başımıza icat çıkarma denilen çocuk (yazar)
doğum günüüün kutluu olsuunnn.* umarım yeni yaşında çok güzel şeyler yaşarsın.*
devamını gör...
gerçekte en çok görülmek istenen sözlük yazarları
cabbara ((gbkz: celebrant)) sözüm var. şu karambolden bir gol çıkarırsam hayatına el atacağım.
evet! beklediğim haberler güzel olursa; usiv celebrent ile sarhoş olup bir masada zabaha kadar saçmalamak istiyorum.
adamlar ayıkken bile kafaları bir milyon.
hele birde fulken nasıl olur ?
evet! beklediğim haberler güzel olursa; usiv celebrent ile sarhoş olup bir masada zabaha kadar saçmalamak istiyorum.
adamlar ayıkken bile kafaları bir milyon.
hele birde fulken nasıl olur ?
devamını gör...
yeni tanışılan kişide aranan kriterler
konuşan,dinleyen, özgün, düşünen,farklı fikir sahibi, aykırı.
devamını gör...
tiktok'un dünyanın en çok indirilen uygulaması olması
dunyanin gerizekalı olusundandir.
devamını gör...
insanı en sakin anında bile sinir eden şeyler
ağzı şapırdatarak birşeyler yenmesi.
devamını gör...
kino
80'lerde yeraltı müziği şeklinde başlayan sovyet rock müziği, bilhassa viktor tsoi öncülüğündeki kino(кино) ile rusların müzik anlayışını geri dönülemez biçimde değiştirecekti.
ekim devrimi'nin ardından başa gelen yeni sosyalist yönetim müziği belli bir kesimin icrası olmaktan çıkarıp halka yaymak istiyordu. bu amaçla devlet operaları, baleleri ve konservatuvarları açıldı. zira dönemin müzik anlayışı klasik müzik, marşlar ve yöresel halk şarkıları ile harmanlanmış, batının o dönemki müzik anlayışından nispeten uzak bir çizgideydi. yapılan icraatlar da bunu destekler nitelikte oldu. fakat tüm dünyada gerçekleşmiş ve gerçekleşiyor olan müzik devrimi elbette sovyet rusya'sında da karşılık bulacaktı, buldu da. rus müzikseverlerin çektiği bu kaotik açlık yer altında icra edilen müziklerin yavaş yavaş yer üstüne çıkmaya başlamasının önünü açtı. dönemin batı müziğine hakim olan punk-rock tınılar, sovyet müzik devriminin de belirleyicileri oldu. işte tam bu dönemde ortaya çıktı kino.
söz yazarı, besteci ve vokal viktor tsoi, gitarist aleksei rybin ve baterist oleg valinskiy olmak üzere üç kişilik bir grup olarak yola çıktı kino. gruba ismini veren ise bir tabela oldu. rybin ve tsoi'nin yolda giderken gördükleri "кино" (sinema) tabelasından.. tsoi ve arkadaşları deneysel müzikler yapmak için uğraşırlarken müzik çevrelerinden tepkilerle karşılaşıyorlardı. öyle ki bu tepkiler grup üyelerinden dahi yükseliyordu zaman zaman. bu nedenle üyeler devamlı değişiyordu. ilk albümleri "45" ile varlığını ilk kez gösteren grup ikinci albümleri "gruppa krovi" ile bütün rusya'yı etkisi altına aldı. sovyet müzikseverler aradıkları tınıları ve bilhassa lirikleri bu efsanevi grubun yaptığı müzikte buldular. dönemin devlet başkanı gorbaçov'u ve reformlarını, savaşları, nükleeri eleştiren liriklerle yükselmişti kino ve bu o dönem için pek kimsenin cesaret edemeyeceği bir şeydi. askeri hamlelerden ve söylemlerden sıkılan müzikseverler için bir sığınak olmuştu adeta bu grup.
kino küresel olarak ün kazanadursun, viktor tsoi halâ bir apartman dairesinde yaşıyordu ve ücret karşılığında apartmanın kazan dairesi ile ilgileniyordu. grup popülerdi popüler olmasına fakat dinleyicilerin büyük bölümü korsan albümler satın aldığı için maalesef tam karşılığını bulamıyordu bu ün. dönemin yönetimine karşı söylemler ürettikleri için yönetimin bu korsan üretimi durdurmaya çalışmadığını söylüyordu tsoi. bu nedenle grubu, kazan dairesindeki işi sayesinde finanse ettiğini ve bu işe devam etmek zorunda olduğunu dile getiriyordu. bu söylemi de hayranlarını daha çok bağladı gruba.
bir 1990 gününde riga'dan balık tutmaktan dönen tsoi, dönüş yolunda yaptığı kaza ile sovyet müziğine adını altın harflerle yazdıran kino grubunu ve sevenlerini öksüz bıraktı. ondan geriye kalan şarkıları ve yepyeni bir rus müzik anlayışı oldu.
sevdiğim birkaç şarkıları:
ekim devrimi'nin ardından başa gelen yeni sosyalist yönetim müziği belli bir kesimin icrası olmaktan çıkarıp halka yaymak istiyordu. bu amaçla devlet operaları, baleleri ve konservatuvarları açıldı. zira dönemin müzik anlayışı klasik müzik, marşlar ve yöresel halk şarkıları ile harmanlanmış, batının o dönemki müzik anlayışından nispeten uzak bir çizgideydi. yapılan icraatlar da bunu destekler nitelikte oldu. fakat tüm dünyada gerçekleşmiş ve gerçekleşiyor olan müzik devrimi elbette sovyet rusya'sında da karşılık bulacaktı, buldu da. rus müzikseverlerin çektiği bu kaotik açlık yer altında icra edilen müziklerin yavaş yavaş yer üstüne çıkmaya başlamasının önünü açtı. dönemin batı müziğine hakim olan punk-rock tınılar, sovyet müzik devriminin de belirleyicileri oldu. işte tam bu dönemde ortaya çıktı kino.
söz yazarı, besteci ve vokal viktor tsoi, gitarist aleksei rybin ve baterist oleg valinskiy olmak üzere üç kişilik bir grup olarak yola çıktı kino. gruba ismini veren ise bir tabela oldu. rybin ve tsoi'nin yolda giderken gördükleri "кино" (sinema) tabelasından.. tsoi ve arkadaşları deneysel müzikler yapmak için uğraşırlarken müzik çevrelerinden tepkilerle karşılaşıyorlardı. öyle ki bu tepkiler grup üyelerinden dahi yükseliyordu zaman zaman. bu nedenle üyeler devamlı değişiyordu. ilk albümleri "45" ile varlığını ilk kez gösteren grup ikinci albümleri "gruppa krovi" ile bütün rusya'yı etkisi altına aldı. sovyet müzikseverler aradıkları tınıları ve bilhassa lirikleri bu efsanevi grubun yaptığı müzikte buldular. dönemin devlet başkanı gorbaçov'u ve reformlarını, savaşları, nükleeri eleştiren liriklerle yükselmişti kino ve bu o dönem için pek kimsenin cesaret edemeyeceği bir şeydi. askeri hamlelerden ve söylemlerden sıkılan müzikseverler için bir sığınak olmuştu adeta bu grup.
kino küresel olarak ün kazanadursun, viktor tsoi halâ bir apartman dairesinde yaşıyordu ve ücret karşılığında apartmanın kazan dairesi ile ilgileniyordu. grup popülerdi popüler olmasına fakat dinleyicilerin büyük bölümü korsan albümler satın aldığı için maalesef tam karşılığını bulamıyordu bu ün. dönemin yönetimine karşı söylemler ürettikleri için yönetimin bu korsan üretimi durdurmaya çalışmadığını söylüyordu tsoi. bu nedenle grubu, kazan dairesindeki işi sayesinde finanse ettiğini ve bu işe devam etmek zorunda olduğunu dile getiriyordu. bu söylemi de hayranlarını daha çok bağladı gruba.
bir 1990 gününde riga'dan balık tutmaktan dönen tsoi, dönüş yolunda yaptığı kaza ile sovyet müziğine adını altın harflerle yazdıran kino grubunu ve sevenlerini öksüz bıraktı. ondan geriye kalan şarkıları ve yepyeni bir rus müzik anlayışı oldu.
sevdiğim birkaç şarkıları:
devamını gör...
birini çok sevdiğin halde onun seni sevmemesi
iyi bir şey değildir. (bkz: platonik aşk)
dünya küçülür, öyle dönemler gelir ki zaman, o insanı gördüğün kısa süreye; mekan, onu görebildiğin yere sıkışır. insan, kendi kendine ihanet ediyor. zamanın, hayatın değerini kaybettiği bu durumu açıklamak kolay değildir.
yalnızlar, sevgililer, nişanlılar, evliler diye sürüp giden bu dünyanın yetim çocukları platonik aşıklardır. düşünsenize, kendinizi hiçbir yere ait hissetmiyorsunuz. içinizde bitmek bilmeyen bir umut var. "ya olursa ?" şeklindeki düşünceniz, o naif umudunuz kanınızda gezip sizi her gün zehirliyor. insanın bir netice almak isteyip aynı zamanda o neticeden de en çok korktuğu durumlardan birisidir. ne olumlu bir dönüşün yaratacağı mutluluğu ne de olumsuz bir cevabın sizden koparacağı parçayı tasvir edemiyorsunuz. hayali bile müthiş bir haz veren insanın, gerçekten elini tuttuğunuzu düşündüğünüzde dünyanın en mutlu insanı olurdunuz herhalde. sizi reddettiğinde de dünyanın en sefil insanına dönüşürdünüz. böyledir hayallerde.
işi daha da zorlaştıran şeyler vardır mesela. sevmemeniz gereken birini sevdiğiniz bir hikaye, acıya acı katacaktır. ya da sevdiğiniz insanın sizi sevme ihtimalinin çok düşük olduğu bir durum düşünün. gözlerdeki umudu, yaşanılan her ana yüklenen anlamları, kendi kendine gelin güvey olmaları, üçüncü şahısların dahil olduğu durumda gözlerdeki tedirginliği. nereden bakarsanız bakın insanı eskiten bir şey.
iş sizden çıkmış; bir zayıflık, duygularınızın eline düşmüşsünüz, bir çaresizlik. iki dudak arasındasınız. insan kendine söz geçiremez mi? çok ilginç. onun adı, kokusu veya onu anımsatan bir şey söz konusu olduğu zaman hayat duruyor. önceliğiniz değişmiş. siz değilsiniz, anneniz, kardeşiniz veya arkadaşınız değil. para veya itibar da söz konusu değil. artık daha az ilgilisiniz bunlara. tüm ilginiz bir insan üzerinde toplanmış. bilinç altınız dolup taşıyor ve rüyalarınızın başrolüne sadece bir kişi hükmediyor.
bu hikaye, istisnalar dışında üzücü bitecektir. çoğunlukla gönül dünyası yıkılacaktır. platonik aşk, genellikle bir rakı sofrasında anlatılacak, hayatın, insana attığı en büyük kazıklardan biridir. lakin geçecek, geçiyor. yaşam, bir kadının yasını adam gibi tutturmuyor size. kızıyor bu şımarıklığa; size onun acısını unutturacak yenilerini gönderiyor.
dünya küçülür, öyle dönemler gelir ki zaman, o insanı gördüğün kısa süreye; mekan, onu görebildiğin yere sıkışır. insan, kendi kendine ihanet ediyor. zamanın, hayatın değerini kaybettiği bu durumu açıklamak kolay değildir.
yalnızlar, sevgililer, nişanlılar, evliler diye sürüp giden bu dünyanın yetim çocukları platonik aşıklardır. düşünsenize, kendinizi hiçbir yere ait hissetmiyorsunuz. içinizde bitmek bilmeyen bir umut var. "ya olursa ?" şeklindeki düşünceniz, o naif umudunuz kanınızda gezip sizi her gün zehirliyor. insanın bir netice almak isteyip aynı zamanda o neticeden de en çok korktuğu durumlardan birisidir. ne olumlu bir dönüşün yaratacağı mutluluğu ne de olumsuz bir cevabın sizden koparacağı parçayı tasvir edemiyorsunuz. hayali bile müthiş bir haz veren insanın, gerçekten elini tuttuğunuzu düşündüğünüzde dünyanın en mutlu insanı olurdunuz herhalde. sizi reddettiğinde de dünyanın en sefil insanına dönüşürdünüz. böyledir hayallerde.
işi daha da zorlaştıran şeyler vardır mesela. sevmemeniz gereken birini sevdiğiniz bir hikaye, acıya acı katacaktır. ya da sevdiğiniz insanın sizi sevme ihtimalinin çok düşük olduğu bir durum düşünün. gözlerdeki umudu, yaşanılan her ana yüklenen anlamları, kendi kendine gelin güvey olmaları, üçüncü şahısların dahil olduğu durumda gözlerdeki tedirginliği. nereden bakarsanız bakın insanı eskiten bir şey.
iş sizden çıkmış; bir zayıflık, duygularınızın eline düşmüşsünüz, bir çaresizlik. iki dudak arasındasınız. insan kendine söz geçiremez mi? çok ilginç. onun adı, kokusu veya onu anımsatan bir şey söz konusu olduğu zaman hayat duruyor. önceliğiniz değişmiş. siz değilsiniz, anneniz, kardeşiniz veya arkadaşınız değil. para veya itibar da söz konusu değil. artık daha az ilgilisiniz bunlara. tüm ilginiz bir insan üzerinde toplanmış. bilinç altınız dolup taşıyor ve rüyalarınızın başrolüne sadece bir kişi hükmediyor.
bu hikaye, istisnalar dışında üzücü bitecektir. çoğunlukla gönül dünyası yıkılacaktır. platonik aşk, genellikle bir rakı sofrasında anlatılacak, hayatın, insana attığı en büyük kazıklardan biridir. lakin geçecek, geçiyor. yaşam, bir kadının yasını adam gibi tutturmuyor size. kızıyor bu şımarıklığa; size onun acısını unutturacak yenilerini gönderiyor.
devamını gör...
ingiliz aksanını sevdiren insanlar
(bkz: benedict cumberbatch) sırf konuşması için bile saatlerce izleyebilirim
devamını gör...
medusa
kainatın, tanrılar tarafından bölüşüldüğü çağlarda, medusa adında güzelliğiyle herkesi kıskandıran, aynı zamanda bütün tanrıları kendisine aşık eden bir kız yaşarmış. medusa o kadar güzel bir kızmış ki yeryüzünde güzelliğiyle ona rakip olabilecek başka bir kadın bulmak mümkün değilmiş. bu yüzden derlermiş ki; yeryüzünde bütün kadınlar bu güzelliği yüzünden medusa'yı kıskanırmış. işte bu güzel medusa kendisini tanrılara adamış ve iki kız kardeşi ile birlikte baş tanrı zeus'un en sevdiği kızı zekâ tanrıçası athena'ya ait bir tapınakta yaşarmış. phorkus ve keto'nun kızları olan bu üç kız kardeşten medusa'nın haricinde diğer ikisi ölümsüzmüş. kendi tapınağında yaşayan bu güzel kızı gören athena da kızın güzelliğinden etkilenmiş ama kendisini daha güzel ve çok daha zeki bulduğu için de pek fazla önemsememiş. athena, baştanrı zeus'un kardeşi olan denizlerin efendisi büyük poseidon ile birlikteymiş. güçlü ve ölümsüz, büyük tanrı poseidon da karısı athena'nın tapınağında yaşayan bu güzeller güzeli kızın farkındaymış ama tanrılar katında bir ölümlüye aşık olduğu için küçümsenmekten korktuğu için de gizliyormuş ona olan ilgisini. bir gün athena her şeyi bilen baş tanrı zeus'un izniyle öğrenmiş poseidon'un, medusa'ya karşı ilgisini. poseidon bunu şiddetle reddetmiş ve tanrıça athena'ya da yeryüzü ve gökyüzünde ondan daha güzel ve alımlı hiçbir canlının olmadığı üzerine yeminler etmiş. athena da poseidon'un bu söylediklerine inanarak olayı çok fazla büyütmemiş.poseidon athena'ya öyle demiş demesine ancak yine de bir türlü çıkaramıyormuş aklından dünyalar güzeli medusa'yı.
medusa tutkusu yüzünden poseidon aklını kaçıracak gibi oluyormuş. sonunda denizlerin büyük tanrısı bu tutkusuna yenik düşmüş ve bir gün gizlice girdiği sevgilisi athena'nın tapınağında, güzeller güzeli medusa'ya zorla sahip olmuş. dünyalar güzeli medusa harap bir halde tapınakta kalmaya devam ediyormuş ama bu olayı athena'nın duyması da fazla zaman almamış. athena, güçlü poseidon'un bu yaptığı karşısında kendisini aşağılanmış hissetmiş. bu hissi önce derin bir kıskançlığa, sonra da büyük bir sinire dönüşmüş. öyle hiddetlenmiş,öyle hiddetlenmiş ki medusa'yı çok acı bir şekilde cezalandırmaya karar vermiş ve kendi kendine demiş ki "öyle birden öldürmeyeceğim onu ve kardeşlerini, onlara da önce büyük acılar çektirmeliyim.tıpkı benim çektiğim gibi." ve bu sinirle medusa ve kız kardeşlerini birer ifrite çevirivermiş. dünyalar güzeli medusa ve kız kardeşlerinin artık yüzleri o kadar çirkinmiş ki kimse bakmaya tahammül bile edemiyormuş. medusa'nın gören herkesi bir mecnuna çeviren, en ufak bir yelde bile bütün telleri havalanan o güzelim saçlarının her bir teli bir yılana dönüşmüş. bununla da yatışmayan athena'nın siniri medusa'ya yine de bakmaya çalışan herkesi o bakışların taşa çevirmesini sağlamış ve o da bunun üzerine dünyanın en kuzeyindeki hyperborea'ya sürülmüş. gel zaman git zaman athena bu cezayla da yetinmemiş ve medusa'yı öldürmek için argos kralı akrisios'un kızı danae'nin, zeus'tan olma oğlu perseus'la yani üvey kardeşiyle işbirliği yaparak medusa'nın kafasını kesmeye karar vermiş.perseus üvey kız kardeşinin bu isteğini hemen yerine getirerek ışıltılar saçıp insanların gözlerini kamaştıran keskin kılıcını savurduğu gibi zavallı medusa'nın yılan saçlı kafasını bedeninden ayırıvermiş.
ancak athena'nın bilmediği bir şey varmış. güzel medusa, poseidon'un kendisine zorla sahip olduğu gece denizlerin kudretli tanrısından hamile kalmış. perseus'un gözleri kamaştıran kılıcı medusa'nın kafasını bedeninden ayırdığı anda poseidon'un medusa'nın rahmine bıraktığı çocukları pegasus ve chrsyar, medusa'nın cansız bedeninden dışarı çıkıvermişler. athena, denizler tanrısı poseidon'dan olma bu iki kardeşi kendisine köle yapmaya karar vermiş. kardeşlerden chrsyar'ın iyi bir savaşçı olacağını düşünen athena onu kendisine, kanatlı beyaz bir at olarak doğan pegasus'u da korinthos şehrinin kralı glaukos'un oğlu bellerophone'e vermiş. pegasus'u ona vermesinin nedeni de bellerophone'nin ağzından ateşler saçan, aslan başlı, keçi gövdeli ve yılan kuyruklu khmimaira adında bir canavarla savaşmaya gidecek olmasıymış. athena, uzun zamandır bu canavarla savaşmak için yardım isteyen bellerophone'a pegasus'u vererek yardım çağrılarına da kayıtsız kalmadığını göstermiş böylece. athena "pegasus, bellerophone için bu savaşta oldukça işe yarar, ne de olsa denizler tanrısı güçlü poseidon'un oğlu" diye düşünmüş. bellerophone, pegasus'u iyi bir savaşçı olarak eğitmiş ve çok güzel bir dostluk kurulmuş aralarında. zamanı gelince de bellerophone kanatlı atı pegasus'a binerek khimaira ile savaşmaya gitmiş. pegasus canavarın ağzından fışkırttığı alevlerin kendilerine ulaşamayacağı bir yüksekliğe çıkmış. bellerophone da canavara havadan oklarıyla saldırmış. kurşun ve demir karışımı oklarının birbiri ardına fırlatmış korkunç canavara. canavar yaralanıyormuş ama bu yaraları hiç de ölümcül değilmiş. en sonunda elinde tuttuğu, tanrıların onu kutsadığı mızrağını kaldırmış ve canavar khimaira'nın en zayıf yerine, yani tam çenesine saplamış.
canavar khimaira'nın ağzından fışkırttığı alevler mızrağın kurşun ucunu hemen eritmiş. eritince de kurşun canavarın boğazından içine doğru akmış ve canavar oracıkta ölüvermiş. bellerophone canavarın cansız bedenine gururla bakmış. yakın dostu büyük ve güçlü tanrı poseidon'un oğlu pegasus'la birlikteyken yenemeyeceği hiçbir düşman olamayacağını düşünmüş. bellerophone bu büyük zaferinin sarhoşluğu içinde kendinden geçmiş ve artık kendisini de bir tanrı olarak görmeye başlamış. yerinin de tanrıların yaşadığı olympos dağı'nın zirvesi olduğunu düşünerek oraya doğru yola çıkmış. o sırada olympos'taki tahtında olup biteni izleyen tanrıların tanrısı zeus, olympos'a doğru kanatlı atıyla gelen bellerophone'u görünce çok sinirlenmiş. hemen bir atsineğini göndererek pegasus'u ısırmasını emretmiş. at sineği baştanrıdan aldığı emirle birlikte hızla bellerophone ve pegasus'un yanına gitmiş ve pegasus'u ısırmış. at sineğinin ısırmasıyla canı çok yanan pegasus gökyüzünün engin mavilerinin ortasında çırpınınca sırtındaki bellerophone'u da atıvermiş. böylece bellerophone tanrılara karşı işlediği bu büyük günahının cezasını ölene kadar insanların ondan iğreneceği bir şekilde çirkin, kör, sakat olarak geçirmeye mahkûm olmuş. pegasus ise yükselmeye devam etmiş. sonunda olympos'un tepesine varmış. zeus buraya kadar gelebilen bu kanatlı beyaz atı çok sevmiş ve kendisinin silahlarını taşıyan bir hizmetkâr olarak yanında görevlenmiş...
üçü de gorgon ve kardeş olan medusa, stheno ve euryale, antik deniz tanrıçası olan ve kardeşi archaic dünyada yeraltı canavarı olan phorcys'in kızlarıydı. stheno, euryale ve medusa, phorcys tarafından yay ve ok ile kutsanmışlardı. yaylar yeraltına aitti ve lanet getirdiklerine inanılmıştı. medusa ölümlü olup güzelliğinden dolayı lanetlendiğinde yayını onu lanetleyenlerden intikam almak ve eski güzelliğine sahip olabilmek için kullanacaktı. medusanın lanetlendikten sonra yılanlardan ok yaptığına inanılır. bakışları taşa çevirirken okları da hedefi yok ederdi.medusa yayı sağ eliyle tutarsa lanet getirir, sol eliyle tutarsa bakışları ile taşa çevirirdi.
devamını gör...
pasifizm
oxford sözlük pacifism kelimesini savaş dahil herhangi bir şiddetin hiçbir koşulda haksız olduğu ve tüm anlaşmazlıkların barışçıl yollarla çözülmesi gerektiği inancı olarak tanımlıyor.
ilk defa fransız barış aktivisti, hukukçu ve yazar émile arnaud tarafından kullanılan pacifsm terimi 1901'de glasgow'da evrensel barış kongresinde diğer aktivistler tarafından da kabul edilmiştir.
pacifism genelde passivism ile karıştırılmaktadır. pacifism aktif olarak barışı savunmak ve savaşa karşı çıkmak anlamına gelirken, passivism gerek politik gerek ise diğer alanlarda eylemsizlik anlamına gelmektedir.
pasifizm kendi içinde belli gruplara ayrılır. bbc sitesinde pasifizm 4 temel grupta ele alınmış. buradan
absolute pacifism - mutlak pasifizm : kendini savunma amaçlı olsa bile savaşın ve şiddetin ahlaki olmadığını savunur.
conditional pacifism - şartlı pasifizm : şiddeti önlemek, kendini savunmak, daha fazla şiddeti ya da daha kötü sonuçları önlemek adına belli şartlar altında sınırlandırılmış: ölçülü savaşın veya şiddetin kabul edilebilir olduğunu savunur.
selective pacifism - seçici pasifizm: sadece nükleer silahlar gibi toplu yıkıma neden olacak savaşlara karşıdırlar.
active pacifism - aktif pasifizm: politik anlamda savaşın durdurulması ve barış anlayışının yerleşmesi için aktif olarak çalışmanın gerekliliğine inanan pasifizm anlayışıdır.
pasifizm felsefesi ve inancı bugün kişisel inançlar anlamında ele alınmaktadır ve vicdani ret hakkının temelini oluşturur.
insanların askerlik hizmetine karşı vicdani ret hakkı insan hakları kapsamında ele alınır.
ilk defa fransız barış aktivisti, hukukçu ve yazar émile arnaud tarafından kullanılan pacifsm terimi 1901'de glasgow'da evrensel barış kongresinde diğer aktivistler tarafından da kabul edilmiştir.
pacifism genelde passivism ile karıştırılmaktadır. pacifism aktif olarak barışı savunmak ve savaşa karşı çıkmak anlamına gelirken, passivism gerek politik gerek ise diğer alanlarda eylemsizlik anlamına gelmektedir.
pasifizm kendi içinde belli gruplara ayrılır. bbc sitesinde pasifizm 4 temel grupta ele alınmış. buradan
absolute pacifism - mutlak pasifizm : kendini savunma amaçlı olsa bile savaşın ve şiddetin ahlaki olmadığını savunur.
conditional pacifism - şartlı pasifizm : şiddeti önlemek, kendini savunmak, daha fazla şiddeti ya da daha kötü sonuçları önlemek adına belli şartlar altında sınırlandırılmış: ölçülü savaşın veya şiddetin kabul edilebilir olduğunu savunur.
selective pacifism - seçici pasifizm: sadece nükleer silahlar gibi toplu yıkıma neden olacak savaşlara karşıdırlar.
active pacifism - aktif pasifizm: politik anlamda savaşın durdurulması ve barış anlayışının yerleşmesi için aktif olarak çalışmanın gerekliliğine inanan pasifizm anlayışıdır.
pasifizm felsefesi ve inancı bugün kişisel inançlar anlamında ele alınmaktadır ve vicdani ret hakkının temelini oluşturur.
insanların askerlik hizmetine karşı vicdani ret hakkı insan hakları kapsamında ele alınır.
devamını gör...
iz bırakan kitap cümleleri
“resim yapmak benim için olanaksız şu sıralarda, tek bir çizgi bile çizemem, ama hiçbir zaman şu anda olduğumdan daha büyük bir ressam da olamamıştım.”
genç werther'in acıları/johann wolfgang von goethe
genç werther'in acıları/johann wolfgang von goethe
devamını gör...
paddington
londra bölgesindeki meşhur istasyon duraklarından biri olan paddington'ı meşhur kılan önemli faktörlerden biri istasyonun adını verdiği paddington ayısıdır. tabii yine daha meşhur ve işlek olan duraklar hayri pıtırlı kings cross, jubilee line yani iş hattına ve pek çok hatta bağlanmasıyla waterloo ve bunun dışında euston denilebilinir.
benim bu başlığı açma sebebim tabii ki zaten tren hattı değil michael bond'un paddingtonudur. marmelat seven ayımız paddington'un hikayesi peruda başlar ve teyzesi lucy'nin etkisiyle beraber birleşik krallığa kayar. paddington paddington ismini zaten varış noktasında alır (orijinal ismi pastuso muymuş). bu arada michael bond bu ayı arkadaşımızı esasen afrika menşeili istemiş ancak orada ayı olmadığından peruya değiştirmiş çünkü orası gözlüklü ayıların memleketiymiş.
paddington'un açılış hikayesi a bear called paddington'la başlar.yayım tarihi 1958 yıllına rastlayan bu eserimizin ilham kaynağının noel arifesinde paddington istasyonunda rastlanılan bir peluş ayı ya da ikinci dünya savaşındaki yahudi göçmenler ve şehirden kırsal alanlara göç eden (savaş esnasında londra sürekli saldırı aldığı ve tarihi siyası önemi nedeniyle çocuklar kırsal alanlara yollanmıştır) çocuklar olunabileceği düşünülmektedir.
neyse artık vikipedi bilgilerini geçiyor ve ana konuya geliyorum. bu padington efendinin kitapları çocuklar için yazılmış olsa da aslında mizah yönünden kuvvetli romanlardır. her kitap genelde bir ana hikayeden başlığını alır ve minik hikayelere bölünürler. ana tema paddington'un insanları anlaması ve sakarlıkları üzerine kuruludur. zaten düşününce dünyadan bihaber paddington'un dünyayı öğrenmesi yeni okumaya başlayan bir çocuğun dünyasıyla da kısmi benzerlikler gösterir. bu anlamda paddington eserinde yine pek çok idioma yani deyişlere de rastlarsınız. dolayısıyla çocuk yetişkin herkesin paddington serisine şans vermesini tavsiye ederim.
benim bu başlığı açma sebebim tabii ki zaten tren hattı değil michael bond'un paddingtonudur. marmelat seven ayımız paddington'un hikayesi peruda başlar ve teyzesi lucy'nin etkisiyle beraber birleşik krallığa kayar. paddington paddington ismini zaten varış noktasında alır (orijinal ismi pastuso muymuş). bu arada michael bond bu ayı arkadaşımızı esasen afrika menşeili istemiş ancak orada ayı olmadığından peruya değiştirmiş çünkü orası gözlüklü ayıların memleketiymiş.
paddington'un açılış hikayesi a bear called paddington'la başlar.yayım tarihi 1958 yıllına rastlayan bu eserimizin ilham kaynağının noel arifesinde paddington istasyonunda rastlanılan bir peluş ayı ya da ikinci dünya savaşındaki yahudi göçmenler ve şehirden kırsal alanlara göç eden (savaş esnasında londra sürekli saldırı aldığı ve tarihi siyası önemi nedeniyle çocuklar kırsal alanlara yollanmıştır) çocuklar olunabileceği düşünülmektedir.
neyse artık vikipedi bilgilerini geçiyor ve ana konuya geliyorum. bu padington efendinin kitapları çocuklar için yazılmış olsa da aslında mizah yönünden kuvvetli romanlardır. her kitap genelde bir ana hikayeden başlığını alır ve minik hikayelere bölünürler. ana tema paddington'un insanları anlaması ve sakarlıkları üzerine kuruludur. zaten düşününce dünyadan bihaber paddington'un dünyayı öğrenmesi yeni okumaya başlayan bir çocuğun dünyasıyla da kısmi benzerlikler gösterir. bu anlamda paddington eserinde yine pek çok idioma yani deyişlere de rastlarsınız. dolayısıyla çocuk yetişkin herkesin paddington serisine şans vermesini tavsiye ederim.

devamını gör...
çalıntı tanım girmek
alıntı, kaynak gösterdiğiniz taktirde sıkıntı olmayacak durumdur hatta faydası bile olduğu söyleniyor. bir şeyler öğrenirsiniz fena mı.
devamını gör...
mutlu eden basit şeyler
durağa gelir gelmez otobüsün gelmesi.
devamını gör...
dolapdereli sabri abi
ümit besen çalınca dayanamaz, değiştirin ulan şu kasedi diye bağırır.
başına gelen bütün işleri tayfun açmıştır, oysa o ne güzel umreye gidecektir.
başına gelen bütün işleri tayfun açmıştır, oysa o ne güzel umreye gidecektir.
devamını gör...
türklerin uzaya gittiğinde yapacakları ilk iş
bir köşeyi parselleyip bir çırpı da gecekondu kondurmak.
devamını gör...
ben malım demenin alternatif yolları
"yemeği, ağzımı şapırdatarak yiyorum."
devamını gör...
misafirin sinir eden davranışları
misafir önce misafir olduğunu bilmeli.
bunu bilen misafir baş tacıdır. hoş gelmiş sefa gelmiştir.
bunu bilen misafir baş tacıdır. hoş gelmiş sefa gelmiştir.
devamını gör...
çoğu dizinin 2. sezonunun daha iyi olması
aksini iddia etmeyin diyerek yazarin konuyu kapattığı başlıktır.*
devamını gör...