ötanazi kilisesi
kendilerini türler arası dengeyi sağlamaya adayan ve bunu sağlamak için dört ilkeye sadık kalan (kar amacı gütmeyen)kilise.
kilisenin ilk ve en önemli kuralı “ürememek”tir. diğer dört ilkeye gelecek olursak bunlar intihar, kürtaj, yamyamlık ( sadece daha önce ölmüş kişiler için geçerlidir) ve sodomi (üreme amacı taşımayan cinsel aktivite)*dir.
ayrıca kilisenin yeminli binlerce üyesi ve destekçisi bulunuyor. *
kilisenin ilk ve en önemli kuralı “ürememek”tir. diğer dört ilkeye gelecek olursak bunlar intihar, kürtaj, yamyamlık ( sadece daha önce ölmüş kişiler için geçerlidir) ve sodomi (üreme amacı taşımayan cinsel aktivite)*dir.
ayrıca kilisenin yeminli binlerce üyesi ve destekçisi bulunuyor. *
devamını gör...
daldız baldan tatlıdır
peki daldız nedir? peteğin içinden bal almak için kullanılan bir tür demir kepçe, demir bıçak.
aynı tencerenin dibinde kalan puding gibi, hani tadı hep pudingin geri kalanından daha güzeldir. aynı şekilde daldız üzerindeki bal da balın geri kalanından daha tatlıdır denmeye çalışılmış.
aynı tencerenin dibinde kalan puding gibi, hani tadı hep pudingin geri kalanından daha güzeldir. aynı şekilde daldız üzerindeki bal da balın geri kalanından daha tatlıdır denmeye çalışılmış.
devamını gör...
mutsuz insanlardan iyi arkadaş olmaması
kendine hayrı olmamasından kaynaklanan durumdur.
devamını gör...
esogü tıp öğrencilerinin sınav mağduriyeti
gündemde tutulması ve öğrencilerin mağduriyetlerinin giderilmesi gereken bir konudur.
gecesini gündüzüne katarak çalışan öğrencilerin emekleri, bu şekildeki basit hatalar ile hiçe sayılmamalıdır.
gecesini gündüzüne katarak çalışan öğrencilerin emekleri, bu şekildeki basit hatalar ile hiçe sayılmamalıdır.
devamını gör...
türkiye'de seks köleliği
türkiye özellikle son yıllarda insan kaçakçılığı ve köleliğinin hızla yükseldiği ülkeler arasında. genel anlamda insan kaçakçılığı ve köleleğine dair raporlar bulunmakla birlikte seks köleliği konusunda yapılan araştırma sayısı daha az.
türkiye'de 2013 yılı itibariyle 3000 genelevde toplam 15 bin kayıtlı kadın seks işçisi çalışırken, kayıtlı olmayan kadın seks işçilerinin sayımsı 100.000'in üzerinde olduğu ve bunların yarısından fazlasının çocuk olduğu belirtilmekte.
erkek seks işçileri ve seks köleliği konusundaya detaylı çalışma yok. genelevlerde seks işçisi olarak çalışamayan erkek seks işçilerinin tamamı tıpkı 100bin kadın ve kız çocuğu seks işçileri gibi sokakta mafyanın elinde köle olarak çalışmakta. yine erkek seks işçilerinin yarısına yakınının çocuk olduğu belirtilmekte.
türkiye'de seks kölelerinin büyük bölümü doğu ve güneydoğudaki öksüzler, baltık cumhuriyetlerinden getirilen çocuklar ve son yıllarda suriyeli göçmen çocuklar.
2016 yılı insan kaçakçılığı raporlarına göre türkiye'de köle olarak bulunan kişi sayısı 480.000 ve bu kişiler kimi zaman tarım işçisi, sanayi işçisi, temizlikçi vb olarak zorla parasız köle olarak çalıştırıldıkları gibi özellikle 18 yaş altındaki kız ve erkek çocukları parasız seks kölesi olarak çalıştırılmakta.
türkiye'de köleliğe dair haberlerden bir kısmı için : buradan
türkiye'de 2013 yılı itibariyle 3000 genelevde toplam 15 bin kayıtlı kadın seks işçisi çalışırken, kayıtlı olmayan kadın seks işçilerinin sayımsı 100.000'in üzerinde olduğu ve bunların yarısından fazlasının çocuk olduğu belirtilmekte.
erkek seks işçileri ve seks köleliği konusundaya detaylı çalışma yok. genelevlerde seks işçisi olarak çalışamayan erkek seks işçilerinin tamamı tıpkı 100bin kadın ve kız çocuğu seks işçileri gibi sokakta mafyanın elinde köle olarak çalışmakta. yine erkek seks işçilerinin yarısına yakınının çocuk olduğu belirtilmekte.
türkiye'de seks kölelerinin büyük bölümü doğu ve güneydoğudaki öksüzler, baltık cumhuriyetlerinden getirilen çocuklar ve son yıllarda suriyeli göçmen çocuklar.
2016 yılı insan kaçakçılığı raporlarına göre türkiye'de köle olarak bulunan kişi sayısı 480.000 ve bu kişiler kimi zaman tarım işçisi, sanayi işçisi, temizlikçi vb olarak zorla parasız köle olarak çalıştırıldıkları gibi özellikle 18 yaş altındaki kız ve erkek çocukları parasız seks kölesi olarak çalıştırılmakta.
türkiye'de köleliğe dair haberlerden bir kısmı için : buradan
devamını gör...
böyle giyinirsen bakarız diyen yaşlımsı
sizlere saygı duymak zorunda değiliz.
saygı hak edilen,kazanılan bir şeydir.
çürümüş beyinlerinizi alıp gitmeniz sizsiz bir dünyada yaşayabilmek dileğiyle.
saygı hak edilen,kazanılan bir şeydir.
çürümüş beyinlerinizi alıp gitmeniz sizsiz bir dünyada yaşayabilmek dileğiyle.
devamını gör...
forrest gump
robert zemeckis’in winston groom’un kitabından sinemaya uyarladığı ve tom hanks’in başrolde oynadığı dünyanın en güzel filmidir.

gökten bir tüy düşer alan silvestri’nin piyanosundan çıkan muhteşem ezgi ile salınarak ve biz ilk kez orada karşılaşırız forrest gump ile. ismi saçma bir isimdir ama annesi hayattaki saçma olayların farkına varsın diye seçmiştir bu ismi onun için.
önce ayakkabıları ile karşılaşırız forrest’ın ve biz biliriz ki ayakkabılar insanlarla ilgili çok şey söyler bize. biz de onlara bakarak tanımaya başlarız forrest’ı.
forrest, jenny’ye giderken hayatını ve geçmişini bir bavulda taşır. bavulun içine bakınca onun hakkında daha çok şey öğreniriz. hatta neden tevazu gösterelim artık forrest arkadaşımız sayılır bizim. bavulunu bile gördük.
artık tanıştığımıza göre onun hakkında daha uzun ve samimi konuşabiliriz. hatta istersek onunla bile konuşabiliriz. forrest annesini dinler ve yabancılarla konuşmaz ama biz yabancı sayılmayız artık.
jenny isimlerin en güzeli ve forrest’ın içinde büyütüp her yere dağılan bir kanser hücresidir ama yine de güzeldir. forrest nereye giderse gitsin jenny onunla birliktedir. jenny nereye giderse gitsin forrest’ı yanına almaz.
sonunda forrest jenny’ye kavuşur yine de. kendi ağaçlarının altında. ve jenny’nin çocukluk korkuları forrest’ın yanında kaybolup gider birbirlerine bir şeyler öğrettikleri ağacın gölgesinde.
film biter ama forrest koşmaya devam eder benim gibi bu filmin hayranı olan insanların zihninde. artık biraz dinlendiysen eğer koş forrest koş.

gökten bir tüy düşer alan silvestri’nin piyanosundan çıkan muhteşem ezgi ile salınarak ve biz ilk kez orada karşılaşırız forrest gump ile. ismi saçma bir isimdir ama annesi hayattaki saçma olayların farkına varsın diye seçmiştir bu ismi onun için.
önce ayakkabıları ile karşılaşırız forrest’ın ve biz biliriz ki ayakkabılar insanlarla ilgili çok şey söyler bize. biz de onlara bakarak tanımaya başlarız forrest’ı.
forrest, jenny’ye giderken hayatını ve geçmişini bir bavulda taşır. bavulun içine bakınca onun hakkında daha çok şey öğreniriz. hatta neden tevazu gösterelim artık forrest arkadaşımız sayılır bizim. bavulunu bile gördük.
artık tanıştığımıza göre onun hakkında daha uzun ve samimi konuşabiliriz. hatta istersek onunla bile konuşabiliriz. forrest annesini dinler ve yabancılarla konuşmaz ama biz yabancı sayılmayız artık.
jenny isimlerin en güzeli ve forrest’ın içinde büyütüp her yere dağılan bir kanser hücresidir ama yine de güzeldir. forrest nereye giderse gitsin jenny onunla birliktedir. jenny nereye giderse gitsin forrest’ı yanına almaz.
sonunda forrest jenny’ye kavuşur yine de. kendi ağaçlarının altında. ve jenny’nin çocukluk korkuları forrest’ın yanında kaybolup gider birbirlerine bir şeyler öğrettikleri ağacın gölgesinde.
film biter ama forrest koşmaya devam eder benim gibi bu filmin hayranı olan insanların zihninde. artık biraz dinlendiysen eğer koş forrest koş.
devamını gör...
islam
erkekleri, kadınlardan daha üstte tutan dindir. kadınları geri plana atar.
devamını gör...
sen kimsin radyo yayını
konu miko olunca her sürprize açığım ancak bu yayında köylü yazardan ironiler ile bir araya geldikleri için emin olduğum tek şey bu yayının "samimi" ve "içten" bir yayın olacağı.
keyifli sohbetler diliyorum.*
keyifli sohbetler diliyorum.*
devamını gör...
bazı insanlarla iki kez tanışılması
1. ilk yüzü.
2. ikinci yüzü.
ve ben bir insanın ikinci yüzünü gördüğümde ilkini hatırlamam.
t: hayal kırıklığına yol açan aktivite.
2. ikinci yüzü.
ve ben bir insanın ikinci yüzünü gördüğümde ilkini hatırlamam.
t: hayal kırıklığına yol açan aktivite.
devamını gör...
kafa sözlük
anlamıyorum, kafam almıyor. adam atatürk'e alenen küfür ediyor, pkk koruyuculuğu yapıyor. terörist övüyor. bu entryler duruyor. ama ben adama terör sevici, pkklı diye nickaltı girince entry siliniyor. sebep? sebep kışkırtma. aynen kışkırtma. adamın yazdıklarının hiçbir kışkırtıcı tarafı yok, masumane duygularla ateşin çocukları denen onun bunun evlatlarını aklamak için elinden geleni yapması hiç kışkırtıcı değil, atatürk'e, türkiye cumhuriyeti'ne sövmesi hiç kışkırtıcı değil, ama pkklıya pkklı demek kışkırtma oluyor. aynen. müthiş.
en marjinal sizsiniz aynen.
en marjinal sizsiniz aynen.
devamını gör...
kadınların seks yapmayı bir ödül olarak kullanması
kadınların kendilerini cinsel obje olarak sunma durumu.
devamını gör...
kendinizi beş yıl sonra nerede görüyorsunuz sorusu

ister bu kapıdan gir, ister öbür kapıdan fark etmez, tam orta yolda ( çamlık) sol tarafta koğuşlar var, hah kime sorsan gösterirler.
morg da olumlu bak?
devamını gör...
en yakın kitabın 75. sayfasının 5. cümlesi
"çünkü insanları en çok etkileyen şey güzelliktir."
paulo coelho - simyacı
paulo coelho - simyacı
devamını gör...
into the wild
2007'de yayınlanan, sean penn'in yazıp yönettiği biografik film. film, gazeteci jon kraukauer'in cristopher mccandless'ın hayatı üzerine yaptığı araştırmaları kapsayan, 1996'da yayımlanan into the wild kitabının beyaz perdeye uyarlamasıdır.
into the wild'ı ilk kez, ciddi anlamda başımı alıp gitmeyi düşündüğüm bir vakit seyretmiştim. lise 3'teydim. bütün hayatımda geçirdiğim en zor dönemdi belki de. küçüklüğümden beri dağcılık başta olmak üzere doğa sporlarıyla ilgilenen biriydim. biliyorum, başımı alıp gitsem, gerçekten gidebilirdim. kendimi şehirde, sosyetenin, toplumun içinde kaybolmuş hissediyordum. nereye gitsem, ne yapsam bir ait olduğum yeri bulamama hissi vardı içimde. hayatımda ilk kez, okulda kötü notlar alıyordum. arkadaşlarımın hepsinden giderek uzaklaşıyordum. bir liseliye göre inanılmaz derecede yalnızdım. artık hayat dayanılmaz bir hale gelmişti. doğanın, yabanın içinde tek başıma olduğum her an cennet gibi geliyordu. öte yandan, şehirde, insanların içinde geçirdiğim her an işkence gibi geliyordu.
işte hayatımın böyle bir döneminde ilk kez izledim into the wild'ı. cristopher mccandless'dan çok kendimi özdeşleştirdiğim bir karakter olmamıştır muhtemelen hayatımda. nereye gitsem bir ait olamama, kimle beraber olsam bir bağlanamama hissi içerisindeydim. nasıl anlatılır bu duygu bilmiyorum ama film açıklıyor aslında bu duyguyu: insanlarla geçirdiğim vakitten zevk alıyordum lakin kimse benim hayatıma yerleşemiyordu. insanlar, benim hayat yolculuğumda mola verdiğim yerlerdeki hancılar gibiydi adeta. hayatımdaki bütün insanları öyle ya da böyle bırakıp gidiyordum.
filmi seyrettikten sonra, internette insanların film üzerine ne dediklerine baktığımı hatırlıyorum. ekşide bir sürü insan, mccandless'la ergen, salak, bilmem ne diye dalga geçiyordu. o vakit çok önemli bir şey anladım. bakınız film, lord byron'ın şu şiiri ile başlar:
"there is a pleasure in the pathless woods,
there is a rapture on the lonely shore,
there is society, where none intrudes,
by the deep sea, and music in its roar:
ı love not man the less, but nature more"
her insan, kendini anlaşılmaz, yalnız hissedebilir bazen. lakin bazı insanların hayatı anlaşılmamakla geçer, ne yaparlarsa yapsınlar kendilerini yalnız hissederler. kimseye bağlanamazlar, hiçbir yuvaları yoktur. lakin doğada, insanların yalnızlık olarak gördüğü yabanda kendilerini bulurlar. hakikati bulurlar. yaban belki de beni kimsenin dinlemediği kadar dinlemiştir, kimsenin sevmediği kadar sevmiştir. hiçbir zaman olmadığı kadar tam ve bütün hissetmişimdir.
peki bunlara rağmen neden ben buradayım? neden halen başımı alıp gitmedim mccandless gibi? birincisi, mccandless'ın geçirdiği devrimi geçirmeye cürretim yoktu: mccandless'in, bir bakıma, macerasının nedeni ailesinin/toplumun ondan beklentilerine karşı çıkması ve kişisel bir devrim geçirmesiydi. ikincisi, into the wild bana bir şey farkettirdi: "happiness is only real when shared" (mutluluk sadece paylaşıldığında gerçektir). chris'in yolculuğunun amacı aslında kendini bulmak ve chris'in, bütün macerasından yaptığı çıkarım bu cümleyle özetleniyor. chris gibi toplumda kendine yer bulamayan biri olsam da, doğada gerçek anlamda kendimi bulsam da; hayatımın en güzel anları, en mutlu anları başkaları ile paylaştığım anlar. sean penn de film boyunca bunu göstermekte aslında: chris, doğada ne kadar huzur içinde olsa da, insanlarla geçirdiği anlarda bir tık daha mutlu. ben de belki insanlara bağlanmakta zorluk çekebilirim, belki kendimi insanların arasında kaybolmuş ve yalnız hissedebilirim ama dönüp baktığımda insanlarla, şu an çoktan unutup gittiğim insanlarla bile geçirdiğim anların ne kadar değerli olduğunu fark ediyorum.
into the wild'ı ilk kez, ciddi anlamda başımı alıp gitmeyi düşündüğüm bir vakit seyretmiştim. lise 3'teydim. bütün hayatımda geçirdiğim en zor dönemdi belki de. küçüklüğümden beri dağcılık başta olmak üzere doğa sporlarıyla ilgilenen biriydim. biliyorum, başımı alıp gitsem, gerçekten gidebilirdim. kendimi şehirde, sosyetenin, toplumun içinde kaybolmuş hissediyordum. nereye gitsem, ne yapsam bir ait olduğum yeri bulamama hissi vardı içimde. hayatımda ilk kez, okulda kötü notlar alıyordum. arkadaşlarımın hepsinden giderek uzaklaşıyordum. bir liseliye göre inanılmaz derecede yalnızdım. artık hayat dayanılmaz bir hale gelmişti. doğanın, yabanın içinde tek başıma olduğum her an cennet gibi geliyordu. öte yandan, şehirde, insanların içinde geçirdiğim her an işkence gibi geliyordu.
işte hayatımın böyle bir döneminde ilk kez izledim into the wild'ı. cristopher mccandless'dan çok kendimi özdeşleştirdiğim bir karakter olmamıştır muhtemelen hayatımda. nereye gitsem bir ait olamama, kimle beraber olsam bir bağlanamama hissi içerisindeydim. nasıl anlatılır bu duygu bilmiyorum ama film açıklıyor aslında bu duyguyu: insanlarla geçirdiğim vakitten zevk alıyordum lakin kimse benim hayatıma yerleşemiyordu. insanlar, benim hayat yolculuğumda mola verdiğim yerlerdeki hancılar gibiydi adeta. hayatımdaki bütün insanları öyle ya da böyle bırakıp gidiyordum.
filmi seyrettikten sonra, internette insanların film üzerine ne dediklerine baktığımı hatırlıyorum. ekşide bir sürü insan, mccandless'la ergen, salak, bilmem ne diye dalga geçiyordu. o vakit çok önemli bir şey anladım. bakınız film, lord byron'ın şu şiiri ile başlar:
"there is a pleasure in the pathless woods,
there is a rapture on the lonely shore,
there is society, where none intrudes,
by the deep sea, and music in its roar:
ı love not man the less, but nature more"
her insan, kendini anlaşılmaz, yalnız hissedebilir bazen. lakin bazı insanların hayatı anlaşılmamakla geçer, ne yaparlarsa yapsınlar kendilerini yalnız hissederler. kimseye bağlanamazlar, hiçbir yuvaları yoktur. lakin doğada, insanların yalnızlık olarak gördüğü yabanda kendilerini bulurlar. hakikati bulurlar. yaban belki de beni kimsenin dinlemediği kadar dinlemiştir, kimsenin sevmediği kadar sevmiştir. hiçbir zaman olmadığı kadar tam ve bütün hissetmişimdir.
peki bunlara rağmen neden ben buradayım? neden halen başımı alıp gitmedim mccandless gibi? birincisi, mccandless'ın geçirdiği devrimi geçirmeye cürretim yoktu: mccandless'in, bir bakıma, macerasının nedeni ailesinin/toplumun ondan beklentilerine karşı çıkması ve kişisel bir devrim geçirmesiydi. ikincisi, into the wild bana bir şey farkettirdi: "happiness is only real when shared" (mutluluk sadece paylaşıldığında gerçektir). chris'in yolculuğunun amacı aslında kendini bulmak ve chris'in, bütün macerasından yaptığı çıkarım bu cümleyle özetleniyor. chris gibi toplumda kendine yer bulamayan biri olsam da, doğada gerçek anlamda kendimi bulsam da; hayatımın en güzel anları, en mutlu anları başkaları ile paylaştığım anlar. sean penn de film boyunca bunu göstermekte aslında: chris, doğada ne kadar huzur içinde olsa da, insanlarla geçirdiği anlarda bir tık daha mutlu. ben de belki insanlara bağlanmakta zorluk çekebilirim, belki kendimi insanların arasında kaybolmuş ve yalnız hissedebilirim ama dönüp baktığımda insanlarla, şu an çoktan unutup gittiğim insanlarla bile geçirdiğim anların ne kadar değerli olduğunu fark ediyorum.
devamını gör...
uzaya çıkan ilk türk kızı
(bkz: nasaya çık tepin istersen)
devamını gör...
psikiyatrik problemlerin insanlara karizmatik gelmesi
psikiyatrik problemleri/hastalıkları karizmatik bulan insanlar yüksek ihtimalle cahildir. ikinci ihtimal olarak da kendisi de sorunludur.
sizin için yakın akraba/arkadaş ya da vazgeçilmez bir pozisyonda değilse kaçın. hatta koşarak kaçın. benim kaçmışlığım var. böyle bir sorunu varsa problem, yoksa ve var diyorsa daha büyük problem çünkü.
sizin için yakın akraba/arkadaş ya da vazgeçilmez bir pozisyonda değilse kaçın. hatta koşarak kaçın. benim kaçmışlığım var. böyle bir sorunu varsa problem, yoksa ve var diyorsa daha büyük problem çünkü.
devamını gör...
rütbe profil uyumu
ileride nudecu rütbesi alırsam ağlarım hvfkjh.
devamını gör...

