da meydanlarda asalım mı yani ne istiyorsunuz anlamadım ki ben...
mesela bir sıkıntı yaşandı mı nick altımda bakıyorum bazen hiç tanımadığım insan bile benden yana çıkıyor. orada taraf tutan insanlarla yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmiyor falan sanıyorsunuz ya da mesela gidip tanımadığımız (ya da tanıdığımız olsun, fark etmez) insanlara özelden "bak şurada şöyle bir sorun yaşandı, hemen gel beni savun" dediğimizi mi hayal ediyorsunuz? yahut herhangi bir şey yazdığımızda tek tek tüm takipçileri gezerek "yazdım, haydi oyla" dediğimiz mi düşünülüyor?
burada kimseyle düşman değilim, olmam da. insan gibi yaklaşan herkesle de konuşur, anlaşırım. kimseye sataşmayı sevmem çünkü kaos benim zevk aldığım bir şey değil. öyle olunca insanlar sizi tanımasa da bu duruşunuz nedeniyle arkanızda durabiliyor, sırf bunun için oylayabiliyor. birçok kişi bunu omurgasızlık zannetse de bu yılların bazı insanlara verdiği bir hal sadece. ben adına kimseyi kırmamak derim, bir başkası ite bulaşana kadar çalıyı dolaşmak der... hangisini tercih ederseniz. kimseyi kırmayacağım diye kendi görüşlerimi savunmayacağımı sanan varsa sözlüğe yeni gelmiştir. benim her konudaki görüşüm iyi kötü belli. katılan da var katılmayan da. kimsenin nabzına göre şerbet verecek şekilde fikirlerimi değiştirmiyorum.
karma puanı yüksek olanlardan biri olunca insan ister istemez üzerine alınıyor suçlamaları. oysa oylama mevzusu tamamen kaldırılsın dedim kaç kez. o zaman görürüz kim gerçekten sözlük için yazıyor, kim başka hesaplar peşinde de dedim. ben değilim ki sözlük sahibi kaldırayım. ancak böyle yeri geldiğinde dile getirebiliyorum işte sadece. *
zaten artık eskisi gibi bir çılgınca oylama davası kalmadı. yazıp çizen isimler de oylayan isimler de bir avuç insan. dolayısıyla hep aynı kişiler birbirini oyluyormuş gibi görünüyor. siz de bunu kankalık sanıyorsunuz.
yazdıkları hoşuma giden oldu mu ne trollüğüne bakıyorum ne daha önce bana bir şekilde sataşmış olmasına o kişinin. öyle yapmayıp sadece sevdiği kişileri oylayanları da meydanlarda asalım mı yani ne istiyorsunuz anlamadım ki ben...
devamını gör...
