beyza alkoç
gereksiz abartılan bir yazar. kitaplarını okumak cringe şelalesinde akıntıya karsı yüzmek gibi bişey
devamını gör...
ursula k. le guin
“bence olgunluk kabuk değiştirmek değil, serpilip gelişmektir. yetişkin bir insan ölü bir çocuk değil, yaşamayı başarmış bir çocuktur.”
çok severim bu sözünü.
çok severim bu sözünü.
devamını gör...
sözlük yazarlarının şahit olduğu absürt ortamlar
18 yaşındayken ilk defa rahmetli babamın köyüne gittim. ( o zaman sağdı) "işte bu teyzemin oğlu, işte bu halamın oğlu" falan diye ev ev dolaştırıyordu.
22 sene önce, cep telefonu falan sadece zenginlerde vardı, internet ise şehirlerde cafelerde... köyde genç nüfus yok denecek kadar az, köyde kalan gençlerin de zihinsel engelleri var gibiydi. ziyaret ettiğimiz evlerin sakinleri çipil çipil gözlerle, egzotik bir hayvanı inceler gibi, bizi, özellikle de beni inceliyorlardı. bir kaç kız evlilik hayalleriyle köyden şehre göçmenin, inek boku atmaktan kurtulmanın hesabıyla beni kesiyordu. hatta biri o zamanlar dillere pelesenk olmuş bir yonca evcimik şarkısıyla "bak o kadar da köylü değilim, pop dinliyorum" mesajı veriyordu. olanca tiz sesleriyle istanbul aksanıyla konuşup beni etkilemeye çalışıyorlardı. köyün kesif bok kokusu ciğerlerimi yakarken ben ise bir an önce oradan kaçmak için can atıyordum.
kalabalık evlerden kurtulup son olarak babamın teyzesini ziyaret edip köyden ayrılacaktık. herhalde yılın bu zamanlarıydı. saat yedi gibi güneş batmış, sobalarda yanan kömürün kokusu bok kokusuyla birleşip depresif bir hava yaratmıştı. (kızların köyden kaçma isteği boşuna değildi.) babamın teyzesi genç yaşta dul kalmış, çoluğu çocuğu olmayan bir ihtiyarcıktı. biraz sohbet, köydeki ölümler, şehirdeki akrabalardan ölenler vs konuşulduktan sonra, babam iki eliyle dizlerine vurup "eh hadi bakalım" diyerek kavak ağacından yapılmış sedirden doğruldu. nihayet ayrılıyorduk. ihtiyarcık "burada kalsanıza oğlum" deyiverdi. babam da bana bakarak "oğlum bu gece teyzeme yarenlik yap, ben de halamda kalayım" deyiverdi. dünyam başıma yıkıldı sanki. ihtiyarcığın neşesi yerinde, elleri ayaklarına dolaşıyordu. babam gittikten sonra biberleri gölgede nasıl kuruttuğundan, saçına yaktığı kınadan, akrabalarımın kendi hakkını gasplarından ve binlerce şeyden söz etti. ben ise sadece "yaaa, allah allah, tüh" gibi ses efektleri veriyordum. bir yandan da kadına acıyordum. belki yıllar sonra yatılı bir misafiri olmuştu. büyük teyzemin evi de sadece iki odaydı. toplamda 25m² falandı. yer yer dökülmüş yeşil toz boyanın altından mavi toz boya, onun altından da belki 70 sene önceki kireç görünüyordu. bütün evde eski bir gazete parçası, yırtık bir kitap sayfası, çince bile olsa üzerine harf basılı en ufak bir nesne yoktu. zweig'ın satrancını okuyanlar ne demek istediğimi çok iyi anlar. işte bu ahval ve şeraitte dahi tek latince harf casio marka saatimdeki cuma anlamına gelen fri yazısıydı. hani elime kuran meali geçse sevinçten kıçıma sokardım. sonra saatime bir baktım ki saat daha yeni yeni sekiz oluyor. zeki demirburkuz filmlerindeki gibi, teyzeyle bir birimize baktık durduk. ara sıra havlayan köpekler sessizliği bozunca kendime geliyor, bir süre sonra tekrar o müthiş boşlukta boğuluyordum.
o günden sonra bir yolculuğa çıkarken mutlaka ve mutlaka yanıma kitap almaya karar vermiştim.
22 sene önce, cep telefonu falan sadece zenginlerde vardı, internet ise şehirlerde cafelerde... köyde genç nüfus yok denecek kadar az, köyde kalan gençlerin de zihinsel engelleri var gibiydi. ziyaret ettiğimiz evlerin sakinleri çipil çipil gözlerle, egzotik bir hayvanı inceler gibi, bizi, özellikle de beni inceliyorlardı. bir kaç kız evlilik hayalleriyle köyden şehre göçmenin, inek boku atmaktan kurtulmanın hesabıyla beni kesiyordu. hatta biri o zamanlar dillere pelesenk olmuş bir yonca evcimik şarkısıyla "bak o kadar da köylü değilim, pop dinliyorum" mesajı veriyordu. olanca tiz sesleriyle istanbul aksanıyla konuşup beni etkilemeye çalışıyorlardı. köyün kesif bok kokusu ciğerlerimi yakarken ben ise bir an önce oradan kaçmak için can atıyordum.
kalabalık evlerden kurtulup son olarak babamın teyzesini ziyaret edip köyden ayrılacaktık. herhalde yılın bu zamanlarıydı. saat yedi gibi güneş batmış, sobalarda yanan kömürün kokusu bok kokusuyla birleşip depresif bir hava yaratmıştı. (kızların köyden kaçma isteği boşuna değildi.) babamın teyzesi genç yaşta dul kalmış, çoluğu çocuğu olmayan bir ihtiyarcıktı. biraz sohbet, köydeki ölümler, şehirdeki akrabalardan ölenler vs konuşulduktan sonra, babam iki eliyle dizlerine vurup "eh hadi bakalım" diyerek kavak ağacından yapılmış sedirden doğruldu. nihayet ayrılıyorduk. ihtiyarcık "burada kalsanıza oğlum" deyiverdi. babam da bana bakarak "oğlum bu gece teyzeme yarenlik yap, ben de halamda kalayım" deyiverdi. dünyam başıma yıkıldı sanki. ihtiyarcığın neşesi yerinde, elleri ayaklarına dolaşıyordu. babam gittikten sonra biberleri gölgede nasıl kuruttuğundan, saçına yaktığı kınadan, akrabalarımın kendi hakkını gasplarından ve binlerce şeyden söz etti. ben ise sadece "yaaa, allah allah, tüh" gibi ses efektleri veriyordum. bir yandan da kadına acıyordum. belki yıllar sonra yatılı bir misafiri olmuştu. büyük teyzemin evi de sadece iki odaydı. toplamda 25m² falandı. yer yer dökülmüş yeşil toz boyanın altından mavi toz boya, onun altından da belki 70 sene önceki kireç görünüyordu. bütün evde eski bir gazete parçası, yırtık bir kitap sayfası, çince bile olsa üzerine harf basılı en ufak bir nesne yoktu. zweig'ın satrancını okuyanlar ne demek istediğimi çok iyi anlar. işte bu ahval ve şeraitte dahi tek latince harf casio marka saatimdeki cuma anlamına gelen fri yazısıydı. hani elime kuran meali geçse sevinçten kıçıma sokardım. sonra saatime bir baktım ki saat daha yeni yeni sekiz oluyor. zeki demirburkuz filmlerindeki gibi, teyzeyle bir birimize baktık durduk. ara sıra havlayan köpekler sessizliği bozunca kendime geliyor, bir süre sonra tekrar o müthiş boşlukta boğuluyordum.
o günden sonra bir yolculuğa çıkarken mutlaka ve mutlaka yanıma kitap almaya karar vermiştim.
devamını gör...
beni ırgalamaz
ben hep 50 liralık alıyorum" diyen adamın hayat felsefesi olan söz.
devamını gör...
eleştiriyi saygı sınırları çerçevesinde yapma gereği
sadece saygı çercevesinde eleştiri yapanlar dikkate alınır her zaman diğeri sadece saldırma amaçlıdır.
devamını gör...
ich kann nicht anders
alman din bilimci ve keşiş martin luther’e ait sözdür. türkçe karşılığı “ başka türlü yapamazdım”dır. bir kurultayda yaptığı konuşmanın içinde geçen söz, söylenmesinin üzerinden dört buçuk asırdan fazla geçmesine rağmen hala etkisini sürdürmektedir.
aslında bu sözün geçtiği kurultay diet of worms diye bilinen bir toplantıdır. almanya’nın worms şehrinde yapılan kurultayın amacı martin luther’in yazdığı doksan beş tezi inkar etmeye zorlanmasıdır. worms kurultayı bana bir grup solucanın bir kaya altında oynaşmasını hatırlatır hep nedense.
daha önce tanımını yazdığım doksan beş tez'de martin luther kiliseyi ve kilisenin uygulamalarını gayet saygılı ancak taviz vermez bir şekilde eleştirmiştir. ama bu mantıklı tezler elbette ki kilisenin hoşuna gitmemiştir. bunun sonucunda aslında bir nevi engizisyon sorgulaması olan kurultayda martin luther’dan bu görüşlerini savunması hatta aslında reddetmesi istenmiştir.
ama martin luther başlıkta cümleyi kurmuş ve tezlerini savunmuş, gerçekliğine inandığı şeyleri öldürülme korkusuna kapılmadan savunmuştur. bu kurultaydan sonra serbest bırakılmış olsa da ölüm her an ensesinde olacaktır.
bu cümle bana baldıran zehri içmeyi hakikati reddetmeye tercih eden büyük filozofu hatırlatır bir yanda da. bu tanımı yazmak zorunda hissettim kendimi çünkü başka türlü yapamazdım.
aslında bu sözün geçtiği kurultay diet of worms diye bilinen bir toplantıdır. almanya’nın worms şehrinde yapılan kurultayın amacı martin luther’in yazdığı doksan beş tezi inkar etmeye zorlanmasıdır. worms kurultayı bana bir grup solucanın bir kaya altında oynaşmasını hatırlatır hep nedense.
daha önce tanımını yazdığım doksan beş tez'de martin luther kiliseyi ve kilisenin uygulamalarını gayet saygılı ancak taviz vermez bir şekilde eleştirmiştir. ama bu mantıklı tezler elbette ki kilisenin hoşuna gitmemiştir. bunun sonucunda aslında bir nevi engizisyon sorgulaması olan kurultayda martin luther’dan bu görüşlerini savunması hatta aslında reddetmesi istenmiştir.
ama martin luther başlıkta cümleyi kurmuş ve tezlerini savunmuş, gerçekliğine inandığı şeyleri öldürülme korkusuna kapılmadan savunmuştur. bu kurultaydan sonra serbest bırakılmış olsa da ölüm her an ensesinde olacaktır.
bu cümle bana baldıran zehri içmeyi hakikati reddetmeye tercih eden büyük filozofu hatırlatır bir yanda da. bu tanımı yazmak zorunda hissettim kendimi çünkü başka türlü yapamazdım.
devamını gör...
yıl biterken dilek tut
sevilmek.
devamını gör...
anarşist banker
"yardımlaşma zorbalığı. içimizden bazıları, ötekilere emretmek ve kendilerini dayatmak yerine, tersine, her fırsatta başkaları için kendilerini paralıyorlardı. tersi bir durummuş gibi gözüküyor, değil mi? oysa tıpatıp aynı şey. bu da yeni bir zorbalık ve aynı şekilde, anarşist ilkelere ters."
"vay canına! nasıl ters?"
"şöyle ki dostum, birine yardım etmek onun yeteneksiz olduğunu kabul etmek olur ya da eğer yeteneksiz değilse, yeteneksizleştirmek ya da öyle olduğunu varsaymak olur. ilk durumda bu bir zorbalıktır, ikinci durumda ise küçümseme. ya başkalarının özgürlüğü kısıtlanır ya da -belki bilinçsizce- ötekinin hor görülecek biri olduğu, özgür olmaya layık olmadığı ya da özgür olamayacağı ilkesinden yola çıkılır."
devamını gör...
küfür etkisi yaratan ama küfür olmayan sözler
abartıyorsun... (kırıldığını söylediğinde "abartıyorsun" derler. hem neden kırıldığını anlatırsın hem de anlaşılamamanın acısıyla bu sözü duymak daha da canını yakar)
devamını gör...
siyasilerin unutulmayan sözleri
inşaat çok yavaş ilerliyor diyorlar. hiç başlamadık ki ilerlesin :)
keraneleri kapatalım da millet bizi mi.......
dün dündür bugün bugündür.
-süleyman demirel a.k.a şapka.
keraneleri kapatalım da millet bizi mi.......
dün dündür bugün bugündür.
-süleyman demirel a.k.a şapka.
devamını gör...
uğur mumcu
eskiden gazeteciler güneşten ışık yontarlardı. siyasetin emrinde değil gerçeğin peşindeydiler ve uğur mumcu onların en iyilerinden biriydi. uğur mumcu sağ iken bizim evde cumhuriyet gazetesi okunurdu. daha 1993 yılında ''cemaatlere ve tarikatlara giren çocuklar 30 sene sonra sonra general olacaklar ve cumhuriyete karşı ayaklanacaklar''demişti. söyledikleri sadece bundan ibaret değildi tabi ki. bazı devlet yetkililerinin uyuşturucu kaçakçıları ile bağlarını tespit etmişti hemde isim isim, hatta elinde abdullah öcalan ile mit arasında ki ilişkiyi gösteren belgeler bulunduğunu iddaa etmişti.
24 ocak 1993'te ankara'da, arabasına konulan bombanın patlaması sonucu suikasta kurban giderek yaşamını yitirdi. suikastı, ibda-c üstlense de asıl failler bulunamadı.
bulunabilir miydi?
bu soruyu sormadan önce yani uğur mumcu suikastı'na gelene kadar türkiye'de 1988 yılından 1999 yılına kadar suikasta kurban gidenlerin,muammer aksoy, çetin emeç, turan dursun, bahriye üçok, uğur mumcu ve ahmet taner kışlalı karakteristik özelliklerine bakarsanız hepsinin özgür düşünceyi savunan laik ve aydın insanlar olduklarını görürsünüz.
eğer geleceğe güvenle bakmak istiyorsak, geçmişin karanlıkta kalan yanlarının aydınlatılması gerek.
24 ocak 1993'te ankara'da, arabasına konulan bombanın patlaması sonucu suikasta kurban giderek yaşamını yitirdi. suikastı, ibda-c üstlense de asıl failler bulunamadı.
bulunabilir miydi?
bu soruyu sormadan önce yani uğur mumcu suikastı'na gelene kadar türkiye'de 1988 yılından 1999 yılına kadar suikasta kurban gidenlerin,muammer aksoy, çetin emeç, turan dursun, bahriye üçok, uğur mumcu ve ahmet taner kışlalı karakteristik özelliklerine bakarsanız hepsinin özgür düşünceyi savunan laik ve aydın insanlar olduklarını görürsünüz.
eğer geleceğe güvenle bakmak istiyorsak, geçmişin karanlıkta kalan yanlarının aydınlatılması gerek.
devamını gör...
tavşanladalgageçenkaplumbağa
yarışın son saniyesinde tavşana nanik yaparak kurdeleyi göğüsleyen kaplumbağadır. istikrarını bozmamış umudunu asla kaybetmemiştir.
kim bilir belki yeni yazarımız da ayın en iyi 10 yazarı arasına kurdeleyi göğüsleyerek girer.
hoş gelmiş daim olsun. *
kim bilir belki yeni yazarımız da ayın en iyi 10 yazarı arasına kurdeleyi göğüsleyerek girer.
hoş gelmiş daim olsun. *
devamını gör...
30 yaşına gelip de dişi hiç çürümemiş insan
muhtemelen şekerli şeyleri tüketmeyen insan.
devamını gör...
insanın içini açan şarkılar
başladığı an ilk tıngırtıda
insanın içini açan,
gribini geçiren,
hüznünü dağıtan,
yüzünü güldüren şarkılardır.
arabada çıstak çıstak dinlemelik,
temizlik yaparken hız yapmalık,
yürüyüşte ağzı kulaklara çıkarmalık,
fingirdek şarkılardır.
mehmet erdem
bir elmanın iki yarısı
bu gün beni açtı mesela.
insanın içini açan,
gribini geçiren,
hüznünü dağıtan,
yüzünü güldüren şarkılardır.
arabada çıstak çıstak dinlemelik,
temizlik yaparken hız yapmalık,
yürüyüşte ağzı kulaklara çıkarmalık,
fingirdek şarkılardır.
mehmet erdem
bir elmanın iki yarısı
bu gün beni açtı mesela.
devamını gör...
orijinalinden daha iyi olan coverlar
barış akarsu - ıslak ıslak
devamını gör...
yks 2021
benimde mezun olarak gireceğim sınav. umarım bu sene olur.
devamını gör...
adak
1979 yılında atıf yılmaz'ın yönetmiş olduğu, tarık akan ve necla nazır'ın başrolleri paylaştığı, iftiraya uğrayan ve hakikatin ortaya çıkması için oğlunu adak olarak adayan bir babanın dramı konu ediliyor.
müslüm isimli genç, gülbahar ile evlilik yaptıktan sonra köyden göç edip kasabaya yerleşiyor. havalar ısınınca da, müslüm çalışmak için çukurova'ya gidiyor. kaldıkları çadırda işçi arkadaşlarından birinin parası çalınıyor ve bundan dolayı da müslüm töhmet altında kalıyor. hayatını altüst eden bu olaydan sonra müslüm de, hakikatin ortaya çıkması için bir adak adar. sonunda hakikat ortaya çıkar ve sıra müslüm'ün adağı yerine getirmesine gelir. yalnız, bu durum hiç kolay değildir. çünkü, o çıkmaz içerisinde müslüm oğlunu adak adamıştır ve onu kurban etmesi gerekmektedir. oğlunu kurban ettikten sonra hapse düşer. avukatları da, kendisini, oğlunu öldürdüğü sırada ruh sağlığının yerinde olmadığı ve sağlıklı düşünemediği konusunda ifade vermeye ikna ederler, aksi taktirde işin ucu idam cezasına gidecektir. o da avukatlarının dediği gibi ifade verir ve 12 yıl hapiste yatar, afla çıktıktan iki sene sonra da eceliyle ölür.
60'lı yıllarda yaşanmış gerçek bir olayı anlatan farklı ve toplumsal yönü bulunan bu filmde ara sıra yargıç, avukat, doktor gibi kamu görevlilerinin de bu durum hakkında görüş bildirdikleri kesitler belgesel bölümler de sunuyor.
müslüm isimli genç, gülbahar ile evlilik yaptıktan sonra köyden göç edip kasabaya yerleşiyor. havalar ısınınca da, müslüm çalışmak için çukurova'ya gidiyor. kaldıkları çadırda işçi arkadaşlarından birinin parası çalınıyor ve bundan dolayı da müslüm töhmet altında kalıyor. hayatını altüst eden bu olaydan sonra müslüm de, hakikatin ortaya çıkması için bir adak adar. sonunda hakikat ortaya çıkar ve sıra müslüm'ün adağı yerine getirmesine gelir. yalnız, bu durum hiç kolay değildir. çünkü, o çıkmaz içerisinde müslüm oğlunu adak adamıştır ve onu kurban etmesi gerekmektedir. oğlunu kurban ettikten sonra hapse düşer. avukatları da, kendisini, oğlunu öldürdüğü sırada ruh sağlığının yerinde olmadığı ve sağlıklı düşünemediği konusunda ifade vermeye ikna ederler, aksi taktirde işin ucu idam cezasına gidecektir. o da avukatlarının dediği gibi ifade verir ve 12 yıl hapiste yatar, afla çıktıktan iki sene sonra da eceliyle ölür.
60'lı yıllarda yaşanmış gerçek bir olayı anlatan farklı ve toplumsal yönü bulunan bu filmde ara sıra yargıç, avukat, doktor gibi kamu görevlilerinin de bu durum hakkında görüş bildirdikleri kesitler belgesel bölümler de sunuyor.
devamını gör...


