jeneriği oldukça hoş olan unutulmayan dizi.
devamını gör...

bazı insanlar vardır, sever sevdiğini belli eder. sana dair her şeye değer verir. senin olan ne varsa alır bağrına basar.. canım dostum da öyle işte! kızıma sevgi işlemiş. *
baş ucuna astık hemen. nerede olursak olalım bu salıncaktaki minik kız hep bizimle olacak. senin kalbimizdeki yerin gibi onun da yeri değişmeyecek..



kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

genel anlamda sözlük için güzel bir gelişme sayılır. ancak; eksi butonunun suistimal edileceğini bu başlık altında dahi gözlemleyebiliriz. kişisel husumetlerin daha çok körükleneceği, daha çok ayyuka çıkacağı günler bekliyor sözlüğümüzü.

hakkımızda hayırlısı olsun diyelim.

aklı başında birçok yazarın dillendirdiği gibi; eksi butonuna ek olarak; görülme sayısı gibi bir eklenti gelmiş olsaydı, daha kullanışlı olurdu diye düşünüyorum.

#950472 yaklaşık bir yıl önce girmiş olduğum tanımı iliştirmiş olalım da, gerçek manada ne düşündüğümüz anlaşılmış olsun.
devamını gör...

sözlük büyüyünce hayalleri küçülür mü? (babam ve oğlum)
-evet arkadaşlar, sözlüğümüzü almışık, bundan sonra sözlükçüler hattında benjo abbas'ın sözlüğü de çalışacak, herkeze benjo'dan moderatörlük ve yazarlık! [-ulan yavrum benjo abbas be, yaşa be! herkese yazarlık ha!]
(çiçek abbas)
aç sözlüğü iko efendi, benjo reis'in emriyle uganda cumhurbaşkanı hakkında tanım yazacağız. (hababam sınıfı)
siz gerçeği değil, benjo tarafından kandırılmak istiyorsunuz. (prestij)
bu sözlüğün altında yazıdan daha fazlası var. bu sözlüğün altında benjo ve iko'nun ilginç fikirleri var! ve fikirler sözlükte durdurulmaz. (v for vandetta)
kafa sözlük'ün yaptığı en büyük kötülük tüm yazarları küçük bir sözlük olduğuna inandırmaktı. (olağan şüpheliler)
karakterli yazar olmak karakter olmak için yeterli değildir. (ucuz roman)
sözlük, bazen lanettir. ( orada olmayan adam)
moderatör olmak, kimseyi yüceltmez. (yldız savaşları v)
yüreğinizde insan sevgisi taşıyorsunuz. nefretle yazmayın! ancak sevilmeyenler nefretçe yazar. sevilmeyenler ve anormal olanlar. yazarlar! kölelik için yazmayın! özgür bir dünya için yazın! (büyük diktatör)
devamını gör...

sigaraya başlamamdır.

küçükken annemin sigara içmesine çok kızar, eve gelmek isteyen arkadaşlarını bile sırf anneme sigara içermesinler diye eve sokmazdım. kokusuna bile tahammülüm yoktu. şimdi ise hey gidi hey tanımı yazarken bile ağzımda sigara*

ne demiş atalarımız büyük lokma ye büyük konuşacağın vakit tütün sar iç.
devamını gör...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel


hayatımda karşılaştığım ilk cadı bir kelt cadısıydı. o zamanlar ankarada öğrenciydim, avukatlık bir işim vardı sakarya caddesinde, baya eski, büyük bir bina vardı adını hatırlayamıyorum iş hanı gibi bir şeydi, ama öyle betonarme ve ruhsuz cansız kasvetli bir yapı inşaa etmişlerki daha içeri girer girmez insanı boğuyor. dışarısı baya canlı ve kalabalıkken binaya girince simülasyondan gerçek hayata geçmişsiniz gibi tuaf bir his uyandırıyordu. işin garip tarafı bende, ustalıkla, ciddiyetle yapılmış mimari yapıların ve el yapımı objelerin eskidikçe ve diğer insanların yaşantılarına şahit oldukça onların enerjisini biriktirip kendine yeni bir kişilik oluşturduklarına dair garip bir inançta var. öyle yapılarla ve objelerle karşılaşınca enerjilerini hissedebiliyorum. bu bina da uğursuz ve kötü bir enerji yayıyordu.

asansör ilk 3 kata çıkmıyordu sonraki katlara çalışıyordu sadece, tek başıma bindim ve 5. kata çıktım, ucuz yollu iş çözen bir avukat için şaşılacak bir yazıhane olmamalı diye düşündüm. asansörden çıkınca koridordaki temizlikçi veya çaycıdan birisine 49 nolu yazıhaneyi sormak istedim fakat ikiside aynı yöne doğru hızlıca gittikleri için yetişemedim. arkama baktığımda yönlendirici bir tablo gördüm koridorun solundan tekrar sola dönmem gerekiyordu. odayı buldum ve kapının dışındaki zile kısa aralıklarla iki defa bastım. yüzlerce yazıhane olmasına rağmen pek az insan vardı binada, boğuk sesler ve duvarlarda oynayan gölgeler dışında birine denk gelmek güçtü. herkes terkedilmiş metruk bir binada saklambaç oynuyor gibiydi.

kapıyı orta yaşlı bir teyze açtı, avukat beyle görüşeceğimi söyledim, içeri aldı beni, bekleme odasına geçtim, avukatın görüştüğü bir müvekkili varmış. binadaki atmosfere uygun bir şekilde, bekleme odasındaki her şey en az 20 yıllık belki daha eski şeylerdi. binanın iç kısmındaki havalandırma alanına bakan küçük bir pencere vardı odada, diğer yazıhanelerin pencerelerini görebiliyordum oturduğum yerden ama çoğuna perde çekilmiş yada hareketsizlerdi. sekreterin, beklerken bir şey içmek ister misiniz? sorusuyla irkildim,

-orta şekerli kahve mümkünse.

masadaki gazete ve dergilerden avukatın politik duruşu rahatça anlaşılabilirdi. içeriden zaman zaman kahkaha sesleri geliyordu. avukat müvekkiliyle iyi vakit geçiriyor gibiydi. umarım işi erken hallederimde çıkışta yağmura yakalanmam diye düşünüyordum. hava kapalıydı yanımda şemsiye yoktu kıyafetlerim mahvolurdu. birden zilin çaldığını duydum, uzunca ve tek sefer basıldı zile. sekreterin giydiği topukludan çıkan tak tak sesler kapıyı açmasıyla son buldu. ağlamaklı bir kadın sesi işittim avukat beyi soruyordu sekreter onuda içeri, bekleme odasına aldı. en az 1.80 boyunda beyaz tenli, siyah saçlarını topuz yapmış vatkalı uzun lacivert bir elbise giymiş ay tanrıçası gibi bir kadın. kahretsin ki bende venüstrafobi var güzel bir kadın görünce anlamsız bir şekilde tedirgin oluyorum. kadını görür görmez oturduğum yerde daha bi toparlanma ihtiyacı hissettim. bana bakıp nazikçe merhabalar dedikten sonra, kolundaki çantasını kucağına koyup karşımdaki koltuğa yerleşti. görgülü bir hanımefendi gibi bacaklarını birleştirip ikisini de yana doğru yatırarak oturup, ellerini dizlerinin üzerinde birleştirdi.

güzel kadınlar beni çok rahatsız eder, aynı ortamda durmak bile işkence gibi gelir. kan basıncım yükselir, elimi ayağımı nereye koyacağımı bilemem...sekreter, beklerken ikram olarak ne arzu ettiğini sordu. kadın, eğer varsa bir fincan karadut çayı, yoksa bir bardak su kafi, dedi. kapıdan girdiği sıra hariç, kadına tekrar bakmaya çekindim, göz göze gelmemek için dergilerden birini alıp karıştırmaya ve rahatlamaya çalıştım. aşırı güzel kadınlardan korktuğum kadar o ürkütücü güzelliğin cazibenin beni çekmesinede dayanamam, içimi kemiren bir merakla daha iyi görmek bakmak isterim. gizlice gayet doğal refleksleri taklit ederek, çok kısa bir anlığına tekrar kadını süzdüm. kocaman göğüsler ve gayet cüretkar bir degaje ortasında, ucunda haç olan bir kolyesi vardı. bu farklı bir haçtı katolik haçı yada malta haçı değil, bu ortasında küçük bir daire olan kelt haçıydı.

***********

ankara, keltlerin yani galatyalıların kurduğu bir şehir, belkide buranın en soylu ailelerindendir, gibi saçma bir düşünce geçti kafamdan, binlerce yıl sonra hala burda kalan keltler olabilir mi? kelt haçı paganların haçı olarakta bilinir, hristiyanlıktan çok iskandinav paganlarıyla ilişkili hatta mısırlıların ankh haçıyla çok benzer bir sembol. sıradan bir hristiyan neden kelt haçı taksın ki? bu dini bir sembolden çok paganik bir haç, hiç bir hristiyan mezhep bu haçı kullanmaz. belki de kullanır bilemiyordum. sekreter elinde tepsiyle içeri girdi ve herkesin dikkatinin dağıldığı bu anda kadına tekrar bir anlığına bakma şansım oldu.

-orta şekerli kahveniz.

-teşekkür ederim.

çayını alırken bir kaç defa daha baktım, dolgun bir yüzü, düzgün ve biçimli hatları var, neredeyse kusursuz diye içimden geçirdim. elimde oyalanıp durduğum dergiyi kahvemi içmek için kenara bıraktım. bu kadar güzel bir kadınla aynı odada kalmak beni çok geriyordu. ruhum sıkışıyor, bedenim eziliyordu sanki. rujunu kırmızının öyle bir tonundan seçmişki teniyle dudakları arasında, düşünmeden ölüme atlamak isteyeceğiniz derin bir uçurum varmış gibiydi.

-siz, ne kadar oldu bekleyeli?

kısa bir anlığına, hiç üzerime alınmadım benimle konuştuğu aklımın ucundan bile geçmedi. kiminle konuştuğuna şaşırdım hatta. biraz afalladıktan sonra,

-yoo, sizden bir kaç dakika önce geldim bende.

birden kafasını dış kapıya doğru çevirip, yüksek ve tehditkar bir ses tonuyla,

-pardon, burda sigara içebiliyor muyuz? diye seslenmesiyle sekreterin kapıya gelmesi çok sürmedi,

-tabi, size küllük getireyim.

sekreterin onayını aldıktan sonra bana dönüp,

-rahatsız olmazsınız değil mi?

-aslında bende kullanıyorum. dedim, şimdi beklediğim şey sigarasından bana da ikram etmesiydi sonuçta ortamın kontrolünü hak talep ederek ele geçirmişti. şimdi adalet dağıtması gereken kısım başlıyordu. yalandan hesabı ödemeye çalışan ama pekte hevesli olmayan tipler gibi ceplerimi yoklamaya başladım.

-buyrun, burdan için.

normalde başkasının uzattığı sigarayı reddederim ama bu kadar güzel bir kadının ikram ettiği sigarayı içmemeye kesinlikle karşı koyamazdım. ademin kendisine uzatılan yasak elmayı neden reddedemediğini o an büyük bir aydınlanma yaşıyormuşçasına idrak ettim. yinede tuaf bir şey vardı, sigaralar elle sarılmış ve bir tabakanın içindeydi. bir defa almak için uzanmış bulundum ne olursa olsun içecektim, üstelik içinde kenevir falan varsa pekte yabancı olduğum bir şey değildi.

-teşekkürler, sarma sigara mı bu? yinede sorguladım ama tamamen normal davranmak için kendimi zorladığım için sordum.

-evet, özel bir harman tütünü bazı bitkilerle aromalandırdım.

ne? tütünü neyle aromalandırabilir ki yaban mersini suyuna batırıp marine mi etti? inanılmaz zevkleri olan gizemli bir kadın.

-ne tür bitkiler? bu soruyu ancak sigaramı yakıyorken sorabilirdim, yakmadan sormak güvensizlik yaratırdı.

-atropa belladona ve pelin otuyla karıştırdım. pelin otu güzel bir tat bırakıyor, diğeride biraz gevşemeni sağlıyor.

-ilginç, daha önce hiç böyle bir karışım duymadım, dedim. sigaradan çektiğim ilk nefes biraz sertti farklı bir tadı vardı, sigaranın içinde başka bir şeyler olduğu kesindi. artık kadına daha rahat bakabiliyordum, degajesi öyle bir girdap yaratıp beni içine çekiyordu ki gözlerimin kaymasına engel olamıyordum. göğüslerinin arasındaki kelt haçına tutunup kendimi boğulmaktan kurtarıyordum her seferinde. kadınla iletişim kurdukça daha çok rahatsız olsamda kendimi alıkoyamıyordum. şu kelt haçını neden takmıştı acaba.

masada ki gazetenin tarihi gözüme takıldı 31 ekim, kenarda, üzerine korkutucu bir gülen surat kazınmış bal kabağı fotoğrafı duruyordu. 31 ekim, 1 kasım... bu gece samhain bayramı yani cadılar bayramı diye bildiğimiz aslında kelt halkına ait olan kutsal bir gün. kendiliğinden kaşlarım çatılmaya başladı. arkama yaslandım, sigaradan daha derin ve daha hızlı nefesler alıyordum, elimde olmadan zihnim bir şeyleri birleştirmek istiyordu...


**********

buraya ne için gelmiştim? kadın resmen aklımı başımdan aldı. hava kararmak üzere, avukat hala içerdeki müvekkili ile görüşüyor. bende burda venüstrafobi atakları geçiriyorum. çıplak gözle güneşe bakmaya ne kadar dayanabiliyorsam, bu kadına bakmaya da o kadarcık dayanabiliyordum. karbeyaz teninin ne kadar yumuşak ve pürüzsüz olabileceğini hayal ettim. yüzüne nispeten ayaklarına bakmaya cesaret edebiliyordum, bu havalarda çorapsız, bilekten sarmalı topuklu ayakkabı giyilir mi üstelik tertemiz, dış kapıya kadar arabayla gelmiş olmalı. sadece ayak bilekleri bile bir kadının güzelliğini tek başına anlatabilecek kadar bilgi verir insana. bilekten sarmalı topuklu, ayağı kitap gibi gösteren en hoş kadın ayakkabısı, kadın çok zevkli kıyafeti, çantası sigara içerken ki yüz ifadesi, jestler dumanı üfleyişi, o dumanın odanın içinde yayılıp soluduğum havayla ciğerlerime dolması, her şey fevkalade...

-öğrenci misiniz?

duyduğu sesle irkilip, uykudan uyanan bir çocuk gibi ayıldım daldığım yerden.

-evet öğreniyoruz. yani evet öğrenciyim.

öğreniyoruz mu dedim ben? ağzım mı gevşedi acaba, kendimi tuaf hissediyordum.

-hangi bölüm?

-türk ana halk dilimi bölü, nele oluyor konujamıogn. (öksürüp boğazımı temizlemeye çalışıyorum) kahvemden bir yudum aldım, dilim kütük gibi ağır, oynatamıyordum.

-ahhaahaa iyi misiniz?

bu sinsi gülüş, tam bir cadı kahkahası.

-ana veriğin sıgara işinde ne ardı?

öyle küçümseyici bakışlarla, bana bir kuklaymışım gibi bakıp gülümsüyordu.

-biraz atropa belladonna yağı ve pelin otu vardı sadece, hoşuna gitmedi mi?

atropa belladonna bella güzel donna kadın demek italyancada, ne yani güzel avrat otundan mı bahsediyor, bu tam cadı işi işte beni zehirledi mi şimdi?

-seeen irrr jadızınn.

ağzım yüzüm yamulmuş gibi hissediyordum çenemi dilimi dudağımı zorla kımıldatabiliyordum. daha önce güzelliğinden korktuğum kadının şimdide şerrinden korkmaya başladım psikoz geçirmeme ramak kalmıştı. tüm uzuvlarıma ağırlıklar çökmüş vucudumda bir karıncalanma başlamıştı kıpırdayamıyordum ve odadaki her şey büyüyordu. kadın bana sinsice baktı ve,


-beni farkedeceğini biliyordum bu yüzden seni seçtim.

-he sejmesi?

-auranı görebiliyorum, seni içeri girerken gördüm ve takip ettim, bu gece birini baştan çıkarmam lazımdı malum ritüeller, sende bunun için çok uygun görünüyordun. aahhhahhhaa.

-gkonyen, zeen ir helt jadısızın.

-ahhhaaahhhha yok artık bunu nasıl anladın, seni hafife almışım sanırım. söylemek istediğin başka bir şey varsa şimdi tam zamanı çünkü birazdan uçmaya başlayacaksın ve uyanınca benimle karşılaştığın için çok sevineceksin.

-zehnde aynı sıgaradn içjdin ama benib givi olmadın neden??

-ahhhahhhaa çok sevdim seni, bundan sonra yediğine içtiğine dikkat edersin...

bunu söylerken karadut çayı içtiği fincanı elinde sallıyordu cümlesini bitirip fincandaki son yudumuda içerken bana göz kırptı. karadut çayı pan zehir olmalıydı. tanrım dünyanın en güzel kadını karşımda ve ben çarpılmış gibi hissediyordum. cadı veya uzaylı daha önce bu levelde bir güzellik görmemiştim şiddeti giderek artan bir zarafet... onu istiyordum, yürekten istiyordum, her zerrem onu arzuluyormuşçasına dilim damağım kurumaya başladı. kilitlenen vucudum hafiflemeye başladı, kasıklarımda soğuk ve ferahltıcı bir esinti başladı, testislerimin içindeki 4 silindirli turbo motorun pistonları vızırvızır çalışmaya başladı. aletim, paladyum nikel karışımı tank zırhı delen kalibresi 1500 bir mermi gibi ateşlenmeye hazır hale geldi.

sertleştim, kilitlendim, öfkeliydim, şehvet doluydum, eğer bana verdiği zehirli bitki beni öldürmezse çok kötü bir trip yaşayacaktım. önce bakışım bulandı daha sonra renkler hiç olmadıkları kadar parlamaya başladılar. kafam kafatasımdan sızıyordu, istediğim her şeyi görebiliyordum, kadının bacaklarını hayal etmeye başladığımda elbisesi yok oluyordu. hemen göğüslerini görmek istedim kadın çırılçıplaktı, uzanmak istiyordum, bedenim koltuğa yapışık olduğu halde hayaletimin kadına doğru uzanmasını hissettim. bedenimden çıkabiliyordum kadın çıplaktı, göğüslerini tutmak için elimi uzatıp dokunduğumda parmağıma bir diken battığını hissettim, dokunduğum yerden yani göğsünden bir anda çiçekler yeşillenmeye başladı hızlıca büyüyen sarmaşık çiçeği kadının bütün vucudunu sardı ve daha sonra koltuktaki bedenimi de ayaklarından yakalayıp sarmaya başladı o sarmaşık.

yavaşça farklı bir şekilde nefes aldığımı hissettim hayalet gibiydim silüetim vardı ama cismim yoktu duvarlardan geçebilirdim. sarmaşık yavaş yavaş kaybolmaya başladı ve tarifi imkansız bir huzur kaplamaya başladı içimi. her şey mavinin ve beyazın boşluğuna dönüşmeye başladı, her hangi bir zemine basmıyordum yerde yada havada değildim ama istediğim yöne süzülebiliyordum. var olmanın dayanılmaz hafifliği böyle bir şey olmalıydı galiba. zihnim giderek bulanıklaşmaya başladı sanki hep buradaymışım gibi hissetmeye başladım. gözlerimi kapatsamda görmeye devam ediyordum. artık başka bir şey olduğumu düşünmeye çalışırken tam orada film koptu ve gerisini hatırlayamıyorum malesef...

gözümü açtığımda acilde kolumda serumlaydım, hemşireyi yıllardır tanıyormuşum gibi o kadın nerde diye sordum hala bilincim yerinde değildi. daha sonra acil çalışanlarından öğrendiğim kadarıyla avukatın sekreteri beni baygınlık sebebi ile hastahaneye getirmiş tam 4 saattir kendimde değilmişim.

bir daha o cadıyla hiç karşılaşmadım, beni bir kurban olarak seçmişti beni bir oyuncak gibi kullanmıştı, bir daha asla böyle bir şeye izin vermemek için cadılara karşı yöntemler geliştirmeye karar verdim.
devamını gör...

zihni ve kalbi kararmış olanlatın bi ülkesi yok heryerdeler dedirten reklam.
devamını gör...

ansızın çektin gittin'i seslendiren karizma.
devamını gör...

ankara için tam olarak bu zamanlardır.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

kimse fikrimi sormaz, danışmaz, aynı şeyi söyleyen veya yazan birisi takdir edilir ama ben olunca maalesef.
yalnızlık da eklenince ortaya karanlık bir tablo çıkıyor.
keşke etrafımda birirleri olsaydı da ben de anlatsam sohbet tadında.
ama bir gerçek var ki yeni nesil hiç bir şey sormuyor, her şeyi bildiklerini düşünüyorlar.
emekliliğin bu kadar kötü olacağını düşünmemiştim...
devamını gör...

tanım : sözlük radyomuzda ilk kez çalınacak şarkıların duyurulacağı yeni falanımız.

açılışı yayınlanalı 15 dakika olmuş bir şarkı ile yapıyoruz.

konuya fransız x contra - buz sarkıtı

00:15'te sözlük radyosunda!
devamını gör...

hayırdır ingiltere prensiyle mi konuşuyorum.
devamını gör...

sanmayın söndü hıyari tükendi
beklediği biri vardı ona kinlendi
hadi çık gel bu gece hanımefendi
sözlük bir görsün kimmiş efendi?
devamını gör...

antik yunan ve roma'da kadınların yağmurdan veya rüzgârdan korunmak için baş ve omuz bölgelerine sardıkları dikdörtgen, yün bir kumaştır. erkeklerin giydiği pallium'a benzemektedir. antik roma'da stola gibi palla da kadınların oldukça yaygın kullandığı bir giysiydi.

aslında palla, antik yunan'da kullanılan himation'ın antik roma'da uyarlanan bir versiyonudur.
başta kadınların yağmurdan korunmak için kendilerine sardıkları yün kumaş olarak tanımladığım kıyafet ne yazık ki araştırmalarımı genişlettiğimde farklı işler için de kullanıldığını gösterdi şahsıma. yere serip halı olarak da kullanabiliyorlarmış mesela. veya duştan sonra vücutlarına sarıyorlarmış. yani insan bedeninde kullanılan bir şeyin yere serilmesi temizlik takıntısı olmayan bireyleri bile rahatsız eder diye düşünüyorum. neyse, bunun için farklı farklı pallalar kullandıklarını da düşünebiliriz. gözümüzle görmedik nihayetinde.

palla'nın yün kumaştan yapıldığını söylemiştik lakin elbette çok zengin olan kesimin kullandığı pallalar yünden değil uzak doğu'dan ithal edilen ipekten yapılmış pallalardı.
çeşit çeşit renkte ve desende pallalar olsa da, aşağıda görselde görebileceğiniz tek renk, sade pallaların daha zarif durduğunu düşünüyorum. hem renkli olan tuniklerin üzerinde de göz yormaz desenleriyle. umarım romalı kadınlar da öyle düşünmüş ve nahif bir moda ikonu haline gelmişlerdir.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
kaynak
devamını gör...

"hepinizden nefret ediyorum ama yalnız da canım sıkılıyor." diyen yıldız tilbe gibi ilginç bir ikileme düşmektir.
devamını gör...

maalesef az kullanılan, bal köpüğü gibi kelime. kullanın eksilmezsiniz.
devamını gör...

burjuvanın sanatı kapsaması sonucu oluşan görüngü, tıpkı zenginlerin ve büyük şirketlerin arkeolojiyi evlat edinmesi gibi bu da bir görüngü sadece. sanatı zenginler yaratmadı, tekniği, teknolojiyi, felsefeyi, ideolojileri.. aslında tüm nitelikli insan evrimi menşeili edevatları ekonomik (maddi) durumlarından soyutlayarak incelediğimizde - bir şeylerin - fakirleri, fukaraları geliştirdi, her şeye sahip olayazıp duran zenginler değildi bu yaratım dürtüsünün gerçek sahibi. evet kabiliyetli ve zeki insanlardı ve eskiden beri kabiliyet ve zeka zengin saraylarında koleksiyon niyetine biriktirilen bir şeydir. o kabiliyetli deha mühendislere, sanatçılara yakından bakarsanız çözüm bulmaya aç, fakir, üretkenliğin yoksulluğunu yenmeye çalışan, acılar içinde kıvranan kişiler görürsünüz genel olarak (istisnaları da vardır - yani uzmanlığı kişilik ve mental konular olan ya da bu konularda avantajlı durumda bulunan büyük zihinler de yaşamış-). sanatın bir işe yaramaması ve tekniğin, bilimin zengin, zeki ve soylu insanların emeği olduğu düşüncesi insanlık içerisinde kasıtlı olarak tutundurması yapılan ideolojik bir araçtır. varlık fakirdir, zenginleşmeye yönelir, zenginleşip zehirlenme fırsatı bulunca da arınmaya yönelme fırsatı (niyeti) bulursa da geriye dönmeye çalışır. canlılar da bir çeşit maddedir ve doğuştan fakirdirler, (oluşmuş yapısal ya da genetik yatkınlıkları kısmi buluyor ve kazanılmış bir zenginlik olarak görmüyorum, emek olmadan bir hiçtir bunlar, hatta bazen felakete sürükler varlığı)
daha zengin yaşayış için çözüm üretmek geliştirmek zorundadırlar. sanat bu şeyleri izah etmeye çabalayan toplumsal bir bilinçaltıdır, kim sahiplenirse onun için çalışır tıpkı zeka ve tekniğin krallar için, saraylar-beyler için çalışabileceği gibi sanat ta piç kalır ya da bırakılırsa onu sahiplenen burjuva için çalışır.

evet! teknik olarak 'entelijensiya' (akademik ileri gelenler) yöneticiliği bir mecburiyet değil ihtiyaçtır, ancak bu durumların mantığını insanların zihnini, - insansı - kabiliyetini, emeğini sömürmek için kullanan suistimalcilere karşı sorumsuz kişiler ve gruplar olarak varolunmamalı dünyada.
devamını gör...

şimdilik bu
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

üç hafta* aradan sonra cumadan zulaladığım sigaralarımı çıkararak yerimi aldığım yayın. marikaki’nin güzel sesi ve sunumuyla azcık nefeslenelim, yoğun bir hafta bizi bekler.
devamını gör...

herkesi yavaş yavaş tanıyorsun
pastadaki mum sayısı çoğalınca
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim