döner döner canı sıkılmıştır.bir ara versin çok çalıştı burada maaş'ta vermedilerse ne yapsın.bir de zirve soğuk diyordu üşümüş de olabilir.
devamını gör...

sadrazam lala mehmet paşa tarafından 16 mayıs 1605'te başlayan ve 3 ekim 1605'te zaferle sonuçlanan seferdir. tabi bu başarılı olan seferden önce lala mehmet paşanın birde başarısız olan estergon seferi var ve ordan başlamak gerektiğini düşünüyorum.

lala mehmet paşa gibi bütün hayatını alman sınırında geçiren devrin en iyi askerlerinden birinin sadrazam ve serdar olması ordu tarafından sevinçle karşılandığı kadar, alman tarafında da telaş uyandırmıştı. lala paşa görev verilir verilmez belgrad'dan budin'e geldiğinde tarihler 5 ağustos 1604'ü gösteriyordu. ve bir önceki sene kaybedilen peşte'yi almanların elinden 25 eylül 1604'te geri aldı.
almanlar muharebe başlamadn çok önce peşteyi boşaltıp kaçmışlardı. kaçarken kaleye lağımlar koymuş ve fitili ateşlemişler fakat, türkler tam zamanında yetişip fitili söndürmüşlerdir.

lala paşa, almanlar'ın yıktığı büyük budin - peşte köprüsünü yeniden yaptırdıktan sonra vaç kalesinin üzerine yürüdü. budin'in az kuzeyinde ve tunanın dirsek yaptığı yerde, doğu kıyısında bulunan kale, 16 ekim günü alındı. almanlar topkı peşte gibi hatvan ve vaç kalesinide savunmadan türklere bırakıp kaçtılar. her üç kaleden çekilen düşman askerleri, estergon da toplandılar. lala paşa 18 ekimde başarısız olacağı estergon kalesini kuşatmaya başladı.

9 yıl önce almanlar'ın eline geçen estergon, 18 kasıma kadar 31 gün muhasara edildi, fakat alınamadı. şiddetli yağmurlardan sonra kar düşmeye de başlaması üzerine lala mehmed paşa muhaarayı gelecek yaza bırakarak budine döndü.

bir sonraki sene başarılı olacağı muhasaraya 29 ağustos 1605 tarihinde başladı. estergon muhasarası 35 gün sürdü ve çok şiddetli oldu. lala mehmet paşanın en büyük başarısı olan ve almanya'nın sulhu kabul etmesine, osmanlı'nın iran ile karşı kaşıya kalmasına zemin hazırlayan estergon'un fethi, yıllardan beri devam eden büyük savaşın son mühim hadisesidir.

estergon'u alman hizmetine girmiş bir fransız olan dampierre kontu savunuyordu, bu kontun ismi nedense bilinmemektedir.
kont, türkler yaklaşır yaklaşmaz kaledeki bütün macar askerlerini dışarı çıkarttı. çünkü macarların türklere olan dostluğu ve almanlara karşı olan düşmanlığı bilinen bir gerçekti. estergondan çıkarılan macarlar, avusturyaya geçmek yerine lala mehmed paşanın ordusuna katılmayı tercih ettiler. zaten sadrazamın ordusunda erdelli macar askerleride bulunuyordu.

lala paşa, estergon'un çevresindeki, wissegrad, tepedelen ve ciğerdelen kalelerine yanında bulunan üç beylerbeyini sevk etti..
ciğerdelen estergon'ın karşısında ve tuna'nın kuzey kıyısındaydı. 8 eylülde bosna beylerbeyi hüsrev paşa wissegrad'ı aldı. 10 yıl önce almanların eline geçen diğer kalelerin muhasarası da aynı şekilde devam etti. büyük tarihçi peçevi'de yakın akrabası da olan lala mehmet paşanın yanında bu sefere iştirak edenler arasındadır. 19 eylülde tepedelen kaleside zaptedildi ve bu kaleyi savunan 4200 asker imha edildi. artık estergonun bütün kaçış yolları kapatılmış durumdaydı.

lala paşa bir önceki yıl yaptığı muhasaradan büyük ders çıkarmıştı ve bu kez gayet hazırlıklı olarak gelmişti. yanında 25 muhasara topu. 30 bin gülle ve 10 kental barut getirmişti.estergon muhasarası sırasında fethedilen ciğerdelen kaleside dampierre kontuna artık fazla bir seçenek bırakmıyordu. 3 ekim sabahı teslim şartlarını görüşmek istediğini bildirdi.

lala paşa macarca konuşabilen ve aynı zamanda akrabası da olan büyük tarihçi peçeviyi bu görüşmelere memur olarak atadı. kontun elinde kala kala 5400 civarı askeri kalmıştı. ve tek istediği bu askerlerin sağ salim çekip gitmeleriydi. bu şart lala paşa tarafından kabul edildi. ancak kalede bulunan fransız gönüllüleri çekip gitmek yerine osmanlı hizmetine girmeyi tercih ettiler ve lala paşa kabul etti. bu suretle türk ordusu 3 ekim 1605'te estergon'a girdi. estergonda ki alman işgali tam olarak 10 yıl 1 ay ve 1 gün sürmüştü. kanuni'nin ilk kez fethettiği bu mühim kale tekrar osmanlı idaresine geçmiş oldu.

10 yıl önce estergon'u kahramanca savunan ve teslim etmek zorunda kalan kişi yine lala mehmed paşadır, ve tekrar fethide ona nasip olmuştur. o sırada 21 yaşında olan tarihçi peçeviye bir gün yine burayı alacağını söylemiştir. peçevi bunu şöyle aktarır: "cenab-ı rabbul alemin ol mahalde duamız kabul etmiş imiş: aynıyle nece istemiş isem, öylece ruzi kıldı."

lala mehmed paşa estergon fethi müjdesini istanbula bildirmek için hemen peçevi, kapıcı başı hızır ağa ve kara hasan çavuşu gönderdi. fetihte bulunan süvarilerin yevmiyesine 2 akçe piyadelere ise 1 akçe zam yapıldı. estergon katedrali yeniden camiiye çevrildi.
devamını gör...

hem çok bilgili, hem çok sevimli bir karakterdir. fringe, sırf walter için yeniden izlemek istediğim diziler arasında ilk sırada.
devamını gör...

bilim kurgu olduğu bilinen fakat bünyesinde birçok yanlış bilgi bulunduran, halk arasında sözü geçen şeylerle oluşturulan alt metine sahip 2014 yapımı, bir buçuk saatlik bir izleme zamanına sahip film. yönetmen koltuğunda fransız film yapımcısı luc besson'ı ve oyuncu kadrosunda iki önemli isim scarlett johansson ile morgan freeman'ı görmek mümkün.

filmin verdiği mesaj ''insanlar beyninin sadece %10'unu kullanıyor, eğer %100'ünü kullanırsa ne olur?'' fakat beynimizin %10'unu kullandığımız bilgisi doğru değildir. zaten kapasitemizin büyük bir kısmını kullandığımız bilgisi ilk olarak 1900'lü yılların başında amerikalı filozof ve psikolog william james tarafından ortaya atılmıştır.

bilim kurgudan ziyade fantastik olarak adlandırılabilir, zaman geçirmek istiyorsanız ve bilimsel hataları pek de ciddiye almazsanız keyifle izleyeceğiniz bir filmdir. fakat bu kadar popüler bir filmin birbirinden farklı birçok bilimsel hatayı içerisinde barındırması ve bence pek de araştırma yapılmadan çekilmiş olması hayal kırıklığı. eminim ki bu film yüzünden birçok kişi beynimizin %10'unu kullandığımızı sanıyor ve bu da neticede çok tehlikeli olan sahte bilim'i (sözdebilim) doğuruyor.
devamını gör...

birazdan gelir sapık sever ve savunucu kitle ve şunu der; "barlarda da rörörörö oluyor" diye.

ne zaman bu şer yuvalarında böylesi iğrenç bir olay olsa ve buralar kapatılsın dense, hemen savunmaya geçiyorlar zira. bir kez eleştirdiklerini görmedim. yok içki içen de yapıyor da, o zaman tekeller de kapansın bile diyorlar.

tanım: şaşırtmamış olayı. zira cemaat/tarikat !!.
devamını gör...

orijinal adı: the big comfy couch

loonette adlı palyaçoyu ve onun bebeği molly'yi konu alan kanada yapımı bir çocuk programıdır. ilk olarak 1992'de yayınlanmıştır. yanlış hatırlamıyorsam 2006'ya kadar yayınlandığı için ben de çocukluğumda kıyısından köşesinden izleme şansını yakalamıştım.

bu palyaço ablamızın kocaman bir koltuğu vardı, koltuktan birçok eşya çıkarırdı. ya da kocaman sarı gözlükleriyle hikayeler anlatırdı. aslında siyah diye hatırlıyordum lakin kontrol edeyim dedim, sarı imiş. hikayeler, hayal gücümüzü beslerken, alfabedeki belirli harflerle kelime türetilmesi de kelime haznemizin zenginleşmesi ve harfleri daha kolay öğrenebilmemiz için fazlasıyla yarayışlıydı.
en sevdiğim kısım ise, loonette, bize küçük yaşımızda egzersizi aşılayan yegane kişiydi çünkü sabah uyanır uyanmaz saat halısının üzerinde egzersiz yapar, bize de yaptırırdı. o hareketleri yapmak için bin bir zorluk çekerdim. bizden ne istedin, daha basit hareketler yapsan ne olurdu sanki?
şaka bir yana seni çok özledim loonette. hayattaki tek zorluğumun saat egzersizini yapmaya çalışmak olduğu yılları özlüyorumdur belki de, emin olamadım.
devamını gör...

jilet ahmet sevdiğimiz bir abimizdi. janti adamdı, adabı giyinmeyi çok iyi bilirdi. mesela ben bilmem.

çok gülerdi, ben gülmem.

bu kapıdaki arkadaş abi köye para dediğinde sırtını dönerdi. ben dönmem.

agop, abi beni kapıdan al dediğinde dalga geçerdi. ben geçmem

jilet ahmet sevdiğimiz bir abimizdi ama parayı da bi tuhaf dağıtırdı.

ne varsa elinde gene döner dolaşır onun elinde kalırdı. benim kalmaz.

bizde para masaya konur. herkes ihtiyacı kadarını alır.

jilet abim silahını adamına taşıtırdı. ben silahımı saklamam.

abim bu masaya şöyle fiyakalı, ama biraz da yamuk otururdu. ben arkamı arkadaşlara verince, şöyle yaslanırım bi geriye.

koltuk sende kalsın kardeş, arkamda durma yeter.
(bkz: ezel)
devamını gör...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

bazen bunlardan biri de ben oluyorum. tercihim genelde starbucks tarzı garson olmayan, ya da garsonların zırt pırt ne alırsınız diye sormadığı mekanlar oluyor.

böyle biri olmaya sebep çoğunlukla gidecek, beraber vakit geçirmeye değecek birinin olmaması. ama bu demek değil ki herhangi biriye muhabbete açlık duyuyorum. o da değil... yani biriyle mekana gidince sıkılıyorum bazen. boş boş samimiyetsiz muhabbetleri sevmiyorum.

bu dünyada en güzel arkadaş yanyana susabildiğin, susarken de çok şey paylaşabildiğin arkadaş değil midir ? öylesini bulursan al yanına besle, büyüt, bağrına bas arkadaşlığını.

sürekli "hiç konuşmuyorsun, muhabbete hiç katılmıyorsun, telefonuna bakma, şunu yapma, buraya dönme, bana bak, şebek ol beni eğlendir." diyen insanlarla hayatı bıraktım, bir kaç saat bile geçmez. o da çekilecek çile değil anlayacağınız. ben öyle arkadaşı da istemem yanımda.

bir şeyler anlatmak istediğimde dinleyecek, o bir şeyler anlatmak istediğinde dinleyeceğim ama susmak istediğimizde de susacağımız bir ilişki ve arkadaşlık en güzel olanıdır. ama onu da bulmak gerçekten güç.

kısacası yalnızlık esasen cidden bir tercihtir. dolaylı ya da dolaysız, bunu sen seçersin.
devamını gör...

-annem 30 kelime kullanıyorsa mesela 25 tanesi "salak" kelimesi ve 4 tanesi ayrı bir hakarettir. hepsi şahsıma denir. 1 tanesi de babama tabi.
- ev işlerinin yaptığım tarafına değil yapılmayanlarını görmeyi sever. bardağın boş tarafına kafayı takmış.
-kendince kelimelere harf ekler. havunç, sürahil vs gibi. doğrusunu dediğimiz zamanda bilerek kendi uydurduğu gibi der
-kolu ağrısa bu ağrı beline, bacağına, beynine her yerindeymiş gibi söyler.
-babama" kör şeytan. "der.
devamını gör...

kendi içinde kendi kendine halletmen gereken bir problemin üzerine boştan yere konuşmak istememekten kaynaklanan durumdur. belli ettiğinde beraberinde gelen ne oldu sorusuna cevap verecek enerji bulamamaktan da olabilir. kendi kendine o kadar çok düşünmüşsündür ki birine anlatıp yeni baştan düşünmeyi bırak, kafanı oradan uzaklaştırmaya çalışırsın. tabii aksi durumlar da var, başka bir bakış açısıyla çözülebilecek şeyler. ya da çözülemezse bile paylaşıldıkça azalacak olan şeyler. bir de dediğim gibi halihazırda senin enerjini tüketmiş şeyler. ne çok şey dedim ama olur arada böyle şeyler *
devamını gör...

forgotten realms kurgusunun olmazsa olmaz karakteri.

karanlıkaltı'nın bağrından kopup gelmiş, beyaz saçları ve mor gözleriyle farklılık yaratan karayağız bir elftir.

diğer drow'ların aksine vicdan sahibi dürüst ve derin bir kişiliktir. drow'lardaki mevki takıntısından arınmış bir karakterdir. ihtirasın yerine merhameti koymuştur. onun söylemi ile; ''kötü yaratıklar şarkı söylemez''. o ise kendi şarkısını söylemeyi tercih etmiştir.

hal böyle olunca kendi toplumu ile ters düşmüş ve dışlanmışlar ordusunun bir neferi olmuştur. babası zaknefein kadar iyi bir kılıç ustası olduğunu ilerleyen zamanlarda ispat etmiştir. tercihen pala kullanır. öyle sokakta gördüğü kadınlara falan sallamaz. hak edenin ümüğüne basar.

2 palası vardır. birinin adı parıltı diğerinin adı ise buz ölümdür.

en yakın dostu guenhwyvar'ı bir heykelcik marifeti ile çağırır. guenhwyar kara bir panterdir. kara kedi görünce uğursuzluk getirir diye saçını çeken bir toplumun içinde büyüdüğümüz düşünülürse, drizzt'in nasıl bir cesarete sahip olduğu daha net anlaşılabilir.

drizzt benim indimde fantastik kurgu dünyasındaki gelmiş geçmiş en büyük silahşördür. bahtsızlık mevzusunda ise elric ile yarışır.

ha bu arada unutmadan, ''alemin gözü yaşlı do'urden beşiktaşlı'' demezsem olmaz.
devamını gör...

kainatın, yaradandan bir parça olduğu düşüncesinden ve varlığın birliğine özlemden ileri gelir. bu gözle bakıldığında "ben tanrıyım" söylemi, kişinin egolarından sıyrılıp içindeki öze yani tanrıdan olan parçaya ulaştığını belirtmektedir.

bu ruh haline ulaşmak elbette incelik istemektedir fakat bu durumun şirk olarak değerlendirilmesindeki sebep, yaradan ve yaradılan ikiliğinin reddedilmesidir. basite indirgemeye çalışırsak; ayna karşısındaki gerçek (tanrı) ve yansıma (yaradılan) gibi düşünülebilir. gerçeğin ayna karşısındaki yansıması, aynı kainat ve yaradılan gibi bir illüzyondur. evet yansımanın kaynağı birdir yani gerçek olandır ama yansıma, gerçek olanın bir parçası değil , bir tezahürüdür. bu durumda "ben tanrıyım" demek, 2 boyutlu olan siluetin kendini 3 boyutlu olan gerçekle bir tutması olmaktadır ki bu da şirk olmaktadır ancak hallac-ı mansur'u müşrik ilan edenler, bu düşünce sistemi ile mi etmişlerdir onu bilemedim.
devamını gör...

bu oyunu bile fake gps'le bilgisayar başında oynuyodum ben.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

kız kardeşim (9) çekmiş, ablasına benzedi bu da iyice.
devamını gör...

bir gülmemize karışmamıştınız yahu! çekin o pis zihniyetinizi cağnım kadınların üzerinden. kadın onu yapmaz ,kadın bunu yapmaz. sanane be dangalak. kahkahalar patlatın kızlar, evet evet koro halinde

ha ha hahh haah hhaaa
devamını gör...

saniyede 144 kere ekrandaki görüntüyü yenileyen monitörlerdir. hz zaten bildiğiniz üzere hertz'in kısaltması olup bir saniyede bir şeyin kaç kere yapıldığını belirtir.
konu oyun oynamak olunca şunu söyleyebilirim ki 60hz ile 144hz gerçekten çok farklı. normalde 60hz akıcı geliyor ancak 144hz ile bir kez oynayınca oyun o kadar akıcı geliyor ki geri 60hz'e dönmeniz çok zor. akıcılığın yanı sıra responsiveness (hızlı tepki verme) de artıyor. böylelikle yaptığınız hareketler ekrana daha çabuk yansıyor ve bu size rekabetçi oyunlarda bir avantaj sağlıyor. rekabetçi olmayan oyunlarda da avantaj sağlamasa dahi oyunu çok daha zevkli hale getiriyor. şimdi buna küçük bir bakış atalım.

varsayımlar: karelerin ekran kartı tarafından eşit zamanlarda üretildiği (frame pacing'i görmezden geliyorum), 144 fps alabildiğiniz.

bu durumda 60hz bir ekran 16.6msde bir yeni görüntü üretecektir. 144hz bir monitör ise yaklaşık 7msde bir yeni bir görüntü üretecektir. buradan yaklaşık bir 9.5ms fark var. bunun yanında 60hz olan bir ekranın yüksek ihtimalle 5ms tepki süresine ve 144hz olanın da 1ms tepki süresine sahip olacağını varsayarsak o zaman 4ms de buradan ekleniyor ve size 13.5mslik bir fark oluşuyor. peki bu 13.5ms neye yarar? hiçbir şeye. ancak aşırı rekabetçiyseniz bu farkı hissedebilirsiniz ancak aksi durumlarda pek hissetmezsiniz bu kadar kısa bir zaman farkını. yine de bu, 144hz bir monitör kullanınca ekranın çok daha hızlı tepki verdiğini ve çok daha akıcı bir görüntü sunduğunu değiştirmiyor. eğer imkanınız varsa 144hz monitör deneyimlemelisiniz.
devamını gör...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

parçaları, anıları heyecanla bekliyorum.
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim