eşyasız ev tutayım derken yanlışlıkla minimalizmi benimsemek
birileri için fakirlik olan durumların, bazı kesimlerde minimalizm olarak modernleştirilmesi durumu.
eşyasız ev tutma olayı zor, eşyalı tutmak daha zor. yazarın yazdıkları istanbul’a tek başıma yerleşme dönemimi aklıma getirdi. evde 2 adet çekyattan başka bir şey olmadığınu belirteyim. eve geçince aldıklarım: ihlastan küçük bir çaydanlık, ucuzluktan alınmış 2 adet tencere, ihlastan elektrikli şofben, yerleştikten bir ay sonra doğumgünüm vesilesiyle babamın aldığı 37 ekran tüplü tv. o dönem minimalizm akımı yoktu tabi, baktığınızda baştan aşağı fakirdim*.
sonra ev değişikliği falan derken, çamaşır makinem bile oldu(tabi bu yerleşmeden 2 yıl sonrasına tekabül ediyor). yavaş yavaş yaptık işte bir şeyler, yıllar sonra ev eve benzedi.
demem o ki, dert etmeyin; evde huzurunuz olsun , keyfiniz güzel olsun. eşya olayı teferruat. kendinizi şımartmak için eşyaya lüzum yok. tek başınıza ayakta duruyorsanız, oturun bir minderin üstüne, kahvenizle yine keyfinizi yapın. yeter ki mutlu olun, gerisi boş.
eşyasız ev tutma olayı zor, eşyalı tutmak daha zor. yazarın yazdıkları istanbul’a tek başıma yerleşme dönemimi aklıma getirdi. evde 2 adet çekyattan başka bir şey olmadığınu belirteyim. eve geçince aldıklarım: ihlastan küçük bir çaydanlık, ucuzluktan alınmış 2 adet tencere, ihlastan elektrikli şofben, yerleştikten bir ay sonra doğumgünüm vesilesiyle babamın aldığı 37 ekran tüplü tv. o dönem minimalizm akımı yoktu tabi, baktığınızda baştan aşağı fakirdim*.
sonra ev değişikliği falan derken, çamaşır makinem bile oldu(tabi bu yerleşmeden 2 yıl sonrasına tekabül ediyor). yavaş yavaş yaptık işte bir şeyler, yıllar sonra ev eve benzedi.
demem o ki, dert etmeyin; evde huzurunuz olsun , keyfiniz güzel olsun. eşya olayı teferruat. kendinizi şımartmak için eşyaya lüzum yok. tek başınıza ayakta duruyorsanız, oturun bir minderin üstüne, kahvenizle yine keyfinizi yapın. yeter ki mutlu olun, gerisi boş.
devamını gör...
yeniden dünyaya gelinse seçilecek ülke
(bkz: almanya)
(bkz: norveç)
(bkz: isveç)
(bkz: danimarka)
(bkz: finlandiya)
(bkz: izlanda)
(bkz: kanada)
hatta alaska'da yaşamak kaydıyla abd bile olabilir.
bulgaristan'a bile razıyım; o derece.
tanım: tekrar dünyaya gelindiğinde seçilmek istenen ülkelerdir.
(bkz: norveç)
(bkz: isveç)
(bkz: danimarka)
(bkz: finlandiya)
(bkz: izlanda)
(bkz: kanada)
hatta alaska'da yaşamak kaydıyla abd bile olabilir.
bulgaristan'a bile razıyım; o derece.
tanım: tekrar dünyaya gelindiğinde seçilmek istenen ülkelerdir.
devamını gör...
herkes mahlasına yakışanı yapsın
bir probleminiz olursa daddy dinler.
devamını gör...
aniden gelen sebepsizce uzaklara gitme isteği
kendimin ellerinden tutunca
içimden nehirler gibi akmak geliyor
yollara çıkmak
yolculuklara bakmak geliyor
buralardan böyle ceketsiz kaçmak geliyor..
içimden nehirler gibi akmak geliyor
yollara çıkmak
yolculuklara bakmak geliyor
buralardan böyle ceketsiz kaçmak geliyor..
devamını gör...
yazarların askerliğini yaptığı yer
erzurum. hatta bitmeye yakın şöyle birşey söylemeye başlamıştık; erzurum bir liman,bense bir gemi.bir daha gelirsem,öpsünler(!) beni diye..
devamını gör...
sean connery
adını duyduğumda aklıma erşan kuneri ve organize işler sahnesini getiren iskoç aksanlı "aygır gibi çekici" rahmetli hollywood aktörüdür
devamını gör...
alzheimer
1995 yılında 73 yaşındayken alzheimer teşhisi koyulan, teşhisten itibaren 2000 yılına kadar kendi portrelerini de yapan abd’li ressam william utermohlen hastalığın insan üzerindeki etkilerini fırçası ile ortaya sermiştir.

philadelphia üniversitesi uzmanlarından rhonda l. soricelli, ressamın son yaptığı eser için "tablo insan beyninde neler olduğunun göstergesidir.insanın bakarken içi parçalanıyor" demiştir.
william utermohlen

fotoğraf kaynağı
bilgi kaynağı

philadelphia üniversitesi uzmanlarından rhonda l. soricelli, ressamın son yaptığı eser için "tablo insan beyninde neler olduğunun göstergesidir.insanın bakarken içi parçalanıyor" demiştir.
william utermohlen

fotoğraf kaynağı
bilgi kaynağı
devamını gör...
lahmacunu maydanozla yiyen varoş
keşke insanlar bu tarz konularda fikirlerini daha sık beyan etseler ve yüksek sesle sürekli dile getirseler de biz de takıldığımız, arkadaş/sevgili olduğumuz tiplerin dişimizdeki maydanoza bakarak bizi yargılayan bir az gelişmiş insan modeli olduğunu hemen anlayıp ilişkimizi kesebilsek.
devamını gör...
robert johnson
bakınız bu adam başka bir adam. değişik bir adam. karısının ölümünden sonra adam gibi almış eline gitarı. çalmış, sürekli çalmış, parmaklarını kanatana kadar çalmış. gitarla bütünleşene kadar durmadan çalmış. anlatılanlara göre bir kere duyduğu bir şarkıyı aradan zaman geçmiş olsa dahi hiç tereddütsüz çalar arkasından da şarkıya kendinden eklemeler yapar ve daha farklı şekilde yeniden yorumlarmış. adam cover işlerine o dönemde hızlı sürüm giriş yapmış anlayacağınız. sonrasında ilk iletide altının çizildiği gibi sırra kadem basmış. henüz öyle ahım şahım tanınmıyorken, bildiğiniz buhar olmuş adam. kimileri kayıp babasını aradığını söylemiş. kimileri hakkında başka başka dedikodular üretmiş. ama bilinen tek gerçek johnson'ın 1 sene kadar ortalardan kaybolduğu. sonrasında tekrar ortaya çıktığında herkesi hayretlere düşüren bir kalitede çalmaya başladığı fark edilmiş. adam bir senede virtüözlük mertebesine ulaşmış. hal böyle olunca mevzunun ortaya çıktığı yıllarda düşünülünce hakkındaki efsaneler almış yürümüş. derler ki; robert johnson bir gece yarısı canı sıkkınken ormanlık bir alana gitmiş, burada şeytanla karşılaşmış ve dünyanın en iyi blues virtüözü olabilmek için ruhunu şeytana satmış. bu antlaşma sonrası şeytan bey johnson'dan gitarını istemiş ve gitarı kendisi akort ederek, johson'a geri vermiş. bu akort etme stilini de johnson'a o gece bizzat kendisi öğretmiş. müzik şeytanın işi zaten. yani anlayacağınız johnson bu işleri temelden kapmış.
zaten şu dünyada farklı, yetenekli, üst düzey ne kadar adam/kadın varsa hepsi ruhunu şeytana satmıştır. ortalama değillerdir çünkü. başkadırlar, farklıdırlar ve bu farklılığın bir sebebi olmalıdır. ortalama insan içinse böyle adamlar tehlikelidir. bilineni, alışılmışı zorlayanı/aşanı yaftalarlar. çünkü bilmediklerinden ve farklılıklardan korkarlar. işte robert abimizin de başına bu gelmiştir. gitarını nasıl akort ettiğini çözemeyen diğer müzisyenler de, onun şeytanın müzisyeni olduğu şeklinde konuşmaya başlayıp, ipini çekmişler. tabi bunda robert abimizin de günahı yok değil. biraz kendine dönükmüş, kendisinin gitar çalışını dikkatle izleyen birini görünce çeker gidermiş. yeteneğinin/tekniğinin kopyalanmasını istemezmiş. bir de bazı şarkı isimleri faul. ''devil and me'' gibi * adam aslında ince görmüş ama kalın kafalara bir şeyleri sokmak zor olduğu için hakkında çıkan dedikodularda bu tarz şarkı isimleri referans olarak gösterilmiş.
neyse siz milleti boş verin ağızları torba değil ki büzesiniz. adam cidden büyük sanatçı. düşünün o dönemde şarkılarınızı kayıt etmeniz için şarkı başına 3 dakikanız var zira o dönemdeki kayıt cihazları daha fazla çalışırlarsa, aşırı ısınıp kendilerini imha ediyorlarmış. adam o zamana kadar yaptığı şarkıları bir otel odasında peşi sıra çalıp kayıt ediyor. tabi o zamanlar cepte para da pek yok. tek atımlık kurşunu var yani ve işi başladığı gibi bitiriyor. sekmez gitarından fırlayan en hızlısıymış hepsinin. bakın blues alemi onca büyük müzisyen gördü. john lee hooker, muddy waters, bb king, willie dixon vs. hepsi de büyük sanatçı. ama hiç birisi bu enteresan adamın ulaştığı efsane olma noktasına ulaşamadı. hepsi tanındı, hepsine saygı duyuldu ama robert johnson ismi kaldı bir şekilde tepelerde. hem de 27 yaşında ölmesine rağmen. deep purple,led zeppelin, bob dylan, zz top, b.b. king ve daha niceleri onun şarkılarını yeniden yorumladılar. yani dolaylı yoldan hepsi ruhunu şeytana sattı *
şuraya bir kaç şarkısını iliştirivereyim; yalnız bazı şarkı isimlerine dikkat *
zaten şu dünyada farklı, yetenekli, üst düzey ne kadar adam/kadın varsa hepsi ruhunu şeytana satmıştır. ortalama değillerdir çünkü. başkadırlar, farklıdırlar ve bu farklılığın bir sebebi olmalıdır. ortalama insan içinse böyle adamlar tehlikelidir. bilineni, alışılmışı zorlayanı/aşanı yaftalarlar. çünkü bilmediklerinden ve farklılıklardan korkarlar. işte robert abimizin de başına bu gelmiştir. gitarını nasıl akort ettiğini çözemeyen diğer müzisyenler de, onun şeytanın müzisyeni olduğu şeklinde konuşmaya başlayıp, ipini çekmişler. tabi bunda robert abimizin de günahı yok değil. biraz kendine dönükmüş, kendisinin gitar çalışını dikkatle izleyen birini görünce çeker gidermiş. yeteneğinin/tekniğinin kopyalanmasını istemezmiş. bir de bazı şarkı isimleri faul. ''devil and me'' gibi * adam aslında ince görmüş ama kalın kafalara bir şeyleri sokmak zor olduğu için hakkında çıkan dedikodularda bu tarz şarkı isimleri referans olarak gösterilmiş.
neyse siz milleti boş verin ağızları torba değil ki büzesiniz. adam cidden büyük sanatçı. düşünün o dönemde şarkılarınızı kayıt etmeniz için şarkı başına 3 dakikanız var zira o dönemdeki kayıt cihazları daha fazla çalışırlarsa, aşırı ısınıp kendilerini imha ediyorlarmış. adam o zamana kadar yaptığı şarkıları bir otel odasında peşi sıra çalıp kayıt ediyor. tabi o zamanlar cepte para da pek yok. tek atımlık kurşunu var yani ve işi başladığı gibi bitiriyor. sekmez gitarından fırlayan en hızlısıymış hepsinin. bakın blues alemi onca büyük müzisyen gördü. john lee hooker, muddy waters, bb king, willie dixon vs. hepsi de büyük sanatçı. ama hiç birisi bu enteresan adamın ulaştığı efsane olma noktasına ulaşamadı. hepsi tanındı, hepsine saygı duyuldu ama robert johnson ismi kaldı bir şekilde tepelerde. hem de 27 yaşında ölmesine rağmen. deep purple,led zeppelin, bob dylan, zz top, b.b. king ve daha niceleri onun şarkılarını yeniden yorumladılar. yani dolaylı yoldan hepsi ruhunu şeytana sattı *
şuraya bir kaç şarkısını iliştirivereyim; yalnız bazı şarkı isimlerine dikkat *
devamını gör...
evliyken başka birini düşünmek
kişiyi kötü yapmadığını varsaysak da evliliğin içine eder çünkü karşınızdakine saygınız kalmamıştır. boşanın öyle düşünün, net!
devamını gör...
modern insanın en büyük problemi
kendisini soylu diğer insanları köle gibi görüyorsa en büyük problemi bu olan insan. her an çok sağlam bi balans ayarı yemesi çok olası bir durum.
devamını gör...
bir araya gelince muazzam olan şeyler
filtre kahve ve kek. tüketmeden önce bir süre bakıyorum bu ikiliye. çok yakışıyorlar.
devamını gör...
naeglaria
etkeni naeglari fowleri olan havuzdan veya göl suyundan bulaşabilen bir amiptir.
bulaştan 3-7 gün sonra meningoensefalit geliştiğinde akla gelmelidir.
etken merkezi sinir sistemine olfaktör bölgedeki nöronlar aracılığıyla bulaşır.
beyin omurilik sıvısı (bos) bulanik, bol lökosit,eritrosit içerir.
hızla öldürücü seyreder.
tedavisi amfoterisin b'dir.
bulaştan 3-7 gün sonra meningoensefalit geliştiğinde akla gelmelidir.
etken merkezi sinir sistemine olfaktör bölgedeki nöronlar aracılığıyla bulaşır.
beyin omurilik sıvısı (bos) bulanik, bol lökosit,eritrosit içerir.
hızla öldürücü seyreder.
tedavisi amfoterisin b'dir.
devamını gör...
mutlu sonların sadece filmlerde olması
mutlu son... sanırım bakış açısı ile ilgili. ilişkiyi nihayete erdirmek mutlu son mu? yani son mu? yepyeni bir başlangıç değil midir mutlu son? o halde son mudur?
devamını gör...
hayvancılık gezegene zarar veriyor iddiası
doğru olduğunu düşündüğüm iddiadır, ha insanın daha büyük yıkımlara yol açtığı zararlar yok değil mi tabii ki var ancak bir hayvan etinin üretildiği çiftlikten masaya gelene kadar geçirdiği süreç; büyümesi için gereken besin ve su, hayvanın kesim alanından marketlere ve kasaplara ulaşım sürecinde harcanan fosil bazlı yakıtlar, hatta bütün bunlar bir yana hayvanın hayatta kalması için bünyesinde gerçekleştirdiği metabolik süreçlerce çıkardığı karbondioksit ve metan benzeri gazları hesaba kattığımızda ortaya büyük bir sera gazı salınımı ortaya çıkıyor. yaklaşımımızı değiştirerek (ve hızlı bir google araması ile) 1 milyara yaklaşan büyükbaş popülasyonun her biri en az bir insan kadar (sadece metabolik salınım) gaz saldığını düşünürsek dünyada yaşamakta olan 7.9 milyar insanın üstüne (sadece büyükbaş hayvan olarak) 1 milyar insan daha koymuş ve 9 milyar nüfusa merdiven dayamış bir gezegene sahip olmuş olacağız. lise biyoloji derslerinden de hatırlayabilceğimiz gibi her yaşam alanının bir taşıma kapasitesi yani üzerinde barındırabileceği maksimum canlı sayısı vardır ve bu sayı aşıldığında doğa gerek bulaşıcı hastalıklarla gerek açlık, kuraklık gibi sebeplerle bu sayıyı tekrar sınır altına indirir.
belki henüz tam kavramamış olsak da önümüzdeki on yıl ve sonrasında gezegenimizde geri alamayacağımız bir iklim döngüsüne girmiş olacağız ve maalesef farkına vardığımız zaman geri dönmek için şansımız olmayacak, riskli kararlar alarak hareket etmeye başlayacağız ve bu risklerin doğuracağı sonuçları kestirmek pek olası değil, malum doğa tek bilinmeyenli bir denklem değil. bugünlerimizi bu bilinçle yaşamalıyız ki yarın bir gün yurdumuzdan su bulamadığımız, kurak topraklarında besin yetiştiremediğimiz için göç etmek zorunda kalmayalım. ve iklim krizinin siyaset/politika üzeri bir konu olduğunu hatırlatıp 4 senelik değişimlerle değil ortak çıkarlar doğrultusunda atılmış adımlarla tüm ülkelerin birliği ve beraberliğinde hareket edilerek çözülebilecek, çözülemese de hafifletilebilecek bir sorun olduğu söylemeden geçmeleyim.
belki henüz tam kavramamış olsak da önümüzdeki on yıl ve sonrasında gezegenimizde geri alamayacağımız bir iklim döngüsüne girmiş olacağız ve maalesef farkına vardığımız zaman geri dönmek için şansımız olmayacak, riskli kararlar alarak hareket etmeye başlayacağız ve bu risklerin doğuracağı sonuçları kestirmek pek olası değil, malum doğa tek bilinmeyenli bir denklem değil. bugünlerimizi bu bilinçle yaşamalıyız ki yarın bir gün yurdumuzdan su bulamadığımız, kurak topraklarında besin yetiştiremediğimiz için göç etmek zorunda kalmayalım. ve iklim krizinin siyaset/politika üzeri bir konu olduğunu hatırlatıp 4 senelik değişimlerle değil ortak çıkarlar doğrultusunda atılmış adımlarla tüm ülkelerin birliği ve beraberliğinde hareket edilerek çözülebilecek, çözülemese de hafifletilebilecek bir sorun olduğu söylemeden geçmeleyim.
devamını gör...






