sezen aksu diyor ki
şinanay da yavrum șina şinanay
şinanay da şinanay hoppa şinanay
şinanay da yavrum șina şinanay
şinanay da şinanay hoppa şinanay
böyle güzel şarkı olabilir mi? bütünü öyle güzel sözlerle yazılmış ki sadece bu bölümle haksızlık edilmeyecek kadar güzel hem de. ben azıcık neşe katsın diye o kısmı paylaştım.
şinanay da şinanay hoppa şinanay
şinanay da yavrum șina şinanay
şinanay da şinanay hoppa şinanay
böyle güzel şarkı olabilir mi? bütünü öyle güzel sözlerle yazılmış ki sadece bu bölümle haksızlık edilmeyecek kadar güzel hem de. ben azıcık neşe katsın diye o kısmı paylaştım.
devamını gör...
sözlük yazarlarının fotoğrafları
devamını gör...
sol belediyeler asla yerli ve milli değiller
arap sevicilerin yerli ve millilikten bahsetmeleri tam bir hezeyan.
devamını gör...
dünyanın en genç kadın başbakanı

sanna marin.
d. 16 kasım 1985 helsinki, finlandiya.
finlandiya sosyal demokrat partisi'nden finlandiyalı bir politikacı.
finlandiya başbakanı seçilmiş olup, 10 aralık 2019 tarihinde görevi üstlenmiştir.
tr.euronews.com/2019/12/09/...
devamını gör...
mortaks: yazının dört mevsimi
bir evrenin iki yarısı: güneş ve ay
güneş ve ay hakkında geçmişten beri birçok düşünce ortaya atılmıştır. kimileri onları sürekli birbirlerini kovalayan, ezeli iki düşman kimileri de birbirlerine tutkun iki aşık olarak tasvir etmiştir. benim zihnimdeki hikayede de onlar iki aşık. asla kavuşamayan, hep bir arada olabilmek için çırpınan ama birbirlerinden de bir o kadar uzakta olan iki aşık... iki farklı hayata sahip olan. işte onların hikayesi de böyle başladı:
aşıklardan birisi olan güneş, günü açardı. tüm parlaklığıyla herkesin gözünü kamaştırırdı. gören herkes birkaç saniyeden daha fazla bakamazdı bu aşığa. güneşin tüm parlaklığı aşkında gelirdi. o'nun içindi hepsi. gün güzelse o'nun içindi. hava güzelse o'nun eseriydi. aşkından mest olmuş bir şekilde, yaptığı her şey aşkı içindi. kimi zaman özlemin buruk acısıyla kavururdu çölleri. kimi zaman da kışın dışarıda üşüyen yürekleri ısıtırdı kendi yüreğinin sıcaklığıyla. ona göre sevgisinin göstergesiydi ışığı. çünkü aşkı olmasaydı o ışığın bir anlamı da olmazdı. o hiç var olmamış olsaydı o zaman kendi varlığının ne önemi kalırdı ki? kendi mevcudiyeti aşkının varlığına bağlıydı...
diğer aşık ay ise gece gelirdi. karanlığı severdi. gecenin ortasında mağrur ve gururlu duruşuyla herkesi kendine hayran bırakırdı. aşkı ne kadar enerji doluysa o, o kadar sakin bir yapıya sahipti. içindeki fırtınaları sevdiğinden başka kimseye göstermezdi. nitekim ondan başka kimse de görmezdi yüreğindeki yangınları. belki de ona bu kadar bağlı olmasının sebebi buydu. onu bir tek sevdiği anlardı. bir tek onun sözleri değerliydi. çünkü her zaman söylenecek doğru kelimeleri hiç zorluk çekmeden bulurdu. kalbinde kendine bile söylemediği kelimeleri ne güzel de bir araya getirirdi. adeta 'iç sesinin dış sesi'ydi. bu evrende onun karanlığını aydınlatabilecek bir tek o vardı.
