mahluk-u penda.
devamını gör...

dayatmalar yerine çocuğunun kendi yolunu bulması için çaba gösterseydi ebeveynler dünya daha güzel bir yer olabilirdi.
devamını gör...

11 mayıs 1998'de yayalar için yeşil ışık yandığı sırada yaya geçidinden karşıdan karşıya geçerken dönemin istanbul büyükşehir belediye başkanı recep tayyip erdoğan'ın oğlu ahmet burak erdoğan'ın kullandığı 34 abr 93 plakalı opel marka otomobilin çarpması sonucu hayatını kaybeden klasik türk müziği sanatçısı.

kazadan (!) hemen sonra, istanbul büyükşehir belediyesi'ne ait arazözler, kazanın yapıldığı caddeyi baştan aşağı deterjanlı sularla yıkadılar. böylece delil niteliğindeki 35 metrelik fren izleri ortadan kaldırıldı.

kaza (!) sonucu hayatını kaybeden sevim tanürek 8'de 8 kusurlu bulundu. ahmet burak erdoğan ise kusursuz bulundu. ahmet burak erdoğan'ın, olay tarihi itibarı ile ehliyetsiz olduğu iddia edildi. ahmet burak erdoğan hakkında kusursuzluk raporu veren adli tıp kurumu ihtisas dairesi'nin başındaki eyüp çakmak, türkiye denizcilik işletmeleri a.ş.'ye genel müdür oldu.

sevim tanürek'in eşi yaşananları şu sözlerle anlatıyor:
"tayyip'in oğlu kırmızı ışıkta hızla geçiyor. peşine siren çalarak ekip takılıyor. kaçarken, yaya geçidine 5 metre kala eşime çarpıyor. 30 metre sürüklüyor. eşim 6 gün sonra vefat etti. yakalandığında polislere tayyip'in oğlu olduğunu söylüyor. zaten o andan itibaren her şey değişti. karakola gittik, çocuğun ehliyetini sormuyorlar. polislere bunu hatırlattığımızda "siz ukalalık etmeyin, biz ne yapacağımızı biliriz" dediler. kazadan hemen sonra caddemize belediye arazözleri geldi. tarihte ilk kez, caddemiz baştan aşağı yıkandı. 35 metre fren izi vardı ve her şeyi bir anda yok ettiler. çocuğun ehliyeti yoktu. kazadan sonra, üç ay önce verilmiş gibi ehliyet düzenlediler. mahkeme başladı, çocuk bir kez olsun gelmedi. babası tarafından yurtdışına gönderilmişti! ama tayyip'in adamları hep oradaydı. karımın hakkını ararken bir şey söylediğimizde dirsek yedik, tehdit edildik, tacize uğradık.
hakime çocuğun ehliyeti olmadığını, kazadan sonra babasının forsuyla düzmece ehliyet verildiğini söylediğimizde "ne demek yani, siz koskoca belediye başkanını sahtecilikle mi suçluyorsunuz" diye azar işittik. sakin bir insanımdır ama o anda elimde bir şey olsaydı kafasına fırlatırdım.
olayın oluşunu gören tanıkların hepsi tehdit edildi ve korkutuldu. buna bir yakınımız dahildir. sadece bir tek genç kız tanıklık yapmakta direndi. fakat işin rengi değişmişti. başına iş gelmemesi için ona da tanıklık yaptırmadık. şişli karakolunda çocuğun ehliyetini sormayan polislerin ve sahte ehliyet veren trafikçilerin aileleri dava görülürken defalarca gelip yalvardılar, işin üzerine gidersek kocalarının görevine son verileceğini, aç kalacaklarını söylediler. onlardan da şikayetçi olmadık!
kapımızda her gün belediye araçları durur, tayyip'in adamları önümüze çıkardı. tanıklara olduğu gibi, bize de, uğraşmayalım diye en az 20 "ricacı" geldi. tayyip belediye başkanıydı. o zaman anladık ki, karşımızda bir "dev" vardır ve onunla baş etmek mümkün olmayacaktır. biz bu durumda aile meclisi olarak toplandık ve işin ucunu bırakmaya karar verdik... çünkü bir sonuç çıkmayacaktı. onlar çok güçlüydü. sonuçta efendim, mahkeme kararını verdi! 8'de 4 kusurlu olan çocuk 3 ay hapis cezası aldı. bu da paraya çevrildi…
"

(bkz: ahmet burak erdoğan)
devamını gör...

bir köyde adamın biri, bir kızı severmiş. adam kıza hislerini açıklamış ama kız adamı istememiş. adam üzülmüş ve büyük şehire gitmiş.
yıllar sonra adam köye gelince kızın evlendiğini duymuş ve bir gideyim bakayım şu kocasına demiş. evi gören bir yerde beklerken, evden hem kel, hem fodul, tipsiz bir adam çıkmış.
kocası uzaklaşınca, adam gidip kapıyı çalmış ve kadın kapıya gelmiş. adam, kadına, "beni hatırladınmı" demiş ve eklemiş, "şu giden adam senin kocanmı"! kadın evet diyince adam, "yav sen beni istemedin, o kadar yakışıklı adamı istemedin ve bunumu aldın koca olarak"! demiş.
kadın, evin önündeki gül bahçesini gösterip, "bana bu bahçedeki en güzel gül'ü getirirsen sana cevap veririm ama bir baktığın güle bir daha bakmayacaksın" demiş.
adam sıra, sıra dizilen güllere bakmaya başlamış. bunun rengi soluk, şunun boyu küçük, daha güzeli, daha iyisi vardır... derken bahçe bitmiş. geri dönemeyeceği için en sondaki solgun, küçük gülü almış ve kızın yanına gelmiş. kız adamın getirdiği kötü gülü alıp "gördünmü bak işte banada böyle oldu" demiş.
jenny hayallerinin peşinden koştu, şarkı söylemek, meşhur olmak, küçük kasabadan kurtulup, büyük şehirlerde yaşamak, daha yakışıklısını, daha iyisini sevmek ve sevilmek istiyordu. tabi sevgiyi ararken amerika'yı bir uçtan bir uca defalarca gitti, geldi. çok adam buldu ama aradığı sevgiyi bulamadı çünkü adamların onun kalbi ve ruhuyla işi yoktu. sadece fiziksel bir birliktelik ve herşey bitiyordu ve belkide bu yüzden intihar etmeyi bile düşündü. sonunda döndü, dolaştı ve sevgiyi yine forrest'in yanında buldu.
devamını gör...

ilginç bir adamdır, bu kadar ileri görüşlü ve türk toplumunu analiz edebilecek kadar kabiliyetli olmasına rağmen yine de bir ihtimal gözlerimiz açılır diye yazmaya devam etmiştir. kitapları kadar şiirleri de oldukça başarılıdır, dizeler bıçak gibi etinizi keser ve kemiğe dayanır.

"yok başka hiçbir umarın
en granit kayanın en ortasında
balta girmemiş karanlıklarında kıpırtısız
ya ölmektir kurtuluşun
yada şiir tutunmak

o en gergin tele şöyle bir dokun
son tınıyla tel kopsun
ayak sesleri duyulsun ölümün
her yanın her yönün çıkmaz
nereye baksan yok
hiç bile herşey sayılır o bulunduğun yerde
kurtarırsa kurtarır ancak
yine şiire tutunmak."
devamını gör...

birtakım tavsiyeler bütünü olan başlık.

:)
bunu koymayın.
:d
ya da bunu.
xd bunu da. veya ☺ bunun gibileri.
yapacaksanız yıldız butonu içine alın.

forumsal yazmayın. yazdığınız harflerden oluşan cümleler bütünü var ya ? hani 32 tane? heh işte onlar anlamlı ve yazdığınız başlığı tanımlar nitelikte olmalı.


üstteki yazara cevap vermeyin ya da hakaret etmeyin. tartışma ortamımız alçak puşt tan bir tık ileri seviye olsun lütfen. illa cevap verecekseniz onun başlığı altına yazmayın. sağlam bir başlık açın. ona cevap olsun ama cevap gibi de gözüktürmeyin. evet bence bunu başarabilirsiniz.

entry butonları hakkında başlığını okuyun ve onları kullanmaya özen gösterin. böylece tanımlarınız daha göze çarpar olur ve daha çok okunur. mesela tek kelimelik tanım atacaksanız bkz butonunu kullanın derim.

daha yazarım aslında ama sabah iş güç var kardeşim arada sahur için de uyanacaz. bu entry sabah kendini editler.
devamını gör...

levent'in yumrukla hastaları hayata döndürmesi.
hasan'ın bir kuzunun hayatını kurtarması.
suat'ın "ellerim benim her şeyim." diye triplere girmesi.
devamını gör...

bunu bile sorguluyor zaten...
devamını gör...

benim için semizotu, sarımsaklı yoğurt ile üzerine azıcık zeytinyağı ve pul biber eklenince tamamlanıyor.
devamını gör...

bizim ülkede, aşık olup babasından isteme çabaları hahahah. fuckbuddym di evimin direği oldu xd. lan biriniz kayserili diğeriniz antepli fuckbuddy sizin neyinize allah'ın patlıcanlı gözlemeleri.
devamını gör...

elim ayağım tutuyor, yatalak değilim, aklım yerinde, başımı sokacak bir yerim var.
devamını gör...

yaşadığı ülkeden çok yurt dışında geçer meslek hayatı. masa başında oturmaktan ziyade uçak koltuklarında geçer gazetecilik macerası. hem dünyanın gidişatını takip eder, hem de önemli politikacılarla diyalog kurar.
devamını gör...

"ne doğan güne hükmüm geçer,
ne halden anlayan bulunur..."
devamını gör...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
bizde mutsuz olalım ne var?
devamını gör...

aslında gayet bonkör sayılabilecek bir puanlama algoritması var. az önce baktım celal ile ceren gibi çöp bir filme 2.9 puan çıkmış, şaşırdım doğrusu.
devamını gör...

karadeniz turunun vazgeçilmez uğrak noktalarından birisidir. üst tanımlarda yazarlarımız bahsetmiş bazı filmlerin ve dizilerin çekildiği yerlerden birisi olmuştur zamanında. bunlar dışında, sanırım kanal 7 ye yayınlanmış, bilinmeyen eşkiya dünyaya hükümdar olmaz filmi ile tatar ramazan dizisi de burada çekilmiştir.

derlermiş ki giren bir daha çıkamazmış buradan, sabahattin ali de boşyere aldırma gönül dememiş zamanında.

bahçesinde hikayesi olan bir dut ağacı vardır. ağaç eski mahkumlardan hüseyin pehlivan tarafından dikilmiştir. ağacın hemen yanında da hikayesi zaten paylaşılmaktadır. hikayesi de kendi kaleminden şu şekildedir:

--- alıntı ---

"dut ağacı bu! dikmek için müdüriyete yazı yazmam lazım. 'maruzat' deriz biz ona. yazı gider müdürün önüne, müdür bana bakar; 'hüseyin pehlivan' yazı yazmış. cezaevinde birçokları 'yazar' derdi bana. öyle çağırırlardı beni. müdür beni çağırıp 'yazı yazmışsın söyle bakalım ne istiyorsun?' dedi. 'sayın müdürüm, ben bir dut ağacı dikmek istiyorum' dedim. 'nereye dikeceksin? neden ? ne yapacaksın dut ağacını ? yani dut ağacı büyüyecek, dut verecek, herkes bunun dutundan yiyecek , sana dua edecek öyle mi?' dedi.

ben de ' bu dut ağacı büyüdüğü zaman 20 sene, 30 sene, 50 sene sonra neyse , kaç yıl sonra olursa olsun, büyüdüğü zaman buraya gelen mahkumlar diyecekler ki ; ' bu dut ağacını diken kişi idamdan kurtulmuş, müebbet cezaya çarptırılmış. müebbet cezayı da bitirmiş çıkmış buradan.' bu şekilde teselli kaynağı olacak onlar için. ben bunu düşünüyorum, daha ümidimi yitirmedim.

ben bir gün çıkacağım buradan, hiç ümidimi yitirmedim' dedim."

--- alıntı ---

mutlu son: teselli ağacını diken hüseyin pehlivan umutlarındaki gibi tahliye olmuştur.
devamını gör...

%99 oranla kendisi bakir olmayan erkektir.

bir de bakire kız isteyen erkekleri “tü kaka” diye yererken kadınlar üzerinden bir yol seçmeyiniz. bakireler de ne haltlar yiyor, kandırıyor gibi cümleler kullanmayınız. size ne? bakiredir veya değildir. kandırmıştır ya da kandırmamıştır. kadın üzerinden bu konuyu değerlendirmeyiniz. kadının böyle hissetmesini, davranmasını sağlayan da eril baskın toplum. bu toplumun kandırılmasını çok da ayıp görmüyorum ben. zira erkek ne kadar medeni olursa olsun o kadının bakire olmadığını ya da bakire olduğu halde yaşadığı cinselliği bir şekilde bir gün başına mutlaka kakar. türkiye’de bunu aşmak çok zor.
devamını gör...

muhteşem bir flood kaleme almıştır twitterda;

not: kendisi müzisyen olan deniz tekin değilmiş. takma isim olarak muhtemelen tekin deniz'i kullanıyor. flood'u okuduktan sonra hesapta hiç müzik paylaşımı olmadığını fark edince inceledim; bu hesabın sahibi kim bilmiyorum ancak görsel sanatlarla ilgili derinlemesine bilgi sahibi, bu minvalde paylaşımlar yapan, takma isim kullanan biri olması muhtemel. müzisyen olan deniz tekin'in twitter adresi ise şu;

her neyse bu flood'un burada kalmasına engel değil bu. okuyun, okutun.

anlamadığım bir şey var:
- metin akpınar'ı neden seviyorsunuz?
"ah ne güzeldi o eski pırasalar" kavlinden bir nostalji ihtiyacı mı?
tiyatroculuğu mu
( iyi de hangi oyununu seyrettiniz? )
sinemacılığı mı?
( sahiden iyi bir sinema oyuncusu mudur metin akpınar? )
bir aydın, bir entelektüel olarak gördüğünüz için mi?
nedir?

toplumun genelinde tuhaf bir sevgi anlayışı var. böyle bir şey yüzünden seviyor ama işte o şey nedir? kendisi de bilmiyor. bilmek de istemiyor. ağır narkoz verilmiş bir çeşit sevgi. aslında karşısındaki özneyi de değil yine kendini seviyor. onu alkışlayarak kendini övüyor.

peki bu bir sorun mu?
en son mahkeme fotoğrafları geldi mi gözünüzün önüne? "milyonların sevgilisi" yapayalnız bir metin akpınar vardı. müjdat gezen'i ve akranı dostlarını saymıyorum. üç beş kişiydi işte. ötesi kuru gürültü. dekor. sanatçı neden hep yalnız bırakılır böyle?

sahtekârca seviyoruz biz. ikiyüzlü bir şekilde seviyoruz. yarattığımız halk kahramanlarının alt metninde de aslında bizim devasa korkaklığımız ve pısırıklığımız var. devekuşu kabare tiyatrosu'ndaki "devekuşu" kimdi? kime sesleniliyordu? halktı elbette o devekuşu. devekuşuyuz biz!

ferhan şensoy'u da bilen çok kişi vardı ama tanıyan kişi sayısı bir elin parmaklarını geçer mi geçmez mi bilemem.
metin akpınar sevgisinde, derin bir minderden kaçış görüyorum. "hadi ülkem aydını konuş be! konuş da mahvet şunları" nidalarını işitiyorum.
eski bir gelenek bu...

velhasılıkelâm biz metin akpınar'ı falan sevmiyoruz -ki kendisini doğru düzgün tanımıyoruz bile. pek çok sahada da durum böyle. övgüler, methiyeler, temennalar vs. vs. nihayetinde asıl özneyi değil hep kendi uydurduğumuz birini alkışlıyoruz. belli bir sebebi de yok bunun.

çoğu insanda tatlı bir çocukluk anısıdır sadece. evet, bu yeterli değildir. çünkü bizler unutmakta mahir bir milletiz. o çocuklar büyür ve o anılar unutulur. ayrıca koca bir sanatçıyı bir anı olarak köşeye yazmak neye yarar ki? iyi bir şey yaptığımızı zannediyoruz galiba.

#metinakpınar her sohbette ustaları #ulviuraz ve #halduntaner'i anar da kimse doğru düzgün ulvi uraz kimdi? haldun taner ne iş yapardı? diye sormuyor. haldun taner'i kadıköy'de bir tiyatro zanneden bile var.
metin akpınar neden marketçi olduğunu anlatmıştı. çünkü bizi tanıyor.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

hz. isa, kendisini romalı askerlere satan yehuda'ya şöyle demiş:
- siz sevdiklerinizi hep öperek mi ele verirsiniz?
bizde bu gelenek sürer hâlâ. yer göğü inleten övgü yarışları, türlü yüceltimler havada uçuşur. bu tip övgüler aklı öldürür. hafızayı çarpıtır. anlamsızlaştırır.

tiyatromuzun en büyük isimlerinden kavuklu hamdi'nin, abdi efendi'nin, asım baba'nın, kel hasan'ın, küçük ismail'in ve daha nice büyük oyuncunun bir mezarı bile yok. afife jale'nin bile bir kabri yok -ki 100 yıl bile geçmedi ölümlerinin üzerinden. devasa bir sahipsizlik.

nejat uygur da ölmeden evvel bu manzarayı görüp söylemişti hakikatleri: "öldükten üç gün sonra unutulacağımı biliyorum..." demişti.
bütün bunları neden söyledim? çünkü hep onaylıyoruz, söylediklerini bağrımıza basıyoruz. uyarılarına hak veriyoruz bu sanatçıların. peki sonra?

sonra hahahaha'lar, kikiki'ler arasında unutuyoruz; muhsin ertuğrul'un, afife jale'nin, haldun taner'in, bedia muvahhit'in, ulvi uraz'ın, metin akpınar'ın, nejat uygur'un ve daha nice ismin neler söylediklerini. sanatçı bir soytarı mıdır? söyledikleri, anlattıkları, uyardıkları?

biz maalesef çoğunlukla yanlış gülen ve yanlış sevinen bir milletiz. örneğin kemal sunal'ın filmlerinin çoğunda da ağır bir zulüm ve haksızlık vardır. yine meselâ kapıcılar kralında iyi karakter midir kemal sunal? hayır. değildir. bugün başımıza belâ olan şark kurnazı bir tiptir.

kibar feyzo'da ağa halka zulüm eder, köy meydanında işkence eder ama herkes seyreder, herkes güler. "ula şurada 141--42 başsınız..." der ve bir şeyler anlatır. neydi 141-142? kaç aydın, kaç sanatçı yargılanmıştı bu maddelerden?
anlamak da sevmek de bedava değil. emek istiyor.


metin akpınar'ın şu yaşında mahkeme kapılarında süründürülmesi kimin eseri? bu iktidarın mı? hayır, bizim eserimiz. halk gıkını çıkartsaydı bu davalar açılamazdı.
metin akpınar niçin
"darülaceze'de ölmemek için marketçi oldum" dedi?
bizi bizden iyi tanıdığı için dedi.

kentin meydanından 100 yıllık bir tiyatroyu çaldılar, otel yaptılar kimsenin gıkı çıkmadı. koskoca beyoğlu'nda bulunan tiyatro sayısı kaç? 3 mü? 5 mi?
klüp 12'nin yerini kaç kişi biliyor? arena'nın? gen-ar'ın? cep tiyatrosu'nun?
metin akpınar mı gelip çözsün bunları?

metin akpınar gibi sanatçıları ölür ölmez unutmaya çalışırız. çünkü az gelişmiş toplumlar da az gelişmiş kişiler gibi kendisini iyi tanıyan kişilerden kurtulmak ister -ki kendi uydurduğu bambaşka biri olarak yoluna devam edebilsin. ayna insanlardandır bunlar. onları kırarız!

kendimizi ifade edeken hep bir pir sultan, bir yunus, bir hoca nasrettin, bir aşık veysel görürüz de pir sultan'ı idam edenler kimdi? o idam edilirken susanlar kimdi? hoca nasrettin çok zekiydi tamam ama onun alaya aldığı, hicvettiği kişiler kimdi? yine biz değil miydik?

bütün bunların bir nedeni de bilinç altımızda tiyatronun hâlâ bir soytarılık olarak görülmesidir. sanatçının halk içinde alkışlanıp, yanına yanaşır yanaşmaz "ya bunlar iyi güzel de kendine gerçek bir iş bul" diyişlerimizdir. itibar etmeyiz biz halkı uyarana, nasihatler edene.

suriyelileri sever gibi seviyor halkımız sanatçıları. seviyor, bağrına basıyor, din kardeşimizdir diyor ama evini ona kiraya vermiyor. kızını isterse vermeye gönlü razı olmuyor.
metin akpınar'ın ustası haldun taner'in kabri çöküyordu geçen sene. kimse umursamadı....

eminim metin akpınar defalarca söylemiştir bunu:
"beni sevip sevmemeniz önemli değil. fakat sahici bir şekilde dinlemeniz ve anlamaya çalığmanız mühim."
anlamadan, dinlemeden, kuru kuruya sevip, asıl eleştirilenin kendimiz olduğunu fark edince köpürüp kızıyor, unutuyoruz.

biz bir bilgi toplumu değil duygu toplumuyuz. duygu, kaygan bir kavramdır. çabuk değişebilir. iki kere iki gibi her zaman dört etmeyebiliyoruz. bu değişime neden olan şey de aklımız ve mantığımız değil hoyratlığın zirvelerinde gezen kişisel çıkarlarımız. doymazlığımız.

devekuşu kabare'nin en az iş yapan oyunlarından biriydi ionescu'nun "gergedanlar" oyunu. burada bir toplumun zamanla nasıl gergedanlaştığı anlatılıyordu. yavaş yavaş gergedanlaştırdılar bizi. bir şeyden nefret ediyorsak onu popüler hale getirerek cezalandırıyoruz. tuhaf!

bence metin akpınar ile tanışmanın zamanı geldi de geçiyor. metin akpınar'ı sahiden tanırsak kendimizi de tanıyacağız. tüm iyi ve güzel yanlarımızdan başka aynı zamanda ne kadar kötü, ne kadar duyarsız, ne kadar kayıtsız yaşadığımızı da göreceğiz. yüzleşmekten korkmamalı.

melih cevdet anday
"komedi sadece güldürmekle mi olur?" diye sormuştu.
yılmaz erdoğan, cebimdeki kelimeler oyununda
"çocukken arkadaşlarımla zap suyunda boğulmaca oynardık..." der ama halk buna güler. oysa gülünecek hiçbir şey yoktur ortada. hem de hiçbir şey yoktur.

peki metin akpınar halkın bu halini bilmesine rağmen neden inatla anlatıyor? sırtını dönüp gitmiyor?
çünkü metin akpınar çapında biri her şeye rağmen bu halkın içinden; mustafa kemal'lerin, halide edip'lerin, komiki şehir naşit'lerin ve daha nicelerinin çıktığını da görmüştür.

acıya bahçeler bezeyeceğine sevince bir sofra kurması bu yüzden. bu yüzden hâlâ direnmesi. umudun bayrağını, inadın en haklısını dipdiri tutması hep bu yüzden. yeni orhan kemal'ler, sevgi soysal'lar, halide pişkin'ler, kantocu peruz'lar, sait faik'ler çıkacak bu topraklardan.

bu yüzden yılgınlığa, bezginliğe, ümitsizliğe gerek yok. kendimizi tanımaktan korkmamalıyız. aydınları sabah akşam alkışlama yarışına girmeden evvel "ne diyor bu aydınlar ve ne anlatıyor bu sanatçılar?" diye sormalıyız.
belki bu şekilde dişe dokunur bir yol alırız...
devamını gör...

size şok olacağınız bir bilgi vereyim. bir kitabın satışa sunulması için isbn denilen bir numara alması gerekir. hani şu arka kapaktaki barkodun altındaki numaralar. bilin bakayım bunu almak için nereye başvurmanız gerekir? evet, kültür ve turizm bakanlığına.*
devamını gör...

biz de öleceğimizi bile bile yaşıyoruz zaten, koyver gitsin.*
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim