kişinin aşık olduğunu anladığı an
trafikte; önünüze kıran, hatalı sollama yapan hatta ve hatta kırmızıdan sarıya geçen ısıkta arkadan daaaaaartt diye kornaya basanlara, sinirlenmeyip olsun diyip, kafa sallayıp gülümsediğiniz andır:)
devamını gör...
yüzme bilmediği halde denize giren insan
"boy ver" kavramını lügatımıza kazandıran kişidir.
devamını gör...
sözlük yazarlarının paraya acımadığı anlar
bir sokak hayvani hastaysa... benim için manevî değeri olan bilekliğimi satıp götürdüğümü bilirim.
devamını gör...
kimsesizlerinkimiraikkonen
başta #291690 tanımındaki çizimleri ile beğenileri toplayan bir ressam. dünya şampiyonu formula 1 pilotu gibi geldi sözlüğe. ileriki aylarda portakallı içerik cennetinin değişmez yazarı olması muhtemel.
özgün yazıları ile gelir gelmez hayran toplayan kimsesizlerinkimiraikkonen, takibindeyiz.
özgün yazıları ile gelir gelmez hayran toplayan kimsesizlerinkimiraikkonen, takibindeyiz.
devamını gör...
balıkçı ve oğlu
bir zülfü livaneli kitabı.
kitabı elime aldıktan 24 saat sonra bitirdim. hızlı okunan ve okuyucuya hızlı okuma sağlayan bir eser olmuş.
zaten 140 sayfa bir kitap.
kitap bir ege kasabasında geçiyor. balıkçı mustafa ve eşi mesude’nin başından geçen olaylar anlatılıyor. araya bir sürü zorlama toplumsal konu yerleştirilmiş. mis gibi okuyup rafa kaldırıyorsunuz ama hayal kırıklığıyla. benim için öyle oldu.
birincisi son derece basit bir kitap okuyorsunuz. betimlemeler yok denecek kadar az dolayısıyla hikayenin içine giremiyorsunuz. girseniz bile tatmin etmiyor. yaratılan atmosfer nefis duruyor ama sadece duruyor. nefis gibi.
ikincisi değinilen konulara çok basit şekilde değinilmiş. sen zülfü livaneli’sin bu konulara senin kadar iyi değinecek yazar sayısı çok az neden sözlük yazarı gibi değiniyorsun. yazarın yapması gereken daha derine inmek daha sıkı değinmek olmalı.
bu yazdıklarımı zülfü livaneli olduğu için yazıyorum. sıradan yazar olsa süper kitap der geçerim ama livaneli külliyatı için çok zayıf bir kitap.
üçüncüsü güzel bir hikaye olmasına rağmen zayıf bir yazım tekniği kullanılmış. ben bu kitaba özenildiğini hiç düşünmüyorum. 1-2 ay içerisinde teslim etmek zorundaymış gibi yazmış.
kendisi diğer kitaplarında seviyeyi çok yüksek bir yere koyduğu için bu kitabı insana çok basit geliyor.
kitabı tavsiye etmem. daha önemli bir işiniz yoksa okuyabilirsiniz.
tam bir yolculuk kitabı olmuş. al eline otobüs yolculuğunda oku bitir.
kendisinin neden böyle bir şey yaptığını az buçuk tahmin ediyorum. bilmiyorum doğru mudur ama bence okuyucuya bir kitap vereyim sonra romanımla ilgileneyim demiş. bu kitabın üstüne büyük bir roman gelebilir.
aynısını ahmet ümit aşkımız eski bir roman kitabında yapmıştı. aynı tadı aldım.
kitabı elime aldıktan 24 saat sonra bitirdim. hızlı okunan ve okuyucuya hızlı okuma sağlayan bir eser olmuş.
zaten 140 sayfa bir kitap.
kitap bir ege kasabasında geçiyor. balıkçı mustafa ve eşi mesude’nin başından geçen olaylar anlatılıyor. araya bir sürü zorlama toplumsal konu yerleştirilmiş. mis gibi okuyup rafa kaldırıyorsunuz ama hayal kırıklığıyla. benim için öyle oldu.
birincisi son derece basit bir kitap okuyorsunuz. betimlemeler yok denecek kadar az dolayısıyla hikayenin içine giremiyorsunuz. girseniz bile tatmin etmiyor. yaratılan atmosfer nefis duruyor ama sadece duruyor. nefis gibi.
ikincisi değinilen konulara çok basit şekilde değinilmiş. sen zülfü livaneli’sin bu konulara senin kadar iyi değinecek yazar sayısı çok az neden sözlük yazarı gibi değiniyorsun. yazarın yapması gereken daha derine inmek daha sıkı değinmek olmalı.
bu yazdıklarımı zülfü livaneli olduğu için yazıyorum. sıradan yazar olsa süper kitap der geçerim ama livaneli külliyatı için çok zayıf bir kitap.
üçüncüsü güzel bir hikaye olmasına rağmen zayıf bir yazım tekniği kullanılmış. ben bu kitaba özenildiğini hiç düşünmüyorum. 1-2 ay içerisinde teslim etmek zorundaymış gibi yazmış.
kendisi diğer kitaplarında seviyeyi çok yüksek bir yere koyduğu için bu kitabı insana çok basit geliyor.
kitabı tavsiye etmem. daha önemli bir işiniz yoksa okuyabilirsiniz.
tam bir yolculuk kitabı olmuş. al eline otobüs yolculuğunda oku bitir.
kendisinin neden böyle bir şey yaptığını az buçuk tahmin ediyorum. bilmiyorum doğru mudur ama bence okuyucuya bir kitap vereyim sonra romanımla ilgileneyim demiş. bu kitabın üstüne büyük bir roman gelebilir.
aynısını ahmet ümit aşkımız eski bir roman kitabında yapmıştı. aynı tadı aldım.
devamını gör...
bir delinin mitoloji günlüğü
tartarus dağına mahkum edilen titanlar gibi hasretinden belki prangalar eskitemedim ama hasretini çekmediğim yıllarda çok sevdiğim dostum loki'den hallice daha iyi bir ben olmaya çalıştım. özdemir asaf'ın yazdığı gibi nasıl iyi olunur öğrenemedim ama çok kızdığın iyiyimleri söküp attım dilimden. dünya'yı sırtında taşıyan atlas misali artık seninle ilgili dertleri taşımıyorum. kaldırıp attım hepsini aklımın çöplüklerine.
zamanında acımasızca sapladığın sevgi hançeri kapanmayan bir yara açtı yüreğimde, asla iyileşmeyecek olan türden. yamalar yaptım bu yaraya ama hiçbiri tutmadı. oluk oluk yalnızlık aktı senden sonra. asklepios * bile derman olamadı yaralarıma ve çaresizlikten oturup ağladı benimle birlikte. sonsuzluğun gün doğumunu yaşadım * ve gün öyle bir karanlık ile doğdu ki "tanrı ra"* sinirlendi sana; beni güneşsiz bıraktığın için.
sensiz o kadar mutsuzum ki athena, inan diyojen dedeye bile gıcıklığına gölge etmek istemedim. bizim dionysos* bile içkiye tövbe etti beni böyle görünce.beni değil de odin'i seçen frigg bile teselli etmek için onca yoldan geldi. bir tek sen gelmedin yanıma neden? yoksa beni hiç mi sevmedin!
hiç mi sevmedin beni athena, ne tanrıçalar uğrumda kör oldu ağlamaktan seninle evlendim diye. ben sadece seni sevdim be athena.
hadi dön gel olimpos soğuktur bu vakitler.
sana söz tapınağının erkeği, çocuklarının babası olacağım.
geri dön athenaaaaaa.
zamanında acımasızca sapladığın sevgi hançeri kapanmayan bir yara açtı yüreğimde, asla iyileşmeyecek olan türden. yamalar yaptım bu yaraya ama hiçbiri tutmadı. oluk oluk yalnızlık aktı senden sonra. asklepios * bile derman olamadı yaralarıma ve çaresizlikten oturup ağladı benimle birlikte. sonsuzluğun gün doğumunu yaşadım * ve gün öyle bir karanlık ile doğdu ki "tanrı ra"* sinirlendi sana; beni güneşsiz bıraktığın için.
sensiz o kadar mutsuzum ki athena, inan diyojen dedeye bile gıcıklığına gölge etmek istemedim. bizim dionysos* bile içkiye tövbe etti beni böyle görünce.beni değil de odin'i seçen frigg bile teselli etmek için onca yoldan geldi. bir tek sen gelmedin yanıma neden? yoksa beni hiç mi sevmedin!
hiç mi sevmedin beni athena, ne tanrıçalar uğrumda kör oldu ağlamaktan seninle evlendim diye. ben sadece seni sevdim be athena.
hadi dön gel olimpos soğuktur bu vakitler.
sana söz tapınağının erkeği, çocuklarının babası olacağım.
geri dön athenaaaaaa.
devamını gör...
öğrenildiğinde ufku iki katına çıkaran şeyler
dilimize küfür, islamiyetle tanışmamızdan sonra arapçanın da dilimize karışmasıyla yer edinmiştir. öz türkçede küfür bulunmamaktadır.
devamını gör...
ezgi mola'nın saygı duymayı it gibi öğreneceksiniz demesi
doğru demiş. kendilerinin her şeyine saygı bekleyip, başkalarının her şeyini eleştiren saygısızlar it gibi saygı duymak zorunda. öğreneceksiniz de değil, zorundasınız.
devamını gör...
mükremin çıtır replikleri
seni seviyorum da seni sevmeyi eskisi kadar sevemiyorum. hani eskiden seni sevmenin birbirimizi sevmenin yeşil gevrek bir tadı vardı, seni güldürmenin lezzeti damağıma yerleşir orda mutlu mesut yaşardı. bişey olduğu vakit ilk bunu koşayım gideyim asuman’a söyleyeyim tarzında bir gazeteci telaşı olurdu.
t: bir döneme damgasını vurmuş, bir demet tiyatro’nun asi çocuğuna ait repliklerdir.
t: bir döneme damgasını vurmuş, bir demet tiyatro’nun asi çocuğuna ait repliklerdir.
devamını gör...
virginia woolf
romanlarında bilinç akışı tekniğini uygulayan, manik depresif bir ruh halinde olan, annesinin ölümünden sonra ilk ve en ağır sinir krizini geçiren ve ruhsal hastalıkları tetiklenen, yirmi iki yaşından itibaren üç kez intihar denemesinde bulunan, victoria döneminden nefret eden -ki sebebi barizdir, bahsi geçen dönemde kadınlar okula bile gönderilemiyor ve erkeklerle eşit haklara sahip olamıyorlardı-, feminist bir duruşa sahip olan; dalgalar, deniz feneri, orlando, kendine ait bir oda, gece ve gündüz, varolma anları ve mrs. dalloway gibi son derece sarsıcı ve sürükleyici fakat okunması kısmen de olsa zor olan kitaplara sahip, ceplerini çakıl taşları ile doldurarak kendisini nehre bırakarak hayata gözlerini yuman ve eşine bıraktığı mektupla da bilinen, güçlü ve ilham verici kadın yazar.
sylvia plath, gabriel garcia marquez ve margaret atwood gibi yazarlara da ilham saçmıştır.
kendisi favori yazarımdır. umarım huzurludur.
sylvia plath, gabriel garcia marquez ve margaret atwood gibi yazarlara da ilham saçmıştır.
kendisi favori yazarımdır. umarım huzurludur.
devamını gör...
1 ocak 2021 normal sözlük'te patlayan havai fişekler
kafa sözlük bir şey beğenmeme timi diye bir şey varsa bu başlık altında olacaktır.
ben beğendim ne kadar ince düşünmüş insanlar kötülemeyin lütfen yahu.
ben beğendim ne kadar ince düşünmüş insanlar kötülemeyin lütfen yahu.
devamını gör...
istanbul'da iki iskandinav seyyah
iki kuzeyli, çok ünlü yazarın (bkz: knut hamsun) ve (bkz: h.c andersen) imparatorluğun başkenti olan istanbul'u farklı zamanlarda olsa da aynı dönem içinde ziyaretlerindeki yaşadıkları ve izlenimlerini aktaran kitap (bkz: banu gürsaler-syvertsen) tarafından yapılan çeviri ile (bkz: yky) tarafından basılmıştır.
insanların zaman çizgileri dolup bu dünyadan çekilseler bile içinde yaşadıkları, bizzat kendilerinin oluşturduğu kültürün ne denli kuvvetli ve devamlı olduğunu çarpıcı bir biçimde görme imkanı sağlayan bu eser, istanbul anlatıları içinde müstesna bir yere sahip.
kitap bir solukta okunurken, "ya bu durum bana hiç yabancı değil" yahut " aa buna daha dün şahit oldum" gibi izlenimler uyandırıyor.
(bkz: knut hamsun)'un yazdığı eser 'hilalin altında', (bkz: h.c andersen) 'in yazdığı eser 'doğu' başlıkları altında. iki yazarın sahip olduğu farklı bakış açıları eser bittiğinde dünü bugünü ve yarını düşünme ve mukayese etme imkanı veriyor.
knut hamsun türkleri iki kuruş parada gözü olan, yüksek fiyat çeken kimseler olarak tarif ederken (tabi kapalıçarşıdaki bunalımlı alışveriş kısmı yazarımızı oldukça etkilemiş gözüküyor) andersen türkleri vakur, elinde olan tek şey bir üzüm bile olsa onu paylaşacak kadar bonkör, hoşgörülü bir millet olarak görüyor.
insanların zaman çizgileri dolup bu dünyadan çekilseler bile içinde yaşadıkları, bizzat kendilerinin oluşturduğu kültürün ne denli kuvvetli ve devamlı olduğunu çarpıcı bir biçimde görme imkanı sağlayan bu eser, istanbul anlatıları içinde müstesna bir yere sahip.
kitap bir solukta okunurken, "ya bu durum bana hiç yabancı değil" yahut " aa buna daha dün şahit oldum" gibi izlenimler uyandırıyor.
(bkz: knut hamsun)'un yazdığı eser 'hilalin altında', (bkz: h.c andersen) 'in yazdığı eser 'doğu' başlıkları altında. iki yazarın sahip olduğu farklı bakış açıları eser bittiğinde dünü bugünü ve yarını düşünme ve mukayese etme imkanı veriyor.
knut hamsun türkleri iki kuruş parada gözü olan, yüksek fiyat çeken kimseler olarak tarif ederken (tabi kapalıçarşıdaki bunalımlı alışveriş kısmı yazarımızı oldukça etkilemiş gözüküyor) andersen türkleri vakur, elinde olan tek şey bir üzüm bile olsa onu paylaşacak kadar bonkör, hoşgörülü bir millet olarak görüyor.
devamını gör...
jeepney
filipinler'de amerikan sömürgesi zamanından kalma askeri jeep'lerin, filipinliler tarafından boyanıp, bakımlarının yapılmasıyla kullanılmaya başlanan minibüs işlevi gören araçlardır.
devamını gör...
yanlış anlaşılan şarkı sözleri
(bkz: enigıçıvokkey)
devamını gör...
30 yaşında zengin zeki ahlaklı bekar erkek
otuzüçüme kadar fakir, ahlaklı ve zeki olarak bekledim, otuzüçte evlendim hayatımın en büyük zenginliğine kavuştum. evet hanımcıyız sayın ablalar abiler selam olsun.
devamını gör...
dinlere inanmayıp periden cinden hayaletten korkmak
korku çoğu zaman insanın kontrol edebileceği bir şey değildir o yüzden bu konuda bir bozukluğu olan insan korkabilir. beyinde bazı bölgelerin gereksiz yere uyarılması bu tarz hisselere sebep olabiliyor.
devamını gör...
iyinin ve kötünün ötesinde
(bkz: iyinin ve kötünün ötesinde)
nietzsche'nin felsefesini zerdüştle birlikte en iyi anlatan kitabıdır. nietzsche bütün toplumsal değer yargılarını "çekiç" ile parçalayarak "iyi" ve "kötü" yü tekrar tanımlar.
- herkese hitap eden kitaplar daima pis kokan kitaplardır: küçük-insan-kokusu sinmiştir üzerlerine. halkın yiyip içtiği, hatta ibadet ettiği yer pis kokar. temiz hava solumak isteyen, kiliselere gitmemeli. sy 39
-
birçoklarıyla aynı fikirde olma kötü beğenisini kendi kendinden uzak tutmalı. komşu da onu ağzına aldığında "iyi" artık iyi değildir. hele ki " ortak iyi" diye bir şey nasıl olabilir! ortak olabilen her zaman nasıl olduysa öyle olacaktır: büyük şeyler büyükler içindir, uçurumlar derinler içindir, narinlikler ve ürperti hassaslar için, ve genel olarak ve kısaca, nadir olan ne varsa enderler içindir. sy 50
- büyük bir dinsel zorbalık merdiveni vardır, çoktur basamakları; ama bunlardan üç tanesi en önemlileridir. insan bir zamanlar tanrısına insanları, belki de en sevdiklerini kurban ederdi, - tarih öncesi tüm dinlerde ilk doğan çocuğun kurban edilmesi buna dahildir; imparator tiberius'un capri adasındaki mitras mağarasında kurban edilmesi, roma çağdışılıklarının en tüyler ürperticisi de buna dahildir. sonra insanlığın ahlaki döneminde, insan sahip olduğu en güçlü içgüdüyü, " doğasını" kurban etti tanrısına; keşişin, bu inanmış " doğallık-karşıtı" nın salim bakışında bu şölen neşesi parıldıyor. nihayet: ne kaldı geriye kurban edecek? sonunda her türlü avutucu, kutsal, iyileştirici olan, her türlü umudu, gizli uyuma, gelecekteki mutluluklara ve adaletlere duyulan her türlü umudu, her türlü inancı kurban etmek gerekmez miydi? tanrının kendisini kurban etmek ve kendi kendine zorbalıkla, taşa, aptallığa, ağırlığa, kadere, hiçliğe tapınmak gerekmez miydi? hiçe karşılık tanrıyı kurban etmek- son zalimliğin bu paradoks gizemi, şimdi gelmekte olan kuşağa saklandı: hepimiz şimdiden birazını biliyoruz bunun. sy 64
- ucubelerle savaşanın bu arada kendisinin de bir ucubeye dönüşmemeye dikkat etmesi gerekir. uzun süre bir uçuruma bakarsan, uçurum da senin içine doğru bakar. sy 90
- kişi nihayetinde kendi arzusunu sever, arzuladığı şeyi değil. sy 95
- ırzına geçilmişlerin, ezilmişlerin, acı çekenlerin, özgür olmayanların, kendinden-emin-olmayanların ve yorgunların ahlak üzerine fikir yürüttüklerini varsayalım: onların ahlaki değerlendirmelerinin türdeşi ne olacaktır? muhtemelen insanın genel konumu hakkında kötümser bir kuşku dile gelecektir, belki de insanın konumuyla birlikte bir yargılanışı. kölelerin bakışı güçlülerin erdemlerine yetersizdir: kuşkulu ve güvensizdir, orada saygı duyulan her türlü " iyiye" karşı güvensizlikte incelmiştir, - oradaki mutluluğun sahici olmadığına ikna edilebilir. bunun tersine, varoluşun acılarını hafifletmeye hizmet eden özellikler öne çıkartılacak ve ışığa boğulacaktır: merhamet, iyilikseven, yardımsever el, sıcak kalp, sabır, çalışkanlık, tevazu, nezaket saygı görür burada-, çünkü bunlar varoluşun basıncına dayanmak için yararlı nitelikler ve handiyse yegane araçlardır. köle-ahlakı özünde bir yararlılık-ahlakıdır. o ünlü "iyi" ve "kötü" karşıtlığının doğduğu yer burasıdır:- kötüde güç ve tehlikelilik hissedilir, aşağılamanın ortaya çıkmasına izin vermeyen belirli bir korkutuculuk, incelik ve güçlülük. demek ki köle-ahlakına göre " kötü" korku uyandırır; efendi ahlakına göreyse korku uyandıran ve uyandırmak isteyen özellikle "iyi"dir, "fena" insan ise aşağılık olarak hissedilir. köle ahlakı mantıksal sonucuna ulaştığında köle düşünüş tarzı içinde iyinin her halükarda tehlikesiz insan olması gerektiği için: iyi huyludur, kolayca aldatılabilir, belki de biraz aptaldır, un bonhomme'dur, sonunda bu ahlakın "iyi"leri de - hafif ve iyi niyetli olabilen- bu aşağılamadan bir nebze pay aldıklarında, bu karşıtlık doruk noktasına varır: köle-ahlakının ağırlık kazandığı her yerde dil " iyi " ve " kötü " sözcüklerini birbirlerini yakınlaştırma eğilimindedir. sy 203
nietzsche'nin felsefesini zerdüştle birlikte en iyi anlatan kitabıdır. nietzsche bütün toplumsal değer yargılarını "çekiç" ile parçalayarak "iyi" ve "kötü" yü tekrar tanımlar.
- herkese hitap eden kitaplar daima pis kokan kitaplardır: küçük-insan-kokusu sinmiştir üzerlerine. halkın yiyip içtiği, hatta ibadet ettiği yer pis kokar. temiz hava solumak isteyen, kiliselere gitmemeli. sy 39
-
birçoklarıyla aynı fikirde olma kötü beğenisini kendi kendinden uzak tutmalı. komşu da onu ağzına aldığında "iyi" artık iyi değildir. hele ki " ortak iyi" diye bir şey nasıl olabilir! ortak olabilen her zaman nasıl olduysa öyle olacaktır: büyük şeyler büyükler içindir, uçurumlar derinler içindir, narinlikler ve ürperti hassaslar için, ve genel olarak ve kısaca, nadir olan ne varsa enderler içindir. sy 50
- büyük bir dinsel zorbalık merdiveni vardır, çoktur basamakları; ama bunlardan üç tanesi en önemlileridir. insan bir zamanlar tanrısına insanları, belki de en sevdiklerini kurban ederdi, - tarih öncesi tüm dinlerde ilk doğan çocuğun kurban edilmesi buna dahildir; imparator tiberius'un capri adasındaki mitras mağarasında kurban edilmesi, roma çağdışılıklarının en tüyler ürperticisi de buna dahildir. sonra insanlığın ahlaki döneminde, insan sahip olduğu en güçlü içgüdüyü, " doğasını" kurban etti tanrısına; keşişin, bu inanmış " doğallık-karşıtı" nın salim bakışında bu şölen neşesi parıldıyor. nihayet: ne kaldı geriye kurban edecek? sonunda her türlü avutucu, kutsal, iyileştirici olan, her türlü umudu, gizli uyuma, gelecekteki mutluluklara ve adaletlere duyulan her türlü umudu, her türlü inancı kurban etmek gerekmez miydi? tanrının kendisini kurban etmek ve kendi kendine zorbalıkla, taşa, aptallığa, ağırlığa, kadere, hiçliğe tapınmak gerekmez miydi? hiçe karşılık tanrıyı kurban etmek- son zalimliğin bu paradoks gizemi, şimdi gelmekte olan kuşağa saklandı: hepimiz şimdiden birazını biliyoruz bunun. sy 64
- ucubelerle savaşanın bu arada kendisinin de bir ucubeye dönüşmemeye dikkat etmesi gerekir. uzun süre bir uçuruma bakarsan, uçurum da senin içine doğru bakar. sy 90
- kişi nihayetinde kendi arzusunu sever, arzuladığı şeyi değil. sy 95
- ırzına geçilmişlerin, ezilmişlerin, acı çekenlerin, özgür olmayanların, kendinden-emin-olmayanların ve yorgunların ahlak üzerine fikir yürüttüklerini varsayalım: onların ahlaki değerlendirmelerinin türdeşi ne olacaktır? muhtemelen insanın genel konumu hakkında kötümser bir kuşku dile gelecektir, belki de insanın konumuyla birlikte bir yargılanışı. kölelerin bakışı güçlülerin erdemlerine yetersizdir: kuşkulu ve güvensizdir, orada saygı duyulan her türlü " iyiye" karşı güvensizlikte incelmiştir, - oradaki mutluluğun sahici olmadığına ikna edilebilir. bunun tersine, varoluşun acılarını hafifletmeye hizmet eden özellikler öne çıkartılacak ve ışığa boğulacaktır: merhamet, iyilikseven, yardımsever el, sıcak kalp, sabır, çalışkanlık, tevazu, nezaket saygı görür burada-, çünkü bunlar varoluşun basıncına dayanmak için yararlı nitelikler ve handiyse yegane araçlardır. köle-ahlakı özünde bir yararlılık-ahlakıdır. o ünlü "iyi" ve "kötü" karşıtlığının doğduğu yer burasıdır:- kötüde güç ve tehlikelilik hissedilir, aşağılamanın ortaya çıkmasına izin vermeyen belirli bir korkutuculuk, incelik ve güçlülük. demek ki köle-ahlakına göre " kötü" korku uyandırır; efendi ahlakına göreyse korku uyandıran ve uyandırmak isteyen özellikle "iyi"dir, "fena" insan ise aşağılık olarak hissedilir. köle ahlakı mantıksal sonucuna ulaştığında köle düşünüş tarzı içinde iyinin her halükarda tehlikesiz insan olması gerektiği için: iyi huyludur, kolayca aldatılabilir, belki de biraz aptaldır, un bonhomme'dur, sonunda bu ahlakın "iyi"leri de - hafif ve iyi niyetli olabilen- bu aşağılamadan bir nebze pay aldıklarında, bu karşıtlık doruk noktasına varır: köle-ahlakının ağırlık kazandığı her yerde dil " iyi " ve " kötü " sözcüklerini birbirlerini yakınlaştırma eğilimindedir. sy 203
devamını gör...
geceye bir şarkı bırak
modern talking-brother louie.
devamını gör...
domestic hıyar
sevgili domestic bir nickaltı sözüm vardı size. böylesi yakışık alır mı bilemedim. ama dönerseniz editlemek üzere şuraya bir tanım bırakıyorum.
ölenin ardından bile hoca "nasıl bilirdiniz?" dediği vakit aksini düşünenin sessiz kaldığı bir kültürün içinde yetişmiş bir toplumun çocukları, ne ara bu kadar acımasız oldu merak ediyorum.
her gidenin ardından bir linç kültürü. *
üstelik tanıyıp-tanımama endişesi bile gütmeden!..
ölenin ardından bile hoca "nasıl bilirdiniz?" dediği vakit aksini düşünenin sessiz kaldığı bir kültürün içinde yetişmiş bir toplumun çocukları, ne ara bu kadar acımasız oldu merak ediyorum.
her gidenin ardından bir linç kültürü. *
üstelik tanıyıp-tanımama endişesi bile gütmeden!..
devamını gör...
