aslı astarı olmayan beyan.

toprak mı? hepinizi gömeriz biz be! *
devamını gör...

bir ay orucun üzerine, ramazan bayramı sabahı yapılan, envai çeşit kahvaltılık ile yapılan, özlenen sabah çayına doyulan kahvaltıdır.
ps:kahvaltıyı özlemişim.
devamını gör...

her şey sende gizli
yerin seni çektiği kadar ağırsın
kanatların çırpındığı kadar hafif..
kalbinin attığı kadar canlısın.
gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç...
sevdiklerin kadar iyisin.
nefret ettiklerin kadar kötü..
ne renk olursa olsun kaşın gözün.
karşındakinin gördüğüdür rengin..
yaşadıklarını kâr sayma:
yaşadığın kadar yakınsın sonuna;

ne kadar yaşarsan yaşa,
sevdiğin kadardır ömrün..
gülebildiğin kadar mutlusun
üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin
sakın bitti sanma her şeyi,

sevdiğin kadar sevileceksin.
güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer
ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın
bir gün yalan söyleyeceksen eğer
bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın.
ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret
ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın
unutma yağmurun yağdığı kadar ıslaksın
güneşin seni ısıttığı kadar sıcak.
kendini yalnız hissettiğin kadar yalnızsın
ve güçlü hissettiğin kadar güçlü.
kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin..

işte budur hayat!
işte budur yaşamak, bunu hatırladığın kadar yaşarsın
bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün
ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun
çiçek sulandığı kadar güzeldir
kuşlar ötebildiği kadar sevimli
bebek ağladığı kadar bebektir
ve her şeyi öğrendiğin kadar bilirsin bunu da öğren,
sevdiğin kadar sevilirsin...
-can yücel-
devamını gör...

diğer kelebeklerden daha uzun ömre sahip olan göçmen kelebek türü.
kral kelebeği

bu kelebeği diğer kelebeklerden daha farklı, doğal olarak daha güzel yapan bence, göç etmek için doğmuş olmaları. bir yılda 4 nesil kral kelebeği göç ediyor. ve göç boyunca her seferinde aynı ağaçlarda geceliyorlarlar. kuzeye gidenler ile güneye dönenler aynı nesil değil. ama her seferinde aynı ağaçlarda konaklıyorlar. bu ağaçların cinsi kelebekler için önem taşımıyor, kelebeklerin konakladığı bu ağaçlara "kelebek ağaçları" deniliyor.

kelebeklerin neden bu ağaçları seçtiklerini bilememiş bilim insanları ve ağaçların rengini, kokusunu değiştirmişler ama kral kelebeklerini kandıramamışlar.
bu durum hafıza olarak tanımlanırsa genetik bir hafızadan söz etmemiz gerekiyor, bu da kabul etmek gerekirse biraz korkutucu. bir kelebek daima varması gereken yere vardığını bilir, diyerek konuyu kapatmak en mantıklısı.
devamını gör...

"dün sabaha karşı, kendimle konuştum.
ben hep kendime çıkan bir yokuştum.
yokuşun başında bir düşman vardı,
onu vurmaya gittim, kendimle vuruştum."

(bkz: özdemir asaf)
devamını gör...

muhteşem şiirlerin sahibi değerli şairimizin bu şiiri biraz düz yazı gibi. çok ciddiyim okullarda felsefe derslerinde okutulmalı, edebiyat dersi diyenlere de itirazım olmaz.

baştan söyleyim oldukça uzun ama bence her cümlesinin altı çizilir.



"ve güz geldi ömür hanım. dünya aydınlık sabahlarını yitiriyor usul usul. insanın içini karartan bulutların seferi var göğün maviliğinde.yağmur ha yağdı ha yağacak. incecik bir çisenti yokluyor boşluğunu insan yüreğinin. hüznün bütün koşulları hazır. nedenini bilmediğim bir keder akıyor damarlarımdan. kalbimin üstünde binlerce bıçak ağzı, yüzüm ömrümün atlası, düzlükleri bunaltı, yükseklikleri korku, uçurumları yıkıntılarımla dolu bir engebeler atlası. yaşamak bir can sıkıntısı mıdır ömür hanım?

her şeyi iyi yanından görmeyi kim öğretti bize? acıyı görmeyen insan, umutsuzluğu yaşamayan, iliklerine dek kederin işleyip yaralamadığı bir insan, mutluluktan, umuttan, sevinçten ne anlar?
göğü görmeden, denizi görmeden maviyi anlamaya benzemez mi bu? bir güz düşünün ki ömür hanım, ilkyazı olmamış, yazı yaşanmamış. böyle bir güzün hüznü hüzün müdür? başlamanın bir anlamı varsa bitişi göze almak, bitişin bir anlamı varsa başlangıcı olmak değil midir?

yaşamı düz bir çizgide tutmak tükenmektir. yaşamak zorunda olduğumuz şunca yılı aykırı uçlar arasında gezdirip geçirmedikçe, alışkanlıkların sınırlarını aşmadıkça zaman zaman, yaşamak nasıl yenilik olur tükenmek değil de?
yağmur yağıyor ömür hanım...gökten değil, yüreğimin boşluğundan ömrümün ıssız toprağına...ve ben sonsuz bir düzlükte bir küçücük bir silik nokta gibi eriyip gidiyorum. seslensem kim duyar sesimi yalnızlıklar katından?

dönelim...dönmek yenilmektir biraz da, yarım kalmasıdır çıkışlarımızın, korkaklıktır, alışkanlıkların güvenli küflü kabuklarına sığınmaktır...olsun dönelim biz yine de. bilincinde olmadan üstlendiğimiz sorumluluklarımız var. evlere dönelim, sırtımızın kamburu evlere, cılızlığımızın görkemli korunaklarına, yalnızlığımızın kalelerine dönelim. ölçüsüz yaşamak bize göre değil ömür hanım. büyürken geniş ufuklarımız olmadı bizim. küçücük avuçlarımızla sınırlarımızı genişletmek istedikçe yaşamın binlerce engeli yığıldı önümüze. hangi birini yenebilirdik bunca olanaksızlık içinde. umutsuzluğu tanıdık, yenilgiyi öğrendik böylece.

yaşama sevinci adına bir tutamağım kalmadı ömür hanım. bir garip boşlukta çiviliyim günlerdir göz bebeklerimden. sahi nedir yaşamın anlamı? geriye dönüyorum sık sık yanıt aramak adına, yüreğimin silik izler bırakıp, ağır yükler aldığı zamanın derin denizlerine. bakıyorum umut karamsarlığın, sevinç acının azıcık soluk almasından başka ne ki?
yaşamsa gerçekle düşün umutsuz bir savaşı, her şeyi içine alan kocaman bir yanılsama değil mi yoksa?
öyle büyük umutlarım olmadı benim, büyük düşlerim, özlemlerim, büyük beklentilerim olmadı. koşullarım beni oluşturdu ben acılarımı buldum. herkes gibi yaşasaydım eğer, yaşamı onlar gibi görebilseydim çarşılar yeterdi avutmaya beni. bir gömlek, bir ayakkabı, bir elbise, bir yemek lokantalarda; televizyon, halı, masa ve daha nice eşya yeterdi yalnızlığı örtmeye, kendimi göstermeye, varolmaya, dar çevre yitikleri'nde önem kazanmaya...
oysa ben bir akşamüstü oturup turuncu bir yangının eteklerine yüreği avuçlarımda atan bir can yoldaşıyla dünyayı ve kendimi tüketmek isterdim. öyle bir tüketmek ki, sonucu yepyeni bir ben'e ulaştırırdı beni, kederli dalgınlığımdan her döndüğümde...bir ben ki tüm ilişkilerin perde arkasını görür de gülerdim sessizce yapay yakınlıklarına insanların. kim kimi ne kadar anlayabilir ömür hanım?

susmak yalnızlığın ana dilidir, ömür hanım, şiiridir beni konuşmaya zorlama ne olur. sözün sularını tükettim ben, kaynağını kuruttum. geriye bir büyük sessizlik kaldı yüreğimde, kalabalıklar, kalabalıklar kadar büyük...yalnızım ömür hanım, geceler boyu akıp giden ırmaklar gibi karanlıklar içre, öyle yitik, öyle üzgün, yalnızım...sularım toprağa sızıyor bak. yüzümü geceler örtüyor. binlerce taş saklanıyor içimde. kim kimin derinliğini görebilir, hem hangi gözle?

kendilerinden olan tek sözcük yok dillerinde, öyle çok konuşuyorlar ki...bir söz insanın neresinden doğar dersiniz? dilinden mi, yüreğinden mi, aklından mı? düşlerinden mi yoksa gerçeğinden mi? ve kaç kapıdan geçip yerini bulur bir başka insanda? yerini bulur mu gerçekten? sözü yasaklamalı ömür hanım yasaklamalı...kimsenin kimseyi anlamadığı bir dünyada söz boşluğu dövmekten başka ne işe yarıyor ki?
olanağı olsa da insanların yürekleri konuşabilseydi dilleri yerine, her şey daha yalansız, daha içten olurdu. aklı silmeli diyorum insan ilişkilerinden. yanılıyor muyum? olsun. yanıldığımı biliyorum ya...

yeni bir şeyler söyle bana ne olur, yeni bir şeyler. kurşun aktı kulaklarıma hep aynı sözleri, aynı sesleri duymaktan. belirsizlik güzeldir, de örneğin, kesinlik çirkin. sessizlik sesten hele de güncel ve kof her zaman iyidir, düş gücü, iç zenginliği verir insana. dünyanın usul usul ağaran o puslu sabahları ve günün turuncu tülleriyle örtünen dingin akşamları bu yüzden etkiler bizi, duygulandırır, de. anlık izlenimler sürekli görünümlerden her zaman daha güçlü, kalıcı ömürlüdür...alışkanlıklar öldürür güzelliğimizi, bizi değişmek çirkinleştirir de.

kimse düşlerine yetişemez ve kimse geçemez gerçeğini bir adım bile, bu yüzden sıkıntı verir zaman, kısa kalır, sonsuz olur insanın küçücük ömrünün karşısında. istemenin kuralı yoktur; istemek yaşamın kendiliğinden sonucudur, ne haklı ne haksız, ne yerinde ne yersiz.
biz hepimiz dikenli tellerle sarılıyız, her ilişkide bir parçamız kalır ve bölüne bölüne biteriz de. en büyük hünerimiz kendimize karşı olmak, aykırı yaşamaktır, acı kaynaklarımızı ellerimizle yaratarak...
kıyılarımız duygularımızın boyunda, derinliğimiz aklımızın ölçüsündedir, ufuklarımızsa sisler içinde...o kıyısız gökyüzü nasıl sığar küçücük gözlerimize, bir bardak suya, ağız dil vermez geceye? ve nedir ki gizi, daraldığımız her yerde bir genişlik duygusu verir içimize. çözemeyiz de, bu güdük bilinç, bu sığ yürek, bu ezbere yaşamla.

dünya bir testidir, de, ömür hanım, ömür bir su...sızar iğne ucu gözeneklerinden zamanın, bir içim serinlik bir yudum mutluluk için. ve bir gün ölümün balkonundan...dökülür toprağa el içi kadar bir su. yerde birkaç damla nem bir avuç ıslaklık...ölümü bilerek nasıl yaşar insan, geride dünyanın kalacağını bilerek nasıl ölür; bilmek bütün acıların anasıdır, de...
sars aklımın cılız ayaklarını, kuşat beni. değişik şeyler söyle ne olur, yeni bir şeyler söyle. yıldım ömrümün kalıplarından. beni duy ve anla.
yağmur dindi ömür hanım. gökyüzü masmavi gülümsedi yine. doğa aynı oyunu oynuyor bizimle. umudun ucunu gösteriyor usulca, iyimserliğin ışığını süzüyor mavi atlasından. ne aldanış! bulutların rengi mavi-beyaz mıdır, kurşuni-külrengi mi yoksa?

gökyüzünü öpmek isterdim ömür hanım, gözlerimle değil dudaklarımla. yoruldum bulutları kirpiklerimde taşımaktan. delilik mi dedin? kim bilir...belki de yerde sürünmenin bir tepkisidir bu, ya da ne bileyim bilinçsiz bir aykırı olmak duygusu. gökyüzü de olmak isteyebilirdim değil mi? kim ne diyebilir ki?
kimseler görmedi ömür hanım, bu dünyadan ben geçtim. içimde umudun kırk kilitli sandıkları, elimde bir avuç düş ölüsü yüreğim -içinde senin ve benim ağırlığım- benim olmayan garip bir gülümsemeyle yüzümde, incelik adına ben geçtim...yerini bulmamış bir içtenlik, yanılmış bir saygı ve bir hüzün eğrisi olarak ilişkilerin gergefinde, ördüm ömrümün dokusunu ilmek ilmek. beni cam kırıklarıyla anımsasın insanlar, savrulan bir yaprak hüznü ve dağınıklığı ile... yükümü yanlış bedestanlarla çözdüm.

ezilmiş bir gül hüznü var yüreğimde. saatlerce dayak yemiş bir sanığın çözülmesi içindeyim. ürperiyorum. bir at kestanesi durmadan yaprak döküyor yalnızlığın sokaklarında, örtüyor ömrümün ilk yazını. içimde bir çocuk, yalın ayak koşuyor yaşlılığa doğru, binlerce kez yenilmiş umut ölülerini çiğneyerek. sahi yaşlılık, derin bir iç çekiş, yanılmış bir çocukluk olmasın ömür hanım?"
devamını gör...

şimdi o vişneyi yemeye taaa kuzguncuk’a nasıl giderim diye hayıflanırken kendisi kucak dolusu vişne gönderdi bana. tam heyecanla ağzıma bir tane atacaktım ki kıyamadım. hayır böyle gönlü zengin, eli bol vişne nasıl yenir. en sonunda hatıra defterimin arasında saklayıp, kurutmaya karar verdim. ara ara bakar, koklar kaldırırım artık. vişne de saklanır mı demeyin, bir vişneden daha fazlası kuzguncuktaki vişne takip ettiğiniz de siz de anlayacaksınız. okumadan uyumadıklarımdan olur kendisi.
devamını gör...

dayıcım senin ne işin var orda? tüm ciddiyeti bozdun. eller de arkada.*
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

başlığı ismi ile değil, lakabıyla açmayı doğru buldum. yazımın sonunda nedenini açıklayacağım. ancak gerçek ismini verelim; ılse koch

sizleri tarihte yine bir yolculuğa çıkarayım. bu sefer konumuz, pek de hanım olmayan bir nazi kızımız. birlikte bakalım bu kadının, pardon canavarın yaptıklarına.

ikinci dünya savaşı yıllarında, siyasi tutukluların alıkonulduğu hapishanelerin komutanı karl otto kochun eşidir. ılse koch bu hapishanede çalışan bir sekreterdir ve bu şekilde nazi subayı ile tanışıp evlenmiştir. ancak eşi buchenwald toplama kampına atanınca olaylar başlar. kendisi bu toplama kampında esirlere yaptıkları ile tanınır. şimdi sıkı durun, 30 haziran 1945 yılında amerikan askerleri tarafından tutuklanır ve yazı ile ellialtı bin, rakam ile de 56 bin insanın ölümünden suçlu bulunur ve yargılanır. 1967 yılında intihar eder. kendi eliyle bir ölüm olması onun için bir şanstır diye düşünüyorum.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

peki bu canavar toplama kampında esirlere neler yapmıştır? insanlık tarihinin en acımasız kadınlarından biri olarak bilinir. bu nedenle kendisine yaşadığı dönemde “buchenwald cadısı” denmiştir. sadist biridir ve dövme takıntısı vardır. dövmesi olan esirleri özellikle seçerek öldürür ve dövme olan kısımların derilerini yüzerek kendisine eşyalar yapar. çanta, eldiven hatta iç çamaşır. olur mu öyle şey demeyin. oldu. nazi dünyasında neler oldu neler. sizlere mahkumların derilerinden yapılan bir abajuru bırakayım;
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

savaşın son bulmasıyla tutuklanır ancak uyanık biridir. kaldığı cezaevinde bir gardiyanla ilişkiye girerek hamile kalır. çünkü o dönem hamile kadınların cezaları hafifletilir ve frau* koch bunu bilir. 4 sene sonra çıkar. ancak hakkında o kadar çok belge ve delil toplanır ki, tekrar açılan davada ömür boyu hapis cezası alır. bir süre sonra kendisi intihar eder.

ikinci dünya savaşı inanılmaz insan hikayeleri ile doludur. bu sadece örneklerden biridir.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

kaynak: bilgilerin bir kısmı zamanında okunan “die hexe von buchenwald” adlı kitaptan alınmıştır. kitabın çevirisi; “buchenwald cadısı” dır. çeviren (bkz: şahsım) valla.
devamını gör...

veda yazısını yayınladıkları gün içimize bir şey oturmuştu. hala durur o şey içimizde.
devamını gör...

sene 2000-2001 falan kardeşimi gezdiriyorum sokakta. evimiz bir ilkokula nerede ise komşu. kardeşimle okul bahçesinde dolaşıyoruz. okul binasının merdivenlerinde minicik bir oyuncak yarasa buldum, kanatları kağıt gibi. okul çocuklarından biri düşürdü sandım, kinder yumurtadan çıkan oyuncak kadar küçük bir şeydi. biz epey oynadık bu oyuncak(!) ile, hatta onunla eve geldik. babam gördü elimizde, aldı ve evet beklenen son, oyuncak değilmiş ki, ölmüş bir yarasa imiş, yarasa dediğin mağarada olur, orada olacak değilmişti ki. neyse, "hemen ellerinizi yıkayın" dedi babam, kolonyalar döktü bir de, kuduz virüsü olurmuş yarasalardı, ondan korktu. o küçük yarasayı babam evin çöpüne bile atmadı, evden çıktı teee uzaktaki çöp konteynerine attı. böylece koronayı 20 sene ötelemiş oldu, ülkenin adını da kurtardı, 'türk virüsü', olacak şey değil.
devamını gör...

gösterişten başka bir şey değildir,istersen milyon kitabın olsun okumadıktan sonra kaç yazar.
devamını gör...

şu ana kadar sözlükte geliştirdiğim ilişkiler tamamen organik oldu. ben sevdikliklerimle iletişim kurdum ve beni sevdiklerini düşündüklerim de aynı şekilde bana yazdılar. bu şekilde oluşan sohbet ortamı ya da samimi gördüğüm yazarlara elbette zamanı gelince bir nick altı bırakıyorum. çünkü nick altında onlar hakkında bir fikrim ya da bir ısınmam olabilmeli. arada çaylak yazarlarımızın da nick altını açtığım oluyor. buradaki mesele içten gelmesi.

he ama güzel yazdığını düşündüğüm her yazarı illa ki beğeniyor ya da takip ediyorum. troll gibi başlıklar yerine böyle güzel içerik üreten yazarlar için nick altı bir değer belirleme kıstası değil zaten ve olmamalı da. bu sözlüpü seven herkese teşekkürler.
devamını gör...

yanlış bilmiyorsam ikisinin tepkimesi klor gazı açığa çıkartıyor. klor da nefes borusuna girince içerde tepkime yaratıp solunum yolunda tahribat oluşturuyor. filmin sonu ölümle bitebilir.
devamını gör...

eskiden çok yapardım ama artık yapmıyorum, kitap değerini bilenlerin elinde kıymetli bir hazine iken, bilmeyenlerin elinde ise yük oluyor. her şeyi maddiyatla ölçenlere kitap hediye etmeyin, onlara göre bayağı, ucuz ve pespaye bir şey... altının kıymetini sarraf bilir, böyle sığ beyinliler değil!
devamını gör...

sırf bana pasta yedirmemek için sözlükten giden yazar.*

canın sağolsun, yolun açık olsun öğretmenim.

aynısını güneş'e de dedim;

belki bir gün başka bir yerde görüşmek üzere
.*
devamını gör...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
denk gelen başlık ile belirtmek istediğimdir.
devamını gör...

çok kaybettim , yazmak istedim.
1) pazar araştırmasını iyi yapın, kesinlikle bilmediğiniz çok şey var.
2) ürün alımı yaptığınızda aslında o ürünü daha ucuza alabilceğinizi bilin. o en ucuzu değildi.
3)lütfen söze dayalı, sözleşmesiz iş yapmayın.herkes vazgeçer.
4)personelle samimi olmayın sert ve kuralcı olun.maaşını gününde yatırın. kesinlikle az personelle çalışın.
5)yapabildiğinin en iyisini yapma, bu en doğrusu olmayabilir. normal standartları ilgi çekici yapmaya çalış. düşük maliyet çok önemli.
6)matematiğe inan, elektrik tüketimine kadar hesapla.
7)mobilya, ekipman v.s ömürlük alma ekonomik olsun.çok cimri ol her konuda.
8)her gün yarım saat kağıt kalem elinde yapacağın işleri analiz et, yeterince zeki değilsin çok kafa yorman gerekir.
9)işe ilk sen git, en son sen çık.
10)eşine işle ilgili sorunları anlatma
11)kimsenin yanında sarhoş olmayın, özellikle iş çevrenizden birileri varsa. bir kadeh için ikinciyi ağzınıza sürmeyin.

bu sayede en az zararla batabilirsiniz.üzgünüm burası türkiye.burda çalışana ekmek yok.
devamını gör...

tartışma esnasında susup sonrasındaki on yıl boyunca konuşabilir.
devamını gör...

"insanın kendine dayanabilmesi ve boşluğa düşmemesi için kendini gerçekten sevmesi gerekir." her şey insanın kendini sevebilmesi ile başlar . çünkü içinde olmayan şeyi başkasına veremez insan. çünkü boşluğa düşmemek için kendine tutunabilmelidir en çok.
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim