yağmur k.
2016 senesinde arkadaşının dedesi tarafından tacize uğrayıp sonrasında psikolojik problemler sebebiyle tedavi gören mahkeme günü tacizci tuncay ç. ile karşılaşma korkusundan kalp krizi geçirerek hayatını kaybeden 9 yaşındaki ilkokul öğrencisidir.
izmir’in bornova ilçesi’nde evinde fenalaştıktan sonra kaldırıldığı hastanede hayatını kaybeden ilkokul öğrencisi 9 yaşındaki y.k.’nin ölümünün ardından yaşadığı dram ortaya çıktı. 4 ay önce arkadaşının dedesinin tacizine uğradığı öne sürülen, o günden sonra okula gitmeyen, psikolojik tedavi gören y.k.’nin, duruşmada tacizcisiyle karşılaşacağı için yaşadığı stres ve korkuya minik kalbinin dayanmaması sonucu kalp krizinden hayatını kaybettiği ileri sürüldü. cinsel istismarla suçlanan sanık 56 yaşındaki t.ç. ise tutuksuz yargılanıyor.
hafıza tazelemek isteyenler için ; haberin detayları burada
suçlunun tutuklu yargılanması için o dönem başlatılan change.org kampanyası; burada
unutmayın, unutturmayın, alışmayın! istismar bir insan hakları ihlalidir. tck madde 103'e göre suçtur!
var olduğum sürece unutturmayacağım seni küçüğüm.
izmir’in bornova ilçesi’nde evinde fenalaştıktan sonra kaldırıldığı hastanede hayatını kaybeden ilkokul öğrencisi 9 yaşındaki y.k.’nin ölümünün ardından yaşadığı dram ortaya çıktı. 4 ay önce arkadaşının dedesinin tacizine uğradığı öne sürülen, o günden sonra okula gitmeyen, psikolojik tedavi gören y.k.’nin, duruşmada tacizcisiyle karşılaşacağı için yaşadığı stres ve korkuya minik kalbinin dayanmaması sonucu kalp krizinden hayatını kaybettiği ileri sürüldü. cinsel istismarla suçlanan sanık 56 yaşındaki t.ç. ise tutuksuz yargılanıyor.
hafıza tazelemek isteyenler için ; haberin detayları burada
suçlunun tutuklu yargılanması için o dönem başlatılan change.org kampanyası; burada
unutmayın, unutturmayın, alışmayın! istismar bir insan hakları ihlalidir. tck madde 103'e göre suçtur!
var olduğum sürece unutturmayacağım seni küçüğüm.
devamını gör...
bir pesimistin gözyaşları
üstüne çıkılmayacak albümdür. gelmiş geçmiş en komple en güzel türkçe rap albümüdür. albümde 20 nin üstünde şarkı var ve hepsi çok sağlam. beatler sözler skitler albümdeki her zerre çok ince düşünülmüş. şarkıların bir biri ile uyumu sizi tam bir albüm dinliyor hissine kapılmanızı sağlıyor. hem matematik hem edebiyat olarak üzerine çıkacak albüm olduğunu düşünmüyorum. bir daha böyle bir albümü sagopa kajmer bile yapamaz.
devamını gör...
kangren
dokuları besleyen atardamarların yetersizliğine bağlı oluşan doku ölümüdür. dokuların fizyopatolojik bir nedenle yıkımı veya kan akımının kesilmesine bağlı olarak oluşan doku kaybıdır.
devamını gör...
diş tedavisi sonrası yüz felci olan kadın
muhtemelen bir şey çıkmayacaktır. böyle tıbbi operasyonlardan önce imzaladığınız kağıtları ve başınıza gelebilecekleri iyice okuyarak gözden geçirin sevgili sözlük mensupları. burası maalesef türkiye, mağdursanız yanınızda duracak bir kişi bile bulamayabilirsiniz.
devamını gör...
normal sözlük online listesi
sözlük diye geldik, forum olma yolunda evriliyoruz.
devamını gör...
normal sözlük yazarlarının okumakta olduğu kitaplar
ahmet hamdi tanpınar - saatleri ayarlama enstitüsü
devamını gör...
rock
ön düdüt: bütün yazıyı kendim yazdım. bir yerden alıntı değil. dakikalarca kendim uğraştım.
başka bir düdüt: yazının %95'ini telefondan yazdım. biraz sonra bilgisayardan hatalarımı düzelteceğim. gözümden kaçan bir şey olursa mazur görün.
bir zamanlar çok moda olmuş fakat şimdilerde saçma salak müzikler moda olduğundan dinlenilmeyen müzik türü.
rock müziği kimin icat ettiği bilinmiyor. ama ilk patlamayı elvis presley yapmıştır.
sonra 60'lara gelindiğinde the beatles ortaya çıktı. müzik artık gerçekten bir şeyler anlatmaya başlamış, daha bir derli toplu olmuştu.
60'ların ortalarında amerika'da the doors, birleşik krallık'ta the rolling stones kuruldu ve her ne kadar the beatles kadar ünlü olmasalar da dünya müzik tarihine damga vurdular.
70'ler, metal müziğin babaları denilen iki grubun kurulduğu zamandır. (bkz: motörhead) ve (bkz: black sabbath). bu gruplar rock'n roll'u daha bir sertleştirdiler.
ufak bir not düşeyim, heavy metal grubu iron maiden da bu zamanlarda kuruldu. ama o zamanlar hem çok bilinmiyorlardı, hem de müzikleri tabiri caizse hamdı. sonrasını siz de biliyorsunuz. adamlar efsane oldular. 50 sene sonra bile hatırlanacak kadar iyi müzik yaptılar ve hala da yapıyorlar.
bunun yanında ac/dc ve queen gibi rock müziği şekillendiren gruplar da kurulmuştur 70'lerde.
80'lere gelindiğinde motörhead ve black sabbath gruplarına takıntılı gençler ilk metal gruplarını kurdular. en ünlüleri tabii ki de metallica idi. sonra buradan kovulan dave mustaine gitti megadeth'i kurdu. bunların haricinde sayılamayacak kadar çok metal grubu kuruldu ve dağıldı.
metal müzik en iyi zamanlarını yaşarken amerika'da bir yıldız parladı. guns n' roses. rock'n roll bayrağını ağabeylerinden alıp çok daha ileriye götürdüler.
bu gruba biraz daha değinmek istiyorum, çünkü müzik 80'lerde çok başka bir yere evrildi ve bunda guns'ın çok etkisi var.
ilk albümleri appetite for destruction içinde rock'n roll marşı denebilecek bir sürü şarkı bulunduran bir albümdür.
sweet child o mine
you will be mine
welcome to the jungle
daha ilk albümleriyle şöhret oldular ve bunu tek başlarına, daha 20'li yaşlarında başardılar.
