iyi çay demlemenin sırları
hep kafamı karıştırıyor şu iş. önce suyu mu koymalı yoksa çayı mı?
böyle çayı bile içerken 3-4 defa düşeneceğiniz bir kahvenin sahibi söylemişti. "önce suyunu koyacaksın kardeşim, diğer türlü haşlanır çay" diye. "doğrudur abi peki içine karbonatta koyalım mı? "diye sormuştum bi keresinde. pssshie diye gülüp adisyona 3 çizik daha atmıştı.
dişleri sarının en koyusu, elleri siğil içinde bi abiydi işte. belki dişlerini biraz kazısanız alt katmanlarda samsun veya maltepe marka sigarayı bile bulabilirdiniz. öyle bir abiydi, adisyona fazla çizik atar, hep kahvede işlerin kötü gittiğinden, bu gidişle batacağını söylerdi. işin garibi seneler boyunca hiç batmadı aksine 2 tane daha kahve açtı. garip ve iyi bir abiydi
üniversite okurken ev arkadaşım çay demlerken demlik kapağının aralık bırakılması gerektiğini söylerdi. ülkü ocaklarında çaycılık yapmış bir dönem. orda öğrenmiş bu taktiği. çay hava aldığı için daha hızlı demlenirmiş. iyi çocuktu, evde kova yapar sokakta bulduğu iti köpeğe eve getirirdi. onunla doğru dürüst hiç kavga etmedim. çok parasız günler geçirdik beraber ama çayımız hep vardı.
kürt bir arkadaşım kaçak çay dışında çay içmezdi mesela. ona göre ideal çay kaçak olmalıydı. kafeye gittiğimiz zaman önce kendine çay söylerdi. çaydan bir yudum alır kaçak değilse içmezdi. geri gönderip yerine kahve söylerdi. hiç unutmam bol sütlü şekerli kahve. kahveye uzaktan bakınca bile şeker kokusunu alırdınız. öyle bi çocuktu o da işte. kavgam olsa ilk onu çağırırdım herhalde. elleri kocamandı.
hiç anlamamışımdır mesela o kaçak çayı. "ırak'ta, iran'da bu çay nasıl yetişir? oralar hep çöl değil mi? çay sulak yerde büyümez mi abdullah sen söyle kardeşim bu çay nerden geliyor?" dedim bikeresinde. "ne bilim gardaş geliyo işte" demişti. geliyordu işte ne farkeder.
çayın ideali nasıl olur bilmiyorum. kendimi bildim bileli çay memleketten gelir bizim. anne tarafı karadenizli. galiba en iyi çay annemin demlediği çay. insanlar bize çayımızı içmeye gelir çünkü. çayımız iyi olmasa neden gelsinler ki?
aslında kahve hepsinden güzelde bakma sen kahve pahalı.
böyle çayı bile içerken 3-4 defa düşeneceğiniz bir kahvenin sahibi söylemişti. "önce suyunu koyacaksın kardeşim, diğer türlü haşlanır çay" diye. "doğrudur abi peki içine karbonatta koyalım mı? "diye sormuştum bi keresinde. pssshie diye gülüp adisyona 3 çizik daha atmıştı.
dişleri sarının en koyusu, elleri siğil içinde bi abiydi işte. belki dişlerini biraz kazısanız alt katmanlarda samsun veya maltepe marka sigarayı bile bulabilirdiniz. öyle bir abiydi, adisyona fazla çizik atar, hep kahvede işlerin kötü gittiğinden, bu gidişle batacağını söylerdi. işin garibi seneler boyunca hiç batmadı aksine 2 tane daha kahve açtı. garip ve iyi bir abiydi
üniversite okurken ev arkadaşım çay demlerken demlik kapağının aralık bırakılması gerektiğini söylerdi. ülkü ocaklarında çaycılık yapmış bir dönem. orda öğrenmiş bu taktiği. çay hava aldığı için daha hızlı demlenirmiş. iyi çocuktu, evde kova yapar sokakta bulduğu iti köpeğe eve getirirdi. onunla doğru dürüst hiç kavga etmedim. çok parasız günler geçirdik beraber ama çayımız hep vardı.
kürt bir arkadaşım kaçak çay dışında çay içmezdi mesela. ona göre ideal çay kaçak olmalıydı. kafeye gittiğimiz zaman önce kendine çay söylerdi. çaydan bir yudum alır kaçak değilse içmezdi. geri gönderip yerine kahve söylerdi. hiç unutmam bol sütlü şekerli kahve. kahveye uzaktan bakınca bile şeker kokusunu alırdınız. öyle bi çocuktu o da işte. kavgam olsa ilk onu çağırırdım herhalde. elleri kocamandı.
hiç anlamamışımdır mesela o kaçak çayı. "ırak'ta, iran'da bu çay nasıl yetişir? oralar hep çöl değil mi? çay sulak yerde büyümez mi abdullah sen söyle kardeşim bu çay nerden geliyor?" dedim bikeresinde. "ne bilim gardaş geliyo işte" demişti. geliyordu işte ne farkeder.
çayın ideali nasıl olur bilmiyorum. kendimi bildim bileli çay memleketten gelir bizim. anne tarafı karadenizli. galiba en iyi çay annemin demlediği çay. insanlar bize çayımızı içmeye gelir çünkü. çayımız iyi olmasa neden gelsinler ki?
aslında kahve hepsinden güzelde bakma sen kahve pahalı.
devamını gör...
kemalistler eşlerini neden kıskanmaz meselesi
#1063278 burada da dostumuzun söylediği gibi gerçek trolluk bu değil. bak yapacaksanız bu işi asgari zeka lazım. ahlakınız yok, onu anladık ama biraz düşün, kafayı çalıştır be kardeşim.
(bkz: hoşt köpek)
(bkz: hoşt köpek)
devamını gör...
doğru insan
o olmadan her şey anlamını yitiriyorsa, onsuz yaşayabilmek mümkün değilse, onu unutmak yerine başkasını koymak olanak dışı ise, o kesinlikle doğru insandır.
yatalak kocasına bakan bir hastam vardı. adam öldükten az bir zaman sonra kadın da vefat etti.haberlerde de böyle yaşlı çiftler görüyorum. belki bunlar sadece birer tesadüftür ama bu tip şeyler beni çok etkiler. *
yatalak kocasına bakan bir hastam vardı. adam öldükten az bir zaman sonra kadın da vefat etti.haberlerde de böyle yaşlı çiftler görüyorum. belki bunlar sadece birer tesadüftür ama bu tip şeyler beni çok etkiler. *
devamını gör...
seri oylanınca hissedilenler
hafif bir gıcıklanma, hafif bir titremeyle beraber sıcaklık üzerine de mutluluk hissettiğim durum. fav verince de bir "oynama huylanıyom" olmuyor değil.
devamını gör...
geceye bir şiir bırak
“o son kurşunu kafamıza sıkacaktık” diyenlere*
“haliç'te bir vapuru vurdular dört kişi
polis kaatilleri arıyordu
deli cafer ismail tayfur ve şaşı
üzerime yüklediler bu işi
sarhoştum kasımpaşa'daydım
vapuru onlar vurdu ben vurmadım
cinayeti kör bir kayıkçı gördü
ben vursam kendimi vuracaktım”
attila ilhan- cinayet saati
“haliç'te bir vapuru vurdular dört kişi
polis kaatilleri arıyordu
deli cafer ismail tayfur ve şaşı
üzerime yüklediler bu işi
sarhoştum kasımpaşa'daydım
vapuru onlar vurdu ben vurmadım
cinayeti kör bir kayıkçı gördü
ben vursam kendimi vuracaktım”
attila ilhan- cinayet saati
devamını gör...
orhan veli dizeleri
“düşünme,
arzu et sade!
bak, böcekler de öyle yapıyor.”
orhan veli- istanbul için
devamını gör...
normal sözlük aşık atışması
ben ışıktan korkmam bilmez misin
aşıklık şanımdandır yetemez misin
diyorsun ki meydana da gerek yoktu
okuyan herkes bilsin yagami korktu
aşıklık şanımdandır yetemez misin
diyorsun ki meydana da gerek yoktu
okuyan herkes bilsin yagami korktu
devamını gör...
bir erkeğin sizinle ilgilendiğini anlamanın yolu
sizden daha tanışır tanışmaz bir takım istekler istemesi yanlış alarmdır.
ilgilenen erkek sizinle bir şeyler paylaşmak istiyordur, sizi hayatında bir yere koymak istiyordur.
ilgilenen erkek sizinle bir şeyler paylaşmak istiyordur, sizi hayatında bir yere koymak istiyordur.
devamını gör...
kıymet bilmek
devamını gör...
aiva
açılımı "artificial intelligence virtual artist" olan dünyanın ilk sanal bestecisidir. evet, sanal bir besteci. besteler, yapay zeka tarafından oluşturuluyor. genellikle klasik müzik türünde eserler çıkarmakta.* pierre barreau tarafından oluşturulmuş. hatta kendisinin aiva hakkında konuştuğu bir ted konuşması var.
aiva'dan bir klasik eser (efsanee)
aiva'dan bir rock eser
aiva'dan bir klasik eser (efsanee)
aiva'dan bir rock eser
devamını gör...
vitriol
simyacıların felsefe taşını aramalarını simgeleyen “visita ınteriora terrae rectificando ınvenies occultum lapidem” sözündeki kelimelerin baş harflerinden oluşan kelime. yaklaşık anlamı “yerin merkezini ziyaret et, orada gizli taşı bulacaksın.” dır.
devamını gör...
the arrow of gold
modernizm'in önemli temsilcilerinden polon asıllı ingiliz yazar joseph conrad tarafından yazılmış olan roman. xix. yüzyılın ikinci yarısında, fransa'nın en ünlü liman kentlerinden biri olan marsilya'da geçer ana hikaye. la terza guerra carlista döneminde madrid dükü carlo maria di borbone-spagna'yı destekleyen karakter etrafında dönen ana hikaye, olayların da merkezinde olan gizemli ve belirsiz bir anlatıcı tarafından aktarılır. conrad'ın pek çok hikaye, öykü ve romanında -emperyalizm'e eleştiriler sunduğu heart of darkness, pişmanlığın insan üzerine etkisini muhteşem bir betimleme ile aktardığı lord jim, yarı-otobiyografik bir öykü olan ve marlow'un adının ilk kez resmi olarak geçtiği youth ve flora de barral gibi muhteşem bir karaktere sahip olan chance- olan okuyucunun karşısına çıkardığı yinelenen bir karakter olan denizci charles marlow, the arrow of gold'un belirsiz anlatıcısı olmaya çok uygun olsa da -ki düşünce biçimleri çok benzerdir- kesinliği çok belirsiz. bana kalırsa conrad yalnızca eski karakterlerine alışıldık bir bağlılık gösterdiğinden ötürü istemsizce bu belirsiz anlatıcı marlow'un izlerini taşıyordu ama marlow değildi. conrad'ın kendine has karmaşık bir sadeliğin* ürünü olan üslubu, bazen olaydan koparacak kadar abartılı olan betimlemeleri ile -ki bu yine de conrad'a özgü bir güzelliktir- gerçek anlamda okunması gerekenler listesinden başı çeken conrad eserlerinden biri. conrad'ın isimsiz lord için i. arbelaiz kontu tirso de olazábal'dan esinlenildiği de söylenmekte.
"it was a kind of deaf-and-dumb house. the black-and-white hall was empty and everything was perfectly still. blunt himself had no doubt gone away with his mother in the brougham, but as to the others, the dancing girls, therese, or anybody else that its walls may have contained, they might have been all murdering each other in perfect assurance that the house would not betray them by indulging in any unseemly murmurs. i emitted a low whistle which didn’t seem to travel in that peculiar atmosphere more than two feet away from my lips, but all the same rose came tripping down the stairs at once. with just a nod to my whisper: “take a fiacre,” she glided out and i shut the door noiselessly behind her." p.139
"i felt suddenly extremely exhausted, absolutely overcome with fatigue since i had moved; as if to sit on that pompeiian chair had been a task almost beyond human strength, a sort of labour that must end in collapse. i fought against it for a moment and then my resistance gave way. not all at once but as if yielding to an irresistible pressure (for i was not conscious of any irresistible attraction) i found myself with my head resting, with a weight i felt must be crushing, on doña rita’s shoulder which yet did not give way, did not flinch at all. a faint scent of violets filled the tragic emptiness of my head and it seemed impossible to me that i should not cry from sheer weakness. but i remained dry-eyed. i only felt myself slipping lower and lower and i caught her round the waist clinging to her not from any intention but purely by instinct. all that time she hadn’t stirred. there was only the slight movement of her breathing that showed her to be alive; and with closed eyes i imagined her to be lost in thought, removed by an incredible meditation while i clung to her, to an immense distance from the earth. the distance must have been immense because the silence was so perfect, the feeling as if of eternal stillness. i had a distinct impression of being in contact with an infinity that had the slightest possible rise and fall, was pervaded by a warm, delicate scent of violets and through which came a hand from somewhere to rest lightly on my head. presently my ear caught the faint and regular pulsation of her heart, firm and quick, infinitely touching in its persistent mystery, disclosing itself into my very ear—and my felicity became complete. ıt was a dreamlike state combined with a dreamlike sense of insecurity." p.156
"it was a kind of deaf-and-dumb house. the black-and-white hall was empty and everything was perfectly still. blunt himself had no doubt gone away with his mother in the brougham, but as to the others, the dancing girls, therese, or anybody else that its walls may have contained, they might have been all murdering each other in perfect assurance that the house would not betray them by indulging in any unseemly murmurs. i emitted a low whistle which didn’t seem to travel in that peculiar atmosphere more than two feet away from my lips, but all the same rose came tripping down the stairs at once. with just a nod to my whisper: “take a fiacre,” she glided out and i shut the door noiselessly behind her." p.139
"i felt suddenly extremely exhausted, absolutely overcome with fatigue since i had moved; as if to sit on that pompeiian chair had been a task almost beyond human strength, a sort of labour that must end in collapse. i fought against it for a moment and then my resistance gave way. not all at once but as if yielding to an irresistible pressure (for i was not conscious of any irresistible attraction) i found myself with my head resting, with a weight i felt must be crushing, on doña rita’s shoulder which yet did not give way, did not flinch at all. a faint scent of violets filled the tragic emptiness of my head and it seemed impossible to me that i should not cry from sheer weakness. but i remained dry-eyed. i only felt myself slipping lower and lower and i caught her round the waist clinging to her not from any intention but purely by instinct. all that time she hadn’t stirred. there was only the slight movement of her breathing that showed her to be alive; and with closed eyes i imagined her to be lost in thought, removed by an incredible meditation while i clung to her, to an immense distance from the earth. the distance must have been immense because the silence was so perfect, the feeling as if of eternal stillness. i had a distinct impression of being in contact with an infinity that had the slightest possible rise and fall, was pervaded by a warm, delicate scent of violets and through which came a hand from somewhere to rest lightly on my head. presently my ear caught the faint and regular pulsation of her heart, firm and quick, infinitely touching in its persistent mystery, disclosing itself into my very ear—and my felicity became complete. ıt was a dreamlike state combined with a dreamlike sense of insecurity." p.156
devamını gör...
bir ilişkide olması gereken en önemli şey
şey in ayrı yazılması.
devamını gör...
stonehenge
bilim adamlarına göre piramitler gibi yapılması çok zor olan, bir insanın yapmasının çok da kolay olmadığı bir yapıymış.
astronomi, astroloji, geometri, meteoroloji ve paganizmle alakası olduğu savunulmaktadır.
astronomi, astroloji, geometri, meteoroloji ve paganizmle alakası olduğu savunulmaktadır.
devamını gör...
taşa yazılmış yaşım 12 tecavüz ediliyorum yazısının gerçek çıkması
failler umarım yakılır.
devamını gör...