bu iki aşık çok farklı olmalarına rağmen birbirlerine o farklılıklar kadar bağlıydılar. hani "gün ve gece kadar ayrı olmak" tabiri vardır ya, bizim aşıklar bu tabire hiç anlam veremezlerdi. farklı olduklarını inkar ettikleri yoktu ama aşkın ve sevginin, ne kadar ayrı olurlarsa olsunlar birleştiremeyeceği kimse olmadığının en güzel kanıtıydılar. buna rağmen insanlar sevdikleri kişide kendilerinden farklı bir taraf görünce hemen karalar bağlarlardı. bunu gören güneş ve ay insanların sevinmesi gereken yerde neden üzüldüklerini de anlamazlardı. çünkü onlar birbirleri sayesinde hayata başka bir pencereden bakabilmeyi öğrenmişlerdi. mesela güneş aslında karanlıktan korkardı. ta ki zifiri karanlık bir gecede ay onun elinden tutana kadar. o karanlığın içinde ikisi yürürken güneş ilk defa kendini böyle bir anda çok güvende hissettiğini fark etti. karanlığın barındırdığı o belirsizlik onu korkutmuyordu artık. aksine canından çok sevdiği ay ile beraber o karanlığa adım atmak, orayı keşfe çıkmak ve aşklarıyla aydınlatmak istiyordu.
ay ise her zaman o karanlıkta yaşamıştı. ruhu geceye aitti. aydınlık yerlerde duramaz hemen gölgeye kaçardı. fakat güneşin elini tutunca ışığın o kadar da kötü olmadığını düşünmeye başladı. hatta alışabilirdi de aydınlığa. sevebilirdi bile... yanında sevdiği olduktan sonra geceyi aydınlatmak bir başka güzeldi neticede.
tabii bizim aşıkların yan yana gelebildikleri zamanlar çok azdı. özlem ve hasret onların hep yanındaydı. en iyi dostlarıydı hatta. az görüşebilmelerinden dolayı ikisinin de tek isteği birlikte olabilmekti. fakat yılda yalnızca birkaç kez bir araya gelebiliyorlardı.
insanlar buna güneş tutulması diyordu ve çok az kavuşabilen bu iki aşığın beraberlikleri herkesin gözlerini kamaştırıyordu.
onlar içinse bu anlar kalp tutulmasıydı. çünkü birbirlerine yavaş yavaş yaklaşırlarken kalplerinin son derece olan hızı bir anda, karşı karşıya olduklarında, dururdu. o an insanlar o karşılaşmayla mest olmuşken, onlar bu özel anın tadını çıkarırlardı.
güneş uzun uzun bakardı sevdiğine. ay da ona karşılık verirdi. gözlerini ayıramazlardı. o kısa anların bir saniyesini bile ziyan etmek istemezlerdi. zira ikisi içinde sevdiğine bakamadığı her saniye ziyan olmuş zamandı. o an konuşmayı unuturlardı. sadece birbirlerine bakarlar ve o anın tadını çıkarırlardı. ışıl ışıl olan bakışları sevinçlerini anlatmaya yetmezdi.
o kısa anlarda konuşacak pek vakit bulamadıklarından daha sonra okumak üzere birbirlerine yazdıkları mektupları verirlerdi. hatta bu yüzdendi göğün bazen renk değiştirmesi. ikisi de mektupları okurlarken kâh güler kâh ağlarlardı. göğün rengi değişirdi onların ruh haline göre. bazen bulutlanırdı hava, güneş yüzünü göstermek istemezdi. bazen ay hiç gelmezdi, hatta bütün ışığını yitirirdi. bazen de hava o kadar güzel olurdu ki güneş doğaya ve canlılara hayat verirdi. ay ise en güzel gülümsemesini o gecelere saklardı.
hep özlerlerdi birbirlerini hep uzaklardı... ve bu uzaklık onları asıl yakınlaştıran şeydi. hallerinde memnundular. özlem, aşkın en güzel haliydi çünkü. aşkın en güzel ve en saf olan hali... çektikleri tüm acılara ve üzüntülere değerdi onların sevgisi. her ayrıldıklarında da bilirlerdi, her ayrılık bir son değil, aksine her ayrılık yeni bir başlangıçtı onların yüreğinde. kısacası onlar bu evrenin en imkansız aşkına sahiptiler ama aynı zamanda da en imkanlı aşkına...
edit: uzun zamandır yoktum herkese merhabaaa. bu benim 300. gönderim ve özel bir yazı olsun istedim. bu yüzden de sanırım yazdığım hikayeler arasında en sevdiğim hikaye olmaya aday olan hikayeyi yani ay ve güneşin hikayesini benim bakışımdan olabildiğince anlatmaya çalıştım. onlara böyle güzel bir hikaye yazmak çok farklı ve özeldi. umarım sizlerde beğenmişsinizdir. güneş ve ayın birlikteliği benim ilişkime de benzediği için onların hikayesinin bende yeri ayrıdır. tüm benzerlik ve farklılıklarına rağmen sevmekten ve sevilmekten vazgeçmeyen herkese de umut olması dileğiyle...
bir sonraki hikayede görüşmek üzere. o zamana kadar da kendinize çok iyi bakın, aşkla bakın*.
güneş ve ay hakkında geçmişten beri birçok düşünce ortaya atılmıştır. kimileri onları sürekli birbirlerini kovalayan, ezeli iki düşman kimileri de birbirlerine tutkun iki aşık olarak tasvir etmiştir. benim zihnimdeki hikayede de onlar iki aşık. asla kavuşamayan, hep bir arada olabilmek için çırpınan ama birbirlerinden de bir o kadar uzakta olan iki aşık... iki farklı hayata sahip olan. işte onların hikayesi de böyle başladı:
aşıklardan birisi olan güneş, günü açardı. tüm parlaklığıyla herkesin gözünü kamaştırırdı. gören herkes birkaç saniyeden daha fazla bakamazdı bu aşığa. güneşin tüm parlaklığı aşkında gelirdi. o'nun içindi hepsi. gün güzelse o'nun içindi. hava güzelse o'nun eseriydi. aşkından mest olmuş bir şekilde, yaptığı her şey aşkı içindi. kimi zaman özlemin buruk acısıyla kavururdu çölleri. kimi zaman da kışın dışarıda üşüyen yürekleri ısıtırdı kendi yüreğinin sıcaklığıyla. ona göre sevgisinin göstergesiydi ışığı. çünkü aşkı olmasaydı o ışığın bir anlamı da olmazdı. o hiç var olmamış olsaydı o zaman kendi varlığının ne önemi kalırdı ki? kendi mevcudiyeti aşkının varlığına bağlıydı...
diğer aşık ay ise gece gelirdi. karanlığı severdi. gecenin ortasında mağrur ve gururlu duruşuyla herkesi kendine hayran bırakırdı. aşkı ne kadar enerji doluysa o, o kadar sakin bir yapıya sahipti. içindeki fırtınaları sevdiğinden başka kimseye göstermezdi. nitekim ondan başka kimse de görmezdi yüreğindeki yangınları. belki de ona bu kadar bağlı olmasının sebebi buydu. onu bir tek sevdiği anlardı. bir tek onun sözleri değerliydi. çünkü her zaman söylenecek doğru kelimeleri hiç zorluk çekmeden bulurdu. kalbinde kendine bile söylemediği kelimeleri ne güzel de bir araya getirirdi. adeta 'iç sesinin dış sesi'ydi. bu evrende onun karanlığını aydınlatabilecek bir tek o vardı.
bu iki aşık çok farklı olmalarına rağmen birbirlerine o farklılıklar kadar bağlıydılar. hani "gün ve gece kadar ayrı olmak" tabiri vardır ya, bizim aşıklar bu tabire hiç anlam veremezlerdi. farklı olduklarını inkar ettikleri yoktu ama aşkın ve sevginin, ne kadar ayrı olurlarsa olsunlar birleştiremeyeceği kimse olmadığının en güzel kanıtıydılar. buna rağmen insanlar sevdikleri kişide kendilerinden farklı bir taraf görünce hemen karalar bağlarlardı. bunu gören güneş ve ay insanların sevinmesi gereken yerde neden üzüldüklerini de anlamazlardı. çünkü onlar birbirleri sayesinde hayata başka bir pencereden bakabilmeyi öğrenmişlerdi. mesela güneş aslında karanlıktan korkardı. ta ki zifiri karanlık bir gecede ay onun elinden tutana kadar. o karanlığın içinde ikisi yürürken güneş ilk defa kendini böyle bir anda çok güvende hissettiğini fark etti. karanlığın barındırdığı o belirsizlik onu korkutmuyordu artık. aksine canından çok sevdiği ay ile beraber o karanlığa adım atmak, orayı keşfe çıkmak ve aşklarıyla aydınlatmak istiyordu.
ay ise her zaman o karanlıkta yaşamıştı. ruhu geceye aitti. aydınlık yerlerde duramaz hemen gölgeye kaçardı. fakat güneşin elini tutunca ışığın o kadar da kötü olmadığını düşünmeye başladı. hatta alışabilirdi de aydınlığa. sevebilirdi bile... yanında sevdiği olduktan sonra geceyi aydınlatmak bir başka güzeldi neticede.
tabii bizim aşıkların yan yana gelebildikleri zamanlar çok azdı. özlem ve hasret onların hep yanındaydı. en iyi dostlarıydı hatta. az görüşebilmelerinden dolayı ikisinin de tek isteği birlikte olabilmekti. fakat yılda yalnızca birkaç kez bir araya gelebiliyorlardı.
insanlar buna güneş tutulması diyordu ve çok az kavuşabilen bu iki aşığın beraberlikleri herkesin gözlerini kamaştırıyordu.
onlar içinse bu anlar kalp tutulmasıydı. çünkü birbirlerine yavaş yavaş yaklaşırlarken kalplerinin son derece olan hızı bir anda, karşı karşıya olduklarında, dururdu. o an insanlar o karşılaşmayla mest olmuşken, onlar bu özel anın tadını çıkarırlardı.
güneş uzun uzun bakardı sevdiğine. ay da ona karşılık verirdi. gözlerini ayıramazlardı. o kısa anların bir saniyesini bile ziyan etmek istemezlerdi. zira ikisi içinde sevdiğine bakamadığı her saniye ziyan olmuş zamandı. o an konuşmayı unuturlardı. sadece birbirlerine bakarlar ve o anın tadını çıkarırlardı. ışıl ışıl olan bakışları sevinçlerini anlatmaya yetmezdi.
o kısa anlarda konuşacak pek vakit bulamadıklarından daha sonra okumak üzere birbirlerine yazdıkları mektupları verirlerdi. hatta bu yüzdendi göğün bazen renk değiştirmesi. ikisi de mektupları okurlarken kâh güler kâh ağlarlardı. göğün rengi değişirdi onların ruh haline göre. bazen bulutlanırdı hava, güneş yüzünü göstermek istemezdi. bazen ay hiç gelmezdi, hatta bütün ışığını yitirirdi. bazen de hava o kadar güzel olurdu ki güneş doğaya ve canlılara hayat verirdi. ay ise en güzel gülümsemesini o gecelere saklardı.
hep özlerlerdi birbirlerini hep uzaklardı... ve bu uzaklık onları asıl yakınlaştıran şeydi. hallerinde memnundular. özlem, aşkın en güzel haliydi çünkü. aşkın en güzel ve en saf olan hali... çektikleri tüm acılara ve üzüntülere değerdi onların sevgisi. her ayrıldıklarında da bilirlerdi, her ayrılık bir son değil, aksine her ayrılık yeni bir başlangıçtı onların yüreğinde. kısacası onlar bu evrenin en imkansız aşkına sahiptiler ama aynı zamanda da en imkanlı aşkına...
edit: uzun zamandır yoktum herkese merhabaaa. bu benim 300. gönderim ve özel bir yazı olsun istedim. bu yüzden de sanırım yazdığım hikayeler arasında en sevdiğim hikaye olmaya aday olan hikayeyi yani ay ve güneşin hikayesini benim bakışımdan olabildiğince anlatmaya çalıştım. onlara böyle güzel bir hikaye yazmak çok farklı ve özeldi. umarım sizlerde beğenmişsinizdir. güneş ve ayın birlikteliği benim ilişkime de benzediği için onların hikayesinin bende yeri ayrıdır. tüm benzerlik ve farklılıklarına rağmen sevmekten ve sevilmekten vazgeçmeyen herkese de umut olması dileğiyle...
bir sonraki hikayede görüşmek üzere. o zamana kadar da kendinize çok iyi bakın, aşkla bakın*.
devamını gör...
normal sözlük yazarlarının şiirleri
işte tam böyle havalarda ruhumun içine girerim.
böyle havalar.. kasvetli, soğuk havalar.
ruhumdan birer birer, biner parça koparan havalar.
yok olmayı tanrı'dan yalvararak isteyen ben,
bin umutla sigarama sarılıyorum tam da böyle havalarda.
bakma sen, benim ruhum hep böyle havalarda üşür.
gerçi ben hep yaz görünümlü kış değil miydim?
bileklerim acıya ve soğuğa yenik düşerken,
soyunup dalıyorum o hüzün denizine..
oysaki ne çok ihtiyacım var sımsıcak bir gülüşe.
onu bunu boş ver de, sizin oralarda da
havalar böyle midir?
kapının önünde o bilinmezliği beklerim.
şayet bilmediğim o bilinmezlik sen isen,
aç kolların sar beni *
böyle havalar.. kasvetli, soğuk havalar.
ruhumdan birer birer, biner parça koparan havalar.
yok olmayı tanrı'dan yalvararak isteyen ben,
bin umutla sigarama sarılıyorum tam da böyle havalarda.
bakma sen, benim ruhum hep böyle havalarda üşür.
gerçi ben hep yaz görünümlü kış değil miydim?
bileklerim acıya ve soğuğa yenik düşerken,
soyunup dalıyorum o hüzün denizine..
oysaki ne çok ihtiyacım var sımsıcak bir gülüşe.
onu bunu boş ver de, sizin oralarda da
havalar böyle midir?
kapının önünde o bilinmezliği beklerim.
şayet bilmediğim o bilinmezlik sen isen,
aç kolların sar beni *
devamını gör...
sözlükte gözlemlenenler
gözlemlediğim şeyler:
birkaç abazan erkek
ilgiye aç birkaç dişi
yobaz birkaç kişi
kendini cool göstermeye çalışan z kuşağından insan evlatları
isim isim veremem kavga istemiyorum. lütfen. tişikkirler.
birkaç abazan erkek
ilgiye aç birkaç dişi
yobaz birkaç kişi
kendini cool göstermeye çalışan z kuşağından insan evlatları
isim isim veremem kavga istemiyorum. lütfen. tişikkirler.
devamını gör...
bir öz eleştiri yap
çok üşengecim, aşırı fevriyim, çok çabuk gaza geliyorum ve gaza getiriyorum, bazı şeyleri çok abartıyorum sanki sadece ben yaşıyormuşum gibi...
devamını gör...
yazarların uğraştığı sanat dalları
yan flüt çalıyorum, ney üflüyorum.
devamını gör...
samandağ
samandağ'da bulunan milleyha sulakalanı, dünyadaki önemli kuş gözlem alanlarından biridir.
bir karış kalmış sazlığın hali ise içler acıdır.
en son, subaşıkuş kuş ve kelebek gözlem derneği tarafından gözlemlenen kara taşkuşu için, kuşçular akın akın gelmekte. hayal kırıklıkları ise dillerinde.
tüm sivil toplum örgütleri sazlığın kurtarılması için çabalıyor.
umarım, bu güzel mirası gelecek nesillerde görebilir.
ali atahan tarfından kuşun bulunma hikayesi; www.facebook.com/photo/?fbi...
türkiyenin dört bir tarafından gelen kuşçuların hayal kırıklığını anlattıkları video
edit: yotube videsunun yerinde yeller esiyor. şuradan buyurun; www.dailymotion.com/video/x...
bir karış kalmış sazlığın hali ise içler acıdır.
en son, subaşıkuş kuş ve kelebek gözlem derneği tarafından gözlemlenen kara taşkuşu için, kuşçular akın akın gelmekte. hayal kırıklıkları ise dillerinde.
tüm sivil toplum örgütleri sazlığın kurtarılması için çabalıyor.
umarım, bu güzel mirası gelecek nesillerde görebilir.
ali atahan tarfından kuşun bulunma hikayesi; www.facebook.com/photo/?fbi...
türkiyenin dört bir tarafından gelen kuşçuların hayal kırıklığını anlattıkları video
edit: yotube videsunun yerinde yeller esiyor. şuradan buyurun; www.dailymotion.com/video/x...
devamını gör...
olimpiyat
tom holt'un beni cezbetmiş ve şu sıra ikinci kez okumaya başladığım tatlı bir romanı.
sahi, nedir bu romanın konusu, nasıl ilerliyor ve insan nasıl bir keyif yaşatıyor ondan da bahsedelim.
romanın konusu, olimpiyat oyunlarının ortaya çıkış serüveni desek yanlış olmaz aslında. olimpiyat oyunlarının düzenlenmesinden önceki zaman diliminde, bu oyuna önayak olmuş olayları okurken, eski yunan yaşantısından da çok hoş bir biçimde bahsediyor romanda. ne yerler, ne içerler, ne giyerler, inandıkları inancın isimlerine olan etkisi ve hatta eski yunanda kadınların yerine kadar boool bol bilgi almamızı sağlıyor.
okurken bir anda "ne ara bu kadar okudum yahu?!" diyeceğiniz kadar hızlı giden bir roman, zira tempo düşmüyor, tam tempo düşeceği vakit olaylar ilerliyor ve "acaba ertesi sabah ne olacak..." diye ister istemez romandaki karakterler ile siz de uykulara dalıyor, bir ağacın altında saatlerce düşünürken buluyorsunuz kendinizi...
açıkçası güzel zaman geçirmemize vesile oluyor okurken, tuhaf bir macera romanı gibi gözükse de altı dopdolu bir roman olimpiyat, ciddi anlamda insanı eski yunanın günlük yaşantısına götürmekle kalmıyor, o günleri gerçekten öyle güzel betimliyor ki kitabı okuduktan sonra tadı damağında kalıyor insanın.
sadece bu kadar mı? yo, hayır. o dönemlerdeki gemilerin isimlerinden tutun, o dönem inançlarının denizciliğe ne kadar etki ettiğine kadar uzanan bir köprü var romanda...
filminin çekilmesini düşlediğim nadir romanlardan biri, okuyun, okutturun efendim.
sahi, nedir bu romanın konusu, nasıl ilerliyor ve insan nasıl bir keyif yaşatıyor ondan da bahsedelim.
romanın konusu, olimpiyat oyunlarının ortaya çıkış serüveni desek yanlış olmaz aslında. olimpiyat oyunlarının düzenlenmesinden önceki zaman diliminde, bu oyuna önayak olmuş olayları okurken, eski yunan yaşantısından da çok hoş bir biçimde bahsediyor romanda. ne yerler, ne içerler, ne giyerler, inandıkları inancın isimlerine olan etkisi ve hatta eski yunanda kadınların yerine kadar boool bol bilgi almamızı sağlıyor.
okurken bir anda "ne ara bu kadar okudum yahu?!" diyeceğiniz kadar hızlı giden bir roman, zira tempo düşmüyor, tam tempo düşeceği vakit olaylar ilerliyor ve "acaba ertesi sabah ne olacak..." diye ister istemez romandaki karakterler ile siz de uykulara dalıyor, bir ağacın altında saatlerce düşünürken buluyorsunuz kendinizi...
açıkçası güzel zaman geçirmemize vesile oluyor okurken, tuhaf bir macera romanı gibi gözükse de altı dopdolu bir roman olimpiyat, ciddi anlamda insanı eski yunanın günlük yaşantısına götürmekle kalmıyor, o günleri gerçekten öyle güzel betimliyor ki kitabı okuduktan sonra tadı damağında kalıyor insanın.
sadece bu kadar mı? yo, hayır. o dönemlerdeki gemilerin isimlerinden tutun, o dönem inançlarının denizciliğe ne kadar etki ettiğine kadar uzanan bir köprü var romanda...
filminin çekilmesini düşlediğim nadir romanlardan biri, okuyun, okutturun efendim.
devamını gör...
normal sözlük su tasarrufu hareketi
suyun çok büyük bir kısmı yanlış sulama yoluyla ya da üretim tesislerinde israf ediliyor ancak sırf bunlar yapılıyor diye tasarruf etmekten geri durmak kadar da saçma bir kafa yapısı yok.
siz tasarruf edin. çevrenizdekileri de teşvik edin. basit önlemlerle yıl içerisinde tonlarca suyu israf etmekten kurtulabilirsiniz.
musluklarınıza tasarruf aparatlarından takın. suyun daha tazyikli çıkmasını sağlayarak daha az tüketmenize yardımcı oluyorlar. atıyorum dakikada 10 litre su akıtıyorsanız bunu 7'ye düşürüyor bu aparatlar. amazon linki
evinizde bitki besliyorsanız meyve ve sebzeleri yıkadığınız; pirinç baklagil ısladığınız suları çiçeklere verebilirsiniz. inanın gübre gibi coşturuyor da bitkileri.
sifon içerisine 2 tane yarım litrelik içi dolu pet şişe koyarsanız sifon başı bir litre tasarruf edersiniz. rezervuarlar genelde 5-6 litre alıyor. 4-5 litre de size yeterli olacaktır. imkanınız varsa küçük büyük hazneli rezervuarlardan yaptırın.
imkanınız varsa bulaşık makinesi alın.
su ısınırken boşa akıtmak yerine 5 litrelik şişede veya kovada biriktirip temizlikte kullanabilirsiniz.
siz tasarruf edin. çevrenizdekileri de teşvik edin. basit önlemlerle yıl içerisinde tonlarca suyu israf etmekten kurtulabilirsiniz.
musluklarınıza tasarruf aparatlarından takın. suyun daha tazyikli çıkmasını sağlayarak daha az tüketmenize yardımcı oluyorlar. atıyorum dakikada 10 litre su akıtıyorsanız bunu 7'ye düşürüyor bu aparatlar. amazon linki
evinizde bitki besliyorsanız meyve ve sebzeleri yıkadığınız; pirinç baklagil ısladığınız suları çiçeklere verebilirsiniz. inanın gübre gibi coşturuyor da bitkileri.
sifon içerisine 2 tane yarım litrelik içi dolu pet şişe koyarsanız sifon başı bir litre tasarruf edersiniz. rezervuarlar genelde 5-6 litre alıyor. 4-5 litre de size yeterli olacaktır. imkanınız varsa küçük büyük hazneli rezervuarlardan yaptırın.
imkanınız varsa bulaşık makinesi alın.
su ısınırken boşa akıtmak yerine 5 litrelik şişede veya kovada biriktirip temizlikte kullanabilirsiniz.
devamını gör...
zeki müren
türk sanat müziği (trt böyle adlandırmıştır. türk klasik müziği de denir, ancak bana göre iki isim de yanlıştır), bir dönem severek dinlediğimiz bir türdü ancak şöyle bir tespit yapalım ardından zeki müren’e bakalım.
tsm, rakı yanına meze olmaktan öte gidememiş, son yıllardaysa iyice tükenmiş bir müzik türüdür. çıkış noktası dini mevlevi ayinler olduğu bilinir ancak şekillendiği yer osmanlı sarayıdır. yani öyle halkın dinlediği, söylediği bir tür değildi. kaldı ki, osmanlı bir imparatorluktu ve halkın müzik çeşitliliği, etnik yapılara göre değişiyordu.
tsm, çok değil birkaç yüzyıl önce makam sayısı beşyüz kadarken, bugün 4 makam sayamazsınız. içinde arap melodi yapısı, hep kahreden sözleriyle, insanı duygu olarak yamultan, zamanla daha kötü versiyonu olan arabeske yenilen, bugün neredeyse esamesi okunmayan bir tür haline geldi. nedeni ise, çok tekrara düşen (söz ve melodi), büyük kitlelere konseri verilemeyen, rakının olmadığı ortamlarda etkisi neredeyse hiç olmayan bir müzik türü olmasıdır.
zeki müren ise bir istisna. vizyon sahibi, güzel diksiyonu, entellektüel kişiliği ile yaşadığı zamanın çok ilerisinde olan birisidir. yasladık sırtımızı 70 yıldır zeki müren’e ve bu şekilde bir süre daha tsm ayakta kaldı.
var mı yeni birileri? var mı yeni ve güzel tsm şarkıları? bu anlamıyla en son aldığım albüm tarkan “ahde vefa” dır ve albümde ki tüm eserler eskidir. kaldı ki tarkan bir tsm sanatçısı değildir. herif zaten her türü çok iyi okur. son zamanlarda başka bir albüm duydunuz mu? müzik evrenseldir. ancak tsm ile kapıkule’den dışarı çıkamazsınız. o ağdalı sözleri ve hicaz makamını kimse anlamaz.
çok sevdik, çok dinledik ama aslında müzikal anlamda değeri olmayan bir türün son temsilcisiydi zeki müren.
adettendir. yazıyı bir şarkı ile sonlandıralım. zeki müren, tüm kafa sözlük yazarları için söylüyor. etkiyi artırmak için rakıları hazırlayın.
buyrunuz;
tsm, rakı yanına meze olmaktan öte gidememiş, son yıllardaysa iyice tükenmiş bir müzik türüdür. çıkış noktası dini mevlevi ayinler olduğu bilinir ancak şekillendiği yer osmanlı sarayıdır. yani öyle halkın dinlediği, söylediği bir tür değildi. kaldı ki, osmanlı bir imparatorluktu ve halkın müzik çeşitliliği, etnik yapılara göre değişiyordu.
tsm, çok değil birkaç yüzyıl önce makam sayısı beşyüz kadarken, bugün 4 makam sayamazsınız. içinde arap melodi yapısı, hep kahreden sözleriyle, insanı duygu olarak yamultan, zamanla daha kötü versiyonu olan arabeske yenilen, bugün neredeyse esamesi okunmayan bir tür haline geldi. nedeni ise, çok tekrara düşen (söz ve melodi), büyük kitlelere konseri verilemeyen, rakının olmadığı ortamlarda etkisi neredeyse hiç olmayan bir müzik türü olmasıdır.
zeki müren ise bir istisna. vizyon sahibi, güzel diksiyonu, entellektüel kişiliği ile yaşadığı zamanın çok ilerisinde olan birisidir. yasladık sırtımızı 70 yıldır zeki müren’e ve bu şekilde bir süre daha tsm ayakta kaldı.
var mı yeni birileri? var mı yeni ve güzel tsm şarkıları? bu anlamıyla en son aldığım albüm tarkan “ahde vefa” dır ve albümde ki tüm eserler eskidir. kaldı ki tarkan bir tsm sanatçısı değildir. herif zaten her türü çok iyi okur. son zamanlarda başka bir albüm duydunuz mu? müzik evrenseldir. ancak tsm ile kapıkule’den dışarı çıkamazsınız. o ağdalı sözleri ve hicaz makamını kimse anlamaz.
çok sevdik, çok dinledik ama aslında müzikal anlamda değeri olmayan bir türün son temsilcisiydi zeki müren.
adettendir. yazıyı bir şarkı ile sonlandıralım. zeki müren, tüm kafa sözlük yazarları için söylüyor. etkiyi artırmak için rakıları hazırlayın.
buyrunuz;
devamını gör...
sözlük radyosu
an itibari ile ismail yk çalarak yoldaşa "devrim öyle olmaz böyle olur!" mesajı verilmektedir. yoldaş; nihat doğan'dan kırdın kalbimi şarkısını isteyecek mi merakla beklemekteyiz.
devamını gör...
half life 2
onlarca üst düzey yapımın çıktığı 2004 yılında çıkan half-life 2, görsel anlamda gerçek bir devrim niteliği taşıyan bir oyundu. pek az oyun aynı etkiyi verebilmiştir. valve, source engine ile çıtayı çok yükseltmişti. eskiden evde internet çok yaygın olmadığından ötürü, anca kasım 2004'te level dergisinin verdiği bir dvd'de bulunan e3 tanıtım videolarını izleyerek bilgim olmuştu yeni oyundan ve aynı videoyu ağzımın suyu aka aka kaç kez izledim, bilmiyorum.
oyun, özünde binbir türlü ayrıntıyla donatılmış. gözümüze çarpan görsel ayrıntıların yanı sıra, combine askerlerinin bize anlamsız gelen konuşmaları bile özenle yazılmış:
bu kanalda bulunan diğer videolardan da oyunla ilgili daha ilginç ayrıntılar öğrenebilirsiniz.
bu oyunla ilgili bir başka önemli özellik ise, günümüzde çıkan oyunlarda bile bu oyunda bulunan yüz ve dudak animasyonlarının bulunmamasıdır. bunu başarabilmek için de yüz kaslarının duyguları nasıl verdiğini araştıran bir psikoloğun* çalışmalarından yardım almış tasarımcı ken birdwell.
2005 yılında oynayabilmek için 3000 yeni türk lirasına masaüstü bilgisayar toplayıp 70 yeni türk lirasına da orijinal kutulusunu almıştım ve steam'le de tanışmama aracı olmuştu.
oyun, özünde binbir türlü ayrıntıyla donatılmış. gözümüze çarpan görsel ayrıntıların yanı sıra, combine askerlerinin bize anlamsız gelen konuşmaları bile özenle yazılmış:
bu kanalda bulunan diğer videolardan da oyunla ilgili daha ilginç ayrıntılar öğrenebilirsiniz.
bu oyunla ilgili bir başka önemli özellik ise, günümüzde çıkan oyunlarda bile bu oyunda bulunan yüz ve dudak animasyonlarının bulunmamasıdır. bunu başarabilmek için de yüz kaslarının duyguları nasıl verdiğini araştıran bir psikoloğun* çalışmalarından yardım almış tasarımcı ken birdwell.
2005 yılında oynayabilmek için 3000 yeni türk lirasına masaüstü bilgisayar toplayıp 70 yeni türk lirasına da orijinal kutulusunu almıştım ve steam'le de tanışmama aracı olmuştu.
devamını gör...
bengaripsengüzeldünyaumutlu ile dünyadan uzak
devamını gör...
anlaşılamamak
kalabalıklar içinde yalnız kalmış bireyin hissettiği durumdur.
bakın oğuz atay ne diyor tehlikeli oyunlar' da:
"beni hemen anlamalısın, çünkü ben kitap değilim, çünkü ben öldükten sonra kimse beni okuyamaz, yaşarken anlaşılmaya mecburum."
bakın oğuz atay ne diyor tehlikeli oyunlar' da:
"beni hemen anlamalısın, çünkü ben kitap değilim, çünkü ben öldükten sonra kimse beni okuyamaz, yaşarken anlaşılmaya mecburum."
devamını gör...



