değişir yönü rüzgârın
solar ansızın yapraklar;
şaşırır yolunu denizde gemi
boşuna bir liman arar;
gülüşü bir yabancının
çalmıştır senden sevdiğini;
içinde biriken zehir
sadece kendini öldürecektir;
ölümdür yaşanan tek başına,
aşk iki kişiliktir.

bir anı bile kalmamıştır
geceler boyu sevişmelerden;
binlerce yıl uzaklardadır
binlerce kez dokunduğun ten;
yazabileceğin şiirler
çoktan yazılıp bitmiştir;
ölümdür yaşanan tek başına,
aşk iki kişiliktir.

avutamaz olur artık
seni, bildiğin şarkılar,
boşanır keder zincirlerinden
sular tersin tersin akar;
bir hançer gibi çeksen de sevgini
onu ancak öldürmeye yarar:
uçarı kuşu sevdanın
alıp başını gitmiştir;
ölümdür yaşanan tek başına,
aşk, iki kişiliktir.

yitik bir ezgisin sadece,
tüketilmiş ve düşmüş gözden;
düşlerinde bir çocuk hıçkırır
gece camlara sürtünürken;
çünkü hiçbir kelebek
tek başına yaşamaz sevdasını,
severken hiçbir böcek
hiçbir kuş yalnız değildir;
ölümdür yaşanan tek başına,
aşk iki kişiliktir.

iflah olmaz bir platonikseniz, kulaklara küpe edilmesi gereken bir (bkz: ataol behramoğlu) şiiridir.

"ölümdür yaşanan tek başına,
aşk! iki kişiliktir"
devamını gör...

-“sana sözsüz büyülere çalıştığımızı söylediğimi hatırlıyor musun, potter?”
-"evet," dedi harry kaskatı kesilmiş bir sesle.
-"evet, efendim."
-"bana 'efendim' demenize gerek yok, profesör."
devamını gör...

-bir sanat programı olabilir. her program bir ya da birkaç eserin/sanatçının/akımın/dönemin inceleneceği.

-sinema programı olabilir. her hafta filmlerin-dizilerin konuşulduğu, hatta programa dinleyiciler de interaktif olarak discord üzerinden ya da başka bir şekilde mesaj yoluyla katılabilir.

-sadece istek parçaların çalındığı "her kafadan bir müzik" programı olabilir.

-her müzik türü için -mümkün olduğunca- ayrı bir program olmalı: rock, klasik, pop, hip-hop, halk müziği, türk sanat müziği... illa bir sunucuya gerek olmayabilir. yazarların playlistleri alınıp karma playlistler oluşturulup otomatik sırayla çalınabilir.

-sesli kitap benzeri, kısa hikayelerin anlatıldığı/okunduğu bir program olabilir.

-yazarların dertlerinin okunduğu, çözülmeye çalışıldığı güzin ablavari bir program olabilir. illa ciddi bir program da olmak zorunda değil, arkadaş ortamında derdini açan bir arkadaşa yaklaşır gibi yaklaşılabilir konulara.

-eğer kendi şarkılarını çalmak/söylemek isteyen olursa diye belki "portakallı şarkılar" programı/köşesi yapılabilir.

-belki "portakal seçmece" gibi bir isimle her program seçilen bir ya da birkaç sözlük yazarının tanımları okunabilir.

-absürd haberler/olaylar/bilgilerin verildiği bir program olabilir.

-yazarların yarışabileceği basit bir yarışma programı?

+programların ortak noktası programı yapan kişilerin aramızdan birilerinin olacak olması, dolayısıyla programlar kaskatı olmayacaktır. sanki oturmuşuz elimize de çay/kahve/biralarımızı almışız, arkadaşımızla sohbet ediyormuşuz gibi bir havada olacaktır/olmalıdır. kimsenin trt fm ciddiyetinde, herkesin resmi resmi konuştuğu bir program dinlemek istediğini sanmıyorum açıkçası.

+pek kimsenin düşünmediği bir konu daha var: bu yayınlar ne derecede dinlenecek? sözlüğün aktif kullanıcı sayısı belli nihayetinde. sanat, edebiyat kitap falan diyoruz da, bunları kaç kişi dinlemek ister bilemiyorum. yine nihayetinde insanlar bu sözlüğe kafa dağıtmak için giriyor çoğunlukla, akışta akıp giden başlıklara ve tanımlara bakınca görünen durum bu. hâl böyle iken radyodaki programların birçoğu hiç dinlenmeyecektir bile.

+bu tarz programlar yapmak isteyen olursa imkanlarım el verdiğince yardım etmeye çalışırım. inanıyorum ki benim gibi birçok yazar da destek vermeye hazır olacaktır farklı programlar yapmak isteyenlere.

aklıma geldikçe eklerim.
devamını gör...

üretim araçlarının; özel sektör elinde bulunduğu, sermaye akışının özgür olduğu ve fiyatın, üretimin, bölüşümün dışardan etki edilmeden piyasa tarafından belirlendiği ekonomik sistem şeklinde tanımlanabilir.

orta çağ geleneği feodal yapıdan çıkıp yeni bir düzen kurdu kapitalizm. bu düzen, hem üretimi hem de bölüşüm biçiminin kontrolünü piyasanın teşvikine ve caydırıcılığına bıraktı.kamu otoritesi de bu düzenin zayıf ayağı olarak egemenlik hakkına dayanıp yasama yapar, yargılar ve silahlanır; ama üretim ve bölüşüm sistemi içinde yerini almaz, kurt ile kuzuyu baş başa bırakır adeta.

aslında her şeyin başlangıcı 18. yüzyıl filozofu adam smith'in "benzer dürtülere sahip bireylerden oluşan bir çevrede, bireysel çıkarların işleyişinin nasıl rekabetle sonuçlanacağı, daha sonrada bu rekabetin toplumun istediği mallara ve arzu edilen fiyatlara nasıl olumlu yansıyacağı" düşüncesidir. yani smith'e göre bencil güdülerdir aslında toplumsal uyumu sağlayan. çok ciddiye alındı bu düşünce, alınması normaldi ve iyiydi aslında, ama sadece kendi dönemi için. çünkü aslında adam smith 18. yüzyıl ingiltere'sinin fakirliğine çözüm arıyordu. bir yatırımcının kendi kasabası dışında yatırım yapamamasını eleştiriyordu, para yerine çoğu bölgede çivinin kullanıldığı ingiltere'nin o dönemine sıkışıp kalmış olan smith nitelik olarak değişimleri göz ardı edip sadece niceliksel değişimlerin olacağına ihtimal vermişti. birilerinin işine geldiği için daha sonraları çok uygulama alanı buldu ki bu düşünce sistemi şimdilerde tepe noktasını yaşıyor adeta, yani küreselleşmeyi.

dünya nüfusuna vurulduğunda üretim faktörlerinin çok küçük bir kesimin elinde kalması ve bu faktörlerin maddi bağlamda değil, değer ve yatırım bağlamında çok hızlı hareket kabiliyeti kazanmış olmasıdır kapitalizmi hastalıklı yapan. gelir dağılımdaki adaletsizlikler, sermaye sahiplerinin devlet denen organizmayı felç edebilecek derecede etkileyebilmesi, bireyin üretim gücünün düşmesi ve daha nice sorunlar kapitalizmin günahıdır. günahının bedelini ise çoğu zaman kendini ısırarak ödemekte, ödetmekte. işte bu kadar az sayıda elin sahip olduğu sermaye ve aldığı kararlar sonucu krizlerden ve ekonomik problemlerden çıkılamıyor.

bazen düşünüyorum da; ne olurdu acaba ekonomi bilimi hep statik kalsaydı, insanoğlu onu dürtmeyip bıraksaydı bir kenarda, ne olurdu acaba?
devamını gör...

dünyanın en temiz, en kıymetli sevgisi olabilir. özellikle bir canı sahiplenip onunla vakit geçirdikçe bu sevgi katlanarak büyür, daha da somut bir hal alır.
devamını gör...

tam olarak öyle değil o iş. aklı başında bir insanın akplilere ne ayıracak zamanı ne de enerjisi vardır. eğer "aşağıladığını" düşündürecek bir şey söz konusuysa bu muhtemelen akplinin sataşması ve sonucunda mağdur edebiyatı yapmasıyla ilgilidir. bir başka ihtimal ise deşarj olmaya ihtiyacı vardır ve bu durumda kendisine en kaliteli malzemeyi sunan akpli onun için biçilmiş kaftandır.
devamını gör...

devam:

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

kitap ve edebiyat kulübü için adayligimi koymak isterim ama kulübün ne yapacağını bilmeden aday olmak biraz saçma. biz bu kulüplerde ne yapacağız? beraber okuma etkinliği kitap tartışması vs filan mı?
devamını gör...

üniversitede kekle turşu yiyen ev arkadaşıma şaşırdığım kadar şaşırdığım durum.
hoş ağız tadı tabi alışkanlık vs. de önemli gibi.
afiyet olsun efem.
devamını gör...

1978 yapımı bergman filmi.

bergman'ın alışık olduğumuz tarzında, sade ve yalın bir filmdir. gereksiz hiçbir diyalog, sahne, öylesine geçen bir dakika yoktur. filmin bütünü neredeyse diyaloglardan oluşur. benim bu filme dair en sevdiğim şey ise yüzeysel bir seyir halindeyken bile film değerlidir, gayet anlaşılırdır, derinlemesine incelendiğinde de sayfalar dolusu not çıkarabilmek mümkündür. yani her izleyen bu filmden bir şekilde etkilenir. sadece anne ve kızın piyano başında oldukları sahne bile kendi başına izlenebilir bir şaheserdir, kes al kısa film yap, göster insanlara. muazzam.

konusuna gelirsem, kısaca, 7 yıldır birbirini görmeyen anne ve kızın, annenin kızını ziyaret etmesiyle gerçekleşen hesaplaşmaları olarak özetlenebilir. ihmalkar anneden dolayı sevgiyi hissedememiş kızın anne karşısındaki tutumu, isyanı. ilk bakışta sanki kız tümüyle haklıymış gibi hissediliyor. konunun ve karakterin derinine indiğimizde aslında çok daha fazlası olduğunu görebiliyoruz. bana kalırsa bir haklı da yok gibi. film aynı zamanda yarı otobiyografik de olabilir. zira ingmar bergman protestan bir ailede sert bir disiplinle büyümüştür. bergman'ın birçok eşinden birçok çocuğu olmuştur. kendisi de sürekli sanatla ilgilenerek hayatına yön verdiği için filmdeki anne karakteriyle düşünüp filmi yorumlamamak elde değil. aynı zamanda ingrid bergman'ın da sıkıntılı özel hayatında buna benzer örnekler bulabilmek mümkün. ingrid, roberto rossellini filmlerinden birinde yer almak için italya'ya gitmiştir. ingrid o sıralar petter lindstrom ile evliydi. rosselini de ayrı yaşasalar da başka biriyle evliydi. ingrid ve rosselini, ingrid'in hamile kalmasından dolayı eşlerinden ayrılarak birbirleriyle evlenmiştir. evliliğin hemen öncesinde çocukları roberto'yu doğurmuştu. bu olaylar o dönemde bir skandal yaratmıştı ve ingrid amerika'daki hayranlarının ilgisini epey kaybetmişti. çocuklarıyla aralarındaki ilişkiler tümüyle bilinemese bile yaşantıları çocukları ile aralarına mesafe koymuş olabilir. ​bu bilgiler ışığında filmdeki anneye baktığımızda iki ustadan da yansımalar bulabilmek mümkün.

film hakkında birkaç detaydan bahsetmek isterim ki belki izlemiş olanlar için yeni bir farkındalık yaratabilir belki.

filmin başından sonuna dek izleyici olarak anneden çok kızı eva'ya yakınlık duyarız. sanki o biraz daha haklıymış gibi gelir bize. ihmalkar bir anne tarafından sevgisizce büyütülmüş bir kadın olarak tutumu daha doğru gelir. ama bergman'ın senaryoyu oluştururken ilk bakışta böyle algılanan o şeyi bozduğunu sanıyorum. bir defa bergman'ın hiçbir şeyi öylesine yapmadığını biliyoruz. bir tablo, bir diyalog oradaysa o mutlaka bir anlama, amaca hizmet ediyor, bir kapı aralıyor. eva'nın 4 yaşındaki oğlu gölde boğularak ölmüş. bergman 4 yaşındaki bir çocuk için neden böyle bir ölümü seçmiş olabilir diye düşünmeden edemedim filmi izledikten sonra. sonuçta onu ölümcül bir hastalıkla uykusunda da öldürebilirdi. burada eva'ya da belli bir mesafeden bakmamızı istedi belki. annesinde gördüğümüz ihmalkarlığı belki onda da bulmamızı istedi. sonuçta 4 yaşındaki bir çocuk gölde nasıl ölebilir? tek başına mıydı? annesi neden orada değildi, diye sormamıza sebep oluyor işte bu. eva'nın annesinden daha fazla sevmeye açık olduğu evet tartışılamaz bir gerçek. ama belki bu detay* kardeşine bakması, oğlunu sürekli hatırlamasını onun bu suçluluk duygusunun bir parçasının olduğunu ifade ediyordur. kim bilir.
filmin daha başlangıcında eva'nın gözlüklü olduğunu gördüğümde "aha tamam demek ki bu karakterin bir sığınağı olacak ve bir yerde dökülecek, patlayacak" demiştim. bergman tarzı yönetmenlerde hiçbir detay öylesine değil çünkü. karaktere hiç gözlük taktırmayabilirdi sonuçta. bu açıdan bakınca eva'nın gözlüğü çıkardığı sahnelerde "daha çok kendi" gibi olduğunu gözlemlediğimi söyleyebilirim. bu belki aşırı bir yorumdur bilemiyorum ama filmin açılış sekansındaki "eğer birisi beni olduğum gibi severse, sonunda kendime bakmaya cesaret edebilirim belki" repliğini düşününce bu düşünce bana çok da saçma gelmiyor.
ayrıca "annenin başarısızlıkları kızı tarafından ödenecek" tarzındaki replik de aynı magnolia filmindeki "babalarının günahlarını çocuklar öder" sözü gibi incile yapılmış bir atıf diye düşünüyorum. belki toplumsal değil, daha biricik, bireysel ama benzer bir düşünce.


filmde anlamlandıramadığım iki nokta var. birinicisi, filmin adının güz sonatı olmasına rağmen açılış sekansında bergman'ın özellikleri gülleri gözümüze sokması, masada, kahvaltıda güllerin olması. ikincisi ise anne charlotte'nin filmin ilk çeyreğindeki telefon konuşması. hikayenin bütününü hiçbir şekilde etkilemeyen bu sahne ne anlama geliyor hala anlayamadım. bu sahneyi filmden çıkarttığımda olaylar bütünü hiçbir şekilde değişmiyor benim için, öyleyse neden var diye sormadan edememiştim film bittiğinde. belki ben bir şeyleri kaçırıyorum.

daha da çok şey yazılır ama neyse.* müthiş film, müthiş!
devamını gör...

sanıldığı gibi aldatılmayacak/boşanılmayacak erkektir. şu tuhaf genellemelerden vazgeçemediniz gitti.

bunu yapan erkek, önce insan olduğunu unutmamış bir bireydir. insanlar yorulabilir, hasta olabilir, o gün ruh hali uygun değildir, canı hiçbir şey yapmak istemiyor olabilir... her şey insanlar için sonuçta; robot değiliz hiçbirimiz ki her gün periyodik olarak yorulmadan, hastalanmadan aynı eylemleri tekrarlayalım. anlayışlı bir erkeğin kalkıp yardım etmesi kadar normal ve güzel bir şey yok. bir insanı sırf iyi niyetli ve yardımsever diye aldatan ya da boşayan varsa da bir doktora görünsün derim naçizane.
devamını gör...

bir adet daha 20 mart 2021 şeklinde başlayan felaket haberi görmeye takatim kalmadı.
devamını gör...

her roman dünya'ya açılan farklı bir pencere. iyi ya da kötü mutlaka bir şeyler öğretir insana. muhakeme yeteneğini güçlendirir. bireyi güçlü kılar, doyurur. nefes almak gibi bir şeydir. senin plazanda, benim gettomda, onun bahçesinde, çocuğun düşünde... umarım herkes kendi romanının kahramanı olabilir.
devamını gör...

"sevda bir ateş buldu sende, eğilip öptü seni
artık kimse denizi bilmiyor.

dirseklerini masaya koyuşundan belli
gelip geçen bir günü bitirmek istemediğini
sevda bir umut buldu sende.

ey bir yolcu listesinde bir ölüyü arayan
artık kimse gözlerini bilmiyor.

şunu imzala
bir mektup, bir telgraf alındısı değil
unutulmuş bir sevdadır kapısını çalan
ve sevimsiz bir terlik gibi duran odan
kimse artık bir şey giymek istemiyor.

sonra bir pencereden kendine
ayışığı gibi vuran sen
ne sana na başkasına benziyor.

ve işte bir dip balığı su boşluğunda
çırparaktan yüzgeçlerini
hiç kimseye uymayan bir mevsim öneriyor."
devamını gör...

gündüz sıkıcı, gece güzel.çünkü gündüz onsuzum ama gece ela gözlümleyim.
devamını gör...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

alice harikalar diyarında sendromu, vücut ve cisim algısında meydana gelen bozulmaların gözlemlendiği bir sendromdur. bu sendroma sahip kişiler, nesneleri olduğundan daha büyük veya daha küçük, olduklarından daha uzak ya da daha yakın algılayabilir ve işitsel bozukluklar yaşayabilirler.
devamını gör...

akla aşağıda sunulan karikatürü getirir.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

mevzu yeşil ise, henri biva

villeneuve / 1905

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

birilerinin kırmızı çizgisine giriyor diye kimse bi konu hakkinda susmak zorunda degil.siz inancinizin eleştirilemez olduğunu düşündüğünüz için moderatorler kimseyi banlamak zorunda degil.saygı çerçevesi içinde herkes fikrini yazabilir.
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim