'homeos' ve 'pathos' yani 'benzer' ve 'hastalık yapan' kelimelerinden oluşmuş bir sözde tedavi yöntemidir.sık kullanılıyor olması,bir şeyin doğru olduğu anlamına gelemez elbette.
kısaca 'sulandırılmış tıp' demek ve böyle bırakmak da mümkün.ama biraz daha açıklamaya çalışacağım.
öncelikle homeopati tıpta bilimsel bir tartışma konusudur.tabiki de bir alternatif tıp seçeneğidir(fakat tıbbın alternatifi olmaz,olsa olsa 'bütüncül' denilebilir).
prensibi;hastalığa sebep olan şeylerin aynı zamanda hastalığı iyileştirebilecek şeyler olduğuna inanılmasıdır*.
18.yy'ın sonlarında ve 19.yy'ın başlarında alman doktor samuel hahneman tarafından bugünkü haliyle kullanılmaya başlanmıştır.
o yıllarda tabii mikrobiyolojiden çok uzak bir şekilde, batıl inanışlar,gözlemler ve eski uygulamalar tıbbın önemli bir kısmını oluşturuyordu.bu yüzden de hastalıkların esas sebeplerini anlamak yerine sülük,arsenik,kurşun,morfin vb ile tedavi etmeye çalışmak söz konusuydu.zaten bu nedenle de o yıllara 'kamikaze tıp dönemi' denilirmiş.
hahneman da bu türden tehlikeli ve toksik uygulamalardan korkarak daha bütüncül yöntemlerle ilgilenmeye başlamıştır. hahneman önce homeopatik ürünleri kendi üzerinde denemiş ve etkileri böyle anlamaya çalışmıştır.ilk denediği madde, sıtma ilacı olan kınakına ağacı kabuğunun çözeltisidir*.bunda da sıtma hastalığındaki gibi üşüme,titreme ,terleme vb semptomlar olduğunu görmüş ve sistematik ve tam anlamıyla bilimsel olmayan gözlem ve deneylerine devam etme kararı almış.
yani sağlam kişide belli bulgular ortaya çıkaran bir madde,aynı bulgulara sahip hasta insanlarda iyileşme sağlar,prensibi mevcuttur dolayısıyla.
homeopatide amaç,vücudun kendi iyileşme mekanizmalarını harekete geçirmek ve böylece vücudu iyileşme sürecine sokmak olduğu söylenir.*
herhangi bir sağlık durumu için homeopatiyi kullanmak adına geçerli pek de kanıt bulunmamakta,zaten fda tarafından etiketlenmiş homeopatik hiçbir ürün de bulunmamaktadır.bu da homeopatik ürünlerin etkililik ve güvenlilik açısından değerlendirilmediği anlamına gelmekte.
türkiye'de ise sağlık bakanlığı'na göre 'homeopati,her yaştan insan ve hayvana yani herkese uygulanabilir'dir.

daha ayrıntılı okuma için kaynağımı şöyle bırakayım:
yalansavar.org/2017/09/12/h...
devamını gör...

tabi o zamanlar biraz daha kahverengi tonlarındayım gittikçe açılmış rengim.*
hatta gözlerim de kömür karasıymış.*

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

küçüğüm, tatlıyım diye sıkı sıkı seviyorlardı beni. yavruyum ya hani. ya kardeş sen seveceksin diye ben nefes alamayacak mıyım ?
hayvan gibi şey yapıyorsunuz ya* sıkıyorsa şimdi sevsinler gagalarım he.
devamını gör...

eski mahlasımın hikayesi en sevdiğim yemek olmasıydı ve o mahlasımı da çok çok severdim, sütlü tarhana çorbası, bebeğim, seni çok da özleyeceğim ancak benim için daha anlamlı olacak bir mahlasım olsun, biraz da hayatımda üzerine gittiğim değişimlerden biri de bu olsun istedim, birkaç gün sosyal medya detoxumu yaptım, üzerine güzelce düşünüp geri geldim. şimdi de size nereden çıktı şu claranın sandalyesi onu anlatayım.
beni az çok tanıyan herkes benim heidi’ye kelimenin tek anlamıyla aşık olduğumu bilir. her okuduğumda ve izlediğimde ayrı anlamlar çıkartırım bu güzel yapıttan. son izleyişimde de öncekilerde olduğunun aksine heidi’nin perspektifinden * kopup clara’ya odaklandım, belki de artık kendime onu daha yakın gördüğüm içindir. nedenini açıklayayım. clara nasıl tekerlekli sandalyesine hapsolduysa ben de yaşadıklarıma hapsoldum, ilk başlarda berbat hayatımı bahane edip gerçekten tanımak istemeyeceğiniz bir versiyonum ortaya çıktı; sonrasında suçu kendisine atan, kendine eziyet eden, aç bırakan, acı çektiren versiyonuma sıra geldi, ağlamaktan başı zonkladı, her aynaya baktığında kendine hakaret etti, mutfak zeminine oturup kendi kendini intihar etmemeye ikna etmeye çalıştı ve o zeminde kendini bıraktı; ondan sonra iyileşmeye çalışan versiyonum çıktı ortaya ki o dönemler benim için daha rahattı, kendi kendime eziyet etmeyi bırakabilmem halen en büyük gurur kaynaklarımdan biridir. o halimin de çok hataları oldu tabii, yeteri kadar iyi bir insan olamamıştı hala, kendini tamamen boşverdi, özgüvensiz özgüvensiz dolaştı etrafta. öyle böyle şu anki halime vardım, şu anki halimi size nasıl anlatayım, hapis hayatı gibi, kafese konulmuş bir kuşum adeta. çevremin etkisi bunda çok büyük ancak oturup düşünmeye başladım, tek çevrem mi benim kafesim, yoksa kendi kendime de gol atıyor muyum ben?
yine heidi’mi izlerken, mahlasımın atası sahne geldi karşıma.
bilmeyenler için clara yürüyemeyen bir kız, çok zengin bir ailenin çocuğu ve evinde hapis gibi hayat yaşıyor. evet, aynen benim gibi, dört duvar arasına kısılıp kalmış bir karakter. yürüyemeyeceğine hem o, hem çevresi emin, yürüyebilsem neler olurdu diye bile düşünmemiş bir clara çizin gözünüzde, evet o benim. bacaklarım tutuyor ama bacakların tutmaması durumunu bir varoluşsal kriz olarak da düşünebilirsiniz, bir şeyi yapamayacağınıza kendinizi inandırırsınız ya, o şey gibi düşünebilirsiniz, psikolojik problem olarak da düşünebilirsiniz. clara, bir süre alp’lerde kalınca güçlenip yürüme antrenmanları yapabilecek hale geliyor ki bu da iyileşme süreci olarak görülebilir. clara, çabalarıyla kendi ayakları üzerinde durabilir hale geliyor, mecazen demiyorum, ve minik adımlar da atabiliyor ama yoruluyor ve pes etmek istiyor. evde otururken depoda duran tekerlekli sandalyesini ne kadar çok istediğini fark ediyor ki bu da biz insanların güvenli yerleri * olarak yorumlanabilir. sonrasında clara yürüyerek, evet, evden depoya kadar yürüyerek tekerlekli sandalyesine ulaşıyor, bir daha yürümeye ihtiyacı olmadığı için çok mutlu oluyor, rahatlıyor ve dışarı çıkartmak * için itiyor, ve sonrasında da olan oluyor. tekerlekli sandalyesi alp dağlarından aşağı yuvarlanıp paramparça oluyor. sonrasında da clara bağımlı olduğu o sandalyeden kurtulmasıyla ve düzenli çalışmayla normal insanlar gibi yürüyebilir oluyor. ben de artık beni bağlayan tekerlekli sandalyemi itmek istiyorum, kendi ayaklarım üstünde durmak, özgür olabilmek istiyorum. bunu unutmamak için bu mahlası seçtim. umarım ben de kafesimden kurtulabilirim. bana şans dileyin. zamanını ayırıp bu tanımımı okuyan herkese de ayrıca teşekkür ederim. herkese iyi geceler.
devamını gör...

akrabalar
coğrafya
kendim
devamını gör...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
vasfiye teyze olarak katılıyorum:
ömrünüz bilgisayar başında geçti be yavrum.siz de bir yerde haklısınız tabii.ne radyosyon aldınız ne çektiniz bee! * gelin de bayramda hayat enerjinizi alayım..
devamını gör...

(bkz: aradığınız sayfa bulunamadı)

yanlış yerde aradıysam demek...

tanım: aranıp da bulunamayan sebep.
devamını gör...

sözlüğe tanım girerken kimisi niceliğe önem verir kimisi niteliğe. kimisi de benim gibi girdiği tanım içeriklerinin dengesine. misal 5 adet bilgi içerikli tanım giriyorsam 3 adet yorum tanımı giriyorum. bu sayede hem bilgi aktarımı yapıp fayda sağlayabilmeyi hem de düşüncelerimi ifade ederek eğlenmeyi umuyorum. sözlüğe girilen tanımlarla ilgili pek çok başlık, öneri veya eleştiri gördüğüm oldu. okuduklarımdan, bu işin dengeyi bulmakla alakalı olduğunu çıkardım. sonuç olarak herhangi bir yazarın bir tanımını görüp "bilgiye boğmuş" ya da "forumsal yazmış" şeklinde eleştirmeden evvel o yazarın başka konularda başka tanımları da olabileceğini göz önünde bulundurmaktan bir zarar gelmez. laaps diye eleştiri bombardımanı yapmayız hem.
devamını gör...

bilinenin aksine bu kişilik bozukluğunun temelinde aşağılık kompleksi yatar. kişiler kendilerini temelde sevmezler, guzel ya da basarili bulmazlar. ödünleme savunma mekanizması ile surekli kendilerine yatırım yaparlar. benliklerini şişirirler. bu sebeple en küçük eleştiriye tahammül edememektedirler. cunku temeldeki o özgüvensizligi tetiklemektedir bu elestiriler. bir de bunun çeşitleri vardir. bir narsist ne yazık ki asla hatasını kabul etmediği icin ve haksızlığa dayanamadığı icin tek çözüm yolu terapi almasıdır. ama ben bir narsistin kendisinde problem görerek terapiye gideceğini sanmamakla birlikte narsist birey çevresindeki kişileri elinde tutabilmek adına ve terkedilme korkusu ya da kontrol manyakligi da denilen yönetme isteği ile çeşitli manipulasyon tekniklerine maruz bırakabilir. love bombing mesela ilk başta sizin icin ölür, sizi hediyelere, ilgiye sevgiye boğar. sizi kendine bağladıktan sonra ise sizin tüm enerjinizi çeker. surekli yargılanırken, eleştirilirken bulursunuz. haklı olduğunuz konularda bile bir bakmışsınız özür diliyorsunuz. ya da gaslighting bunun filmi de mevcut. her gün gaz lambasını bir miktar daha kısıyor filmde manipulator kisi diger kisi ise yavaş yavaş oldugu icin farkına varmıyor. misal ilişkilerde ilk başta küçük çapta başlayan kiskancliklarin ya da hakaretlerin git gide büyümesi ama kişinin buna alışması gibi. git gide bilinç düzeyinden çıkıyor kisi. gaslighting yaşanan ikili ilişkilerde baskın olan birey idealleştirme, değersizleştirme ve gözden çıkarma şeklindeki üç aşamayı izler. baskın olma ve manipüle etme amacındaki birey ilk olarak birlikteliklerinin harika olduğu algısı yaratıp hayran olma safhasına geçer. bir sonraki ve en zor olan evre, yani değersizleştirme evresinde hayranlık duyulan birey sorunlu, ideal olmayan ve hiçbir şeyi beceremeyen bir kişiye evriltilir. gözden çıkarma safhasında ise mağdur terk edilerek yeni arayışlar içine girilir. evet narsist bireylere karşı gelir, onların yaptıklarını yüzüne vurursanız ya da uzaklasirsaniz sizi gozden çıkarıp yeni bir kurban arayışına girerler. persona filmi kesinlikle izlemeli .(bkz: persona).
bu noktada narsist bireyi çeken kişiler soyle dikkat etmeli boyle dikkat etmeli diye birçok instagram sayfasında yazılar görürsünüz. maalesef narsistin kurbanları ki bunlardan biri de bir zamanlar bendim. bunun farkında olsalar bile o döngüden kurtulamayabilirler. cunku narsist bir bireyle ilişki icinde olan ve bunu uzun zaman sürdüren kişiler temelde kendilerini sevmeyen ve benmerkezci olmayan insanlardır. ya kendilerini kimsenin sevmediği bir dünyada onu ilgiye ve güvene boğan narsiste bağlanır hatta saplanirlar. narsist onu asla beğenmese bile zaten sevilmemis ve kendini sevmeyen kisi buna inandığı icin narsistin onu ilgiye ve güvene bogdugu kısmi sık sık kendine hatırlatır ve bununla avunur. benmerkezci olmayan yani benim yarabandi insan dediğim insan turu, benim de bu grupta olduğumu söyleyebilirim. surekli dünyayı, acı çeken insanlari düzeltmeyi iyileştirmeyi kafasına takmış insan tipidir. bence bunda da temelde bi ozsevgisizlik vardir. kendisini güçlü hissetmek icin, ya da birini memnun etmeye alışmıştır bu kisi. surekli empati yapar yapar yapar. affeder unutur. onu iyilestirmeliyim. o bunu yapıyor cunku cok acı çekiyor ya da bunları yaşadı diye kendinizi kandırabilirsiniz. narsistin ağına düşen insan grubu genelde bu kişilik tipindedir. değersizlik hissi yatar temelde. kisi kendini değerli hissetmek icin kendinden verir de verir ve elinde hicbir sey kalmayınca, terk edilir. bunun çözümü kişinin oturup kendisiyle yuzlesmesiyle kendini kandırmaktan vazgeçmediyle olabilir. terapi zaten şart, ilişki terapisi ve sema terapisinin bu noktada etkili olduğunu düşünmekteyim.
narsizm mitolojide narkissostan gelir. narkissos ölünce göl ağlarmış. periler gole biz de üzülüyoruz oyle guzel birini kaybettiğimiz icin demis. gol de öyle mi demis narkissos cok mu güzeldi. o bana bakarken gözlerinde kendi guzelligimi görürdüm de ona ağlıyorum.
hayatta bircok narkissosla karşılaşabilirsiniz. kendinize saygınız, şefkatiniz olsun, yapıcı olmayan hicbir eleştiriyi kabul edip kendinize küsmeyin. hayır diyin ve hayir diyince sevilmeyeceginizden korkmayin. sizi seven insanlar seveceklerse sizi sevsinler. hatalarınızla, kusurlarınızla, guzelliklerinizle. mükemmel olmanıza ya da o kişinin istediği kisi olmanıza hic gerek yok. bunu bilin. sevilmek sizde olanin gorulmesinden ziyade seven kisinin gorduguyle alakalidir. denizde yürüseniz yüzmeyi bilmiyorsun diyen bir narsiste zaman harcamamaniz dileği ile.. sevgiyle kalın.
devamını gör...

olm adam ne demiş siz ne demişsiniz. adama sormuşlar aşı için ne düşünüyorsunuz. adam bilgim yok. doktor olmamı isterse olurum demiş. kahvedeki emekli muharrem abi de aynını der.

valla böyle bir adam olsam hiç konuşmam susarım. gerek yok.
devamını gör...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

ekşi sözlüğü komple sol üstten copy paste yapıp rahatlayalım dediğim başlık.
devamını gör...

(bkz: victor hugo) tarafından yazılmış, dünya klasikleri denilince benim aklıma ilk gelen muhteşem eser. ilk kez ilkokul yıllarımda okumuştum ama sonra 5 ciltlik olan versiyonunu okuyunca anladım ki o yıllarda okuduğum sadece bir özetmiş. dünya tarihinde en çok okunan, en çok çevirisi yapılan, en bilinen eserlerin başında geliyor. 2012 yılında (bkz: les misérables) adıyla sinemaya uyarlandığında muhteşem bir müzikal izlemiştik. hugh jackman, russell crowe, anne hathaway ve amanda seyfried gibi muhteşem oyuncuların efsane oyunculuklarıyla adete bir görsel şölendi benim için. ve yanlış hatırlamıyorsam anne hathaway en iyi yardımcı kadın oyuncu oscar ödülünü kazanmıştı.
kitaba dönecek olursak öncelikle victor hugo'nun özgürlük, adalet, eşitlik gibi konuları çok önemsediğini ve bu kitabın da temeli ve ana fikrinin bu konular olduğunu söylemeliyim.
jean valjean. şimdiye kadar okuduğum kitaplardaki en sevdiğim bir kaç karakterden birisidir. eski bir mahkumdur ve bu eski bir mahkum olmasının yükünü ömrü boyunca çekiyor. ancak eski bir mahkum da olsa "iyi" bir insan olunabileceğini bize gösteriyor yazar. tabi okurken ağlamaktan sayfalar ıslana ıslana gidiyor.
mösyö myriel, jean valjean, javert, fantine, cosette, marius, gavroche, eponine... bütün karakterler kitabı okurken sanki kendi arkadaşlarım kendi ailem gibi hissetmiştim. onlarla üzülüp, onlarla sevindim. onlarla ağladım onlarla aç kaldım. onlara atılan bir suç sanki bana atılmış gibi sinirlendim. tabi tüm bunlar için kesinlikle 5 ciltlik uzun versiyonunu okumanız lazım.
ciltler ve sayfalar boyunca sefaletin adaletsizliğin altında ezilip bükülen bu insanların ortak yönleri yaşama dair umutları, yaşamak istemeleri ve bir şekilde hayatlarına anlam katacak bir şeyler bulmaları. ve yine konu burada her büyük yazar ve her büyük eserde olduğu gibi varoluşçuluğa geliyor.
sefiller ve victor hugo hakkında bir entry yazmak ne kadar doğdu bilmiyorum ama benim için çok önemli yeri olan bir klasik.
devamını gör...

türk şair, romancı, deneme yazarı, edebiyat tarihçisi, siyasetçi ve akademisyendir. yahya kemal'den etkilenmiştir. çok fazla romanı yoktur daha çok şiirleri vardır ama romanları da çok beğenilmiştir. bende de 'saatleri ayarlama enstitüsü' adlı kitabı var. roman doğu-batı çatışması üzerine kuruludur aslında ve o dönemi anlamak için idealdir. aslında 'ne içindeyim zamanın' şiiri en meşhurlarındandır ama ben buraya sevdiğim başka bir şiirini koyacağım.

aşk!..

aşk dediğin nedir ki
tenden bedenden sıyrık
çocukların içinde
yaşadığı bir çığlık

aşk dediğin nedir ki
histen nefesten varlık
umutsuzluk içinde
karanlıkğa son ıslık


edit: aslında başta 'bir adın kalmalı' adlı şiirin bir kısmını paylaşmıştım ama sevgili yazarlarımızdan @rimbaud bu şiirin aslında ahmet hamdi tanpınar'a değil ibrahim sadri'ye ait olduğu ile ilgili bir yazı attı bana. şaşırdım açıkçası uzun zamandır yanlış biliyormuşum. ben de düzeltip başka bir şiir paylaşayım dedim. bu konuda beni bilgilendirdiği için tekrardan teşekkür ederim.
ilgili yazıya ulaşmak isterseniz buradan
devamını gör...

bunun üstüne tanımam.
devamını gör...

ahh buu sözlük erkekleri..

sanki küçük iskenderler... hep nargile içiyorlar kıvırcık bonus kafaları ve dağınık sakallarıyla.

fıstık gibi kızlar var, erkeklerde iş yok kafa sözlükte. ilk geldiğim günler daha da ciddiydi bunlar. tiplerini emiklediklerim. bir bayana nasıl karı dersin yazarlardı anca.

bu kadar basiretsiz solcuyu bir arada görmedim abi. saçı uzatıp metalci tişörtü giyen gelmiş buraya. ben ayda 300 lirayla geçiniyorum diye gururla yazıyor. bir hafta boyunca sadece makarnayla geçindim kankaa diyor yemek başlıklarında.. ekmek üstü nutellacı ibişler sizi.

nefret ediyorum şu sözlük tiplerinden. bu düzeni yıkalım artık. entellere vermeyerek büyük bir adım atın kızlar. rica ediyorum.
devamını gör...

geçen gün açtım sözlüğün haber ajansını, başlıklar:
malum sözlük bizi kıskanıyor!
ekmeği karma puanla mı alıyorsun!
çıkar cebindeki rozeti göster, fakir adamın rozeti mi olur!
...

allah allah dedim*
açık, mert, korkusuz kafa haber ajansını okumuyor muyum ben, neler olmuş yahu buna böyle?!
bir de ne göreyim... sevgili enkırmenimiz* ateist kaplumbağa kayıp!!

sözlükte eski olduğum için elimin kolumun uzanmayacağı yer yok hani. araştırdım soruşturdum. yoldaş, "fenasi kerim trolüne maruz kaldı o yüzden kafa iznine çıktı" dedi. dedim bu işin içinde bir bit yeniği var. tüm nüfuzumu kullandım, bir görgü tanığına ulaştım, "yeniçeri kıyafetli adamlar geldi, kaplumbağayı kaptıkları gibi çakarlı minibüse attılar, bastılar gaza gittiler" dedi. tanığın dediğine göre minibüs giderken son ses mehter marşı çalıyormuş bir de.
şimdi anlaşıldı...

sevgili enkırmenimiz ateist kaplumbağa, umarım en kısa vakitte kurtulursun ellerinden. döner dönmez de yaşadıklarını anlattığın bir belgesel yaparsın.
hem daha dedenin hikayeleri var, hep yarım kaldı hep..

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

balkonunda asma yetiştirip, gün batımında dalından bir üzüm alıp ağzına attıktan sonra bir yudum da rakısından içen insan prototipi olduğu izlenimi uyandıran yazar.
devamını gör...

insanın düşmanı insandır. düşman arayan illa birini buluyor. güzel diye, çirkin diye, zeki diye, cahil diye. geçen biri çirkin diye öldürüldü, bir çoğu da sözde onu çok güzel gören sevgilileri tarafından. sadece kadının düşmanı kadındır sözü yapıştı üzerimize çünkü ataerkillik içinde düşünceleri baskılanmış onlarca kadın var.

insanın olduğu ortamda kadın ya da erkek fark etmeksizin düşmanlık bitmez. insan hep ben dedikçe de bu bitmeyecek. oysa herkes başkaları ile uğraşmak yerine biraz kendiyle uğraşsa dünya daha yaşanılır olmaz mı?
devamını gör...

thomas berger'in aynı isimli romanından uyarlanan 1970 yapımı arthur penn filmi.

yine aynı tarihte ralph nelson tarafından beyaz perdeye aktarılan revizyonist western filmlerinin en önemli örneklerinden birisi olan soldier blue ile birlikte holywood'un kızılderili meselesine bakışını değiştiren iki yapımdan biri olarak nitelenebilir. aralarındaki fark ; soldier blue'nun katı gerçeklik ve olanca vahşeti ile meseleleri aktarmasına karşın little big man'in meseleyi daha mizahi bir şekilde ele alarak, göndermeler yapmak suretiyle meseleye yaklaşmasıdır. farklı yaklaşım tarzlarını seçmiş olsalar dahi her iki filmde bu noktada çok değerlidir.

filmde daha çocukken cheyenne kabilesi tarafından kaçırılan ve onlarla birlikte yaşamaya başlayan jack crabb’in -dustin hoffman- hayat hikayesi anlatılmaktadır. ama bu hikâye çok farklı bir şekilde huzurevinde başlar. jack crabb 121 yaşındadır ve onun teybe kayıt edilen röportajı filmin çıkış noktasıdır. filmde çok hoş mizahi göndermeler görüyorsunuz. tabiri caizse beyaz şeytanın kızılderililere uyguladığı mezalime karşı, gelişine muhteşem vuruşlar yapılıyor ve her seferinde top doksanlardaki örümcek ağlarını temizleyerek insanın içinin yağlarını eritiyor.

aslında jack crabb'in almış olduğu isim dahi göndermeler açısından önemli, gerçek ''little big man'' cheyenne kabilesi mensubu değildir. o lakota kabilesine mensuptur. bununla ilgili çılgın at başlığına bakabilirsiniz zira onun hikâyesine orada değinmiştik. peki neden jack'e bu isim uygun görülmüş? kanımca arada kalmışlık hissini yaşaması ve sürekli gel gitler içerisinde yaşamını sürdürmesi bunda en önemli etken, bu tarz arada kalmışlık hissini yaşayan pek çok kızılderili yer aldı tarih sayfalarında.


jack filmde ping pong topu gibi bir oraya bir buraya savrulur. savaşlara katılır, ablasını bulur o sırada hristiyanlığa meyleder. arkasından vahşi batı şovuna katılır falan derken en nihayetinde custer'ın emrinde little bighorn savaşı'nda yer alır. custer onun kızılderili geçmişini bildiği için ona güvenmez, onun tüm söylediklerinin aksini gerçekleştirir. işte zurnanın zırt dediği yerde burası olur ve jack savaşın seyrini değiştiren adam olarak karşımıza çıkar.


izlenilesi bir filmdir. zira başta da söylediğim gibi ''soldier blue''ile birlikte kızılderili meselesine bakışı ters düz etmiştir. dustin hoffman'ın oyunculuğu ise tek kelime ile harikadır.

tabi şöyle bir şerh koymam lazım; çekim yılı eski olan filmleri tercih etmeyenler ve meseleye ilgisi olmayanlar bu filmi pek sevmeyebilir. ancak kızılderili tarihine ve eski filmlere meraklıysanız, ve filmi izlemediyseniz muhakkak izlemeniz gereken bir baş yapıt olduğunu söyleyebilirim.

filmdeki boşlukları doldurmak açısından da sözlükten bir kaç başlığı şuraya not düşeyim zira bu başlıklarda filmdeki kurgusal akışın gerçek tarihi boyutlarına değinilmiş durumda ;
(bkz: soldier blue) (bkz: çılgın at) (bkz: oturan boğa)
(bkz: kızıl bulut) (bkz: hayalet dansı) (bkz: cheyenne) (bkz: little big horn savaşı)

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

kabalığa alışmaya başlıyoruz.kibar insan görünce de yadırgıyoruz.ben, seviyorum böyle çıtkırıldım konuşmaları,çok hoş.tabi herkesle ve her zaman olmaz o ayrı.
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim