sümerlere ve akadlara ait şehirleri ele geçirerek (bkz: dört iklimin hükümdarı) unvanını almıştır.
devamını gör...

barry levinson'un yönetmenliğinde başrollerde dustin hoffman ve robert de niro'nun olduğu 1998 yılında vizyona giren siyasi hiciv filmi.


filmi izlerken "amerika da böyle savaş açmamış mıydı ırak'a?" demiştim. ırak savaşı'nın 2003'te başladığını düşünüce, ya film çok iyi akıl vermiş siyasilere ya da geleceği çok iyi öngörmüş, diyebildim.

filmin tek kusuru sonlara doğru sakız gibi uzaması. bunu da filmin konusundan kısaca bahsedip anlatmak lazım. seçime kısa bir süre kala amerikan başkanının adı bir skandala karışır. danışman rolündeki robert de niro olaya el atar, film yapımcısı rolünde olan dustin hoffman'dan yardım ister ve olaylar gelişir.

şikayetçi olduğum nokta tam işler yoluna girmişken başka bir aksiliğin ortaya çıkması ve ona göre yeni planlar kurmaları. bir iki defa olsa neyse ama işin suyunu gerçekten çıkarmışlar. ya senarist yazdığından büyük bir zevk aldı ve işi abarttıkça abarttı ya da medyanın insanlar üzerinde ne derece güçlü bir silah olduğunu göstermek adına bir filme sığmayacak (sığdırılmaya çalışılırsa da sakil duracak) kadar çok konuyu ele almak istedi. böyle düşününce ona da hak vermemek elde değil.

filmin vizyona girdiği zaman ile bill clinton'ın adının karıştığı seks skandalının zamanı örtüşüyor.
evet, bill clinton da işin içinden çıkmak için kendine düşman yaratmış ve ırak'ı askeri müdahale ile tehdit etmiş.
devamını gör...

tükürüğün oynaşarak sağa sola gezinmesini de izlemiştir.
devamını gör...

ötanazi; çok acı çeken bir kişinin kendi isteğiyle devlet tarafından öldürülmesidir. yasal intihardır yani. genellikle tedavisiz ve acı çektirici hastalıklara yakalananlar yaptırmak ister. hekimin yüksek dozda öldürücü ilaç vermesiyle kişi acısız bir ölüm yaşar.
ayrıca abd’nin bazı eyaletlerinde yasaldır.

peki soru açık, yasal olmalı mı? bence evet zira birey acılı bir yaşamdansa acısız bir ölümü tercih ediyorsa bu onun kararıdır.
devamını gör...



"yoksun burada seni sordum dalgalara
güneş battı beni vurdu kahırlara
yazık çok yazık sensizlik yine kör düğüm oldun yine kahretsin
seni sordum dalgalara martılara sandallara kahroldum sensizim..."
devamını gör...

metrodan inenlere öncelik vermeyen sığır.
devamını gör...

telefonuna bakmaya çalışan tipler. tanımadığın insanın telefonunda neyi merak ediyorsun?
devamını gör...

evet, bu cümlenin muazzam bir kendini ele verme cümlesi olduğunu bilin!

bu cümleyi duyduğunuz an konuşmayı uzatmayın hiç kendinizi yormayın gerçekten çünkü her halükarda sinirden kendinizi yiyeceksiniz ve de sonuçta haksız olacaksınız boşuna debelenmeyin.

sensin diyin ve uzaklaşın.
devamını gör...

sertab erener'in 1999 yılında columbia şirketinden çıkan sertab erener isimli albümündeki parçalardan bir tanesi.

sözler aysel gürel imzası taşırken müzik ise sanırsam fuat güner'e aittir.

şarkı biten bir aşk macerasının ardından "acımadı ki, acımadı ki," diye çirkinleşen bir kadının, aslında erkeğin arkasında aslında ağıt yakıyor olmasını anlatıyor. (cinsiyet yüklemelerim söz yazarı ve icracının kadın olmasından kaynaklanmaktadır.)

sözleri yorumlayalım;

önce resimleri duvardan kaldırdım.

somut nesnelerin yer değiştirtilmesi gibi türkçe şarkılarda az rastlanan bir olayla başlıyor şarkı.

kadının yaşadığı evde erkekle birlikteliklerine ait olduğunu düşündüğüm fotoğraflar var.

çay içtiğin bardağı, rafa sakladım.

demek ki adam evde bir bardağını bırakmış ya da mevcut olan bir bardağı kullanmaya alışacak kadar bu eve gelmiş ve çay içmiş. şarkının adını tam bu noktada bir daha okuyun.

giydiğin ne varsa, bir bir katladım.

demek adam kıyafetlerini kadının evinde bırakabiliyor.

bir damla yaş düştü, (ı ıh) çok ağlamadım.

parantez içindeki nidayı ben ekledim ama tam o duyguyu veriyor. yani kadınımız ingiltere milli futbol takımı karşısında türkiye ayaklarına yatmış. yenildik ama ezilmedik edebiyatı.

kokun uçtu gitti, açık camlardan

adamın yoğun bir koku problemi olduğunu düşünmek istiyorum. baksanıza eve sinmiş koku, günlerce havalandırınca falan çıkıp gidiyor. ayrılık nedeni bu olabilir mi acaba?

sevdiğin şarkıyı hiç söylemedim.

demek ki daha önce adamın sevdiği şarkıyı romantik anlarda adama söyledin.

şarkı buraya kadar oldukça somut. bardak, kıyafet, duvarda asılı fotoğraf, buzdolabında birlikte gidilmiş şehre ait magnet falan... seviyorum gerçek nesnelerin şarkıda şiirde yer almasını. olay gözümde canlanıyor.

şimdi soyutlaşıyoruz.

korkmuyorum sensin akşamlardan

yanında erkeği olmayan gecelerden korkacak kadar alışılmış bir ilişki bu. yoksa kadın "koruma" (bkz: bodyguard) filmini izlemiş, erkeği koruması falan sanıyor olacak değil. doksanların sonunda yazıldığı için şarkı oldukça muhtemel de aslında haaa!

sevdiğimi unut

özleyemedim

daha yeni ayrılmışlar, özleyememiş bile. koku ancak çıkmış evden ama özleyecek zaman olmamış. aksi halde, yani özleyecek kadar bir süre geçtiyse adamın koku problemi sandığımdan daha büyük olabilir.

seeeeeen, haylaz rüzgarlar önünde şimdiiii

sen'e büyük vurgu yapıyor. adama yakarış başladı. haylaz rüzgar nedir hiç anlamadım. tarkan'ın şeytan azapta şarkısındaki rüzgarla aynı rüzgarsa o baya sapık bir rüzgardı.

sevdanın yükünü, attım omuzumdan

baya baya dert olmuş büyük bir aşk bu. ilişki kolayca çözülebilecek sorunlara çare bulunmamasından, boş vermişlik ya da ego savaşından işkenceye dönmüş. ancak adı hala sevda. kara sevda diye övmeyin, bildiğin zehirli bir ilişki olmuş artık bunlarınki. adamın koku da zehirli olabilir. oraya gönderme var gibi. ayaklarının koktuğuna bahse girebilirim.

seeeeeeen, sandığım şey belki benim yüreğimdi.

ah aşık veysel ah... senin suçun değil tabii bu "güzelliğin on par etmez bu bendeki aşk olmasa" kafasının her ortamda kullanılması. kadın yana yakına "seeeeen" diyor ama aslında seni değil, "gönlümdeki seni sevdim"e getirmeye çalışıyor. tamam adam kokuyor olabilir ama hiç mi yok bir iyi yanı, zamanında sevdiğin falan? neden şimdi adamı hiç sayıyorsun da her şeyi o kendi güzel gönlüne, tıkalı burnuna şey ediyorsun?

iyi ki dönmüşüm, yolun başından??????

kokulu, çaylı, şarkılı sözlü belli ki biraz da seksli falan bir olay yaşanmış, sevda demişsin. bitti ya, yolun başı. la bu yolun sonu baya nereden başı? kendi kuyruğunu yiyen bir yılan mı sizin ilişki? bir de yani ayrılan benim vurgusu neden? nasıl bir kuyruk acısı bu? belli ki aklın kamış elemanda ama yiğitliğe bok sürdürmemek için iyi ki dönmüşüm falan diyorsun. geç ablacım bunları, ilişkinizi adamın kokusu zehirlemediyse senin bu kuyruğu dik tutma çabaların zehirledi. sanmıyorum ama hayatta başarılar...

şarkının devamında bu sözler tekrar ediliyor. müzik falan biraz daha hareketlendi, sonuna doğru güzel bir elektro gitar solo var.

bu aynı sözleri tekrar etmeyi de hiç anlamıyorum. aynı şeyleri dinlemeyi çok seviyorsak, şarkıyı iki kere dinleriz. ha daha hareketli kısmı da olsun istediysen farklı düzenleme falan, ayrı şarkı yap. ben mesela ilk kısmı seviyorum ama ikinci kısım elektro gitar solosuna kadar çekilmiyor.

bir de şarkının son sorunu, bitmiyor. sertab sürekli "seeeeeen" diye bağırıyor. ooooffffff yolun başında diyor. yol mu kaldı ablacım? yoldan da bıhtık senden de. sal bizi.

gittim.
devamını gör...

“parka gidecekmiş iki gözümün çiçeği.”
devamını gör...

üstüne üstlük 24 saat online olanını alnından öpesim var.
o nasıl sabır öyle.
helal olsun.
devamını gör...

the dark knight. caped crusader. ya da kişisel tanımımla; maskelenmiş kapitalizm. eyvah midem bulandı, sanırım analiz kusucam!

malumunuz bruce wayne gotham'daki en azılı kapitalist. geceleri ise ailesinden miras kalan wayne corps. adındaki şirketinde üretilen teknolojik oyuncakları kullanarak kahramancılık oynamakta. buraya kadarı bilinen hikaye ancak asıl gizlenen, wayne ailesinin malvarlığının nasıl oluştuğu. muhtemelen wayne corps'un hükümetler ve çeşitli örgütler ile kallavi antlaşmaları var, yani o silahlar bir yerlerde acı ve yıkım yaratmakta kullanılıyor. fakat asıl önemli olan benim gothamlı hemşehrimin selameti değil mi? ancak bir kahramana ihtiyaç duyulduğuna göre gotham'da da işler iyi gitmiyor olsa gerek. nitekim küçük bruce da adaletsizlik ile küçük yaşta tanışır ve bireysel bir adalet arayışına girer. bu arayış zamanla toplumsal bir kimlik kazanır ve batman doğar. fakat kurumsal adaletin tesis edilememesi sonucu adaletsizlik sürüp gider ve bu adaletsizlik batman hikayelerinin temelini oluşturur. bruce, belki de sırf vicdanını rahatlatmak için, tıpkı babasının yaptığı gibi adaletsizlikle savaşmaya başlar fakat babasından farklı olarak bunu iş adamı kimliği altında bir hayırsever olarak değil yarattığı alternatif kimliği kullanarak suçla savaşmak suretiyle yapar. kendini topluma adayan batman'in; gerçek suçluların yanı sıra hakkını bireysel yoldan arayan mr. freeze gibi mağdurlara ve catwoman ve blue ivy gibi aktivistlere savaş açması, olayın yerleşik düzeni güzellemek olduğunun göstergesidir.

bu konuda nolan'ın batman üçlemesinin üçüncü filmi olan the dark rises ayrıca önemli. yurttaş bane önderliğinde bir devrimin ayak sesleri gelmekteyken nolan son çıkıştan döner ve sahneye batman'i çıkarır. fazla geçmeden bir kaosa evrilen ayaklanma, batman dokunuşuyla sona ererken yönetmenin verdiği mesaj açıktır: mevcut düzen, olabilecek düzenlerin en iyisi. yine de wayneler gibi hayırsever ailelerin çok sayida olması, topluma bir nebze refah getirir. tabi burada olayın bir halk ayaklanması değil, bir despotun önderlik ettiği bir isyan olduğunu göz önünde bulundurmak gerekli. bu toplumsal değil kişisel çıkarlara hizmet eden bir hareket. toplumsal çıkarlar uğruna gelişen bir hareket başarıya ulaşıp ardından müreffeh bir toplumsal hayatı getirebilir mi? henüz bilemiyoruz.

evet sözlük, bir konuyu daha açıklığa kavuşturduğumuza göre artık rahatça uyuyabiliriz. süper kahramanlara ihtiyaç duymayacağımız bir dünyanın hayali ile. esen kalınız.
devamını gör...

kendi hayatından başka hayata ortak olmamış, başka acılara, hayatlara ortak olmamış insandır. dünyada gördüğü sadece kendi hayatıdır, kendi penceresidir, her zaman kendi penceresinin önündeki çiçekleri sulamış başka çiçeklere şans vermemiş, başka tohumların nasıl büyüdüğünü, nasıl çiçek açacağını öğrenmemiş insandır. halbuki daha fazla çiçeğe daha fazla renge ihtiyacı vardır insanın hayatta.
devamını gör...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

ne desem bilmiyorum. nerden başlasam, nasıl tanımlasam.

dünyanın en güzel şeyi mi sahiden? bir daha düşün, herkes için öyle mi? en masum, en saf, en yalansız, en temiz yıllar... pür neşe, coşku? ya mutluluk? kimimiz sağlıklı, huzurlu, olması gerektiği gibi çocukluklar yaşıyoruz evet. iyi ki de öyle. minnet! ama lanet olsun ki her çocuk bu kadar şanslı olamıyor. sanırım genel geçer bir tanım yapacaksak "yetişkinliğe erişebilenler için hayatlarının en önemli dönemi" diyebiliriz sadece. gerisi tamamen subjektif. iyi, kötü, travmatik, mutlu. dünyada ne kadar insan varsa o kadar çocukluk var. hepsinin ise tek bir ortak noktası : çocukluk hayatın kaynağı. insanlığın tabula rasa'sı.

şimdi gelelim benim bunları neden yazdığıma. dünkü yayının etkisinden çıkamadım hala. şu 2 saate yakın süre favori farelerimizi ve çizgi filmleri konuştukları, bizim de her çaldıkları şarkıyla "hay aklınızla bin yaşayın yaa" dediğimiz yayından bahsediyorum evet.* çok büyük bir keyifle çok da kısa olmayan bir yol giderek çocukluğuma gittim ve yayını dinledim, sonra da biraz daha oyalanıp yatmaya karar verdim. buraya kadar her şey çok süperdi aslında. yatmadan önce "bu gece çok güldüm yeaa" diyerek aynada kaz ayaklarımı kontrol edecek kadar çok eğlendiğim güzel bir gece geçirmiştim, mutlu mesut uyumam gerekiyordu. yattım, çok da uykum var. ama dalamıyorum bir türlü. bilim bakalım neden? bu çok süper gecede gittiğim çocukluğumdan kopup, kazık kadar haliyle yatağında yatmakta olan bana sirayet etmek üzere bir öcü arkadaşımız ziyaretime gelmek istemiş çünkü! allahın belası deprem fobim! 10 yaşımdan beri hayatımda olan, ancak çok sevdiğim ve güvendiğim insanlar tarafından deprem olacak mı bu gece soruma verilen hayır, olmayacak, kesinlikle olmayacak, güven bana vb. bir cevapla güç bela savuşturabildiğim benim sevgili travmam! bana bu cevabı verebilecek çok mükemmel bir insan seviyorum neyse ki. iyi ki. daldım uykuya. sabahsa yerinde yeller esiyordu korkularımın. geriye sadece yayının beni götürdüğü yerlerdeki mutlu anıların pozitifliği kalmış. çok harika! yazmam lazım bunu.

benim çocukluğum türlü zıpırlıklarla dolu. mutlu, pozitif bir çocukluk. dışa dönük, enerjik ve muzip bir çocuktum ben. yaramaz mıydım evet. ama bana anlattıkları hikayelerde de benim hatırladıklarımda da baskın olan hep büyümüş de küçülmüş, yaşına, boyuna bakmadan insanlara laf sokan bir tip. 4. sınıfa giderken 6. sınıfa giden bir çocuğa aşık olan kız arkadaşımın kırılan gururunu yerden toplamak için tenefüste ortaokulların katına çıkıp (sırf o kata çıkmak bile inanılmaz gelirdi bize o dönem) mezkur çocuğun sınıfına dalarak elimdeki meyve suyunu çocuğun üstüne dökmüş hiçbir şey demeye tenezzül etmeden çıkıp gitmiştim sınıftan bir keresinde. hayır cesursun anladık da salaksın be kızım. tek başına o sınıfa çıkıp ilgili eylemi gerçekleştirdiğinde çocuğa aşık olan ve reddedilenin sen olduğun düşünülecek haliyle, hiç bunu hesap etmiyor musun? etmiyorsun, biliyorum. sinirimden ağlamıştım kendimi ifade edeceğim diye. "hayır hayııır tolga'yı seven ben değilim!!!" hoş, bunu hesap edecek kişi olsan, düzenlenen paten yarışmasında en yakın rakibinde aranda en az 200 mt fark varken son 50 mt'de kaymayı bırakıp yeni izlediğin ve aşık olduğun cameron'un rose'lu jack'li sahnesini tek başına performe edeceksin diye ikinciliğe razı gelmek zorunda kalmazdın sen! yahu bu nasıl bir kendini bilmezlik. beylikdüzü'nde titanic vardı da biz mi binmedik?

