jean vigo
emly clero ve miguel almereyda'nin oğlu jean vigo 26 nisan 1905 de doğmuştur.
ailesinin siyasi durumu gereği çocukluğunda uzun süre kacak hayati geçirmiştir.
babasının 13 ağustos 1917 de tutuklu bulunduğu hapishanede öldürülmesinden sonra, jean sales takma adıyla yatılı okula gönderilmiştir.
5 ekim 1934 te tüberküloz dan ölmeden önce,
yalnızca iki filme imza atmıştır.
1933 te kendi deneyimlerinden yola çıkarak çektiği, yatılı okula gönderilen bir çocuğun öyküsünü anlatan "hal ve gidiş sıfır" fransız yetkililer tarafından kısa sürede yasaklanmıştır.
1934 te ise truffaut'nun başyapıt olarak değerlendirdiği filmi l'atalante'ı çekmiştir.
kısa ömrü hal ve gidiş sıfır ın yasaklanması l'atalante'ın yeniden kurgulanan ve çoğu kısaltılmış kopyalarının kısa süreli gösterimi jean vigo 'nun uzun süre fark edilmemesine sebep olmuştur.1940 ların sonunda yeniden keşfedilmiştir. jean vigo başta yeni dalga yönetmenleri olmak üzere,çok az film çekmiş olmasına rağmen bir çok sinemacı üzerinde büyük etki bırakmış nadir yönetmenlerden biri olmuştur.
ailesinin siyasi durumu gereği çocukluğunda uzun süre kacak hayati geçirmiştir.
babasının 13 ağustos 1917 de tutuklu bulunduğu hapishanede öldürülmesinden sonra, jean sales takma adıyla yatılı okula gönderilmiştir.
5 ekim 1934 te tüberküloz dan ölmeden önce,
yalnızca iki filme imza atmıştır.
1933 te kendi deneyimlerinden yola çıkarak çektiği, yatılı okula gönderilen bir çocuğun öyküsünü anlatan "hal ve gidiş sıfır" fransız yetkililer tarafından kısa sürede yasaklanmıştır.
1934 te ise truffaut'nun başyapıt olarak değerlendirdiği filmi l'atalante'ı çekmiştir.
kısa ömrü hal ve gidiş sıfır ın yasaklanması l'atalante'ın yeniden kurgulanan ve çoğu kısaltılmış kopyalarının kısa süreli gösterimi jean vigo 'nun uzun süre fark edilmemesine sebep olmuştur.1940 ların sonunda yeniden keşfedilmiştir. jean vigo başta yeni dalga yönetmenleri olmak üzere,çok az film çekmiş olmasına rağmen bir çok sinemacı üzerinde büyük etki bırakmış nadir yönetmenlerden biri olmuştur.
devamını gör...
normal sözlük
spawn da gelsin diyeceğim de yanlış anlaşılacak diye korkuyorum hayırlısı her şeyin..
devamını gör...
françois boucher
1703-1770 yılları arasında yaşamış rokoko akımının temsilcilerinden, fransız ressam.
resimleri rüya gibi. portre resimlerinin yanında doğa manzaralarıyla beraber uçuşan melekler ve mitolojik manzaralar görüyoruz. kullandığı renklerin tonlarına ve uyumuna bayıldığım ressamlardan biri.
allegory of painting (1765)
resimleri rüya gibi. portre resimlerinin yanında doğa manzaralarıyla beraber uçuşan melekler ve mitolojik manzaralar görüyoruz. kullandığı renklerin tonlarına ve uyumuna bayıldığım ressamlardan biri.
devamını gör...
insan bir kez aşık olur
sadece bir kere aşık olunur diyenlerin geneli evlendikten sonra yutub damar şarkı vidyolarının altına ''yanımda eşim yatıyo ama kalbimde hala sen varsın'' diye yazıyo. puuuu size.
devamını gör...
geceye bir bilgi bırak
eğer hava sıcak ve nemli ama sert bir rüzgar esiyorsa bir kaç saat içinde sağanak yağmur ve fırtına olacaktır.
devamını gör...
scooby-doo! mystery incorporated
elime televizyonun kumandasını alıp kanallar arasında gezinmeye nadiren fırsat buluyorum. işte geçenlerde, bu eşine az rastlanır zamanların birinde, bir çizgi filme ilişti gözüm. hepimizin bildiği scooby-doo’nun uzun metraj bölümlerinden biriydi bu. kimi serüvenleri için haddinden öte içli dışlı olduğum bu fanatik, dayatmacı ve propagandacı yapımla bir iki saniyeden fazla yüz yüze kalmam, sair zaman kanalı değiştirmem için yeterli sebeptir. ama bu sefer, karşımdaki manzaraya inanmakta güçlük çekiyordum: ekranda, elinden ışın saçan bir büyücü; belli ki sam raimi’nin evil dead’indeki lovecraft göndermeli necronomicon’a benzetilmiş, ağzı yüzü olan bir sihir kitabı; bir de çığlıklar atarak dolaşan hayalet vardı.
evet, embesil bir köpeğin ve her biri çapsızlık ve boyutsuzlukta ancak diğer bir ekip arkadaşıyla aşık atabilecek üç arkadaşın gizem çözme vaadiyle ortalıkta salındığı bu çizgi filmde böyle doğaüstü görünümlü unsurlar hiç de alışılmadık şey değildir. o yüzden neye şaşırdığımı merak ediyor olabilirsiniz.
scooby-doo çizgi filmi, batı kültür geleneğinin oluşmasında büyük rol oynayan bir yaratıcı sürtüşmenin, akıl ile duygu çatışmasının sonuna kadar yanlı bir neferidir. usçu düşüncenin savunucusudur; hayalet – cin – hortlak – canavar – büyü gibi boş ve batıl inançları çürütmek için gerçeklerden, yani ipuçlarından yola çıkar, mantığı ve bilimsel araştırma yöntemlerini kullanarak bunların aslında kötü niyetli kişilerin saf insanları (romantikleri) kandırmak için başvurdukları hileler olduğunu kanıtlar. bu özelliğiyle csı’ların bir öncülüdür. ne ilginçtir ki, çizgi filme ismini veren ve ingilizcesinde sadece “r” harfiyle başlayan sözcükler söyleyebilen (türkçesinde bu nüans yoktur) köpek, bu izleğin içindeki tek metafizik unsurdur. gizem çetesi’ni (mystery ınc.) oluşturan üç kişi (yakışıklı ve güçlü fred, zeki ama çirkin velma, güzel ve güzel daphne) zaman zaman doğaüstüne inanmanın kıyısından dönse de, bu tuzaklara sadece ekibin diğer iki üyesi, scooby-doo ve shaggy düşer ve “inanırlar”. grup içi dinamikler bu şekilde dengelenirken, duyguların, inançların, romantik idealizmin temsilcilerinin konuşan bir köpek ve amerikan toplumunun pasifist hippilere yönelik horgörüsünü ortaya koyan bir “salak” olması, çizgi filmin hangi tarafı savunduğunu açık şekilde ortaya koyar.
peki, gizem ekibi neden bunu yaparken neden “canavar avcılığı” gibi sadettin teksoycu bir yaftayı kendine yakıştırır? bir düşüncenin, karşıt düşünceyi çürütmek ve alaşağı etmek için rakibinin yerleşik kalıplarını kullanması (gavur buna subversion diyor) karşımıza sıkça çıkar. söz gelimi, gotik edebiyat neredeyse bunun örneklerinden ibarettir. şu anda bu janrın önde gelen temsilcilerinden sayılan ann radcliffe, başından sonuna kadar doğaüstü olaylarla doldurduğu romanlarını, son kısmında mantıklı açıklamalara kavuşturarak aslında gotiğin altındaki felsefeye ters düşen bir “sözde gotik” yaratmıştır.
scooby-doo bölümlerinin bir ortak yanı da, değişmez bir olay örgüsüne sahip olmasıdır. ben bir zamanlar propp'un masal çözümleme metodu'na özenip scooby-doo’ların izleğini formüle etmeye girişmiştim. o yüzden size klasik bir bölümde gerçekleşecek olayları şaşmaz bir biçimde pekala anlatabilirim.
kahramanlarımız, gizem makinesi adını verdikleri, üzeri rengarenk boyalı bir volkswagen minibüsle yolculuk yapmaktadırlar.
hedeflerine varmak üzereyken doğaüstü görünümlü bir yaratık yollarına çıkar ve onlara gözdağı verir, sonra kaybolur.
vardıkları yerde, gavurun “red herring” dediği, amacı okuru ters köşeye yatırmak olan iki ya da üç karakterle tanışırlar. bunların hepsinin de ortak bir noktası vardır. bu nokta soyut (bir amaç) ya da somut (bir nesne) olabilir.
tehdit tekrar baş gösterir, kahramanlarımızın korkup kaçtıkları bir kovalamaca yaşanır. ortaya çıkan “yaratık” bir ipucu bırakır ardında.
bu ipucundan yola çıkan ekip suçluyu saptar ama bu bilgiyi kimseyle paylaşmaz.
suçluya tuzak kurulur, scooby-doo ve shaggy yem olarak kullanılır. buna yanaşmayan kapitalist köpek, ancak rüşvet verildiğinde rıza gösterir.
suçlu yakalanır, merasimle maskesi düşürülür. herkes dört kafadara suçlunun kimliğini nasıl tespit ettiklerini sorar, onlar da ipuçlarından yola çıkarak nasıl şüphelileri elediklerini anlatırlar.
scooby-doo maskaralık yapar, öykü biter.
işin ilginç yanı, izlediğim bölümün gerek olay örgüsü gerekse altında yatan felsefe bakımından bu kalıpların çok dışında kalmasıydı. nitekim, sonunda cadı gerçekten bir cadının hayaleti, büyücü gerçek bir büyücü ve kitap da gerçek bir sihir kitabı çıktı. gizem, gizem ekibi’ne bir çalım atmış ve galip gelmişti.
bu, neredeyse elli yıldır yayımlanmakta olan bir çizgi dizinin (kitapları da cabası) dünya görüşünde akıl almaz bir değişim demek. yayımlanmış yüzlerce bölümünde doğaüstü diye bir şey olmadığını kanıtlamaya ant içen scooby-doo, artık bu çabasından vazgeçmiş ve varoluş amacını, itici gücünü yitirmiş görünüyor. kanadalı edebiyat eleştirmeni northrop frye, mevsimsel döngünün bir yansıması olarak yazınsal türlerin de devridaim içinde olduğunu, yeri geldiğinde “romans”ın da tekrar yükseleceğini savunuyordu. anlaşılan bu mevsim değişikliğinden bizim scooby de nasibini almış.
evet, embesil bir köpeğin ve her biri çapsızlık ve boyutsuzlukta ancak diğer bir ekip arkadaşıyla aşık atabilecek üç arkadaşın gizem çözme vaadiyle ortalıkta salındığı bu çizgi filmde böyle doğaüstü görünümlü unsurlar hiç de alışılmadık şey değildir. o yüzden neye şaşırdığımı merak ediyor olabilirsiniz.
scooby-doo çizgi filmi, batı kültür geleneğinin oluşmasında büyük rol oynayan bir yaratıcı sürtüşmenin, akıl ile duygu çatışmasının sonuna kadar yanlı bir neferidir. usçu düşüncenin savunucusudur; hayalet – cin – hortlak – canavar – büyü gibi boş ve batıl inançları çürütmek için gerçeklerden, yani ipuçlarından yola çıkar, mantığı ve bilimsel araştırma yöntemlerini kullanarak bunların aslında kötü niyetli kişilerin saf insanları (romantikleri) kandırmak için başvurdukları hileler olduğunu kanıtlar. bu özelliğiyle csı’ların bir öncülüdür. ne ilginçtir ki, çizgi filme ismini veren ve ingilizcesinde sadece “r” harfiyle başlayan sözcükler söyleyebilen (türkçesinde bu nüans yoktur) köpek, bu izleğin içindeki tek metafizik unsurdur. gizem çetesi’ni (mystery ınc.) oluşturan üç kişi (yakışıklı ve güçlü fred, zeki ama çirkin velma, güzel ve güzel daphne) zaman zaman doğaüstüne inanmanın kıyısından dönse de, bu tuzaklara sadece ekibin diğer iki üyesi, scooby-doo ve shaggy düşer ve “inanırlar”. grup içi dinamikler bu şekilde dengelenirken, duyguların, inançların, romantik idealizmin temsilcilerinin konuşan bir köpek ve amerikan toplumunun pasifist hippilere yönelik horgörüsünü ortaya koyan bir “salak” olması, çizgi filmin hangi tarafı savunduğunu açık şekilde ortaya koyar.
peki, gizem ekibi neden bunu yaparken neden “canavar avcılığı” gibi sadettin teksoycu bir yaftayı kendine yakıştırır? bir düşüncenin, karşıt düşünceyi çürütmek ve alaşağı etmek için rakibinin yerleşik kalıplarını kullanması (gavur buna subversion diyor) karşımıza sıkça çıkar. söz gelimi, gotik edebiyat neredeyse bunun örneklerinden ibarettir. şu anda bu janrın önde gelen temsilcilerinden sayılan ann radcliffe, başından sonuna kadar doğaüstü olaylarla doldurduğu romanlarını, son kısmında mantıklı açıklamalara kavuşturarak aslında gotiğin altındaki felsefeye ters düşen bir “sözde gotik” yaratmıştır.
scooby-doo bölümlerinin bir ortak yanı da, değişmez bir olay örgüsüne sahip olmasıdır. ben bir zamanlar propp'un masal çözümleme metodu'na özenip scooby-doo’ların izleğini formüle etmeye girişmiştim. o yüzden size klasik bir bölümde gerçekleşecek olayları şaşmaz bir biçimde pekala anlatabilirim.
kahramanlarımız, gizem makinesi adını verdikleri, üzeri rengarenk boyalı bir volkswagen minibüsle yolculuk yapmaktadırlar.
hedeflerine varmak üzereyken doğaüstü görünümlü bir yaratık yollarına çıkar ve onlara gözdağı verir, sonra kaybolur.
vardıkları yerde, gavurun “red herring” dediği, amacı okuru ters köşeye yatırmak olan iki ya da üç karakterle tanışırlar. bunların hepsinin de ortak bir noktası vardır. bu nokta soyut (bir amaç) ya da somut (bir nesne) olabilir.
tehdit tekrar baş gösterir, kahramanlarımızın korkup kaçtıkları bir kovalamaca yaşanır. ortaya çıkan “yaratık” bir ipucu bırakır ardında.
bu ipucundan yola çıkan ekip suçluyu saptar ama bu bilgiyi kimseyle paylaşmaz.
suçluya tuzak kurulur, scooby-doo ve shaggy yem olarak kullanılır. buna yanaşmayan kapitalist köpek, ancak rüşvet verildiğinde rıza gösterir.
suçlu yakalanır, merasimle maskesi düşürülür. herkes dört kafadara suçlunun kimliğini nasıl tespit ettiklerini sorar, onlar da ipuçlarından yola çıkarak nasıl şüphelileri elediklerini anlatırlar.
scooby-doo maskaralık yapar, öykü biter.
işin ilginç yanı, izlediğim bölümün gerek olay örgüsü gerekse altında yatan felsefe bakımından bu kalıpların çok dışında kalmasıydı. nitekim, sonunda cadı gerçekten bir cadının hayaleti, büyücü gerçek bir büyücü ve kitap da gerçek bir sihir kitabı çıktı. gizem, gizem ekibi’ne bir çalım atmış ve galip gelmişti.
bu, neredeyse elli yıldır yayımlanmakta olan bir çizgi dizinin (kitapları da cabası) dünya görüşünde akıl almaz bir değişim demek. yayımlanmış yüzlerce bölümünde doğaüstü diye bir şey olmadığını kanıtlamaya ant içen scooby-doo, artık bu çabasından vazgeçmiş ve varoluş amacını, itici gücünü yitirmiş görünüyor. kanadalı edebiyat eleştirmeni northrop frye, mevsimsel döngünün bir yansıması olarak yazınsal türlerin de devridaim içinde olduğunu, yeri geldiğinde “romans”ın da tekrar yükseleceğini savunuyordu. anlaşılan bu mevsim değişikliğinden bizim scooby de nasibini almış.
devamını gör...
türk milletinin gereksiz kutsallaştırdığı şeyler
(olmayan)kızlık zarı.
devamını gör...
film önerileri
12 angry man.
devamını gör...
18 yaşında olup çok fazla ilişkisi olmamış olan insan
ilkokulu boş geçmiş insandır. kınıyorum, ben daha ana okulunda çok hızlıydım.
devamını gör...
ücretli öğretmenlik
maddi ihtiyaç nedeniyle başvuruyorlar farkındayım ancak bunu yaparak çok afadersiniz kendi ayaklarına sıkıyorlar,yapmayın başvurmayın,herkes başvurmasa öğretmen açığı yüzünden daha çok atama yapmak zorunda kalınacak şu da var malesef üniversitelerin 2 yıllık bölümlerinden veya 4 yıllık alakasız (işletme mezunu,ziraat ,tekstil mezunu sınıf öğretmenleri) bölümlerden de ücretli öğretmen görevlendiriliyor,yazık günah ilkokul bu ya çocuk okuma yazma öğrenecek,öğretmenini rol model olarak alıcak,ilk öğretmenleri olucak bu çocukların...aile tarafından ,çocuk tarafafından,atanamayan öğretmen arkadaşlarımız tarafından ve farklı eğitimleri olduğu halde iş bulamayıp ücretli öğretmenliğe başvurmak zorunda kalan insanlar tarafafından da çok üzücü bir durum malesef,kimse bunu hak etmiyor,inşallah bir an önce bu soruna öncelikli olarak geleceğimiz olan çocuklarımız adına daha güzel bir çözüm geliştirilir.
devamını gör...
insanlarla tartışmaktan bıkmak
kendimde fark ettiğim durumdur. önceden karşımdaki insana uzun uzun anlatır fikrini değiştirmeye çalışırdım. savunduğum konuyu kanıtlamak için uğraşırdım ama artık gerçekten kimsenin sabrı kalmadı. o yüzden ya burda tanımlarımda ya da o konudaki fikrim sorulduğunda anlatıyorum kendimi. çünkü inanın çoğu insan fikrini değiştirmiyor hatta daha çok bağlanıyor.
devamını gör...
güzel gülmemek
sizi çok rahatsız ediyorsa estetik yaptırabilirsiniz ama insanlar öyle düşündüğü için gülmekten de vazgeçmeyin.
devamını gör...
brothers düğüm salonu radyo yayını
domol hijyen spreyi.*
korona başımıza bela olmadan çok öncelerden beri, özellikle araç ile yapılan yolculuklarda en gerekli ürünümdü.
tabi şimdi her markada hijyen spreyleri mevcut. temizlik ve hijyen için keşke ama keşke böyle bir belayla sınanmasaydık.
korona başımıza bela olmadan çok öncelerden beri, özellikle araç ile yapılan yolculuklarda en gerekli ürünümdü.
tabi şimdi her markada hijyen spreyleri mevcut. temizlik ve hijyen için keşke ama keşke böyle bir belayla sınanmasaydık.
devamını gör...
diyalog katili
manidar beyanatıyla diyalogu katleden kişidir. diyalog katili, öyle bir neticesizlik doğurur ki üstüne ne söyleseniz / ne yazsanız anlamsızdır artık. boşluğa düşürür, uçsuz bucaksız evrenimizde çiğ tanesi kadar bile olmadığımızı hatırlatır.
örnek diyalog:
-burnumda tütüyorsun bir bilsen.
+durum bu. *
örnek diyalog:
-burnumda tütüyorsun bir bilsen.
+durum bu. *
devamını gör...
bekaretin hala bir sorun olabilmesi
isteyen bakire ister, illa bakire olması gerekmiyor diyen de olabilir.
ama sen kalkıp da bakire isteyene gerici falan dersen ii çığırından çıkar. sana ne kardeşim adam bakir belki kendisi gibi bakire bir kız istiyor sana ne?
erkek kardeşlerim dayatmalara cevap verin.. altında kalmayın.
ama sen kalkıp da bakire isteyene gerici falan dersen ii çığırından çıkar. sana ne kardeşim adam bakir belki kendisi gibi bakire bir kız istiyor sana ne?
erkek kardeşlerim dayatmalara cevap verin.. altında kalmayın.
devamını gör...
pablo picasso
1881 de málaga da doğdu. hala şehirde ressam adına bir müze bulunmaktadır. müze buenavista sarayındadır. müzenin öyküsü 1953 yılına dek uzanıyor. o yıllarda 72 yaşında olan picasso, doğduğu kentte adına bir müze açılmasını ister ve málaga ’daki yetkililer ile bağlantıya geçer ama sonuçlanmaz. ancak ölümünden 20 yıl kadar sonra sanatçının en büyük oğlu paulo ruiz-picasso’nun eşi christine ruiz-picasso, malaga’da iki yıl arayla iki picasso sergisi düzenler ve fikir tekrar oraya atılır. müzenin ben büyük bağışçısı christine ruiz-picasso...
devamını gör...
yazarların itiraf köşesi
bugün saçımın bir kısmını mora boyattım sözlük. çocuk gibi kalkıp kalkıp aynada saçıma bakıyorum.* uzun zamandır istiyor ama cesaret edemiyordum, şimdi de neden daha önce yapmadım diyorum.
şu an aklımda bir tutam mavi bir tutam da pembe attırmak var, yapayım diiiiğ miiii? çünkü neden yapmayayım?
şu an aklımda bir tutam mavi bir tutam da pembe attırmak var, yapayım diiiiğ miiii? çünkü neden yapmayayım?
devamını gör...