90'lara gelindiğinde rock müzik dağılmaya başladı. metallica daha çok satmak için müziğini yumuşattı ve diğer metal grupları da onları takip etti. yalnız burada yanlış anlaşılma olmasın, ben grubun yerinde olsam ben de yumuşatırdım müziğimi. ünlü kalmaya devam etmeyi seçerdim sadece tek tip eski usul sert metal yapmakla.
her neyse, 90'lara grunge modası damga vurdu.
(bkz: nirvana)
(bkz: soundgarden) gibi gruplar milenyuma kadar ünlerini korudu.
bu arada guns'ın use your illuision albümleri çıktı.
(bkz: november rain)
(bkz: don't cry)
(bkz: civil war)
(bkz: coma) ve daha nice güzel şarkıya imza attılar.
daha sonrasını zaten biliyorsunuz. dünyada 2010'lara kadar pop, daha sonra da rap moda oldu.
aslında milenyumda da avenged sevenfold gibi çok sağlam gruplar da çıktı ama dediğim gibi, diğer müzik türlerinin altında ezildiler.
bir not daha düşeyim, 2000'ler rock için tuhaf zamanlardı. ünleri bir anda sönünce ne yapacaklarını şaşırdılar.
metallica hala sert müzik yapabiliyoruz dercesine death magnetic'i çıkardılar.
guns n' roses tuhaf bir albüm çıkardı. chinese democracy
eski kadrodan sadece axl vardı. ne slash, ne duff, ne ızzy, ne de steven. bu yüzden biraz önyargılıydım albüme ama this i love ve sorry gibi balladları içerdiği için biraz olsun önyargılarımı kırdım.
megadeth bir iki albüm çıkardı. patlama yapmadı haliyle ama bence güzel albümlerdi. tabii ki megadeth de bu zamanlarda üye değişimi yaşadı. chris broderick gitti kiko loureiro geldi.
en çok üzüldüğüm şey, bu efsaneleşen gruplar tek tek dağılıyor.
motörhead lemmy'nin ölümüyle dağıldı.
ac/dc malcolm'ün ölümüyle ve brian'ın geçirdiği rahatsızlık nedeniyle neredeyse dağılıyordu.
iron maiden üyeleri sağlıklarına dikkat ettiklerinden bu yaşlarında bile taş gibiler ama ne yazık ki kimse ölümsüz değil. adamlar neredeyse torunlarının çocuklarını görecek yaştalar.
başka bir düdüt: yazının %95'ini telefondan yazdım. biraz sonra bilgisayardan hatalarımı düzelteceğim. gözümden kaçan bir şey olursa mazur görün.
bir zamanlar çok moda olmuş fakat şimdilerde saçma salak müzikler moda olduğundan dinlenilmeyen müzik türü.
rock müziği kimin icat ettiği bilinmiyor. ama ilk patlamayı elvis presley yapmıştır.
sonra 60'lara gelindiğinde the beatles ortaya çıktı. müzik artık gerçekten bir şeyler anlatmaya başlamış, daha bir derli toplu olmuştu.
60'ların ortalarında amerika'da the doors, birleşik krallık'ta the rolling stones kuruldu ve her ne kadar the beatles kadar ünlü olmasalar da dünya müzik tarihine damga vurdular.
70'ler, metal müziğin babaları denilen iki grubun kurulduğu zamandır. (bkz: motörhead) ve (bkz: black sabbath). bu gruplar rock'n roll'u daha bir sertleştirdiler.
ufak bir not düşeyim, heavy metal grubu iron maiden da bu zamanlarda kuruldu. ama o zamanlar hem çok bilinmiyorlardı, hem de müzikleri tabiri caizse hamdı. sonrasını siz de biliyorsunuz. adamlar efsane oldular. 50 sene sonra bile hatırlanacak kadar iyi müzik yaptılar ve hala da yapıyorlar.
bunun yanında ac/dc ve queen gibi rock müziği şekillendiren gruplar da kurulmuştur 70'lerde.
80'lere gelindiğinde motörhead ve black sabbath gruplarına takıntılı gençler ilk metal gruplarını kurdular. en ünlüleri tabii ki de metallica idi. sonra buradan kovulan dave mustaine gitti megadeth'i kurdu. bunların haricinde sayılamayacak kadar çok metal grubu kuruldu ve dağıldı.
metal müzik en iyi zamanlarını yaşarken amerika'da bir yıldız parladı. guns n' roses. rock'n roll bayrağını ağabeylerinden alıp çok daha ileriye götürdüler.
bu gruba biraz daha değinmek istiyorum, çünkü müzik 80'lerde çok başka bir yere evrildi ve bunda guns'ın çok etkisi var.
ilk albümleri appetite for destruction içinde rock'n roll marşı denebilecek bir sürü şarkı bulunduran bir albümdür.
sweet child o mine
you will be mine
welcome to the jungle
daha ilk albümleriyle şöhret oldular ve bunu tek başlarına, daha 20'li yaşlarında başardılar.
90'lara gelindiğinde rock müzik dağılmaya başladı. metallica daha çok satmak için müziğini yumuşattı ve diğer metal grupları da onları takip etti. yalnız burada yanlış anlaşılma olmasın, ben grubun yerinde olsam ben de yumuşatırdım müziğimi. ünlü kalmaya devam etmeyi seçerdim sadece tek tip eski usul sert metal yapmakla.
her neyse, 90'lara grunge modası damga vurdu.
(bkz: nirvana)
(bkz: soundgarden) gibi gruplar milenyuma kadar ünlerini korudu.
bu arada guns'ın use your illuision albümleri çıktı.
(bkz: november rain)
(bkz: don't cry)
(bkz: civil war)
(bkz: coma) ve daha nice güzel şarkıya imza attılar.
daha sonrasını zaten biliyorsunuz. dünyada 2010'lara kadar pop, daha sonra da rap moda oldu.
aslında milenyumda da avenged sevenfold gibi çok sağlam gruplar da çıktı ama dediğim gibi, diğer müzik türlerinin altında ezildiler.
bir not daha düşeyim, 2000'ler rock için tuhaf zamanlardı. ünleri bir anda sönünce ne yapacaklarını şaşırdılar.
metallica hala sert müzik yapabiliyoruz dercesine death magnetic'i çıkardılar.
guns n' roses tuhaf bir albüm çıkardı. chinese democracy
eski kadrodan sadece axl vardı. ne slash, ne duff, ne ızzy, ne de steven. bu yüzden biraz önyargılıydım albüme ama this i love ve sorry gibi balladları içerdiği için biraz olsun önyargılarımı kırdım.
megadeth bir iki albüm çıkardı. patlama yapmadı haliyle ama bence güzel albümlerdi. tabii ki megadeth de bu zamanlarda üye değişimi yaşadı. chris broderick gitti kiko loureiro geldi.
en çok üzüldüğüm şey, bu efsaneleşen gruplar tek tek dağılıyor.
motörhead lemmy'nin ölümüyle dağıldı.
ac/dc malcolm'ün ölümüyle ve brian'ın geçirdiği rahatsızlık nedeniyle neredeyse dağılıyordu.
iron maiden üyeleri sağlıklarına dikkat ettiklerinden bu yaşlarında bile taş gibiler ama ne yazık ki kimse ölümsüz değil. adamlar neredeyse torunlarının çocuklarını görecek yaştalar.
devamını gör...
new york new york
yıllar önce yazdığım bir öyküdür.
sinemanın karanlığından çıkıp pırıl pırıl bir günle karşılaşınca biraz canı sıkıldı. puslu bir hava umut ediyordu. sırtındaki pardösü ağır gelmeye başlayınca havanın bu kadar iyi olmasına bir kez daha lanet etti. izlediği filmin etkisi bu güzel gün ve gömleğini vücuduna yapıştıran vıcık vıcık ter yüzünden kaybolmaya başlamıştı bile. aslında filmden kendi planları, geleceği, ümitleri ve bunlara ulaşmak için izlemesi gereken yol üzerine fazlaca bilgi edinmişti. bu bilgileri uygulamaya koymak için uygun koşulları bulsa hayallerine tutunması işten bile olmayacaktı. ama nedense filmin kahramanına doğanın, olayların ve insanların sunduğu imkânlar nihat için her zaman birer ayak bağı oluyordu.
nihat “ eğer şansımın ayakları olsaydı, bunları bana çelme takmak için kullanırdı” diyordu her zaman. bu tür amerikanvari söylemler hayatında büyük yer tutuyordu, tıpkı amerikan dedektiflik filmleri gibi.
son izlediği filmde; uzun boylu ve yakışıklı dedektif, dudağının kenarından doğal bir uzantı gibi sarkan ve orada olmasa bir eksikliğe neden olacakmış gibi duran sigarasıyla, elindeyse dumanı sigara dumanına karışan ve yüzüne doğru yükselerek kahramanı daha bir yakışıklı kılan kahvesiyle, üzerine cuk oturmuş takım elbisesini zaman zaman yoklayarak, bir cinayet üzerinde; geceki iş ve seks yoğunluğunun izini silmek istercesine gözlerini hafifçe kızmış halde çalışıyordu. cinayeti ondan başkası çözemeyecekti. bu kesindi. kahraman da her zamanki kendine güvenli haliyle bu cinayet dosyasını kabul etmişti. filmin sonunda onca insan öldürerek, bir o kadar güzel kadınla sevişerek, zekice espriler ve buluşlar yaparak cinayeti çözmek dedektifi herkesin gözünde meslektaşlarından çok ayrı bir statüye yerleştirmişti. işte nihat’ın istediği de tam olarak böyle bir hayattı. zor cinayetleri çözmek, güzel kadınlarla sevişmek, insanların gıptayla baktıkları bir kahraman haline dönüşmek…
dedektif olmak için uzunca bir süre polislik yapmıştı, yaşı kırka yaklaşırken dedektif olmayı başarmıştı ama sandığı gibi zorlu dosyalarla karşılaşmıyordu. ya formalite soruşturmalarla ya da adi suçlarla ilgileniyordu. bazen kıskançlık krizleri geçiren bir eş tarafından tutulduğu da oluyordu ama bu da heyecan verici değildi. mesleğinde patlama yapmasına yarayacak o olayı arıyordu durmadan, dinlenmeden. bu olay nihat’ta bir sabit fikre dönüşmeye başlamıştı artık.
mesleğindeki bu takıntılı hali kadınlarla ilişkisine de yansıyordu. filmi kahramanının seviştiği kadınlar gibileriyle sevişme imkânını nadiren yakalayabiliyordu. genelde orta yaşlı ve vücudu artık arzu edilebilir halde olmayan kadınlarla sevişiyordu. bu gibi durumlarda, gözlerini yumup, kollarının arasında afet-i devran bir sarışın hayal ediyordu. yüzünü aralarına gömdüğü göğüslerin dik ve sert olduğunu düşlüyordu. dal gibi bir kız kollarında salınıyordu o zamanlarda. sevişme bittiğindeyse partnerine hiç bakmadan oradan uzaklaşıyordu.
bir kez inanılmaz güzellikte bir üniversite öğrencisiyle tanışmıştı. kızın yeşil gözleri, sapsarı saçları, bedenine göre iri göğüsleri ve harika bir vücudu vardı. çok da uzun sürmeyen bir arkadaşlık döneminden sonra kızı eve götürebilmişti. filmlerden edindiği jestlerle kızı etkilemişti. evde sanki her zaman dinlenirmişçesine cd çalar frank sinatra çalmaya başlamıştı. nihat’ın yabancı dili vardı kâğıt üstünde, iyi derecede ingilizce konuşuyordu. ona kalsa anlıyor ama konuşamıyordu. çalan şarkıya yani new york new york’a gelince ondan hiçbir şey anlamıyordu. anlasaydı belki orda geçen bazı sözlerin kendine ne kadar uygun olduğunu fark edecekti;
“new york, new york
ı want to wake up in a city, that never sleeps
and find ım a number one,top of the list, king of the hill
a number one”
nihat’ın hayallerinin bir özetiydi bu sözler. şarkı nihat’a çok bir şey anlatmamıştı belki ama kendisine kattığı entelektüel hava her şeye değerdi.
frank sinatra o müthiş yorumuyla şarkıya başladığında genç kızın yüzüne hayranlık ve şaşkınlık dolu bir anlatım gelip yerleşti. nihat içeri iki kadeh beyaz şarapla girince kız iyiden iyiye rahatlamıştı. hırkasını üzerinden zarifçe çıkardığında göz alıcı omuz başları loş odada parlamıştı. üzerindeki askılı tişörtün izin verdiği ölçüde odaya dolan göğüsleri nihat’ın aklını başından almaya yetmişti. birkaç kadeh beyaz şarap ve birkaç parça sinatra’dan sonra öpüşme faslına geçilmişti. bu fasılda nihat’ı şaşırtan ve olacakları çanak tutan nokta kızın nihat’tan erken davranıp dilini nihat’ın ağzına sokmasıydı. dil o kadar ustalıkla dolaşıyordu ki nihat’ın ağzında, kahraman dedektif toy bir delikanlıya dönüşmüştü nerdeyse. kontrolü eline alması gerektiğini düşünerek kızın belini kavradı ve dudaklarını kızın ince ve beyaz boynuna dayadı. kızın çıkardığı iniltilerle iyice kendinden geçen dedektif kızın askılarını aşağı indirdiğinde çıplak ve insanı çıldırtacak kadar güzel bir vücutla karşılaştı. bir eliyle göğüslerden birini avuçlarken diğer eli hala kızın belindeydi. kız usta bir manevrayla ellerini boşa çıkarıp nihat’ın kemerine uzandığında bu şehvet anlarına bir son vereceğini bilemezdi elbette. kemerindeki eli hisseden ve kızın bu tecrübeli tavırlarından zaten işkillenmiş olan nihat hemen silahına davranıp odanın içinde parendeler atıp siper almaya kalkışmıştı. kız neye uğradığını şaşırmış ve yarı çıplak haliyle iyice sersemlemişti. nihat böyle durumlarda kullandığı kısa ve otoriter bir ses tonuyla giyinip evi terk etmesini emredince kız anında toparlanıp gözyaşlarının elverdiğince yolu bulup kendini dışarı dar atmıştı.
bu paranoyak durumu nihat’ı kadınlar konusunda daha temkinli olmaya itmişti. artık bu tür güzelliklerin ciddi bir tehlike barındırdığını bilecek tecrübedeydi. bazen bu durumun nedeninin tehlikeye karşı duyulan bu korkudan ziyade kızın deneyimli hallerinin oluşturduğu baskı olabileceği aklına gelse de bunu düşünmenin saçma olacağını hemen anladı. zira bir dedektif her konuda yetkin olmalıydı. buna seks de dâhil.
işte böyle bir geçmiş taşıyordu sırtında nihat, sinemadan çıktığında. ağır ağır, elinden geldiğince kendinden emin görünmeye çabalayarak sokakları dolaşmaya ve dişine göre bir dava ya da bir kadın aramaya başladı. kendine her daim muhalif olan doğa ve şans faktörünü görmezden gelme kararı aldı. filmlerden sahneler hatırlayarak tekrar havaya girmekti niyeti.
aklına ilk gelen sahne dedektifin bir suçluyu kovaladığı sahneydi. karizmasına halel getirmeden koşan kahraman, aralarındaki mesafeye, koşu hızına ve tek elle ateş etmesine rağmen suçluyu tam ense kökünden vurarak yere serebilmişti. ve bunu nihat da yapabilirdi.
pardösünün güneş ışınlarıyla işbirliği halinde olduğunu bilmesine rağmen üzerinden çıkarmaya niyeti yoktu. havasını bozmamalıydı. pardösü sırtında olduğu halde yürümeye devam etti. kalabalık sokakta yürürken gözüne ilişen iki grup insan vardı; potansiyel suçlu kılıklı olanlar ve vücut hatlarını belli edecek şekilde ya da bol dekolteli giyinenler. kahvesiyle ünlü bir kafenin önünde durdu. yeşil beyaz tabelaya baktı ve içeri girdi. aldığı plastik kutudaki kahveyi dudaklarını götürdü ve bir yudum aldı. bu yudum dudaklarının yanmasına neden olduğunda “lanet olsun” dedi. bunu söyler söylemez de bu refleksif tepkiden büyük bir zevk alıp bir gülümseme eşliğinde sigarasını yaktı. bu kalabalık sokakta aradığını bulamayacağından emin olduktan sonra bir ara sokağa daldı. bu ara sokakta hayallerinin gerçek olabileceğine dair bir umutla karşılaştı. umudu boylu boyunca yerde yatıyordu.
alnındaki ter damlalarını silerek yerden yatan adama doğru yürüdü. adam ölüydü. bunu üstün dedektiflik nitelikleri ile kavrayabilmişti. hareket etmeden yatan adamın başından kan akarken, pantolonunun dizi de yırtılmıştı. sarı üniformanın parıltısı gözünü aldı bir an. hemen birkaç metre ileride yerde yatan motosikleti işte bu anda fark etti. motosiklet de sarıydı ve üzerinde mavi bir güvercin resmi vardı. aracın hemen yanında bir cep telefonu duruyordu. bunlar birer delildi. nihat hemen işe koyuldu büyük bir heyecan ve sevinçle. cep telefonuna dokunmadı. bu konuda filmlerden edindiği tecrübeden faydalanarak cebinden çıkardığı kalem yardımıyla son aranan numarayı buldu. son numarada isim yerinde “müdür” yazıyordu. müdür. aklına nedense bu adamın bir uyuşturucu kuryesi olabileceği geldi. eldeki verileri nihat’ı böyle düşünmeye itmişti. müdür. adam, müdürle konuşurken vurulmuş olmalıydı. motosikleti incelemeye başlamadan önce adama bir kez daha göz atmak için geri döndü. adam aslında gençten bir çocuktu. fazla dokunmamaya gayret ederek alnındaki kırmızı yaraya baktı. “ yakın mesafeden tek el ateş edilmiş” diye geçirdi içinden. bu halde vuranlar da bir araç içinde olmalıydılar. adamla fazla zaman geçirmeyip hemen motosikletin yanına döndü.
motosikletin sepetinde ne olduğu önemli bir bilgiydi. hemen naylon eldivenlerini eline geçirdi ve sepetin içini kontrol etmeye başladı. bu oldukça büyük kutunun içinden onlarca mektup zarfı çıkmıştı. nihat zarflarını içine yerleştirilen uyuşturucunu bir yere sevk edilmekte olduğu sırada gerçekleştiğini hemen anladı bu cinayetin. demek ki bu adam sevkıyatı yapmakla görevliydi ve müdür diye anılan adamdan direktif almak için telefonla konuştuğu sırada yanına yaklaşan bir araçtan açılan ateş sonucu ölmüştü adam. nihat bu kuryeyi vuranların neden uyuşturucu dolu zarflara el sürmediklerine bir anlam veremedi. ama böyle bir davanın şanına böyle detaylarla gölge düşüremezdi. etrafa biraz daha göz attığında yeni yakıldığı ve aceleyle yere atıldığı belli olan bir sigarayla karşılaştı. bu, gençler arasında çok tutulan kırmızı paketli, orta pahallılıkta bir sigaraydı. muhtemelen katil ya da katillerden biri geçti. izmariti eline alarak eğildiği yerden doğruldu. izmariti elinde evirip çevirirken izlediği filmden bir sahneye dalıp gitti.
yakışıklı dedektif büyük bir plazada genç ve güzel bir kadını kovalıyordu. kadın koşarken giydiği deri pantolonun ortaya çıkardığı kalçaları sallanıyordu. dedektif acelesi yokmuş gibi, eninde sonunda bu güzel suçluyu yakalayacağını bilirmiş gibi saçlarını bozmadan koşuyordu. kovalamaca esnasında kadın önünde giden yaşlı bir adama çarptı. adam boylu boyunca yere uzandı. kahramanımız yaşlı adamı kolundan tutup kaldırırken adamın çıkardığı inlemeler sanki nihat’ın zihninden değil de yanı başından geliyordu. yardımsever dedektif, adamı yerden kaldırdıktan sonra güzel suçluyu kovalamaya kaldığı yerden devam etti. kamera önce dedektifin anlam dolu bakışlar taşıyan gözlerine sonra da koşarken saçları dağılan ve göğüsleri sağa sola salınan kadına dönüyordu. bu işlem periyodik olarak devam ediyordu. kadın plazanın çıkışına geldiğinde hemen kapı ağzında duran araca bindi. kahramansa kadın aracı hareket ettirdiğinde daha plazadan yeni çıkabilmişti. usta dedektif aracını çalıştırırken çıkan homurtu nihat’ın beyninde yankılandı.
nihat, gerçek dünyaya döndüğünde katili karşısında görebileceği aklına gelmezdi elbette. ama işte, nihat’a çelme takmaya alışkın şans bu sefer yanındaydı. nihat biliyordu ki katiller cinayet mahallerine mutlaka dönerlerdi ama genelde bu kadar çabuk olmazdı. her neyse, katil buradaydı, nihat’ın karşısında. bisikletinin üzerinde sigara tüttüren genç bir çocuk görüş alanında durmaktaydı. nihat, silahını çocuğa doğrulttuğunda çocuğun yüzündeki şaşkın anlatım görülmeye değerdi. zaman kaybetmeden çocuğa haklarını okumaya başladı. “sessiz kalma hakkına sahipsin, konuştuğun her şey mahkemede aleyhine delil olarak kullanılabilir, avukat tutma hakkına sahipsin, eğer avukat tutacak paran yoksa devlet sana bir avukat bulacaktır.” bu cümleleri bir solukta sıraladıktan sonra çocuğun aptallaşmış yüzüyle karşılaşınca “ seni arkamda, yerde yatan adamı öldürmek suçundan tutukluyorum” diyerek bir açıklama yaptı. çocuk “ abi hangi adam?” gibi çok basit bir soruyla savundu kendini. “ yerde yatan adamı görmüyor musun?” sorusuyla diklendi nihat. çocuksa durumun saçmalığında cesaret almış olacak ki “ abi sen görüyor musun?” diyerek iyice temize çıktı. nihat arkasını döndüğünde gerçekten de ortada ölü bir adam olmadığını gördü. yerdeki kan ve izmarit delirmediğinin kanıtıydı ama ölü bir adam nasıl ortadan kaybolabilirdi. çocuğa “ burada yatan, yanında motosiklet olan adamı görmedin mi?” diye sordu son bir çırpınış olarak. çocuk “ hayır” ya da “ deli misin, nesin?” anlamına gelecek şekilde başını sağa sola salladı. sonra ileride motosikletiyle yol alan adama takıldı gözleri. hınzır bir gülümseme eşliğinde bisikletine bindi, tren misali uzaklaştı olay yerinden.
başta kafası karışmış olan nihat, yavaş yavaş olayı çözmeye başladı. elbette ki böyle bir organize suçta ceset ortada bırakılamazdı. şimdi elindeki dava daha çetrefil hale gelmişti. önce cesedi, sonra katilleri ve en son olarak da müdür’ü bulması gerekecekti. işi sordu ama imkânsız değildi.
bu gece bu davanın üzerinde çalışmalıydı. evi arayıp gelemeyeceğini bildirmek için cep telefonuna uzandı, şarjı yoktu. hemen yüz metre ileride bir ankesör gördü. kulübeden çıkmakta olan adama sesinin alanca etkileyiciliğiyle;
“ hey ahbap, bir çeyreklik versene!” dedi.
sinemanın karanlığından çıkıp pırıl pırıl bir günle karşılaşınca biraz canı sıkıldı. puslu bir hava umut ediyordu. sırtındaki pardösü ağır gelmeye başlayınca havanın bu kadar iyi olmasına bir kez daha lanet etti. izlediği filmin etkisi bu güzel gün ve gömleğini vücuduna yapıştıran vıcık vıcık ter yüzünden kaybolmaya başlamıştı bile. aslında filmden kendi planları, geleceği, ümitleri ve bunlara ulaşmak için izlemesi gereken yol üzerine fazlaca bilgi edinmişti. bu bilgileri uygulamaya koymak için uygun koşulları bulsa hayallerine tutunması işten bile olmayacaktı. ama nedense filmin kahramanına doğanın, olayların ve insanların sunduğu imkânlar nihat için her zaman birer ayak bağı oluyordu.
nihat “ eğer şansımın ayakları olsaydı, bunları bana çelme takmak için kullanırdı” diyordu her zaman. bu tür amerikanvari söylemler hayatında büyük yer tutuyordu, tıpkı amerikan dedektiflik filmleri gibi.
son izlediği filmde; uzun boylu ve yakışıklı dedektif, dudağının kenarından doğal bir uzantı gibi sarkan ve orada olmasa bir eksikliğe neden olacakmış gibi duran sigarasıyla, elindeyse dumanı sigara dumanına karışan ve yüzüne doğru yükselerek kahramanı daha bir yakışıklı kılan kahvesiyle, üzerine cuk oturmuş takım elbisesini zaman zaman yoklayarak, bir cinayet üzerinde; geceki iş ve seks yoğunluğunun izini silmek istercesine gözlerini hafifçe kızmış halde çalışıyordu. cinayeti ondan başkası çözemeyecekti. bu kesindi. kahraman da her zamanki kendine güvenli haliyle bu cinayet dosyasını kabul etmişti. filmin sonunda onca insan öldürerek, bir o kadar güzel kadınla sevişerek, zekice espriler ve buluşlar yaparak cinayeti çözmek dedektifi herkesin gözünde meslektaşlarından çok ayrı bir statüye yerleştirmişti. işte nihat’ın istediği de tam olarak böyle bir hayattı. zor cinayetleri çözmek, güzel kadınlarla sevişmek, insanların gıptayla baktıkları bir kahraman haline dönüşmek…
dedektif olmak için uzunca bir süre polislik yapmıştı, yaşı kırka yaklaşırken dedektif olmayı başarmıştı ama sandığı gibi zorlu dosyalarla karşılaşmıyordu. ya formalite soruşturmalarla ya da adi suçlarla ilgileniyordu. bazen kıskançlık krizleri geçiren bir eş tarafından tutulduğu da oluyordu ama bu da heyecan verici değildi. mesleğinde patlama yapmasına yarayacak o olayı arıyordu durmadan, dinlenmeden. bu olay nihat’ta bir sabit fikre dönüşmeye başlamıştı artık.
mesleğindeki bu takıntılı hali kadınlarla ilişkisine de yansıyordu. filmi kahramanının seviştiği kadınlar gibileriyle sevişme imkânını nadiren yakalayabiliyordu. genelde orta yaşlı ve vücudu artık arzu edilebilir halde olmayan kadınlarla sevişiyordu. bu gibi durumlarda, gözlerini yumup, kollarının arasında afet-i devran bir sarışın hayal ediyordu. yüzünü aralarına gömdüğü göğüslerin dik ve sert olduğunu düşlüyordu. dal gibi bir kız kollarında salınıyordu o zamanlarda. sevişme bittiğindeyse partnerine hiç bakmadan oradan uzaklaşıyordu.
bir kez inanılmaz güzellikte bir üniversite öğrencisiyle tanışmıştı. kızın yeşil gözleri, sapsarı saçları, bedenine göre iri göğüsleri ve harika bir vücudu vardı. çok da uzun sürmeyen bir arkadaşlık döneminden sonra kızı eve götürebilmişti. filmlerden edindiği jestlerle kızı etkilemişti. evde sanki her zaman dinlenirmişçesine cd çalar frank sinatra çalmaya başlamıştı. nihat’ın yabancı dili vardı kâğıt üstünde, iyi derecede ingilizce konuşuyordu. ona kalsa anlıyor ama konuşamıyordu. çalan şarkıya yani new york new york’a gelince ondan hiçbir şey anlamıyordu. anlasaydı belki orda geçen bazı sözlerin kendine ne kadar uygun olduğunu fark edecekti;
“new york, new york
ı want to wake up in a city, that never sleeps
and find ım a number one,top of the list, king of the hill
a number one”
nihat’ın hayallerinin bir özetiydi bu sözler. şarkı nihat’a çok bir şey anlatmamıştı belki ama kendisine kattığı entelektüel hava her şeye değerdi.
frank sinatra o müthiş yorumuyla şarkıya başladığında genç kızın yüzüne hayranlık ve şaşkınlık dolu bir anlatım gelip yerleşti. nihat içeri iki kadeh beyaz şarapla girince kız iyiden iyiye rahatlamıştı. hırkasını üzerinden zarifçe çıkardığında göz alıcı omuz başları loş odada parlamıştı. üzerindeki askılı tişörtün izin verdiği ölçüde odaya dolan göğüsleri nihat’ın aklını başından almaya yetmişti. birkaç kadeh beyaz şarap ve birkaç parça sinatra’dan sonra öpüşme faslına geçilmişti. bu fasılda nihat’ı şaşırtan ve olacakları çanak tutan nokta kızın nihat’tan erken davranıp dilini nihat’ın ağzına sokmasıydı. dil o kadar ustalıkla dolaşıyordu ki nihat’ın ağzında, kahraman dedektif toy bir delikanlıya dönüşmüştü nerdeyse. kontrolü eline alması gerektiğini düşünerek kızın belini kavradı ve dudaklarını kızın ince ve beyaz boynuna dayadı. kızın çıkardığı iniltilerle iyice kendinden geçen dedektif kızın askılarını aşağı indirdiğinde çıplak ve insanı çıldırtacak kadar güzel bir vücutla karşılaştı. bir eliyle göğüslerden birini avuçlarken diğer eli hala kızın belindeydi. kız usta bir manevrayla ellerini boşa çıkarıp nihat’ın kemerine uzandığında bu şehvet anlarına bir son vereceğini bilemezdi elbette. kemerindeki eli hisseden ve kızın bu tecrübeli tavırlarından zaten işkillenmiş olan nihat hemen silahına davranıp odanın içinde parendeler atıp siper almaya kalkışmıştı. kız neye uğradığını şaşırmış ve yarı çıplak haliyle iyice sersemlemişti. nihat böyle durumlarda kullandığı kısa ve otoriter bir ses tonuyla giyinip evi terk etmesini emredince kız anında toparlanıp gözyaşlarının elverdiğince yolu bulup kendini dışarı dar atmıştı.
bu paranoyak durumu nihat’ı kadınlar konusunda daha temkinli olmaya itmişti. artık bu tür güzelliklerin ciddi bir tehlike barındırdığını bilecek tecrübedeydi. bazen bu durumun nedeninin tehlikeye karşı duyulan bu korkudan ziyade kızın deneyimli hallerinin oluşturduğu baskı olabileceği aklına gelse de bunu düşünmenin saçma olacağını hemen anladı. zira bir dedektif her konuda yetkin olmalıydı. buna seks de dâhil.
işte böyle bir geçmiş taşıyordu sırtında nihat, sinemadan çıktığında. ağır ağır, elinden geldiğince kendinden emin görünmeye çabalayarak sokakları dolaşmaya ve dişine göre bir dava ya da bir kadın aramaya başladı. kendine her daim muhalif olan doğa ve şans faktörünü görmezden gelme kararı aldı. filmlerden sahneler hatırlayarak tekrar havaya girmekti niyeti.
aklına ilk gelen sahne dedektifin bir suçluyu kovaladığı sahneydi. karizmasına halel getirmeden koşan kahraman, aralarındaki mesafeye, koşu hızına ve tek elle ateş etmesine rağmen suçluyu tam ense kökünden vurarak yere serebilmişti. ve bunu nihat da yapabilirdi.
pardösünün güneş ışınlarıyla işbirliği halinde olduğunu bilmesine rağmen üzerinden çıkarmaya niyeti yoktu. havasını bozmamalıydı. pardösü sırtında olduğu halde yürümeye devam etti. kalabalık sokakta yürürken gözüne ilişen iki grup insan vardı; potansiyel suçlu kılıklı olanlar ve vücut hatlarını belli edecek şekilde ya da bol dekolteli giyinenler. kahvesiyle ünlü bir kafenin önünde durdu. yeşil beyaz tabelaya baktı ve içeri girdi. aldığı plastik kutudaki kahveyi dudaklarını götürdü ve bir yudum aldı. bu yudum dudaklarının yanmasına neden olduğunda “lanet olsun” dedi. bunu söyler söylemez de bu refleksif tepkiden büyük bir zevk alıp bir gülümseme eşliğinde sigarasını yaktı. bu kalabalık sokakta aradığını bulamayacağından emin olduktan sonra bir ara sokağa daldı. bu ara sokakta hayallerinin gerçek olabileceğine dair bir umutla karşılaştı. umudu boylu boyunca yerde yatıyordu.
alnındaki ter damlalarını silerek yerden yatan adama doğru yürüdü. adam ölüydü. bunu üstün dedektiflik nitelikleri ile kavrayabilmişti. hareket etmeden yatan adamın başından kan akarken, pantolonunun dizi de yırtılmıştı. sarı üniformanın parıltısı gözünü aldı bir an. hemen birkaç metre ileride yerde yatan motosikleti işte bu anda fark etti. motosiklet de sarıydı ve üzerinde mavi bir güvercin resmi vardı. aracın hemen yanında bir cep telefonu duruyordu. bunlar birer delildi. nihat hemen işe koyuldu büyük bir heyecan ve sevinçle. cep telefonuna dokunmadı. bu konuda filmlerden edindiği tecrübeden faydalanarak cebinden çıkardığı kalem yardımıyla son aranan numarayı buldu. son numarada isim yerinde “müdür” yazıyordu. müdür. aklına nedense bu adamın bir uyuşturucu kuryesi olabileceği geldi. eldeki verileri nihat’ı böyle düşünmeye itmişti. müdür. adam, müdürle konuşurken vurulmuş olmalıydı. motosikleti incelemeye başlamadan önce adama bir kez daha göz atmak için geri döndü. adam aslında gençten bir çocuktu. fazla dokunmamaya gayret ederek alnındaki kırmızı yaraya baktı. “ yakın mesafeden tek el ateş edilmiş” diye geçirdi içinden. bu halde vuranlar da bir araç içinde olmalıydılar. adamla fazla zaman geçirmeyip hemen motosikletin yanına döndü.
motosikletin sepetinde ne olduğu önemli bir bilgiydi. hemen naylon eldivenlerini eline geçirdi ve sepetin içini kontrol etmeye başladı. bu oldukça büyük kutunun içinden onlarca mektup zarfı çıkmıştı. nihat zarflarını içine yerleştirilen uyuşturucunu bir yere sevk edilmekte olduğu sırada gerçekleştiğini hemen anladı bu cinayetin. demek ki bu adam sevkıyatı yapmakla görevliydi ve müdür diye anılan adamdan direktif almak için telefonla konuştuğu sırada yanına yaklaşan bir araçtan açılan ateş sonucu ölmüştü adam. nihat bu kuryeyi vuranların neden uyuşturucu dolu zarflara el sürmediklerine bir anlam veremedi. ama böyle bir davanın şanına böyle detaylarla gölge düşüremezdi. etrafa biraz daha göz attığında yeni yakıldığı ve aceleyle yere atıldığı belli olan bir sigarayla karşılaştı. bu, gençler arasında çok tutulan kırmızı paketli, orta pahallılıkta bir sigaraydı. muhtemelen katil ya da katillerden biri geçti. izmariti eline alarak eğildiği yerden doğruldu. izmariti elinde evirip çevirirken izlediği filmden bir sahneye dalıp gitti.
yakışıklı dedektif büyük bir plazada genç ve güzel bir kadını kovalıyordu. kadın koşarken giydiği deri pantolonun ortaya çıkardığı kalçaları sallanıyordu. dedektif acelesi yokmuş gibi, eninde sonunda bu güzel suçluyu yakalayacağını bilirmiş gibi saçlarını bozmadan koşuyordu. kovalamaca esnasında kadın önünde giden yaşlı bir adama çarptı. adam boylu boyunca yere uzandı. kahramanımız yaşlı adamı kolundan tutup kaldırırken adamın çıkardığı inlemeler sanki nihat’ın zihninden değil de yanı başından geliyordu. yardımsever dedektif, adamı yerden kaldırdıktan sonra güzel suçluyu kovalamaya kaldığı yerden devam etti. kamera önce dedektifin anlam dolu bakışlar taşıyan gözlerine sonra da koşarken saçları dağılan ve göğüsleri sağa sola salınan kadına dönüyordu. bu işlem periyodik olarak devam ediyordu. kadın plazanın çıkışına geldiğinde hemen kapı ağzında duran araca bindi. kahramansa kadın aracı hareket ettirdiğinde daha plazadan yeni çıkabilmişti. usta dedektif aracını çalıştırırken çıkan homurtu nihat’ın beyninde yankılandı.
nihat, gerçek dünyaya döndüğünde katili karşısında görebileceği aklına gelmezdi elbette. ama işte, nihat’a çelme takmaya alışkın şans bu sefer yanındaydı. nihat biliyordu ki katiller cinayet mahallerine mutlaka dönerlerdi ama genelde bu kadar çabuk olmazdı. her neyse, katil buradaydı, nihat’ın karşısında. bisikletinin üzerinde sigara tüttüren genç bir çocuk görüş alanında durmaktaydı. nihat, silahını çocuğa doğrulttuğunda çocuğun yüzündeki şaşkın anlatım görülmeye değerdi. zaman kaybetmeden çocuğa haklarını okumaya başladı. “sessiz kalma hakkına sahipsin, konuştuğun her şey mahkemede aleyhine delil olarak kullanılabilir, avukat tutma hakkına sahipsin, eğer avukat tutacak paran yoksa devlet sana bir avukat bulacaktır.” bu cümleleri bir solukta sıraladıktan sonra çocuğun aptallaşmış yüzüyle karşılaşınca “ seni arkamda, yerde yatan adamı öldürmek suçundan tutukluyorum” diyerek bir açıklama yaptı. çocuk “ abi hangi adam?” gibi çok basit bir soruyla savundu kendini. “ yerde yatan adamı görmüyor musun?” sorusuyla diklendi nihat. çocuksa durumun saçmalığında cesaret almış olacak ki “ abi sen görüyor musun?” diyerek iyice temize çıktı. nihat arkasını döndüğünde gerçekten de ortada ölü bir adam olmadığını gördü. yerdeki kan ve izmarit delirmediğinin kanıtıydı ama ölü bir adam nasıl ortadan kaybolabilirdi. çocuğa “ burada yatan, yanında motosiklet olan adamı görmedin mi?” diye sordu son bir çırpınış olarak. çocuk “ hayır” ya da “ deli misin, nesin?” anlamına gelecek şekilde başını sağa sola salladı. sonra ileride motosikletiyle yol alan adama takıldı gözleri. hınzır bir gülümseme eşliğinde bisikletine bindi, tren misali uzaklaştı olay yerinden.
başta kafası karışmış olan nihat, yavaş yavaş olayı çözmeye başladı. elbette ki böyle bir organize suçta ceset ortada bırakılamazdı. şimdi elindeki dava daha çetrefil hale gelmişti. önce cesedi, sonra katilleri ve en son olarak da müdür’ü bulması gerekecekti. işi sordu ama imkânsız değildi.
bu gece bu davanın üzerinde çalışmalıydı. evi arayıp gelemeyeceğini bildirmek için cep telefonuna uzandı, şarjı yoktu. hemen yüz metre ileride bir ankesör gördü. kulübeden çıkmakta olan adama sesinin alanca etkileyiciliğiyle;
“ hey ahbap, bir çeyreklik versene!” dedi.
devamını gör...
hafta sonunun çok hızlı geçmesi
her gariban işçi ve emekçinin düşündüğü yürek burkan realite.
hafta içi mesai günleri kaplumbağa hızında ilerlerken cuma gününden sonra tavşana bağlıyor bu günler.
hele bir de hafta sonunun 2 gününden birinde çalışıyorsanız, evde olduğunuz gün yatsam mı kalksam mı? çıkıp dolaşsam mı? tv karşısında pineklesem mi? sözlükte mi sürtsem diye düşünürken bir bakmışsın gün bitmiş.
zalımsın hayat.
hafta içi mesai günleri kaplumbağa hızında ilerlerken cuma gününden sonra tavşana bağlıyor bu günler.
hele bir de hafta sonunun 2 gününden birinde çalışıyorsanız, evde olduğunuz gün yatsam mı kalksam mı? çıkıp dolaşsam mı? tv karşısında pineklesem mi? sözlükte mi sürtsem diye düşünürken bir bakmışsın gün bitmiş.
zalımsın hayat.
devamını gör...
kara kalem
resim sanatında tek renk ile açık ve koyu çalışma imkanı veren temel bir tekniktir.
devamını gör...
liberalizm
modern liberalizmin doğduğu geliştiği yerin ingiltere olmasında benim kanaatimce yönetici elit ile halkın farklı kökenden gelmesi bir hayli etkili olmuştur. roma'nın britanya'dan çekilmesinden beri bu bölgeyi yöneten asillerle, halk çoğunlukla farklı kültürlerden gelmiştir. ango-sakson göçleri sırasında asiller bu cermen savaşçılarken, yerel briton onların tebaalarını oluşturmuştur. zamanla sakson kültürü zamanla bu kelt tebaayı asimile etmiştir, bu arada saksonlar da britonlar gibi hristiyanlaşmış böylelikle yeni bir britanya kültürü yaratılmıştır. bu yeni kültür ilk olarak danimarkalı vikinglerce sonrasında fransa'ya yerleşmiş vikinglerin yönettiği feodal normandiya düklüğünce boyunduruk altına alınmıştır.
yabancı asillerin boyunduruğu altında ingiliz halkının ve ironik bir şekilde anglo-norman asillerinin, yönetimde temsil edilmenin önemini, devlet yani mutlak güç ve tebaa arasında ilişkiyi, kral john gibi tiranların bu temsil haklarını nasıl elinden alabileceklerini öğretmiş ve bu ivmeyle libaralizme giden yol açılmıştır.
bu aşamadan sonra britanya'da ne despot mutlakiyetçi fransız kralları, rus çarları, ne faşist veya sosyalist diktatoryalar yer bulamamıştır. avrupa'nın fanatizminden uzak kalarak pax britannica'yı emin adımlarla ilerlemişlerdir.
türklerin de eğer benzer refaha kavuşması arzulanıyorsa, bu devlet ile tebaa ilişkisini anlaması, ota boka vatan sağ olsun demek yerine taleplerini iletmesi daha doğru olacaktır.
türkiye cumhuriyeti maalesef kurulduğu tarihten bu yana ne siyasi ne ekonomik refahın olduğu bir dönem yaşamıştır ancak buna karşın halk ekonomik ve siyasi belirsizliğe rağmen halk kendi talepleri doğrultusunda ülkeyi şekillendirmek yerine mutlak gücün korkarak seslerini çıkarmamışlardır.
yabancı asillerin boyunduruğu altında ingiliz halkının ve ironik bir şekilde anglo-norman asillerinin, yönetimde temsil edilmenin önemini, devlet yani mutlak güç ve tebaa arasında ilişkiyi, kral john gibi tiranların bu temsil haklarını nasıl elinden alabileceklerini öğretmiş ve bu ivmeyle libaralizme giden yol açılmıştır.
bu aşamadan sonra britanya'da ne despot mutlakiyetçi fransız kralları, rus çarları, ne faşist veya sosyalist diktatoryalar yer bulamamıştır. avrupa'nın fanatizminden uzak kalarak pax britannica'yı emin adımlarla ilerlemişlerdir.
türklerin de eğer benzer refaha kavuşması arzulanıyorsa, bu devlet ile tebaa ilişkisini anlaması, ota boka vatan sağ olsun demek yerine taleplerini iletmesi daha doğru olacaktır.
türkiye cumhuriyeti maalesef kurulduğu tarihten bu yana ne siyasi ne ekonomik refahın olduğu bir dönem yaşamıştır ancak buna karşın halk ekonomik ve siyasi belirsizliğe rağmen halk kendi talepleri doğrultusunda ülkeyi şekillendirmek yerine mutlak gücün korkarak seslerini çıkarmamışlardır.
devamını gör...
turgut uyar
benim gibi pek şiir bilmeyen, sevmeyen bir insanı bile 2 gündür şiirleriyle duvardan duvara çarpabilen şairdir kendisi.
(bkz: göğe bakalım)
(bkz: göğe bakma durağı)
(bkz: göğe bakalım)
(bkz: göğe bakma durağı)
devamını gör...
fakirlik belirten detaylar
devamını gör...
seven sevdiğine
sevdiğini belli etsin. söylesin ya da daha güzeli hissettirsin, şüphe duymaya ya da acaba beni seviyor mu diye düşünmek zorunda bırakmasın.
devamını gör...
coğrafya kaderdir
coğrafya kader değil, kederdir.
devamını gör...
yazarların çocukken en sevdiği çizgi film
birkaç tane yazacağım.
1) tom ve jerry.
2) bugs bunny.
3) johnny bravo.
4) johnny test.
5) gumball.
6) flap jack.
7) pokemon.
8) bakugan.
tanım : çocukluğumuzda izlediğimiz çizgi filmleri paylaştığımız başlıktır.
1) tom ve jerry.
2) bugs bunny.
3) johnny bravo.
4) johnny test.
5) gumball.
6) flap jack.
7) pokemon.
8) bakugan.
tanım : çocukluğumuzda izlediğimiz çizgi filmleri paylaştığımız başlıktır.
devamını gör...
kaliteli yaşam için ucuz öneriler
elalem diye bi güruh varmış.ben küçükken annem sokaga çıkarken şort giymeme izin vermezdi "elalem ne der" diye... o elaleme çok kızmıştım birgun, nasilsa bizim eve gelirdi ,tanımıyorum ama "sanane benim sortumdan " deyip ağzının payını verecektim.her gelen kişi için "anne elalem bu teyze mi? bu abla mi?" diye uzunca bir süre aradim o elalemi.. çok sonra anladım ki elalem bir insan değil, insanların yarattığı toplum baskısiymis. işte bunu anladığım andan itibaren o "elalem " için yaşamayı bıraktım.diyecegim o ki kaliteli yaşam için elalem ne der diye yaşamayı bırakın. siz kendinizi bildiğiniz sürece el izler alem alkışlar.
devamını gör...



