iki hafta önce çok riskli il sayısı beş iken dün itibariyle üç katına çıkmıştır.veriler doğruysa tabi.
devamını gör...

-bizi mi işletcen ehuehue.

bi bitmediniz.
devamını gör...

terör sevici olan bir yazar olduğunu öğrendiğim sevdiğim bir yazar arkadaşımız. yukarıdaki yazar tek bir tanım ve tek bir belge göstermeden terör sevici diye yaftaladığı için artık hiç bir tanımını okumayacağım! yukarıdaki yazara vatana yaptığı bu büyük hizmet için teşekkür ediyor, tek yaptığı tanım girmek olan teröristlerle! olan mücadelesinde başarılar dilerim. ayrıca terör sevici ne demek? bu kavramda yeni türedi. haksızlıklardan bahsetmek sizi anında terör sevici yapıyor. acaba siz zalim sevici olabilirsiniz.
tanım: sevdiğim ve takip ettiğim bir terörist! arkadaşımızdır.
ek: yukarıdaki yazarım tanımı silinmiş.
devamını gör...

naçizane bir kaç şeyin altını çizmek istiyorum; zira yardım işleri ciddi işlerdir. öyle geçiştirilecek, üzerine iki çift kelam edilip, yaparız, ederiz, hallederiz naraları atılacak mevzular değildir. bu sebeple de bu meselelere hak ettiği ciddiyette yaklaşmak gerekir. bu tarz bir başlık açıp haydi kolları sıvayın demek bu işin ciddiyeti ile örtüşmez.

evvela bir yardım işine girişeceksiniz madem, öncelikle hangi kurumun, kuruluşun, derneğin ya da okulun buna ihtiyacı var, onu tespit edersiniz. bu tespiti yapmadan gelsin fikirler gitsin zikirler tadında meseleye girilmez. ikinci olarak somut ihtiyaç nedir onun altını çizeceksiniz ve bunu belgelendireceksiniz. peki yeterli mi? değil! bunu bir platform üzerinden yapmak istiyorsunuz madem elimizdeki platform kafa sözlük. yönetimle iletişime geçeceksiniz. ihtiyacın gerçek ve zaruri olduğuna yönetimi ikna edeceksiniz ki, üyelerine bu yardımı yapmak konusunda çağrıda bulunabilsinler. bu kısmı da hallettiniz. bitti mi? hayır! başlığı siz açmayacaksınız. bu yardımın kurumsal ve kolektif bir yapıyı haiz olduğunu üyelerin görmesi için yönetim açacak. tüm bunlar olduktan sonra insanlar mevcut manzarayı görecek ve ona göre tavır belirleyerek bu işin içinde yer alıp almak istemediklerine karar verecekler.

bakınız yardım mevzuları sohbet mevzuları haline dönüşürse, fikir üretelim adı altında ucu açık ve tamamlanamayacak diyalogların basitliğine indirgenirse işin hiçbir esprisi kalmaz. inandırıcılığını yitirir. sonuca ulaşmamış bu tarz başlıkları gören insanlar, siz ne kadar iyi niyetli olsanız da fikirsel ve vicdani açıdan kendinizi rahatlatmaya çalıştığınızı düşünürler ve sonrası için olaylara şüphe ile yaklaşırlar.

bu işlerin somutlaştığı bir kaç örnek var. onları şuraya iliştireyim.

(bkz: kafa sözlük köy okuluna kitap yardımı etkinliği)
(bkz: kitap yardımımızın ulaşması)
(bkz: kafa sözlük - yedikule hayvan barınağı yardım kampanyası)
(bkz: kafa sözlük - yedikule hayvan barınağı yardımlarının ulaşması)

içinde bulunduğunuz, yazdığınız, çizdiğiniz platformu da biraz tanımaya çalışmanızda fayda var. zira üye olmanızın ertesinde burası nasıl bir yermiş acaba diye düşünmeden mevzulara balıklama dalmanız da ciddiyetiniz üzerinde kuşkular uyandırır. benden söylemesi.

hülasa; tüm bunlara dikkat ederseniz, niyetiniz de samimi ise amacınıza ulaşırsınız. aksi taktirde başlığınızın ''penguenlere yardım edelim''. ''kutup ayılarına destek olalım'' ya da ''dodo kuşlarını yeniden canlandıralım'' tarzında açılabilecek başlıklardan -sonuç alma odaklı olmak noktasında- hiçbir farkı kalmaz.

darılma, gücenme olmasın rica ederim. mevzu ciddi olduğu için önemli yerlerin altını çizme gereği duydum. * *
devamını gör...

bir yazarın seçtiği bir konuyla ilgili kendine has görüş ve düşüncelerini fazla derine inmeden okurla konuşuyormuş gibi anlattığı yazı türüdür.

kalemi elime almadığım uzunca bir zaman diliminin ardından bir parça dökülme hissinden yola çıkarak birkaç kelam edeyim istedim.
okumaya durumumuz yoktu kitlesini şurada kaybettiğimizi varsayarak kalanlar için hazırsanız başlıyorum.
bugünkü konu, birçok insanı derinden etkileyen ancak bazıları için hala sıradan görülen bir olay, "kadına şiddet".
şimdi biraz tanımsal bir şekilde başlayacak olursak
nedir kadına şiddet? fiziksel ya da psikolojik tahrip. nedenleri nelerdir? işte bu kısım uzun uzadıya bir makalede konu olarak işlenebilir. keza işlenmiştir de. olayın derinine inmeden zikredecek olursak fiziksel ya da ekonomik açıdan güçlü bireylerin zayıf olan üzerinde gücünü kabul ettirme durumu.
nasıl gerçekleşir? darp, hakaret, küçük görme...
peki kimler şiddet görür? işte bu kısım çok önemli herkes yani her kadın şiddet görebilir, en azından bir kez. eğer tanıdığımız biri ise baba, anne, eş, abi, sevgili bu bir kereden sonra yolumuza bakarız. tabii maddi açıdan kendine yetebilen, hayatta tek başına ayakta kalabilecek şekilde yetiştiysek. bu şartları sağlayamayan bireyler zaten bu zulmün altında ne yazık ki hayatlarına devam etmek zorunda kalıyorlar.
ve bu konu bir kesim tarafından hala sıradanlaştırılabiliyor. basit argümanlar; bir de kadının ne yaptığına bakmak lazım, insanı da çileden çıkarabiliyorlar vesaire... hayır, efendim. çileden çıkabilirsiniz. kadın yanlış yapmış olabilir. ama bu size şiddet hakkını doğurmaz. pozitif ayrımcılık yapmıyorum eğer kadın da psikolojik şiddet uyguluyorsa o zaman aynı kınama, onun için de geçerli olacaktır. ancak fiziksel şiddet tek taraflıdır. kendisini savunamayacak bir bireye saldırmak, zarar vermek için insaniyetin yitirilmiş olması gerekir.
peki şiddeti sadece tanıdıklarımızdan mı görürüz? hayır!
burada anlatmak istediğim iki anım var, konuyu pekiştirmek için ve de şiddetin bazen gerçekten hiç beklemediğiniz bir anda karşımıza çıkıveriyor oluşunu göstermek için. biri henüz yirmi yaşında bir öğrenciyken bir diğeri de öğretmen olduğum, otuz yaşındayken gerçekleşen iki olay.
evet şimdi ilk olay şu şekilde vuku buldu. "o sıralar eskişehir'de, üniversitede okuyorum; bir tatilde yakın bir arkadaşımla birlikte birkaç günlüğüne istanbul'a gidiyoruz. annesi, arkadaşım ve ben alışveriş için dışarıya çıkıyoruz ve akşam on gibi kağıthane'de anacadde üzerinden eve dönüyoruz. o esnada koyu renkli bir araba yanımızdan yavaşlayarak geçiyor. laf atıyorlar. sonra karşı şeritten aynı şekilde laf atarak geçiyorlar. tekrar yanımazdan geçerken arkadaşımın annesi elindeki şemsiyesi sallayarak bağırıyor. 'defolun gidin rahatsız etmeyin' diye. araç birden köklenerek durduluyor. içindeki dört kişiden ikisi iniyor. birden arkadaşımın annesine saldırmaya başlıyor bir tanesi. diğeri izliyor. biz de arkadaşımla araya girmeye çalışıyoruz. ama adam durmuyor. bir müddet bu böyle devam ediyor. yoldan insanlar gelip geçiyor. bağırıp yardım istiyoruz. bir arabadan geçen birinin şu sözlerini duyuyorum o kargaşa esnasında 'kimbilir o....lar, ne yaptılar!' bakın o gece tokat yedim, itildim, fırlatıldım ama bu cümle daha çok acıttı canımı. bu arada adam bizi bir kenara atıyor sürekli kadına yumruk, tekme falan atıyor. bir şey yapamayacağımı anlayınca plakayı aldım, polisi aradım. ama adres bilmiyordum! sonra bir güvenlik ya da bekçi emin değilim ama silahlı üniformalı biri geldi. havaya ateş etti ve adamı kadının üzerinden zor bela aldılar. hastaneye gittik. darp raporu aldık. arkadaşımın annesinin burnu kırıldı, arkadaşımın kaşı patladı ve hepimizde birçok morarmış bölge vardı. doktor beyin tavrına da değinmek istiyorum 'gece vakti sokakta ne işimiz varmış?'*
sonra adam 4 yıl hapis cezasına çarptırıldı. ha bunda başka suçların da etkisi vardı gerçi ama olsun. "
ikinci olaya gelirsek o da bir zamanlar gelibolu'da görev yaptığım sırada gerçekleşti." bir gün bir kadın öğretmen arkadaşımla okul bahçesinde nöbet tutuyoruz. o esnada kapıya yakın bir yerde bir hengame oluyor. koşup gidiyoruz. erkek öğrencilerimizden biri gözyaşı içinde yerde, öğrencimiz olmayan bir erkek ile bir kız da okula doğru yürüyor. ilk önce çocuğu kontrol edip diğerlerinin peşinden koşuyoruz. memurun odasına geçiriyorum. orada beklemelerini, polisi arayacağımı söylüyorum. o ara müdüre falan haber yollayınca erkek olan 'aman işi amma büyüttünüz, kız arkadaşıma top attı,ben de bir tokat attım altı üstü, gidiyoruz biz.' deyip kapıya yöneliyor. hayır gidemezsiniz deyince arkadaşımı da beni tartaklayarak kapıdan çıkmaya çalışıyor. ve başarıyor. okuldan çıkmadan polis geliyor. karakola gidiyoruz. karokolda öğreniyoruz ki başka bir liseden olan bu öğrenci birçok kez başka öğrencilere şiddet uygulamış ancak hatırı sayılan bir dayısı olduğu için hep şikayetler geri alınmış ve de 10 kereden fazla karakolluk olmasına rağmen davranışlarının sonucuna hiç katlanmamış. biz ifade verirken dışarıda bir gürültü kopuyor. bakıyoruz aynı kişi bu sefer bir polis memuru ile kavga ediyor. ama tabii ki polis etkisiz hale getiriyor. ona da şahit olunca hem davacı hem de başka bir olayın tanığı oluyoruz. tam hatırlamıyorum ama 18 ay gibi bir ceza alıyor sonuç olarak. "
konuya geri dönecek olursam görüyorsunuz ki bazen nedenleri kişiden kaynaklanmasa da sebep-sonuçlarıyla ilginiz olmasa da şiddetin ortasında kalıveriyorsunuz. ailemden ya da çevremden hiç şiddet görmemiş bir bireyken fiziksel olarak bir kadından daha güçlü olmalarını hak gören birileri sebebiyle bu durumu yaşadım. suçlu; paşa oğlum her şeyi yapabilir diyen anneler mi, babasından gördüğü şiddeti yansıtan adamlar mı bilmiyorum. bildiğim tek şey var. yakmayın kadınların canlarını!
devamını gör...

georges charles brassens,1921 yılı doğumlu fransız şarkıcı,söz yazarı ve bestecidir. şair kimliğinin yanısıra pekçok tanınmış-tanınamamış fransız şairin şiirlerini de bestelemiş bir isimdir. kendi şiirlerini ise nazım olarak değil, gitarı eşliğinde melodileştirerek yazmış-seslendirmiştir. kendi döneminde oldukça meşhur bir isim olsa da yaşamı pek de kolay geçmemiştir. ikinci dünya savaşı'nın devam ettiği 1943 yılında almanlar tarafından bir uçak fabrikasındaki çalışma kampında çalışmaya zorlanmıştır. müzik aşkını ise roman-katolik annesi ile açık fikirli ve annesinin tam aksine antiklerik bir insan olan babasından kazanmıştır. şiir tutkusu da lisedeki öğretmeni tarafından keşfedilmiş ve desteklenmiştir.
brassens'in şiirleri ve şarkıları, o dönemdeki muhafazakarlık ve bayağı geleneklerle indirekt olarak alay etmekte; aşkı,dostluğu,sevgiyi ve özgürlüğü savunmaktadır. kendisinin yorumları oldukça zarif olmakla beraber* gitarından yayılan notaların ahengi ve ritimlerin yumuşaklığı insanı gerçekten farklı dünyalara götürmektedir.

2 harika bestesi buradadır,şöyle buyrun;

une jolie fleur (güzel bir çiçek);


les sabots d'helene (helene'nin ayakkabıları);
devamını gör...

kendinize yüklenmeyin bu kadar.
ayrıca sözlük yazarlığıyla övünmek mi? ben kimseye söylemiyorum sözlükte yazdığımı.
devamını gör...

çoğumuzun muzdarip olduğu kara humma gibi bulaşıcı olan bir hastalık.
insan başkasıyla mutlu olmaktan umudunu kesip; kendi kendine de mutluluğu keşfedince yolun sonunda aşık olacak yerleri falan ağrıyor.

ünlü bilim mercii grup vitamin'nin de belirttiği gibi;

"kader defterimin kabı yırtıldı
hayret ettim inanmadım gözüme
yüreğimin sol kapağı burkuldu
al aşkını sok, sok gözüne gözüne"
devamını gör...

"ben senin eşin, ağabeyin, arkadaşınım biri bitse biri kalır
seni hiç bırakmayacağım.”
-cemal süreya.
devamını gör...

hem fiziksel hemde ruhsal bir çalışmadır. meditasyon, nefes egzersizleri, esneme, güçlenme gibi fiziksel aktivitelerin asıl amacı zihinsel rahatlığa erişmektir. bir insanın kendine yönelik yapabileceği en iyi yatırımdır *, neden?

****
her şeyden önce sağlık. gün içerisinde yorduğumuz kasların gevşemesi ya da kullanmadığımız kasların çalışması amacıyla yapılır. işleyen demir pas tutmaz efendim. bugünkü ağrı ve yorgunluğumuza çözüm olabilmenin yanı sıra vücudumuzun erken yaşta çökmesine, dolayısıyla da ileride yaşanabilecek fiziksel ağrılara karşı bir önlemdir.

*****
saç telinizden parmak ucunuza kadar her bir dokunuzu tanımayı öğrenir, sınırlarınızı keşfedersiniz; daha da ötesini başarabilirseniz o sınırları genişletirsiniz. size kendimden örnek vereyim, dinleyin. mütemadiyen baş ağrısı yaşarım. bilirsiniz masaj yapılır, ilaçlar içilir, yazmalar düğümlenir ama hepsi geçicidir. var olan hastalığımı geçici çözümlerle iyileştirmeye çalışırken, asıl kaynağını hiç merak etmemişim. yoga size bunun için fırsat veriyor. kaslarınıza kulak vermeyi öğretiyor; siz en son ne zaman konuştunuz kendi bedeninizle? başımın ağrısına asıl sebep olan boynumdaki kasların gerilmesi olduğunu, ve bu gerilmeye de gün içindeki yoğun çalışmamın sebep olduğu farkettiğimde yeni bir bakış kazandım. bir iş yapıyorken boynumdaki kasları mümkün olduğunca serbest bırakmaya çalışıyorum ve inanın bu gerçekten işe yarıyor.

*****
yoga esnasında zihinsel bir dinginlik yaşanması beklenir. meditasyon amaçlı zihnimizi harekete geçirip zihnin içinde ne kadar çöp duygu varsa onlardan kurtulmak amaçlanır. zihninizi düzenlemeyi, neyi nasıl hissettiğinizi anlamanızı, neyin sizi gergin hale getirdiğini, zihninizde size yük olan düşünceleri.. vs anlamanıza yardımcı olur. ki bence bu çok önemli; çünkü gün içerisinde bilinçli/bilinçsiz birçok eylem içindeyken farkında olmadan bize ve çevremize zarar veren huzursuzluğu taşıyoruz zihnimizde. insanın kendini tanımasına, kendinde neyin çalışmadığına odaklanmasına yardımcıdır yoga.*

*****
yoga duruşları genelde sabittir. zorlamadan yaptığınız her hareket ile zihninizi yoklayın. kendinize süre tanıyın. ne var o sırada aklınızda? hayır, o hareket değil sizi zorlayan; bedeniniz yaşıyor, hissediyorsunuz. ölü ağırlığı olan başka bir engeliniz var, inançlarınız, endişeleriniz var. sabrınızı ve gücünüzü etkileyen şeyler var. birine olan öfke belki, ya da kendinize ait bir pişmanlık, peki ya cevap bekleyen mailler? size ağırlık olanı bulup neden bunu taşıdığınızı düşünmelisiniz. zihninizi boşaltmayı, yüklerinizi serbest bırakmayı denemelisiniz. zaman içinde bu çalışmanın stres ve öfke yönetiminize katkısı olacağına emin olabilirsiniz.

*****
yogaseverler bilirler, yeri hissetmek ve temas etmek oldukça önemlidir. sahi, en son ne zaman toprağa bastınız? belki de bizim babannelerimizin yaptıklarını biz modernize edip tekrar yaşıyor olabilir miyiz? ben derim çamurda oynamak, siz deyin yoga. toprağa basmak, yaşadığını hissetmek, dünyada var olduğumuzu farketmek için ayakkabıları çıkarıp yere uzanmak için bizlere sunulan güzel bir fırsattır. ha bir de, gökyüzüne bakmayı unutmayın : )
devamını gör...

hem özel hem de devlet hastanelerinde sık sık bulunmuş biri olarak yazacağım. devlet hastanesi derken de istanbul'daki üniversite hastanelerinden bahsediyorum. tam halkla iç içe anlayacağınız. *

1.si hasta profilleri iki kurum için de çok farklı. es kaza yolu özel hastaneye düşen dar gelirli de aman bize geçirmesinler diye herkese kedi yavrusu gibi yaklaşıyor. devlet hastanesinde ne oluyorsa bu kediye dr'a karşı "binim virgimli mıış ılıyırsın" deyip aslan kesiliyor. medeniyetsizlik varan 1.

2. olarak doktorlar aynı imkanlarla çalışmıyor. devlet hastanesinde 1 günde bakılan hastayı özel hastanede 1 haftada görüyor doktor. özel hastanede asistanı var, hastayla çoğu zaman sadece muayene için muhatap oluyor. şimdi devlet hastanesinde sabah 8.30'dan akşam 5'e kadar envai çeşit çomarla muhatap olan insanla, paralı keskin kuralları olan bir hastanede çayını kahvesini içe içe işini yapan insan bir olamaz. buna rağmen karşılaştığım tüm üniversite hastanesi hekimleri saygılı, nazik insanlardı. ekstrem durumlar olduysa da (yine ses yükseltmeyle vs hiç karşılaşmadım en fazla gerginliği hissediliyordur doktorun bana ithafen bir davranışı olmamıştır) anlayışla karşılamışımdır karşımda bir insan var çünkü. eminim ki benim dışımda gelişen bir sorun vardır deyip geçerim. ama bizim orta doğu çomarımız bu durumda kendisinde şiddet uygulama hakkını bulabiliyor, ne acayip...

bir örnek vereyim doktor beni muayene ederken 30 snde bir kafayı içeri uzatan birileri olmuştu ve her seferinde kadın kapatır mısınız kapıyı hastam var deyip uyarıyordu. en sonunda mecbur kapıyı kilitlemek zorunda kalmıştı. buna rağmen kapıyı tekmelemeleri bitmeyince muayene bittikten sonra artık dayanamayıp buyurun ne vardı diye sordu "muayene olacaktım da" diyor. lan siz manyak mısınız? ben ya sabır çektim, gerildim kadın yine sıranızı bekleyin çağıracağız deyip benimle ilgilenmeye devam etti. tabii devamında da kafa uzatmalar, kavga arayışında olan saçma sapan insanlar bitmedi. şimdi bu doktor tüm gün bu stres içinde işine yapmaya çalışırken bir de güler yüzle mutlulukla sizinle ilgilenmesini bekleyemezsiniz ki. orada sizi eylemek gönlünüzü hoş tutmak için bulunmuyorlar, sağlık hizmeti vermek için oradalar. emin olun hasta profili saygıyla yaklaşsa tüm yoğunluğa rağmen yine güler yüzle ilgileniyorlardı. artık çok farklı bir boyut var. son birkaç senede oldu bu. bakın 10 yıla aşkındır hastanelere gidip geliyorum eskiden de acil, zor durumda olan hastalar muhakkak oluyordu. önce hastalar izin veriyordu önden muayene olsun diye ve kimse de doktora karşı aman biz hastayız gerginiz deyip öfkesini kusmuyordu. şimdi poliklinik kapısında insan bayılsa, yalnız ben 1 saattir bekliyorum onu alamazsınız diyorlar. durum bu kadar vahim. aloo adam bayılmış deli misiniz, vicdansız mı da diyemiyorsun.

3. olarak da hastane imajı ve teknik imkanları farklı. özel hastanelerde her şey temiz, yeni ve moderndir. parayla verilen hizmeti ve gücü ifade eder bu. ben sana en iyi sağlık hizmetini vereceğim sen de bana sorgulamadan paranı. bu imaj aynı zamanda insan üzerinde psikolojik baskı yaratır. biz bunları hep çizdik; boşuna ferah ve geniş bir girişle karşılamıyorlar sizleri.* mekanın kuralları vardır demenin en iyi örneği, medeni görünümlü paralı çomar diye adlandıracağımız insanlara da fake bir saygınlık güç addeder. çünkü bu kuruma gelebiliyordur parası sayesinde herkes el pençe durur. bu saygınlığı sürdürebilmek adına hareketlerine dikkat eder. bu hastanelere gidenlerin de çoğu zaten gerçek anlamda medeni insanlar bu yüzden karşılaşmıyoruz böyle olaylarla. lüksün psikolojideki ezici tavrı sayesinde insanlar gücün kimde olduğunun da bilincedirler ayrıca. oradaki doktorun anlayacağınız arkası da sağlamdır, kimse ses bile yükseltemez bu yüzden. sistemleri de oturduğu için buna da gerek kalmaz çoğu zaman. günlük randevu sayısı, kabul edilen hasta sayısı her şey bellidir neticede kimse gerilmez etmez işini yapar gider. üniversite hastanesine her gittiğimde bir kavga görmüşümdür özel hastanelerde neredeyse hiç denk gelmedim diyebiliriz.

demem o ki ben neredeyse %1 gergin doktorla karşılaşmışımdır devlet hastanelerinde. bu gerginliği de asla üzerime alınmam, tribe girmem. niye şahsi algılayayım zaten?! sizin biraz eziklik kompleksiniz var diye tahmin ediyorum. yoksa dayatmazdınız saygı duyacaklar bana yoksa silahımı alır gelirim diye, kaldı ki herhangi bir saygısızlık da söz konusu değil esasında. ananızdan babanızdan çevrenizden görmediğiniz sevgiyi, güler yüzü sadece hekimlerden talep etmeniz araştırılmalı. şahsen profesöründen interne tüm hekimler saygıyla ve nezaketle ilgilenmişlerdir hep benimle, suratı düşük diye de kimseyi saygısızlıkla itham etmem. saygı duyulmayı, sevgiyle nezaketle ilgilenilmeyi diretmiyorum da kimseye, sadece bunu hak eden bir insan olduğumu biliyorum ve davranışlarım da bunu destekliyor. önce güler yüzle, nezaketle hareket ediyorum karşılığında da gerekli özeni ve ilgiyi görüyorum. bu kadar basit aslında durum. herkes kendi eylemlerinden sorumludur. çok mu ilgisiz geldi doktor, yorgun mu, suratı mı asık, güven duymadınız diyelim bir daha tercih etmezsiniz o hekimi. o an muayene olup çekip gidebilirsiniz. başka bir alanda hizmet aldığında ki diğer tüm devlet kurumlarındaki memurların tutumu malum, güler yüz ihtimali bile olmadığı için beklentiniz de kalmıyor işinizi halledip çıkıyorsunuz. bana gülsün benimle özel ilgilensin yoksa çekip vuracağım demiyorsunuz değil mi? aynı mantığı burada da sürdürmeniz için hiçbir engeliniz yok...

toplum olarak ulaşamadığınız her türlü saygınlığa savaş açmış gibisiniz. vasatlık kültürsüzlük gücünü göstersin istiyorsunuz lütfen kendinize gelin. son kalan kale, yani hekimlere karşı olan asla ulaşamayacağınız saygınlığa saldırıyorsunuz şimdi de. işini yapmıyorsa gider şikayette bulunursun deliller ile mahkemeye başvurursun silahla kaba kuvvetle tehditle olmaz. bugün doktor da bana güler yüz göstermedi diye eziklikle şahsi algıladığınız ve şiddeti meşru kıldığınız için yarın bir gün trafikte bana ters baktı diye kurşunlanabilir olduğunuzu unutmayın, neyi savunduğunuzun farkına varın rica ediyorum. bunun sonu yok çünkü. önce toplum olarak anlayışla empatiyle yaklaşın, saygı beklemeden saygı gösterin karşılığı da olacak muhakkak. hizmeti talep edensiniz, bilgi birikimine ve deneyimlerine muhtaçsınız. önce kendi tavır ve davranışlarınızı denetimden geçirin.

tekrar altını çizmek isterim doktor egosuydu vs dediğiniz şey aslında durumu kişiselleştirdiğinizi gösteriyor. insanlar bilmem nerenin köyünden kalkıp gelmiş yaşlı teyzeyle de aynı şekilde ilgileniyor seninle de. bu insanlar idealist olmasa, ego yapacak olsa sizin ağız kokunuzu çekerler miydi allasen? birçoğunu özel hastaneler kapmak için can atıyor, insanlar "ameliyat yapacak doktor kalmayacak yakında yapmayın bunu hekimlere" diyerek sizler için sizlere karşı mücadele veriyorlar resmen şaka gibi...

bir de asrın tespitini buraya bırakıyorum; devlet hastanelerinde hastaya köpek çeken insanlar ya diğer hastalardır ya da sekreterlerdir. deli deliyi görünce sopasını saklarmış misali bizim sevgili çomarlarımız bu sekreterlere karşı pısıp gidip doktor karşısında gürlemeye başlarlar hep. nezakete ve insanca muameleye karşı alerjileri var çok net.
devamını gör...

elektrik bandı, kırmızı olan.
evet üç kuruş fazla olsun kırmızı olsun.
devamını gör...

sevgili yavrum,
sen bu satırları okurken yüksek ihtimalle ben ütü, çamaşır, bulaşık derdinde olup bana sorduğun "annnneeeğ çorabımın teki nerdeeeeee"? sorusuna "nereye koyduysan oradadır ben mi çıkardım!! zaten yorulmuşum kalkmış bana çorap soruyor " diye çemkiriyor olacağım.

ama sakın şunu unutma, ben sana ne kadar çemkirirsem, sana demet akalın'ın kızına aldığı gibi minibüsler alamasam, 15 tane yardımcısı olan ünlülerin her şeyi onlara yaptırıp "şimdi de minnoşumla oyun hamuru saati" diyemesem de seni çok sevdiğimi bil. birlikte geçirdiğimiz her anın özel olduğunu sana hissettirmeye çalışacağıma inan. önemli olanın sadece sevgi olduğunu, reklamlarla işimizin olmadığını anla. seni şimdiden çok seviyorum minnoş.
devamını gör...

özgüvenimizin yüksek olmasının başkalarından saygı görmemize bağlı olması birçok konuyu açıklığa kavuşturuyor: insanlar neden borç batağında yüzen arkadaşından uzaklaşır da mevkii ve kariyer sahibi insanların peşinden koşar? neden son model otomobil sahibine saygı duyarız da işine dolmuşla gelen çaycıya tepeden bakarız? bunların nedeni şimdi açıklayacağım olguda yatıyor: snopluk.

snop sözcüğü "sine nobiliate" (soylu olmayan) sözcüğünün kısaltılmasına dayanıyor. google'da arattığımızda "züppelik" gibi bir anlam çıksa da günümüzde yüksek statülü olmadığı halde onlar gibi davranmaya çalışan, yüksek konumda olmayan insanlardan rahatsızlık duyan kişiler için kullanılıyor. snoplar tarih boyunca aristokrasiye ilgi duymuş, güçlü kişi her kimse onun peşinde koşmuştur. bu kimi zaman din görevlileri, kimi zaman askerler, kimi zaman ressamlar, kimi zaman sporcular, kimi zaman şairler olmuştur.

bir snopla arkadaş olmak , onun aradığı kişi değilseniz, çoğu zaman sinir bozucudur. siz istediğiniz kadar en iyi resimleri çizin, en karmaşık yazılımlar sizin klavyenizden çıksın hatta kara deliklerle ilgili yaptığınız çalışma bilim yarışmalarında ödüllere layık görülsün, eğer yaptıklarınız toplum tarafından konuşulmuyor, yeteneklerinizi kabul görmek için kullanmıyorsanız kuru bir kayıtsızlıktan başka bir şey görmeyeceksinizdir.

gelin görün ki snopluktan snopluk doğmaktadır. kanser hücrelerinin vücutta yayılım hızına paralel bir hız ile üzerimize gelen snopluk bizi hortumun içine çekmektedir. günün birinde biz de bir snop olup çıkmışızdır. sürekli küçümsenmek, bizi küçümseyenlerin ilgisini çekme çabasına dönüşmektedir.

bütün bunlar göz önüne alındığında yine de hayatları gücü kaybetme korkusuyla geçen bu insanları küçük görmektense onları anlamaya çalışmak hatta biraz da onlar adına keder duymak yerinde olacaktır.

güç sahibi olmamanın yaptırımı fakirlikse, snopluğun yaptırımı sürekli kıvranıp durmamıza sebep olan bir aşağılık duygusu ve derinlere doğru kayan bakışlarımız olacaktır.

kaynaklar:
1- www.nedirnedemek.com
2. alain de botton- statü endişesi
devamını gör...

5-6 kişiyi geçmeyecek yazar kitlesi.
devamını gör...

evimiz bahceliydi. erik ağacı, elma ağacı ,dut ağacı ve daha bir sürü ağaç bahçemizde arz-ı endam ederken, bu ağaçların envai çeşit yaprakları arasından süzülen güneş hüzmesi içinde uçuşan toz zerrelerine dalıp giden küçük dünyamı unutamıyorum. o anlarda sanki kocaman bir mutluluk pastası saklıydı sanki; ve ben , çocuk aklımla bu pastadan büyük bir iştahla zihnime avuç avuç anı biriktiriyordum. eğer yaşamın içinde bir şiir cismani bir halde mevcutsa; işte benim çocuk dikkatime ve nazarıma mazhar olan o manzara şiirdir ve unutulmayan bir çocukluk anısıdır...
devamını gör...

her türlüsünü okumaktan hoşlandığım şu an bile gözlerimin aradığı tanım
devamını gör...

"galibiyet yabancılaştırıcı bir yolculuktur. insan evine kaybedince döner."
devamını gör...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

yanlış bilmiyorsam ikisinin tepkimesi klor gazı açığa çıkartıyor. klor da nefes borusuna girince içerde tepkime yaratıp solunum yolunda tahribat oluşturuyor. filmin sonu ölümle bitebilir.
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim