hayatımda sihirli bir pozitiflik var. bazen görünmez oluyor bazen de meydana çıkıp göbek atıyor.
seviyorum kendisini, o da olmasa hayatım iyice yaşanmaz olurdu.
tek sorun kaynağını bilmemem.*
devamını gör...

böyle de bir anımız olsundur.

sabah uyandığımda aniden böyle bir şeyle karşılaşmak şaşırtıcı oldu. sözlük yönetiminin gece dört itibari ile yönetime el koyması bize yazarları meydanlara ve havaalanlarına davet etme imkanı vermediği için bu ismi alıyor ve kabul ediyorum.

benimsemek güç olsa da düne kadar yazar olanlar hariç kimse kafa sözlük yazarı sayılamayacak, yeni gelenler normal yazarlar olacak. yıllar sonra sadece bir grup kafa yazar hatırlayacak bu günü ve normal yazarları bir ateş başında toplayarak o eski kafa günleri anlatacaklar.

bir gecede normal bir yazara dönüşmek biraz üzücü elbette ama normalleşmeye ve birlik beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz bu günlerde eski normallerin yerine yeni bir normal koymak kabul edilebilir görünüyor.
devamını gör...

"türk, öğün, çalış, güven" -mustafa kemal atatürk
devamını gör...

alt benlik cayır cayır aradığınız kişiye ulaşamıyor diyor. ahh bi ulaşsak.

üşenme eylemi faso fiso. teoman kitabı gibi ne çok anlatıyorsun müziğini yapsana birader derler adama.

düşük sosyal beceriye sahip gururlu ama kibrinden öleceklerin arkasına sığındığı bir kalıp bu, kabak tadı verdi artık. bakıyorsun herkes üşeniyor. isteseler gülücükleriyle ordu kurarlardı ama kimseler dengi değil bunların. kimsecikleri o derme çatma dünyalarına almıyorlar. internet böyle bir kitle yarattı. sokakta ben süperim diyemeyen herkes anonim hesaplardan olmak istedikleri karaktere bürünüyor. olmuyor.

idealize ettiği arkadaş ortamı çok farklı hayal dünyasında.

neyse devam edicem bu yazıya, yola çıkmam lazım. dursun şimdilik.
devamını gör...

1982 yılında dağıstan'da doğmuş israilli kamança sanatçısıdır.
müzikleri dinleyicisine huzur verir.
tribe , journey , endless gibi harika eserlerin sahibidir.
devamını gör...

unutulmuş bir yaz için şiiri ile tanıdığım ve bütün şiirlerini ezberlediğim büyük şair. şiirlerini okudukça, insanı insan yapanın derinlerine iniveriyorum ama yine de öyle bir derinlik hâli ki bu, bunda muhakkak bir yücelik var diyorsunuz ister istemez. kendisinin de söylediği gibi: "derinlik de bir yükseklik biçimi değil midir? "

--- alıntı ---

yazdan ne kaldı sana yazdan ne kaldı
birkaç dize ölü ozanların gezindiği
kimsesiz romanlara sığınan yürek ağrısı
denizle aranızda ortak dil gibi
usulca çoğalan yaz kederleri

--- alıntı ---
devamını gör...

beni çok etkilerse hüngür hüngür ağlarım.
devamını gör...

insan aklıyla dalga geçen bir adet sırma saçlı beyanı.
devamını gör...

aklıma orhan pamuk' un benim adım kırmızı da ki - ben seytan- bölümü geldi..
okumayanlara.. hatırlamak isteyenler için..
[[alıntı]]
orhan pamuk'un benim adım kırmızı isimli kitabında geçen enfes bölüm.

--- alıntı ---

-ben şeytan-

zeytinyağında kızarmış kırmızı biberin kokusunu, şafak vakti durgun denize yağan yağmurları, açık pencerenin kenarında bir an bir kadının belirişini, sessizlikleri, düşünmeyi ve sabrı severim. kendime inanırım ve çoğu zaman benim hakkımda söylenenlere aldırmam. ama bu akşam, bu kahvehaneye nakkaş ve hattat kardeşlerimi bazı dedikodular, yalanlar, söyletiler yüzünden uyarmaya geldim.

elbette, ben söyledim diye tam tersine inanmaya hazır olduğunuzu biliyorum. ama benim söylediğimin tam tersinin her zaman doğru olmadığını sezecek kadar da akıllı ve kanmasanız da söylediğim her şeye ilgi duyacak kadar da hassassınız. kuran-ı kerim'de elli kere geçen adımın, en çok anılan adlardan biri olduğunu bilirsiniz.

peki, allah'ın kitabından, kuran-ı kerim'den başlayalım. orada hakkımda söylenenlerin hepsi doğrudur. bunu söylerken bir alçakgönüllülük ettiğim bilinsin isterim. çünkü bir de üslup meselesi var. kuran-ı kerim'in beni aşağılayışı bana hep acı verdi. bu acı benim hayat tarzımdır. bunu tartışmıyorum.

evet, biz meleklerin gözleri önünde allah insanı yarattı. sonra bizden ona secde etmemizi istedi. evet, araf suresinde yazıldığı gibi bütün melekler secde ederken ben itiraz ettim. adem'in çamurdan, benim ise, çok daha üstün bir madde olduğunu hepinizin bildiği ateşten yaratıldığımı hatırlattım. insana secde etmedim. allah da beni “mağrur” buldu.
“cennet'ten in,” dedi. orada büyüklük taslamak senin haddin değil.“
"kıyamete, ölüler dirilene kadar yaşamama izin ver,” dedim.

verdi. ben de, bütün bu sürede ona secde etmediğim için cezalandırılmama sebep olan adem'in soyunu, yoldan çıkaracağımı söyledim. o da, yoldan çıkardıklarımı cehenneme'e yollayacağını söyledi. bunları karşılıklı yapmaya devam ettiğimizi biliyorsunuz. bu konuda ekleyecek çok fazla bir şeyim yok.

bazıları, o sırada yüce allah ile aramızda bi anlaşma yapılmış olduğunu ileri sürdüler. bu mantığa göre, ben yüce allah'a kullarını sınamak için yardımcı oluyor, onların aklını çelmeye çalışıyordum. iyiler iyi karar verip yoldan çıkmıyor, kötüler nefislerine yenik düşüp günah işliyor, cehennem'i de boyluyorlardı. herkes cennet'e gidecekse kimse korkutulamayacağı, dünya ve devlet işleri yalnız iyilikle yürütülemeyeceği ve alemde iyilik kadar kötülük, sevap kadar günah da gerekli olduğu için yaptığım çok önemliydi. allah'ın düzeninin benim sayemde ve yüce allah'ın (niye kıyamete kadar yaşamam için bana süre vermişti?) izniyle gerçekleştiği halde, benim “kötü” olmam, hakkımın hiçbir zaman teslim edilmemesi benim gizli acımdı. benim hasabıma bu mantığı sonuna kadar götüren hallacı mansur, veya meşhur imam gazali'nin kardeşi ahmet gazzali gibiler, demek ki, allah'ın izni ve isteğiyle yapıldığına göre, aslına benim işlettiğim günahların da, allah'ın istediği şeyler olduğu, iyi ile kötü olmadığı, çünkü her şeyin allah'tan geldiğini, hatta benim de allah'ın bir parçası olduğumu yazıp söylemeye kadar vardırmışlardır işi.

bu akılsızların bazıları, haklı olarak, kitaplarıyla birlikte yakılıp öldürülmüşlerdir. çünkü, tabii ki, iyi ve kötü vardır, bu ikisi arasında bir sınır çizmek hepimizin işidir, ben -haşa- allah değilim ve bu saçmalıkları da bu akılsızların kafasına ben sokmadım, onlar kendileri düşündüler.

bu da beni ikinci itirazıma getiriyor: alemdeki bütün kötülüklerin, ve günahların kaynağı ben değilim. pek çok insan benim kışkırtmam, kandırmam, vesveselendirmem olmadan kendi hırsları, şehvetleri, iradesizlikleri, alçaklıkları ve çoğunlukla da aptallıkları yüzünden günah işliyorlar. bazı okumuş yazmış mutasavvıfların, beni bütün kötülüklerden arındırma gayretleri ne kadar saçmaysa, her kötülüğün benden çıktığını sanmak da kuran-ı kerim'e o kadar aykırı. müşterisini kazıklayıp çürük elmayı hileyle satan her manavı, yalan söyleyen her çocuğu, her dalkavukluk edeni, edepsiz hayaller gören her ihtiyarı, otuz bir çeken her oğlanı ben kandırmıyorum. hatta, yüce allah, bu son ikisinde beni anmalarına yol açacak bir kötülük bile bulamaz. elbette vahim günahlar işlensin diye çok uğraşıyorum, ama ağzı açık esneyenleri, hapşıranları, hatta osuranları da benim kandırdığımı yazıyor bazı hocalar. beni hiç anlamadıkları anlamına geliyor bunlar.

anlamasınlar, sen de onları daha kolay kandırırsın, diyebilirsiniz. doğru. ama benim de bir gururum olduğunu, zaten yüce allah ile aramı bunun açtığını hatırlatmam gerekir. her kılığa kolaylıkla girebildiğim, özellikle şehvet uyandıran güzel kadın olarak dini bütünlerin yoluna çıktığım on binlerce cilt kitapta kaç kere yazıldığı halde, buradaki nakkaş kardeşlerim beni niye hala yüzü et benleriyle kaplı, eciş bucüş, boynuzlu ve kuyruklu bir korkunç mahluk gibi çizdiklerini açıklayabilirler mi?

asıl konumuza böylece geldik: nakış. istanbul sokaklarını dolduran ve sizleri daha sonra üzmesin diye adını anmayacağım bir vaizin kışkırttığı bir kalabalık, makam ile ezan okumanın, tekkelere toplanıp kucak kucağa zikredip çalgı eşliğinde kendinden geçmenin allah'ın sözüne aykırı olduğunu söylüyormuş. bu vaizden ve kalabalığından korkan aramızdan bazı nakkaşlar, frenk usüllerince nakşetmenin benim işim olduğunu söylüyorlarmış, işittim. bana yüzlerce yılda sayısız iftira edildi. hiçbiri hakikatten bu kadar uzak değildi.

her şeyin başına dönelim. herkes havva'ya yasak meyveden yedirmeme takıldığı için bu başlangıcı unutuyor. hayır, başlangıç yüce allah'ın beni mağrur bulması da değildir. her şeyin başlangıcında o'nun bana ve diğer meleklerine insanı gösterip secde etmemizi istemesi ve öteki melekler insana secde ederken çok yerinde bir kararla,

-benim insana secde etmemem-

var. beni ateşten yarattıktan sonra, daha değersiz bir malzeme olan çamurdan yapılmış

-insana secde et-

demesi sizce yerinde mi? vicdanınızla söyleyin kardeşlerim? peki, biliyorum, burada hiçbir şeyin aramızda kalmayacağını, o'nun her şeyi işiteceğini ve birgün de sizden hesabını soracağını düşünüp korkuyorsunuz. o zaman size o vicdanı niye verdi diye sormuyorum, korkmakta haklısınız, diyorum ve bu sorumu ve ateş-çamur ayrıntısını unutuyorum. ama hiç unutmayacağım, evet gururla hatırlayacağım bir şey var:

-ben insana secde etmedim.-

oysa yeni frenk üstatları, şimdi tam bunu yapıyorlar. beylerin, papazların, zengin tüccarların ve hatta kadınların bile gözlerinin rengi, tenlerinin dokusunu, dudaklarının benzersiz kıvrımını, göğüslerinin arasındaki güzel gölgeye, alınlarındaki kırışıklara, parmaklarındaki yüzüklere, hatta kulaklarından fışkıran iğrenç kıllara kadar her şeyi olduğu gibi resmedip göstermekle yetinmiyorlar, sanki insan secde edilecek bir yaratıkmış gibi onları resimlerinin tam merkezine yerleştirip bu resimleri tapılacak put gibi duvarlara asıyorlar. insan, gölgesi bile bütün ayrıntısıyla resmedilecek kadar önemli bir mahluk mudur? bir sokaktaki evler insanın gözünün yanlışlıkla gördüğü gibi gitgide küçülüyormuş gibi resmedilirse alemin merkezine allah değil, insan yerleştirilmiş olmaz mı? bunları her şeye muktedir yüce allah daha iyi bilir. ama, insana secde etmeyi reddetmiş, bu yüzden ne acılar, ne yalnızlıklar çekmiş, bu yüzden allah'ın gözünden düşmüş, küfürler edilmiş olan benim, bu resimlerin fikrini verdiğimi ileri sürmenin ne kadar saçma olduğu anlaşılmıştır sanıyorum. bazı mollaların yazdığı, bazı vaizlerin söylediği gibi, bütün çocukların benim yüzümden otuz bir çektiğine, herkesi benim osurttuğuma inanmak bile daha mantıklıdır.

bu konuda son bir şey daha söylemek istiyorum, ama sözüm kafası kendine gösterme hevesleri, şehvet ve para düşkünlüğü ve abuk sabuk tutkuları yüzünden her zaman bulanık olan insanlara değil! sınırsız aklıyla beni yüce allah anlar ancak: meleklerini insana secde ettirerek onlara mağrur olmayı sen öğretmedin mi? şimdi de senin meleklerinden öğrendikleri şeyleri kendileri yapıyor, kendi kendilerine secde edip kendilerini alemin merkezine yerleştiriyorlar. herkes, senin en sadık kulların bile, frenk üstatlarının tarzında resmedilmek istiyor. bu kendine hayranlığın sonucu, yakında seni unutmaları olacak, bunu kendimi bilir gibi biliyorum. üstelik, seni unutmalarının bütün suçunu yine bana atacaklar.

bütün bunlara sanıldığı kadar aldırmadığımı nasıl anlatabilirim size? tabii ki yüzlerce yıldır acımasızca, taşlanmama, küfürlere, lanetlere, beddualara rağmen sağ salim ayakta durduğumu göstererek. kıyamete kadar yaşam iznimi bana ulu allah'ın verdiğini, bana olur olmaz küfür eden öfkeli ve yüzeysel düşmanlarım hatırlasalar hepimizin işi kolaylaşırdı. onların ise, allah'tan alabildikleri ömür altmış yetmiş yılı ancak geçer. bari kahve içerek bunu uzatmaya çalışın, desem, aman şeytan böyle istiyorsa tam tersini yapayım diye bazılarının hiç kahve içmeyeceğini ya da baş aşağı dikilip kıçına kahve döktürmeye çalışacağını da biliyorum.

gülmeyin. düşüncelerin içeriği değil, biçimi önemlidir. nakkaşın ne resmettiği değil, üslubu. ama bunların da hiç belli olmaması gerekir. son olarak bir aşk hikayesi anlatacaktım, geç olmuş. beni bu gece seslendiren üstat meddah, yarın değil, öbür gün, çarşamba gecesi duvara bir kadın resmi astığında bu aşk hikayesini tatlı diliyle seslendirmeye söz verdi.

--- alıntı ---
devamını gör...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

mihriban kelime kökeni itibariyle şefkatli, iyi huylu demektir.
şair ve yazar abdürrahim karakoç'un, aşık olduğu kız ile mektuplaşırken yazdığı mihriban şiiri:
sarı saçlarına deli gönlümü
bağlamışım çözülmüyor mihriban
ayrılıktan zor belleme ölümü
görmeyince sezilmiyor mihriban
yar deyince kalem elden düşüyor
gözlerim görmüyor aklım şaşıyor
lambada titreyen alev üşüyor
aşk kâğıda yazılmıyor mihriban
tabiplerde ilaç yoktur yarama
aşk deyince ötesini arama
her nesnenin bir bitimi var ama
aşka hudut çizilmiyor mihriban.

bu şiir sonra türkü haline gelmiştir. mihriban
türkünün hiç bir zaman gündemden düşmemesine karşın, hikayesinin de yanlış anlatıldığını söyleyen oğuz karakoç, ''üzülerek söylüyorum ki, abdürrahim karakoç'un tertemiz ve ölümsüz aşkını anlatan bu şiir, ne yazık ki internette ve dizilerde reyting uğruna çok farklı şekilde yorumlanıyor. biz buna karakoç ailesi olarak üzülüyoruz. amcam abdürrahim karakoç "o bana mektup yazardı, ben onun bulunduğu bölgedeki gazetelere şiirimi gönderirdim. o beni şiirlerimle takip ederdi' diyor. yani mihriban amcama, 'unutmak kolay mı?' demiştir. amcamda şiirinde, 'unutmak kolay mı? deme unutursun mihriban' diye karşılık vermiştir. mektuplaşmış, şiirleşmişler ancak takdiri ilahi yazmamış. bu şekilde sonuçlanmıştır.'' demiştir.
devamını gör...

« aujourd’hui, maman est morte. ou peut-être hier, je ne sais pas. » (bugün annem öldü. belki de dün, bilmiyorum.)
(bkz: albert camus) - yabancı
devamını gör...

1728-1779 yılları arasında yaşamış ingiliz denizci ve kaşiftir, büyük okyanus'ta yaptığı keşiflerle ünlüdür.

- 1769'da (bkz: yeni zelanda)'yı ziyaret eden ikinci avrupalı oldu. daha önce tek ada olduğu düşünülen yeni zelanda'nın iki adadan oluştuğunu keşfetti ve kuzey adası ile güney adası arasındaki boğaz (bkz: cook boğazı) ismini aldı.
- 1770'de (bkz: avustralya)'nın güney kıyılarını keşfetti.
- 1778'de (bkz: hawaii) adalarına ulaşan ilk avrupalı oldu.
- avrupa ülkelerinin büyük okyanus'ta sömürge kurmalarında da james cook öncülük etmiştir.

*gemi teknelerinden birinin çalınması üzerine girdiği bir tartışmada yerliler tarafından 1779'da öldürüldü.

* 1.yolculuk (kırmızı), 2.yolculuk (yeşil) ve 3.yolculuk (mavi) seferlerini gösteren bir harita.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
kesinlikle doğru.
devamını gör...

istanbul'a şehir bile denmez ki,

ankara'ya gidişinden başka ne güzelliği olabilir,

denizi varmış, ne yapayım denizi,
insanı olmadıktan sonra,

sahi nerede ankara'nın hanımefendileri beyefendileri,

griymiş ankara,

istanbul renkli de ne oluyor,

rahat bir nefes mi aldırıyor ki,

kimsenin ne yaptığını bilmediği,

acımasızca saldırdığı,

sonra da kurtulmayı beklediği...

bu ne açgözlülüktür, yavaş olun biraz,

kime diyorum ama değil mi?

sahi sizin aceleniz vardı,

tutmayayım ben sizi,

önemli işleriniz aksamasın,

biz ankaralıların önemli ne işi olabilir ki,

bakın yine unuttum türkiye'nin merkeziydi burası,

sana sesleniyorum istanbul,

düş artık bu ülkenin yakasından,

önce şu yakalarını birleştir,

uslu ol biraz.

nedir senden çektiğimiz,

her ders tahtaya senin ismin yazılıyor,

maşallah torpillisin

olan yine sınıfın kalanına oluyor,

senin yüzünden bütün sınıf cezalı,

zil çalsa da evimize gitsek!

evet istanbul'daki evimize.
devamını gör...

hangi millet ki kafa tutar türke
tüm akvâm-ı cihan türklerden ürke
nattramn atın sürer sallar topuzu
kellenden kımız içer çalar kopuzu
devamını gör...

bir evernevergreen ukdesidir.

bir ursula k. le guin romanıdır.

bilimkurgu edebiyatının ilahlarından biri olan ursula k. le guin sinemaya da aktarılan bu harika romanında rüyaları ile var olan gerçekliği hatta geçmişi değiştirme gücü olan george orr isimli bir adamın hikayesini anlatır bize. hem de akıl almaz bir ustalıkla.

rüyanın gücüne her zaman inanmıştım. hala da inanırım. gerçi bir dönem freddy krugger yüzünden korkuya yenik düşmüş olsam da rüyalar benim için önemli bir alternatif gerçeklik, paralel evren imkanıdır.

george orr da benim gibi bir adamdır aslında. rüyaların gücüne inanmış bir adam. iki binli yıllarda geçen hikayesinde orr bu gücü kontrol etmek için bir psikiyatrdan yardım alır ama o psikiyatrın içinde gizli bulunan bir canavarın -ki biz buna güç zehirlenmesi diyebiliriz- pençelerinde bulur kendini.

tabii ki roman ilerledikçe olaylar çığrından çıkar ama yazar o kadar yetkindir ki romanın sağa sola kaymasına, mantıksızlık girdabına düşmesine asla izin vermez.

rüyanın öte yakasına geçmeyi başaran biri -umarım bu ben olurum- var olan bu dünyayı değiştirmeyi başarırsa çok mutlu olacağım.
devamını gör...

kaptan köşede silkelen.
doktor köşede at beni.
başkan bizi bi sümkür.
bunlar benim kafama kazınanlar.
devamını gör...

bu ülkede ki en ucuz şey insan hayatıdır, aldığımız nefes bile bu ülkede daha pahalı.
adalet sadece bir kadın ismi olarak var.
allah fakir,kimsesi olmayanı ,zalimlerden korusun.
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim