konuştuğun kişinin doğru kişi olduğunu nasıl anlarsın sorusu
onda kendi yansımanı görebildiğini fark ettiğinde.
*
*
devamını gör...
clarkent
ben neden buraya nickaltı girmemişim diye kendimi sorguladım az evvel.
hangi tanımımla nasıl tanıştık hatırlamıyorum ama kendisiyle aynı kafada olduğumuzu hissettiren, sohbeti hoş olan, sevdiğim bir yazar olur kendisi.
aynı zamanda da ortağım olur. ama neye ortak, niye ortak söylemem.* ama korkmayın, güvendesiniz. bişey yok bişey yok..
hangi tanımımla nasıl tanıştık hatırlamıyorum ama kendisiyle aynı kafada olduğumuzu hissettiren, sohbeti hoş olan, sevdiğim bir yazar olur kendisi.
aynı zamanda da ortağım olur. ama neye ortak, niye ortak söylemem.* ama korkmayın, güvendesiniz. bişey yok bişey yok..
devamını gör...
geceye acı ama gerçek bir cümle bırak
reflüm tuttu yine gece gece. midem ağzıma kadar gelmiş.
bundan daha aci ve gerçek ne olabilir ki.
bundan daha aci ve gerçek ne olabilir ki.
devamını gör...
yapılmış en aptalca dalgınlık
çamaşırları,bulaşık makinesine,tabakları da çamaşır makinesine atmak..
devamını gör...
tetanoz aşısı
yalnızca metal cisimlerin değil, toprakla açık yaranın temas ettiği tüm durumlarda , örneğin bir trafik kazasında dahi yapılması şart olan aşıdır. çünkü toprakta bolca bulunan clostridium tetani adlı bakterinin vücudun tüm kaslarında yaratacağı şiddetli kasılmaları engelleme amacı taşır ki bu kasılmalar solunum kaslarında da oluşursa(ki oluşacaktır) hayati risk taşır.bu sebeple de ölümcül bir mikroptur tetanoz mikrobu.
şu haberi okursanız zihninizde daha kolay canlanacağını ümit ediyorum;
www.trakyaninsesi.com/mobil...
şu haberi okursanız zihninizde daha kolay canlanacağını ümit ediyorum;
www.trakyaninsesi.com/mobil...
devamını gör...
oğuz atay
yalnızlığı çok seversek, bir gün o da çekip gider mi?
devamını gör...
sözlük yazarlarından alınan ilginç mesajlar
tanımlarda bahsettiğin whis kim hayali arkadaşın mi ? diye sordu.
benim diyemedim...
benim diyemedim...
devamını gör...
yazarların matematikle arası
devlet bahçelinin matematikle arası ile aynı
devamını gör...
oryantalizm
oryantalizmi daha iyi anlamamız için 1994 yılında kenan doğulu'nun klibine bir göz atmamız gerekiyor. medeniyetler çatışması , çernobil patlaması,berlin duvarının yıkılması ve nihayet soğuk savaşın sona ermesi ile birlikte yeni savaş alanı doğu olmuştur. doğuyu anlamak için filmlere bakmayalım kliplere bakalım.*
devamını gör...
mesajınız var turuncusu
içinden genelde "abi yarıldım şu tanımına yav" çıkan belirteç. yarıl kardeşim yarıl da, biraz da hanımlar mı yarılsa???
not: şaka.
ikinci not: belki de değil.
not: şaka.
ikinci not: belki de değil.
devamını gör...
yarra yering
mahalle arası tekel bayide insana meze olarak dayak yedirtebilecek şarap markası.
-abi varsa bi'yarra yering.
-abi varsa bi'yarra yering.
devamını gör...
demet akalın sözlüğe üye olsa kullanacağı nick
hiranın anmesi.
devamını gör...
göçmen
göç eden kimse/şahıs.
devamını gör...
lc waikiki
bir zamanlar zengin markasıyken, şimdi düşük gelirlilere hitap eden giyim markası.
devamını gör...
küfür etkisi yaratan ama küfür olmayan sözler
bana ne senin sıkıntından.
senden ne köy olur ne kasaba.
sen ne anlarsın.
iyice perişan oldun.
senden ne köy olur ne kasaba.
sen ne anlarsın.
iyice perişan oldun.
devamını gör...
miteherik
en sevdiğim akşam, hafta sonu tatilinin başladığı güzel günün akşamı.
hayatlar hep böyle devam ediyor. sürekli bir mücadele.
yazmak benim için yemek yemek gibi, su içmek gibi bir ihtiyaç ve özellikle bu sayfaya yazdıklarım kendim için. hayat akıp giderken durduğum ve düşündüğüm anlar.
bu sözlükte epey tanıdığım var artık ama bunlar genelde yeniler değil, eskiden tanıdıklarım. savrula savrula birleştiğimiz yer burası. ekşi'ye niye yazmıyorum? sanırım ihtimaller -fazla değil, azıcık fazla da olsa- nedeniyle, burada daha çok okunacağıma inandığım için olabilir mi?
aslında bir başka sözlükte olsam burada okunduğunun da iki katı okuyan olacaktı. o zaman derdim okunmak da değil sanırım.
bir öykünün başlarındayım. sıkıldım ve defterime taşındığım evleri yazdım, ta başlangıcından, hatırladığım 'ilk'ten. bir-iki yıldır var bende bu, nedense geçmişe daha sık yolculuk yapar oldum; özellikle çocukluğuma. atlatamadığım travmalarımı yazarken rahatlama, geçmişin üzerinden defalarca geçme. gerçekten sağaltan bir şey bu. terapistlere (vb) hiç inanmadım, ilaçla tedavi konusu bambaşka bir şey. ruhsal hastalıkların varlığına inanıyorum elbette ama tedavinin, kişinin kendi çabası olmadan asla başarılı olamayacağını da biliyorum. burada yeniden açmak zorundayım düşüncelerimi: muhakkak ilaçla tedavi edilmesi gereken ruhsal ve zihinsel hastalıklar var. ve bu ilaçları yazacak olan hekimler. benim kastım; geçmişte aldıkları yaralarla dengesini yitirmiş kişiler. onlara yardım edebilecek, rehberlik edecek 'doğru' kişiler mutlaka vardır dünya yüzünde, ama bu piyango'dan büyük ikramiyelerden birinin çıkması şansıyla aynıdır kanımca, yani imkansıza yakın.
neden şansa bu kadar inanıyorum ki ben? kendi hayatımla karşılaştırmalar yapıp benzerlikler kurduğum için mi? çünkü öyle. 'yeteneksiz muhteris' diye bir kavram var, ilk kim bu lafı çıkardıysa süper bir tespit yapmış gerçekten. en tehlikeli insan gruplarından biri bunlar. peki ya yetenek ve hırs birleşirse; ooo, tadından yenmez. bir de benim gibi 'eh' yetenekli ama kesinlikle 'muhteris' olmayanlar var. ya onları n'apalım? işte böyle insanların hayatında 'şans' daha olumlu bir geleceğin kapılarını açıyor.
kendini gerçekleştirme ne demek? burada duralım. geldiğim noktada tıkandım. yok, tıkanma değil, daha çok bezme. çünkü buradan gelecek hayallerine atlamak gerek ve o da bu yazının konusu olmamalı.
sözlüklerde zaman geçirmeyi eğer bana gerçekten 'bir şeyler' katıyorsa çok seviyorum. zaman öyle değerli ki, saçma salak tek cümlelik ego tatminlerinden de, hiçbir şey anlatmayan laf salatalarından da kaçıyorum. sözlüklere dala dala, insan artık konunun uzmanı oluyor. kim sana ne katabilir? aslında burada sosyalleşmeye ve sevgili bulmaya çalışan insanları da anlıyorum. henüz yalnızlığı 'içselleştirememiş' olanları. (bazıları asla içselleştiremez, o da ayrı konu.)
burada da öğrendiklerim oluyor ve o zaman çok seviniyorum. nasıl derler; 'keyif alıyorum.'*
sonra bazen de şaşırıyorum, ben üretirken çok yavaşım, inanılmaz yavaş. aslında her işi yaparken öyleyim; ayrıntıda boğulanlardan. ve burada uzun uzun yazıları sürekli yazma fırsatını bulanları okuduğumda şaşırıyorum. bunca 'hoş' satır kaç saatin emeğidir acaba?
hep aynı konu, başlangıcından beri; yetenek nedir, doğuştan mı gelir, sonradan mı kazanılır? ben birinci söylemden yana oldum hep, ama sonradan 'emek' harcanarak geliştirilmemiş yeteneğin de harcanıp gittiğinin pekala farkında olarak. birikim olmadan, birikime yatırım yapmadan olmaz. asla olmaz. bu sözlüklerde yazar bile olunmaz. olunur da onlar yalnızca sayıdır, o kadar.
en kısa zamanda yeniden buraya dönmeliyim. anlatmak istediklerim epey birikti: daha almancadan söz edeceğim, sonra buluşulan mekanlardan, (ah! burada 'öykü'de mekan geldi aklıma, başımın belası!), başkalarının evlerinden ve amerika'dan ve hatta 'lottery'den söz etmem gerek. hepsi sırayla. şimdilik bu kadar olsun.
hayatlar hep böyle devam ediyor. sürekli bir mücadele.
yazmak benim için yemek yemek gibi, su içmek gibi bir ihtiyaç ve özellikle bu sayfaya yazdıklarım kendim için. hayat akıp giderken durduğum ve düşündüğüm anlar.
bu sözlükte epey tanıdığım var artık ama bunlar genelde yeniler değil, eskiden tanıdıklarım. savrula savrula birleştiğimiz yer burası. ekşi'ye niye yazmıyorum? sanırım ihtimaller -fazla değil, azıcık fazla da olsa- nedeniyle, burada daha çok okunacağıma inandığım için olabilir mi?
aslında bir başka sözlükte olsam burada okunduğunun da iki katı okuyan olacaktı. o zaman derdim okunmak da değil sanırım.
bir öykünün başlarındayım. sıkıldım ve defterime taşındığım evleri yazdım, ta başlangıcından, hatırladığım 'ilk'ten. bir-iki yıldır var bende bu, nedense geçmişe daha sık yolculuk yapar oldum; özellikle çocukluğuma. atlatamadığım travmalarımı yazarken rahatlama, geçmişin üzerinden defalarca geçme. gerçekten sağaltan bir şey bu. terapistlere (vb) hiç inanmadım, ilaçla tedavi konusu bambaşka bir şey. ruhsal hastalıkların varlığına inanıyorum elbette ama tedavinin, kişinin kendi çabası olmadan asla başarılı olamayacağını da biliyorum. burada yeniden açmak zorundayım düşüncelerimi: muhakkak ilaçla tedavi edilmesi gereken ruhsal ve zihinsel hastalıklar var. ve bu ilaçları yazacak olan hekimler. benim kastım; geçmişte aldıkları yaralarla dengesini yitirmiş kişiler. onlara yardım edebilecek, rehberlik edecek 'doğru' kişiler mutlaka vardır dünya yüzünde, ama bu piyango'dan büyük ikramiyelerden birinin çıkması şansıyla aynıdır kanımca, yani imkansıza yakın.
neden şansa bu kadar inanıyorum ki ben? kendi hayatımla karşılaştırmalar yapıp benzerlikler kurduğum için mi? çünkü öyle. 'yeteneksiz muhteris' diye bir kavram var, ilk kim bu lafı çıkardıysa süper bir tespit yapmış gerçekten. en tehlikeli insan gruplarından biri bunlar. peki ya yetenek ve hırs birleşirse; ooo, tadından yenmez. bir de benim gibi 'eh' yetenekli ama kesinlikle 'muhteris' olmayanlar var. ya onları n'apalım? işte böyle insanların hayatında 'şans' daha olumlu bir geleceğin kapılarını açıyor.
kendini gerçekleştirme ne demek? burada duralım. geldiğim noktada tıkandım. yok, tıkanma değil, daha çok bezme. çünkü buradan gelecek hayallerine atlamak gerek ve o da bu yazının konusu olmamalı.
sözlüklerde zaman geçirmeyi eğer bana gerçekten 'bir şeyler' katıyorsa çok seviyorum. zaman öyle değerli ki, saçma salak tek cümlelik ego tatminlerinden de, hiçbir şey anlatmayan laf salatalarından da kaçıyorum. sözlüklere dala dala, insan artık konunun uzmanı oluyor. kim sana ne katabilir? aslında burada sosyalleşmeye ve sevgili bulmaya çalışan insanları da anlıyorum. henüz yalnızlığı 'içselleştirememiş' olanları. (bazıları asla içselleştiremez, o da ayrı konu.)
burada da öğrendiklerim oluyor ve o zaman çok seviniyorum. nasıl derler; 'keyif alıyorum.'*
sonra bazen de şaşırıyorum, ben üretirken çok yavaşım, inanılmaz yavaş. aslında her işi yaparken öyleyim; ayrıntıda boğulanlardan. ve burada uzun uzun yazıları sürekli yazma fırsatını bulanları okuduğumda şaşırıyorum. bunca 'hoş' satır kaç saatin emeğidir acaba?
hep aynı konu, başlangıcından beri; yetenek nedir, doğuştan mı gelir, sonradan mı kazanılır? ben birinci söylemden yana oldum hep, ama sonradan 'emek' harcanarak geliştirilmemiş yeteneğin de harcanıp gittiğinin pekala farkında olarak. birikim olmadan, birikime yatırım yapmadan olmaz. asla olmaz. bu sözlüklerde yazar bile olunmaz. olunur da onlar yalnızca sayıdır, o kadar.
en kısa zamanda yeniden buraya dönmeliyim. anlatmak istediklerim epey birikti: daha almancadan söz edeceğim, sonra buluşulan mekanlardan, (ah! burada 'öykü'de mekan geldi aklıma, başımın belası!), başkalarının evlerinden ve amerika'dan ve hatta 'lottery'den söz etmem gerek. hepsi sırayla. şimdilik bu kadar olsun.
devamını gör...
normal sözlük yazarlarının şiirleri
şiirimin adı, çinistanlı sevgilimi ankara'da gezdirirken eymir'in bir göl olduğunu fark etmemiz sonucunda kızın benden ayrılıp istanbula gidip ankara'da yalnız başıma sokakta kaldığım için zatürre geçirip bayılınca beni kurtaran hanfendiye aşık olmam.
biraz uzun bi şiir olacak, her kalp dayanmaz.
eymir'i deniz sanırdım
ben ne bileyim kardeşim deniz olmadığını açıp haritaya bakmadım ya
yurttaki oda arkadaşım ali demişti ki eymir bir denizdir
aynı ali 7 kasa bira içtiğini de iddia ederdi
-eymir bir göldür-
neyse,
sen bana bunu nası yaparsın 愚蠢的 愚蠢的 falan dedi yüzecektim ben dedi
ben japonca biliyorum dedim çince değil wakarimasta hesabı
çin'de deniz yok mu dedim var da dedi antalya'da yüzmek istiyodum ben dedi
burası ankara dedim.
ifrit oldu
büyük elleri vardı tokadı ağır oldu.
-burası ankara'dır ve eymir bir göldür-
otto city'de kalacaktık o ödemişti parasını
kalamadık.
nere gidem diye düşünürken
aliyi aradım açmadı
babamı aradım açmadı
en yakın arkadaşı aradım açtı, durumu anlattım
senin kafanı s...yim dedi.
-eymir bir göldür-
yatarken bi mağazanın önünde
ekmek banarken vitrine
kıçım hafiften donmaya başladı
ayazını s...yim ankara dedim içimden
meğerse sesli söyleyip bayılmışım.
uyandığımda zatürre geçirmişsin dedi hemşire miydi neydi tam anlamadım vallahi
ama güzel bişiydi.
dedim hanfendi mevzuyu uzatmayalım
hazır beni de kurtarmışsın
bak her şey filmlerdeki gibi
gel ben sana aşık olayım sen de bana ol tamam mısın diye sordum
tamam olur dedi
biz şimdi neyiz dedi sonrasında
güzellik acı verir dedim
ne diyosun dedi başta asık suratla sonra
s...tir et dedim.
ulan ali.
biraz uzun bi şiir olacak, her kalp dayanmaz.
eymir'i deniz sanırdım
ben ne bileyim kardeşim deniz olmadığını açıp haritaya bakmadım ya
yurttaki oda arkadaşım ali demişti ki eymir bir denizdir
aynı ali 7 kasa bira içtiğini de iddia ederdi
-eymir bir göldür-
neyse,
sen bana bunu nası yaparsın 愚蠢的 愚蠢的 falan dedi yüzecektim ben dedi
ben japonca biliyorum dedim çince değil wakarimasta hesabı
çin'de deniz yok mu dedim var da dedi antalya'da yüzmek istiyodum ben dedi
burası ankara dedim.
ifrit oldu
büyük elleri vardı tokadı ağır oldu.
-burası ankara'dır ve eymir bir göldür-
otto city'de kalacaktık o ödemişti parasını
kalamadık.
nere gidem diye düşünürken
aliyi aradım açmadı
babamı aradım açmadı
en yakın arkadaşı aradım açtı, durumu anlattım
senin kafanı s...yim dedi.
-eymir bir göldür-
yatarken bi mağazanın önünde
ekmek banarken vitrine
kıçım hafiften donmaya başladı
ayazını s...yim ankara dedim içimden
meğerse sesli söyleyip bayılmışım.
uyandığımda zatürre geçirmişsin dedi hemşire miydi neydi tam anlamadım vallahi
ama güzel bişiydi.
dedim hanfendi mevzuyu uzatmayalım
hazır beni de kurtarmışsın
bak her şey filmlerdeki gibi
gel ben sana aşık olayım sen de bana ol tamam mısın diye sordum
tamam olur dedi
biz şimdi neyiz dedi sonrasında
güzellik acı verir dedim
ne diyosun dedi başta asık suratla sonra
s...tir et dedim.
ulan ali.
devamını gör...
quentin tarantino
hakkında taraf olduğum yönetmen.
ne yaparsa yapsın beğeniyorum, takdir ediyorum doğru. ama senaristlik kabiliyetini tartışanın sinema tanrıları alnını karışlar, uyarayım.
tarantino çok fazla dış mekan kullanmaz. platolar, stüdyolar, iç mekanlardır oyun sahası. fotoğraf karelik gün batımları, doğa manzaraları filmlerinde pek sık rastladığımız sahneler değildir. çokça da eleştirilir bu konuda. tarantino kendi sinemasında bunu ilk kez django unchained filminde ciddi anlamda yoğun bir şekilde uyguladı ve muvaffak oldu. bu da bunu yapmayışının, yapamadığından değil yapmayı tercih etmediğinden kaynaklandığının kanıtı.
çok yetenekli, çok başarılı kalemler biliyoruz, okuyoruz, takip ediyoruz, izliyoruz. çok yaratıcı olanlar var aralarında doğru. tarantino da senaristliğinden çok yönetmenliği ile anılan bir sinemacı haklısınız. ama şunu da bir gözden geçirin derim; dakikalarca süren bir konuşmada, üstünkörü geçilen sadece bir kelimeyle filmin asıl anlatmak istediğinin özetini vermeyi beceren kaç kişi izleyebiliyoruz? reservoir dogs'u düşünün. filmin en başındaki köpeklerimizin, konusu bahşiş verme olan polilogunu hatırlayın. kaç dakika sürmüştü? 10? 15? kaç kere izlediniz filmi, bağlantıyı çözdünüz mü çözemediniz mi bilmiyorum ama eğer bu filmi izledikten sonra "abi adam bir film süresini doldurmak için oturtuyor adamları dakikalarca filmin hiçbir yeriyle alakası olmayan saçma sapan konulardan bahsettiriyor, bu ne biçim senaristlik anlayışı" diyorsanız bir daha tarantino izlemeyin isterseniz. siz bilirsiniz yani. öyle işte.
yazsın, çeksin, izleyelim, sebeplenelim!
ne yaparsa yapsın beğeniyorum, takdir ediyorum doğru. ama senaristlik kabiliyetini tartışanın sinema tanrıları alnını karışlar, uyarayım.
tarantino çok fazla dış mekan kullanmaz. platolar, stüdyolar, iç mekanlardır oyun sahası. fotoğraf karelik gün batımları, doğa manzaraları filmlerinde pek sık rastladığımız sahneler değildir. çokça da eleştirilir bu konuda. tarantino kendi sinemasında bunu ilk kez django unchained filminde ciddi anlamda yoğun bir şekilde uyguladı ve muvaffak oldu. bu da bunu yapmayışının, yapamadığından değil yapmayı tercih etmediğinden kaynaklandığının kanıtı.
çok yetenekli, çok başarılı kalemler biliyoruz, okuyoruz, takip ediyoruz, izliyoruz. çok yaratıcı olanlar var aralarında doğru. tarantino da senaristliğinden çok yönetmenliği ile anılan bir sinemacı haklısınız. ama şunu da bir gözden geçirin derim; dakikalarca süren bir konuşmada, üstünkörü geçilen sadece bir kelimeyle filmin asıl anlatmak istediğinin özetini vermeyi beceren kaç kişi izleyebiliyoruz? reservoir dogs'u düşünün. filmin en başındaki köpeklerimizin, konusu bahşiş verme olan polilogunu hatırlayın. kaç dakika sürmüştü? 10? 15? kaç kere izlediniz filmi, bağlantıyı çözdünüz mü çözemediniz mi bilmiyorum ama eğer bu filmi izledikten sonra "abi adam bir film süresini doldurmak için oturtuyor adamları dakikalarca filmin hiçbir yeriyle alakası olmayan saçma sapan konulardan bahsettiriyor, bu ne biçim senaristlik anlayışı" diyorsanız bir daha tarantino izlemeyin isterseniz. siz bilirsiniz yani. öyle işte.
yazsın, çeksin, izleyelim, sebeplenelim!
devamını gör...
sevdiğin insanı terk etmek
fi'de şöyle bir diyalog vardı yamulmuyorsam; insan neden birinden vazgeçer? umudu kalmadığı için.
şimdi sevgili suserlar sevgi de yorulur. insan çabalamaktan bıkmaz belki ama sevgisinin ziyan olduğunu hisseder ve karşısındakine olan umudu sönerse terk eder. hem sevmek sevilmek için oluşmaz insanda. seversin işte öylece. karşılığı olmadığında da insan sever ki.
şimdi sevgili suserlar sevgi de yorulur. insan çabalamaktan bıkmaz belki ama sevgisinin ziyan olduğunu hisseder ve karşısındakine olan umudu sönerse terk eder. hem sevmek sevilmek için oluşmaz insanda. seversin işte öylece. karşılığı olmadığında da insan sever ki.
devamını gör...
tüm olumsuzluklara rağmen hayattan keyif alan insan
t. olumsuzluğun her zaman olacağının ve hiçbir derdin sonsuza kadar sürmeyeceğinin farkında olan insandır.
devamını gör...