salt maruz kalma etkisi
bu psikolojik olgu ile ilgili bilinen en eski çalışmalar gustav fechner tarafından yapılmış olsa da sonraları sosyal psikolog robert zajonc tarafından daha derinlikli hale getirilmiştir.
olgu kısaca, bir şeye defalarca kez maruz kalmanın o şeye karşı olumlu tepkiler verilmesine sebep olduğunu ifade eder. daha açık bir ifadeyle sürekli olarak maruz kalınan bir uyarıcı, daha önce karşılaşmadığımız uyarıcılara göre bizde daha olumlu hisler uyandırır. ayrıca uyarıcının insan için herhangi bir ödül veya olumlu bir sonuç ifade etmesine de gerek yoktur, yalnızca sürekli olarak maruz kalınmak o uyarıcıyı sevmemize sebep olabilir.
bu konuda yapılan çalışmaların en belirgin örneklerinden biri reklamcılık alanındadır. herhangi bir yerde birden fazla kez gördüğümüz reklamlar çoğunlukla yalnızca bir defa gördüklerimize göre bizde daha inandırıcı bir fikir oluşturur. elbette reklamda gördüğümüz ürüne veya nesneye bayılmamız gerekmiyor, ancak ilk defa duyduğumuz bir marka ismindeki o "belirsizlik" hissini yaşamadığımız için bize gayet normal gelecektir.
daha somut örnekler verecek olursak, büyük ve kalabalık bir apartmanda yaşadığımızı düşünelim. komşularımızdan hiçbiriyle herhangi bir bağ veya iletişim kurmadığımızı varsayarsak sıklıkla gördüğümüz komşumuz için diğerlerine kıyasla daha olumlu hisler beslememiz olası olur. bu kişiyle herhangi bir tanışıklığımız olmasına ya da bize fayda sağlamasına gerek yoktur. aslında bu beynimizin onu "tehlikeli" olarak algılamaması daha doğrusu "tanıdık, bilindik" olarak kodlaması ile ilişkilidir.
benzer şekilde bir şeyi çok fazla okursak ya da bir şarkıyı çok fazla dinlersek onun hakkındaki olumsuz fikirlerden de uzaklaşmamız muhtemeldir. ya da çoğumuz evimizin kokusunu duymayız, ama uzun bir tatilin ardından eve döndüğümüzde ilk anda kokusunu duyabiliriz.
bu olgu, günümüzde herhangi bir anlam ifade etmiyor ya da ee ne var bunda diye düşündürecek olsa da bunu evrimsel psikoloji ile beraber düşündüğümüzde önemi kavranacak, hiçbir şey "öylesine" olmadığı gibi bu olgunun da olmadığı görülecektir. sürekli maruz kaldığımız şeylerin bizlere olumlu gözükmesinin sebebi herhangi bir tehlike oluşturmamasıdır. bu aslında sürekli maruz kaldığımız şeyler dışındaki şeylere, görüntülere, seslere veya kokulara odaklanmamıza sebep olur. her an evimizin kokusunu hissetmiyor oluşumuz aslında bu kokunun "bizden" ve "tehlikesiz" olduğunu fark etmesek de bilmemizdendir. bu yüzden evimizde yeni ve yabancı bir koku var olduğunda bunu hemen fark ederiz. daha ilkel dönemler düşünüldüğünde bunun canlılığı sürdürmek için ne kadar önemli bir yetenek olduğunu anlayabiliriz.
olgu kısaca, bir şeye defalarca kez maruz kalmanın o şeye karşı olumlu tepkiler verilmesine sebep olduğunu ifade eder. daha açık bir ifadeyle sürekli olarak maruz kalınan bir uyarıcı, daha önce karşılaşmadığımız uyarıcılara göre bizde daha olumlu hisler uyandırır. ayrıca uyarıcının insan için herhangi bir ödül veya olumlu bir sonuç ifade etmesine de gerek yoktur, yalnızca sürekli olarak maruz kalınmak o uyarıcıyı sevmemize sebep olabilir.
bu konuda yapılan çalışmaların en belirgin örneklerinden biri reklamcılık alanındadır. herhangi bir yerde birden fazla kez gördüğümüz reklamlar çoğunlukla yalnızca bir defa gördüklerimize göre bizde daha inandırıcı bir fikir oluşturur. elbette reklamda gördüğümüz ürüne veya nesneye bayılmamız gerekmiyor, ancak ilk defa duyduğumuz bir marka ismindeki o "belirsizlik" hissini yaşamadığımız için bize gayet normal gelecektir.
daha somut örnekler verecek olursak, büyük ve kalabalık bir apartmanda yaşadığımızı düşünelim. komşularımızdan hiçbiriyle herhangi bir bağ veya iletişim kurmadığımızı varsayarsak sıklıkla gördüğümüz komşumuz için diğerlerine kıyasla daha olumlu hisler beslememiz olası olur. bu kişiyle herhangi bir tanışıklığımız olmasına ya da bize fayda sağlamasına gerek yoktur. aslında bu beynimizin onu "tehlikeli" olarak algılamaması daha doğrusu "tanıdık, bilindik" olarak kodlaması ile ilişkilidir.
benzer şekilde bir şeyi çok fazla okursak ya da bir şarkıyı çok fazla dinlersek onun hakkındaki olumsuz fikirlerden de uzaklaşmamız muhtemeldir. ya da çoğumuz evimizin kokusunu duymayız, ama uzun bir tatilin ardından eve döndüğümüzde ilk anda kokusunu duyabiliriz.
bu olgu, günümüzde herhangi bir anlam ifade etmiyor ya da ee ne var bunda diye düşündürecek olsa da bunu evrimsel psikoloji ile beraber düşündüğümüzde önemi kavranacak, hiçbir şey "öylesine" olmadığı gibi bu olgunun da olmadığı görülecektir. sürekli maruz kaldığımız şeylerin bizlere olumlu gözükmesinin sebebi herhangi bir tehlike oluşturmamasıdır. bu aslında sürekli maruz kaldığımız şeyler dışındaki şeylere, görüntülere, seslere veya kokulara odaklanmamıza sebep olur. her an evimizin kokusunu hissetmiyor oluşumuz aslında bu kokunun "bizden" ve "tehlikesiz" olduğunu fark etmesek de bilmemizdendir. bu yüzden evimizde yeni ve yabancı bir koku var olduğunda bunu hemen fark ederiz. daha ilkel dönemler düşünüldüğünde bunun canlılığı sürdürmek için ne kadar önemli bir yetenek olduğunu anlayabiliriz.
devamını gör...
roko'nun basiliski
gelecekten gelen bir yapay zekânın, kendisinin yapılmasına karşı çıkanları cezalandıracağı durumu tartışmaya açan argüman.
argüman, lesswrong adlı bir topluluğun üyesi olan roko tarafından ortaya atılmış. bunu tartışan topluluktan birçok kişinin psikolojisi bozulduğu için de siteden kaldırılmış.
***
hikâye kısaca şöyle:
avrupa'nın bazı bölgelerindeki hikâyelerde adı basilisk olarak geçen, yılan benzeri efsanevi bir yaratık vardır. adı basilisk olan yapay zekâdan, gelecekte insanlar, tüm uygarlığı elden geçirmesini ve iyileştirmesini istemişler. basilisk işe temelinden başlayıp önce geçmişte yaşayanlarla işe koyulmuş.
insanlar kendisinden uygarlığı iyileştirmesini istediklerine göre, basilisk iyi olmalı. bu durumda, geçmiş zamanda kendisinin yapılmasına katkıda bulunmayan ya da karşı çıkanlar kötü olmalı. o halde uygarlığı iyileştirmek adına bu kötü kişiler cezalandırılmalı.
burada sorun şu: mantıklı olan nedir? geçmişe dönüp insanları sonsuza dek işkenceyle kıvrandıracak böyle bir canavarın yapılmasına katkı sağlamak mı, yoksa böyle bir şeyin varlığına karşı çıkan tarafta olup onun işkencelerine maruz kalmak mı?
***
topluluktakilerin kafayı üşütecek hale gelmesinin esas nedenlerinden biri şu: durumu bilen ama böyle bir şeyin yapımında rol almayan herkes, basiliske göre "kendisinin yapımına karşı çıkan" kişiler sınıfında. yani durumdan haberdar olunması, işkence için yeterli sebep. bu durumda bu konuyu okuyan herkes, yani ben de , sizler de basilisk tarafından işkence edilecekler sınıfındayız artık. geçmiş olsun.
argüman, lesswrong adlı bir topluluğun üyesi olan roko tarafından ortaya atılmış. bunu tartışan topluluktan birçok kişinin psikolojisi bozulduğu için de siteden kaldırılmış.
***
hikâye kısaca şöyle:
avrupa'nın bazı bölgelerindeki hikâyelerde adı basilisk olarak geçen, yılan benzeri efsanevi bir yaratık vardır. adı basilisk olan yapay zekâdan, gelecekte insanlar, tüm uygarlığı elden geçirmesini ve iyileştirmesini istemişler. basilisk işe temelinden başlayıp önce geçmişte yaşayanlarla işe koyulmuş.
insanlar kendisinden uygarlığı iyileştirmesini istediklerine göre, basilisk iyi olmalı. bu durumda, geçmiş zamanda kendisinin yapılmasına katkıda bulunmayan ya da karşı çıkanlar kötü olmalı. o halde uygarlığı iyileştirmek adına bu kötü kişiler cezalandırılmalı.
burada sorun şu: mantıklı olan nedir? geçmişe dönüp insanları sonsuza dek işkenceyle kıvrandıracak böyle bir canavarın yapılmasına katkı sağlamak mı, yoksa böyle bir şeyin varlığına karşı çıkan tarafta olup onun işkencelerine maruz kalmak mı?
***
topluluktakilerin kafayı üşütecek hale gelmesinin esas nedenlerinden biri şu: durumu bilen ama böyle bir şeyin yapımında rol almayan herkes, basiliske göre "kendisinin yapımına karşı çıkan" kişiler sınıfında. yani durumdan haberdar olunması, işkence için yeterli sebep. bu durumda bu konuyu okuyan herkes, yani ben de , sizler de basilisk tarafından işkence edilecekler sınıfındayız artık. geçmiş olsun.
devamını gör...
sözlük yazarlarının kankacı diye yargılanması
nickaltı girmeye korkar olduk bunlar yüzünden. tanımlarını hoş bulduğumuz yazarı belirtince ya kankacı ya yalaka oluyoruz. nezaket yoksunu musunuz siz? insanların pozitif iletişim kurmasından bu kadar rahatsız olacak ne yaşadınız merak ediyorum. zira bunlar gayet normal şeyler.
devamını gör...
toska
1886 yılında çehov tarafından petersburg gazetesi'nde uçan notlar bölümünde yayınlanmış bir öyküdür.
öykü fayton sürücüsü ion potapov'un müşterilerine ölen oğlunun yokluğu ve bu yokluğun onu nasıl toska'ya sürüklediğini anlatması üzerinden, müşterilerin onu hiç dinlememesi hatta onun at arabası sürmeyi beceremediğini söylemeleri, hatta küfür etmeleri ve ion'un derdini mecburen atı ile paylaşması üzerinden ilerler...
öykü için çizilmiş bir resim
kelime olarak baktığımızda ise açık ve net şekilde, diğer dillere çevrilemeyen, karşılığı olmayan kelimedir. neden?

kelimenin türkçe'de 3 satır karşılığı var diye, bu o kelimenin türkçe'ye çevrilebilir olduğunu göstermez. ne demek istiyorum?
toska(ilk o biraz dar bir şekilde ağızdan çıkar, sondaki a'ya bastırılır ve uzatılır), sıkıntı ve üzüntü kaynaklı ağır bir gönül ağrısıdır. türkçe açıklaması, bizzatihi rusça açıklamasının, yani kelimenin değil, açıklamasının karşılığıdır. kelime olarak karşısına net bir kelime koyamazsanız bu onun çevrilemeyen bir kelime olduğunu gösterir.
türkçe'de toska yerine tek kelimelik bir karşılık yoktur. tıpkı türkçe'deki birçok kelimenin diğer dillerde kelime olarak karşılığının olmaması gibi.
bu yüzdendir ki özellikle rusça'da, diğer dillere çevrilemeyen bazı kelimeler vardır. mesela bunlardan sadece birisi olan zapoi(zaapoiyy-p,o ve iy sesleri bir bütün olarak okunur) kelimesi buna bir örnektir. zapoi kelimesine karşılık âlem kelimesi(içki içmek anlamındaki) kullanılır gibi, ama hayır o da tam karşılamaz. örneğin bizdeki hicran kelimesi. hicran kelimesi muhteşem şekilde açıklanabilir bir kelimedir, ancak tam karşılığı olarak, açıklama yapmaya gerek duymaksızın bir tane kelime koyulabilir mi rusça'da? hayır...
sözün özü, çevrilemeyen kelimeler bir gerçektir ve örnekleri vardır. toska da bu kelimelerden birisidir.
öykü fayton sürücüsü ion potapov'un müşterilerine ölen oğlunun yokluğu ve bu yokluğun onu nasıl toska'ya sürüklediğini anlatması üzerinden, müşterilerin onu hiç dinlememesi hatta onun at arabası sürmeyi beceremediğini söylemeleri, hatta küfür etmeleri ve ion'un derdini mecburen atı ile paylaşması üzerinden ilerler...
öykü için çizilmiş bir resim

kelime olarak baktığımızda ise açık ve net şekilde, diğer dillere çevrilemeyen, karşılığı olmayan kelimedir. neden?

kelimenin türkçe'de 3 satır karşılığı var diye, bu o kelimenin türkçe'ye çevrilebilir olduğunu göstermez. ne demek istiyorum?
toska(ilk o biraz dar bir şekilde ağızdan çıkar, sondaki a'ya bastırılır ve uzatılır), sıkıntı ve üzüntü kaynaklı ağır bir gönül ağrısıdır. türkçe açıklaması, bizzatihi rusça açıklamasının, yani kelimenin değil, açıklamasının karşılığıdır. kelime olarak karşısına net bir kelime koyamazsanız bu onun çevrilemeyen bir kelime olduğunu gösterir.
türkçe'de toska yerine tek kelimelik bir karşılık yoktur. tıpkı türkçe'deki birçok kelimenin diğer dillerde kelime olarak karşılığının olmaması gibi.
bu yüzdendir ki özellikle rusça'da, diğer dillere çevrilemeyen bazı kelimeler vardır. mesela bunlardan sadece birisi olan zapoi(zaapoiyy-p,o ve iy sesleri bir bütün olarak okunur) kelimesi buna bir örnektir. zapoi kelimesine karşılık âlem kelimesi(içki içmek anlamındaki) kullanılır gibi, ama hayır o da tam karşılamaz. örneğin bizdeki hicran kelimesi. hicran kelimesi muhteşem şekilde açıklanabilir bir kelimedir, ancak tam karşılığı olarak, açıklama yapmaya gerek duymaksızın bir tane kelime koyulabilir mi rusça'da? hayır...
sözün özü, çevrilemeyen kelimeler bir gerçektir ve örnekleri vardır. toska da bu kelimelerden birisidir.
devamını gör...
ilk kez sözlük radyosunda
adamlar'ın 19 kasım'da yayınladığı ep harekete kimse mâni olamaz
12:00'da ilk kez sözlük radyosunda!
şarkılar
dal
içimizdeki canavarlar
gelir geçer
insanlık hali
12:00'da ilk kez sözlük radyosunda!
şarkılar
dal
içimizdeki canavarlar
gelir geçer
insanlık hali
devamını gör...
yazarların maksimum uyanık kaldıkları süre
62 saat. üniversitede final zamanıydı.
devamını gör...
eski sevgiliyi geri döndürme yolları
devamını gör...
8 mart dünya emekçi kadınlar günü
kadınların hakarete, psikolojik baskıya, fiziksel şiddete uğramadığı, ölümle tehdit edilmediği, öldürülmediği, anne-kız kardeş-eş-kız çocuğu kavramlarının altında ezilmediği, bu rollere mecbur edilmediği, iş hayatında sözlü veya başka herhangi bir şekilde tacize uğramadığı, imalarla incitilmediği, saçı uzun aklı kısa, eksik etek, sen bilmezsin beyin bilir, yemeğin salçalısı kadının kalçalısı, gömleği gösteren ütü kadını gösteren g..ü gibi iğrenç cümlelerle yaftalanmadığı, yerilmediği, hor görülmediği, ona sahip olunabilen, aciz bir varlıkmış gibi bakılmadığı bir dünyada çalışan, üreten, kendi kendine gayet yetebilen, bir erkeğe ihtiyaç duymadan kendi hayatını idame ettirebilen, isterse hayatında birini eşlik edecek kişi olarak seçebilen, kimseye değil sadece kendisine ait olan, özgürlük alanını kendisi belirleyen, istediği saatte dışarı çıkıp istediği gibi giyinebilen, canı isterse kahkaha atarak gülebilen, aynı zamanda hem iş kadını, hem anne, hem de isterse çocuk olabilen, mutlu olmayı hak eden, başına gelen kötülüklerden sorumlu tutulmadığı, hepsinden önce insan olduğunun unutulmadığı bir hayatta sapasağlam duran tüm kadınların, dünya emekçi kadınlar günü kutlu olsun.
devamını gör...
iki satırda derdini anlat
"ne doğan güne hükmüm geçer,
ne halden anlayan bulunur..."
ne halden anlayan bulunur..."
devamını gör...
öğretmenlerin almış olduğu parayı hak etmemesi
öğretmenler: "tamam".
devamını gör...
sana bir sır vereceğim
değer verilmediği için 1.sezonda final yapan,türk dizi tarihinin en iyi fantastik dizisi olduğunu düşündüğüm başyapıt. aslen los protegidos dizisinden uyarlansa da bu çok iyi bir dizi olduğu gerçeğini değiştirmez.
tam hatırlamasam da bir tane manyak bilim adamı bazı çocuklar üzerinde deney yağıyordu diye aklımda kalmış. nedeni kendi kızının dokunduğu her şeyi çürütmesine çare bulmak. bu çocuklar arasında sanırım şöyle süper güçleri olan çocuklar vardı: elektirik kız,metalleri kontrol eden çocuk,insanlara istediğini yaptırabilen genç,bi de görünmez genç adam vardı sanırsam.
ahh ulan tilki. sevdiğine dokunamak çok kötü bir şey olmalı.
tam hatırlamasam da bir tane manyak bilim adamı bazı çocuklar üzerinde deney yağıyordu diye aklımda kalmış. nedeni kendi kızının dokunduğu her şeyi çürütmesine çare bulmak. bu çocuklar arasında sanırım şöyle süper güçleri olan çocuklar vardı: elektirik kız,metalleri kontrol eden çocuk,insanlara istediğini yaptırabilen genç,bi de görünmez genç adam vardı sanırsam.
ahh ulan tilki. sevdiğine dokunamak çok kötü bir şey olmalı.
devamını gör...
yazarların psikolojik durumları
"zindandan hallice kibirli yalnızlığım"
devamını gör...
nikolay vasilyeviç gogol
ölü canlar, bir delinin hatıra defteri gibi eserlerin sahibi rus yazar. yüce kişilik.
devamını gör...
atılan mesaja cevap vermeyen terbiyesiz yazar
mesajıma yanıt vermeyen yazarlar oldu. onları iyi belledim. misilleme olarak da tanımlarını beğenmemeye karar verdim. eğer ki yanlışlıkla beğeni attıysam beğenilerimi geri siliyorum. benim gibi yazarın bu tavrı size şaşırtıcı gelebilir. beni bilen iyi kötü üslubumu tanır,mesajlarımda ölçüsüzlük ve seviyesizliğe yer yoktur. bu tavır da mesaja yanıt vermeme nezaketsizliğe olan tavırdır.
devamını gör...
çörek
beni eskiye götüren hafif tatlımsı hamur işi.
eskiye götürme derinliğine bakacak olursak taaa çocukluğuma inebiliriz. çocukluğumda her bayram babaanne evinde toplanılırdı. babaannem de her bayram bu çörekten yapardı. eski köy evine girince mis gibi kokan ekmek, yerini mis gibi kokan anasona bırakırdı. burun deliklerinizden giren koku başınızı döndürürdü. elbette çöreklerin yeri belli. üzerine bez örtülmüş tepsiler, kapının girişinde bulunan masanın üzerinde olurdu. çöreklerin yerinin belli olduğu ölçüde o çörekleri kimlerin yiyeceği de belliydi. bunların başında; büyük amcamın eşi ve çocukları, küçük halam ve diğerleri. yani bir bakıma çörekler onlar için özel yapılırdı. küçük halam istanbul'dan geldiği için, büyük amcam da genç yaşında vefat ettiği için bu iki hususa hep bi özen gösterilirdi. biz de babaanne evine gittiğimizde çörek yerdik; ama kimin için yapıldığının bilincinde olarak yerdik. bunu düşününce insan biraz hüzünleniyor.
gün geçti, devran döndü. babaannem vefat etti. eskisi gibi bayram günü toplaşmaları kalmadı. ama çörek özlemi her daim devam etti. özlem olunca çörek yapma işini annem üstlendi. babaannemin yaptığından da güzel oldu. tabii ben de gözlemci olarak her daim annemin yanında oldum, oluyorum, olacağım. * şimdi de bu güzelliği sizinle paylaşıyorum.
malzemeler
* yoğurmak isterseniz un, su, tuz ile bir hamur oluşturacağız. böyle biraz sert oluyor. sert olmasını engellemek için bu üçlünün içine ;
* 1 su bardağı sıvı yağ
* 1 su bardağı ılık süt ekleyebiliriz. ( eğer yoğurmaya üşenirsek fırından hazır yoğurulmuş ekmek hamuru da alabiliriz, tercih bizim, keyif bizim swh.)
* 1 küp yaş maya
* 1 - 2 çorba kaşığı anason
* şeker
* 2 su bardağı iri kıyılmış ceviz
* sıvı yağ
yapılışı:
öncelikle hamurumuzu güzelce yoğuralım. biraz ele yapışan bir hamur olacak. bu kısım biraz sinir bozucu olsa da hamuru açmak için kullanacağımız sıvı yağ ile o yapışkanlığı hissetmeyeceğiz. hamur yoğrulunca mayalanması için bir kenarda bekletelim. bu sırada cevizleri iri iri kıyalım, anasonu bir havanda dövelim. dövelim ki yağı çıksın. kokusu evin içine yayılsın. döverken sizi yıpratan olayları düşünüp daha da kuvvetli olabilirsiniz. *
tüm bunları yaptıktan sonra hamurumuz mayalanmış olacaktır. hamurumuzdan irice bir parça koparalım ve sıvı yağ ile hamuru tezgahın üzerinde açalım. mayalı bir hamur olduğu için, hamuru açmaya çalıştıkça hamur küçülecek, adeta bizimle inatlaşacak.bu inatlaşmanın sonunda biz kazanacağız tabii ki. * yağla iyice incelmiş hamura dövülmüş anasonu ve iri kıyılmış cevizi güzelce serpiştirelim. anasonun acılığını kırmak için hamurun üzerine 1-2 yemek kaşığı şeker serpiştirelim ve bu üçlüyü -hamura iyice yapışması için- elimizle iyice bastıralım. bir ucundan rulo şeklinde sarmaya başlayalım. hamuru sarmayı bitirince kalın bir rulo olacak ve bu kalın hamuru tezgaha vura vura inceltelim. üç parmak genişliğinde keselim ve hamur kısımları yukarı bakacak şekilde tepsiye dizelim. içli kısım yukarı bakarsa cevizler yanabilir ve tadı hoş olmaz. hamur kısımları yukarı bakınca ser olabiliyor bazen. tepsiyi bu şekilde doldurduktan sonra önceden ısıtılmış 180-200 derece fırında çöreklerin üzeri kızarana kadar pişirelim. çörek pişerken evin içini anason kokutup kendimizden geçebiliriz.
bu da çöreğimizin pişmiş hâlidir.
eskiye götürme derinliğine bakacak olursak taaa çocukluğuma inebiliriz. çocukluğumda her bayram babaanne evinde toplanılırdı. babaannem de her bayram bu çörekten yapardı. eski köy evine girince mis gibi kokan ekmek, yerini mis gibi kokan anasona bırakırdı. burun deliklerinizden giren koku başınızı döndürürdü. elbette çöreklerin yeri belli. üzerine bez örtülmüş tepsiler, kapının girişinde bulunan masanın üzerinde olurdu. çöreklerin yerinin belli olduğu ölçüde o çörekleri kimlerin yiyeceği de belliydi. bunların başında; büyük amcamın eşi ve çocukları, küçük halam ve diğerleri. yani bir bakıma çörekler onlar için özel yapılırdı. küçük halam istanbul'dan geldiği için, büyük amcam da genç yaşında vefat ettiği için bu iki hususa hep bi özen gösterilirdi. biz de babaanne evine gittiğimizde çörek yerdik; ama kimin için yapıldığının bilincinde olarak yerdik. bunu düşününce insan biraz hüzünleniyor.
gün geçti, devran döndü. babaannem vefat etti. eskisi gibi bayram günü toplaşmaları kalmadı. ama çörek özlemi her daim devam etti. özlem olunca çörek yapma işini annem üstlendi. babaannemin yaptığından da güzel oldu. tabii ben de gözlemci olarak her daim annemin yanında oldum, oluyorum, olacağım. * şimdi de bu güzelliği sizinle paylaşıyorum.
malzemeler
* yoğurmak isterseniz un, su, tuz ile bir hamur oluşturacağız. böyle biraz sert oluyor. sert olmasını engellemek için bu üçlünün içine ;
* 1 su bardağı sıvı yağ
* 1 su bardağı ılık süt ekleyebiliriz. ( eğer yoğurmaya üşenirsek fırından hazır yoğurulmuş ekmek hamuru da alabiliriz, tercih bizim, keyif bizim swh.)
* 1 küp yaş maya
* 1 - 2 çorba kaşığı anason
* şeker
* 2 su bardağı iri kıyılmış ceviz
* sıvı yağ
yapılışı:
öncelikle hamurumuzu güzelce yoğuralım. biraz ele yapışan bir hamur olacak. bu kısım biraz sinir bozucu olsa da hamuru açmak için kullanacağımız sıvı yağ ile o yapışkanlığı hissetmeyeceğiz. hamur yoğrulunca mayalanması için bir kenarda bekletelim. bu sırada cevizleri iri iri kıyalım, anasonu bir havanda dövelim. dövelim ki yağı çıksın. kokusu evin içine yayılsın. döverken sizi yıpratan olayları düşünüp daha da kuvvetli olabilirsiniz. *
tüm bunları yaptıktan sonra hamurumuz mayalanmış olacaktır. hamurumuzdan irice bir parça koparalım ve sıvı yağ ile hamuru tezgahın üzerinde açalım. mayalı bir hamur olduğu için, hamuru açmaya çalıştıkça hamur küçülecek, adeta bizimle inatlaşacak.bu inatlaşmanın sonunda biz kazanacağız tabii ki. * yağla iyice incelmiş hamura dövülmüş anasonu ve iri kıyılmış cevizi güzelce serpiştirelim. anasonun acılığını kırmak için hamurun üzerine 1-2 yemek kaşığı şeker serpiştirelim ve bu üçlüyü -hamura iyice yapışması için- elimizle iyice bastıralım. bir ucundan rulo şeklinde sarmaya başlayalım. hamuru sarmayı bitirince kalın bir rulo olacak ve bu kalın hamuru tezgaha vura vura inceltelim. üç parmak genişliğinde keselim ve hamur kısımları yukarı bakacak şekilde tepsiye dizelim. içli kısım yukarı bakarsa cevizler yanabilir ve tadı hoş olmaz. hamur kısımları yukarı bakınca ser olabiliyor bazen. tepsiyi bu şekilde doldurduktan sonra önceden ısıtılmış 180-200 derece fırında çöreklerin üzeri kızarana kadar pişirelim. çörek pişerken evin içini anason kokutup kendimizden geçebiliriz.
bu da çöreğimizin pişmiş hâlidir.
devamını gör...
youtube kanalı açmak
hayatta aldığım güzel kararlardan biridir. hemen belirteyim öyle sandığınız gibi kendi hayatımı, kişiliğimi, markamı yahut ben'i tanıtmak, göstermek adına açtığım bir kanal değildi. işbu gezegende var olmak kavgasının, dışa dönük bir denklemiydi hepsi bu.
hale hazırda kendisi 45 bin abonelik bir platforma dönüştü ve silinenlerle birlikte yüz milyonun üzerinde tıklandı. fakat artık ilgilenemiyorum. satmak yahut devretmek gibi bir niyetim de yok. bilmiyorum zamanla düzenleyip yeni bir çehre kazandıradabilirim, olduğu formatta devam da edebilirim. yoksa şu an için beni bağlayıcı herhangi bir yanı yok. varlığı hoşuma gidiyor ve bir anı defteri gibi geçmişi hatırlatıyor.
hale hazırda kendisi 45 bin abonelik bir platforma dönüştü ve silinenlerle birlikte yüz milyonun üzerinde tıklandı. fakat artık ilgilenemiyorum. satmak yahut devretmek gibi bir niyetim de yok. bilmiyorum zamanla düzenleyip yeni bir çehre kazandıradabilirim, olduğu formatta devam da edebilirim. yoksa şu an için beni bağlayıcı herhangi bir yanı yok. varlığı hoşuma gidiyor ve bir anı defteri gibi geçmişi hatırlatıyor.
devamını gör...