neyse efendim 7'sinde neyse 70'inde de o insan.*
bu da böyle bir hanımdır.
devamını gör...

ağız şapırdatma sesi, musluktan damlayan su sesi.
devamını gör...

kuruluş hikâyeleri, modern müzik tarihinin en güzel hikâyelerinden biridir.
buyrun;

--- alıntı ---

2002’de ingiltere, sheffield'lı komşu iki genç; 16 yaşındaki alex turner ve jamie cook, ailelerinden noel hediyesi olarak gitar istediler. arkadaşları matt helders çat pat davul çalıyordu. toparlanıp amatörce müzik yapmaya başladılar. ilk konserlerini 2003 haziranında 13 kişiye verdiler. 2004’ün sonlarında bir arkadaşları, demoları beneath the boardwalk'u internet sitesine koydu ve adresi arkadaşlarına gönderdi. arkadaşları kendi arkadaşlarına, onlar da başkalarına, oradan mp3 arama motorlarına derken birden herkes onlar hakkında konuşmaya başladı. bbc radyosu ve ingilizlerin meşhur tabloid gazeteleri, şarkılarla değil, arctic monkeys’in birden nasıl herkesin konuşma konusu olduğuyla ilgileniyordu.

arctic monkeys, müziklerini internet'te yaymaya devam etmek istiyordu. londra’daki meşhur astoria’yı dolduracak kadar hayranları vardı, konserleri kapalı gişe gidiyordu. 2005 mayısında kendi imkânlarıyla ilk ep’leri five minutes with arctic monkeys'ten bin tane bastılar. röportajlarda plak firmaları için “buraya kadar onlarsız geldik, bundan sonra neden onlara ihtiyaç duyalım ki!” demişlerdi.

--- alıntı ---

kaynak: wikipedia
devamını gör...

şener şen'in şekerpare filmindeki meşhur repliğini akıllara getirmiştir;"efendim, hep acemileri gönderiyorlar" *
devamını gör...

küçükken bana "emekleyen bebek" diye bir oyuncak bebekten bahsettiler. pille çalışıyormuş, dizlerinin üzerinde hareket edebiliyormuş vs. çok ilgimi çekmişti. bundan bahsetme sebepleri de benim biraz yaramaz bir çocuk olmam. eğer söz dinlersem, uslu durursam bana bu bebeği alacaklardı. ama iş bir noktada kontrolden çıktı. ben her gün heyecanla bu bebek hakkında absürt sorular sormaya başlayınca onlar için bir çeşit eğlenceye dönüştü. ailedeki herkes benim de sorularım doğrultusunda bebeğe birtakım hayali özellikler ekledi. yalnızca emekleyebilen bebek; konuşabilen, süt içen, oyun oynayan bir bebeğe evrildi. öyle ki arkadaşsız bir çocukluk geçirmiş olan ben artık daha da çok istiyordum. eee hakkında bu kadar atıp tuttuktan sonra almaktan da vazgeçtiler tabi. "ellerinde kalmamış sipariş ettik, gelecek" diye oyaladılar bir süre. sonra "gelmiş ama bozuk çıkınca tekrar göndermişler, yenisi gelecek" dediler. uzun bir süre ısrarla sordum, bekledim. sonra nasıl vazgeçtim hatırlamıyorum. ilginç gerçekten. kaç yaşına geldim, üzerinden yaklaşık 20 yıl geçti hâlâ bunu komik bulmuyorum.
devamını gör...

fareler ve insanlar.
beni kör kuyularda kitabında da o seviyeye gelip öfkeye donusturmustum üzüntümü.
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim