kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

doğru seçimi yapan insandır. çünkü sigaranın ona vereceği ekonomi ve sağlık zararını (umarım) farkındadır. gelecek yıllarının değerini biliyordur. sağlık her şey arkadaşlar bozulduğu an hiçbir şeyin önemi kalmıyor. dikkat edelim kendimizi sevip değer verelim.
devamını gör...

an itibari ile ankara'da yağmur sonrası gecekondulara gelen bahar.
şehrin görmüş geçirmiş son bir kaç meyve ağacından biri.
muhtemelen bir sene sonra kesilecek yerine site dikilecek.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

tin tin tini mini hanım adında bir çocuk şarkısı var, periyodik olarak müptelası oluyorum... artık itiraf etmekten korkmuyorum sözlük.
devamını gör...

karanlıktan şikayet etmek yerine mum yakmayı akıl edemeyenlerin hayal kırıklığı. e yaz tutan mı var? başlık aç, açma diyen mi var? kafamı dağıtmak için yazıyorum, birileri sürekli şikayet ediyor. yemin ediyorum baydınız.
devamını gör...

dün dündü.. bugün bugündür..
bir vizyonsuzluk vecizesi..
devamını gör...

bahar geldiğinde mi ben böyle olurum?
yoksa böyle olduğunda mı gelir bahar?*
devamını gör...

*
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

can yaman kimdi lan, diye düşünmeme sebep olan başlık.*
devamını gör...

are u kola?
edit: what are u?
devamını gör...

kanat. kanat istiyorum. uçmak istiyorum ennnn büyük hayalim.
maalesef insanların kemikleri kuşlar gibi içi hava dolu olmadığından ve kollarımızı çırptığımızda yere kendi ağırlığımızdan fazla bir kuvvet uygulayamadığımızdan uçamıyoruz. keşke uçabilsek. kısacası kanat istiyorum.0
devamını gör...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel


hayatımda karşılaştığım ilk cadı bir kelt cadısıydı. o zamanlar ankarada öğrenciydim, avukatlık bir işim vardı sakarya caddesinde, baya eski, büyük bir bina vardı adını hatırlayamıyorum iş hanı gibi bir şeydi, ama öyle betonarme ve ruhsuz cansız kasvetli bir yapı inşaa etmişlerki daha içeri girer girmez insanı boğuyor. dışarısı baya canlı ve kalabalıkken binaya girince simülasyondan gerçek hayata geçmişsiniz gibi tuaf bir his uyandırıyordu. işin garip tarafı bende, ustalıkla, ciddiyetle yapılmış mimari yapıların ve el yapımı objelerin eskidikçe ve diğer insanların yaşantılarına şahit oldukça onların enerjisini biriktirip kendine yeni bir kişilik oluşturduklarına dair garip bir inançta var. öyle yapılarla ve objelerle karşılaşınca enerjilerini hissedebiliyorum. bu bina da uğursuz ve kötü bir enerji yayıyordu.

asansör ilk 3 kata çıkmıyordu sonraki katlara çalışıyordu sadece, tek başıma bindim ve 5. kata çıktım, ucuz yollu iş çözen bir avukat için şaşılacak bir yazıhane olmamalı diye düşündüm. asansörden çıkınca koridordaki temizlikçi veya çaycıdan birisine 49 nolu yazıhaneyi sormak istedim fakat ikiside aynı yöne doğru hızlıca gittikleri için yetişemedim. arkama baktığımda yönlendirici bir tablo gördüm koridorun solundan tekrar sola dönmem gerekiyordu. odayı buldum ve kapının dışındaki zile kısa aralıklarla iki defa bastım. yüzlerce yazıhane olmasına rağmen pek az insan vardı binada, boğuk sesler ve duvarlarda oynayan gölgeler dışında birine denk gelmek güçtü. herkes terkedilmiş metruk bir binada saklambaç oynuyor gibiydi.

kapıyı orta yaşlı bir teyze açtı, avukat beyle görüşeceğimi söyledim, içeri aldı beni, bekleme odasına geçtim, avukatın görüştüğü bir müvekkili varmış. binadaki atmosfere uygun bir şekilde, bekleme odasındaki her şey en az 20 yıllık belki daha eski şeylerdi. binanın iç kısmındaki havalandırma alanına bakan küçük bir pencere vardı odada, diğer yazıhanelerin pencerelerini görebiliyordum oturduğum yerden ama çoğuna perde çekilmiş yada hareketsizlerdi. sekreterin, beklerken bir şey içmek ister misiniz? sorusuyla irkildim,

-orta şekerli kahve mümkünse.

masadaki gazete ve dergilerden avukatın politik duruşu rahatça anlaşılabilirdi. içeriden zaman zaman kahkaha sesleri geliyordu. avukat müvekkiliyle iyi vakit geçiriyor gibiydi. umarım işi erken hallederimde çıkışta yağmura yakalanmam diye düşünüyordum. hava kapalıydı yanımda şemsiye yoktu kıyafetlerim mahvolurdu. birden zilin çaldığını duydum, uzunca ve tek sefer basıldı zile. sekreterin giydiği topukludan çıkan tak tak sesler kapıyı açmasıyla son buldu. ağlamaklı bir kadın sesi işittim avukat beyi soruyordu sekreter onuda içeri, bekleme odasına aldı. en az 1.80 boyunda beyaz tenli, siyah saçlarını topuz yapmış vatkalı uzun lacivert bir elbise giymiş ay tanrıçası gibi bir kadın. kahretsin ki bende venüstrafobi var güzel bir kadın görünce anlamsız bir şekilde tedirgin oluyorum. kadını görür görmez oturduğum yerde daha bi toparlanma ihtiyacı hissettim. bana bakıp nazikçe merhabalar dedikten sonra, kolundaki çantasını kucağına koyup karşımdaki koltuğa yerleşti. görgülü bir hanımefendi gibi bacaklarını birleştirip ikisini de yana doğru yatırarak oturup, ellerini dizlerinin üzerinde birleştirdi.

güzel kadınlar beni çok rahatsız eder, aynı ortamda durmak bile işkence gibi gelir. kan basıncım yükselir, elimi ayağımı nereye koyacağımı bilemem...sekreter, beklerken ikram olarak ne arzu ettiğini sordu. kadın, eğer varsa bir fincan karadut çayı, yoksa bir bardak su kafi, dedi. kapıdan girdiği sıra hariç, kadına tekrar bakmaya çekindim, göz göze gelmemek için dergilerden birini alıp karıştırmaya ve rahatlamaya çalıştım. aşırı güzel kadınlardan korktuğum kadar o ürkütücü güzelliğin cazibenin beni çekmesinede dayanamam, içimi kemiren bir merakla daha iyi görmek bakmak isterim. gizlice gayet doğal refleksleri taklit ederek, çok kısa bir anlığına tekrar kadını süzdüm. kocaman göğüsler ve gayet cüretkar bir degaje ortasında, ucunda haç olan bir kolyesi vardı. bu farklı bir haçtı katolik haçı yada malta haçı değil, bu ortasında küçük bir daire olan kelt haçıydı.

***********

ankara, keltlerin yani galatyalıların kurduğu bir şehir, belkide buranın en soylu ailelerindendir, gibi saçma bir düşünce geçti kafamdan, binlerce yıl sonra hala burda kalan keltler olabilir mi? kelt haçı paganların haçı olarakta bilinir, hristiyanlıktan çok iskandinav paganlarıyla ilişkili hatta mısırlıların ankh haçıyla çok benzer bir sembol. sıradan bir hristiyan neden kelt haçı taksın ki? bu dini bir sembolden çok paganik bir haç, hiç bir hristiyan mezhep bu haçı kullanmaz. belki de kullanır bilemiyordum. sekreter elinde tepsiyle içeri girdi ve herkesin dikkatinin dağıldığı bu anda kadına tekrar bir anlığına bakma şansım oldu.

-orta şekerli kahveniz.

-teşekkür ederim.

çayını alırken bir kaç defa daha baktım, dolgun bir yüzü, düzgün ve biçimli hatları var, neredeyse kusursuz diye içimden geçirdim. elimde oyalanıp durduğum dergiyi kahvemi içmek için kenara bıraktım. bu kadar güzel bir kadınla aynı odada kalmak beni çok geriyordu. ruhum sıkışıyor, bedenim eziliyordu sanki. rujunu kırmızının öyle bir tonundan seçmişki teniyle dudakları arasında, düşünmeden ölüme atlamak isteyeceğiniz derin bir uçurum varmış gibiydi.

-siz, ne kadar oldu bekleyeli?

kısa bir anlığına, hiç üzerime alınmadım benimle konuştuğu aklımın ucundan bile geçmedi. kiminle konuştuğuna şaşırdım hatta. biraz afalladıktan sonra,

-yoo, sizden bir kaç dakika önce geldim bende.

birden kafasını dış kapıya doğru çevirip, yüksek ve tehditkar bir ses tonuyla,

-pardon, burda sigara içebiliyor muyuz? diye seslenmesiyle sekreterin kapıya gelmesi çok sürmedi,

-tabi, size küllük getireyim.

sekreterin onayını aldıktan sonra bana dönüp,

-rahatsız olmazsınız değil mi?

-aslında bende kullanıyorum. dedim, şimdi beklediğim şey sigarasından bana da ikram etmesiydi sonuçta ortamın kontrolünü hak talep ederek ele geçirmişti. şimdi adalet dağıtması gereken kısım başlıyordu. yalandan hesabı ödemeye çalışan ama pekte hevesli olmayan tipler gibi ceplerimi yoklamaya başladım.

-buyrun, burdan için.

normalde başkasının uzattığı sigarayı reddederim ama bu kadar güzel bir kadının ikram ettiği sigarayı içmemeye kesinlikle karşı koyamazdım. ademin kendisine uzatılan yasak elmayı neden reddedemediğini o an büyük bir aydınlanma yaşıyormuşçasına idrak ettim. yinede tuaf bir şey vardı, sigaralar elle sarılmış ve bir tabakanın içindeydi. bir defa almak için uzanmış bulundum ne olursa olsun içecektim, üstelik içinde kenevir falan varsa pekte yabancı olduğum bir şey değildi.

-teşekkürler, sarma sigara mı bu? yinede sorguladım ama tamamen normal davranmak için kendimi zorladığım için sordum.

-evet, özel bir harman tütünü bazı bitkilerle aromalandırdım.

ne? tütünü neyle aromalandırabilir ki yaban mersini suyuna batırıp marine mi etti? inanılmaz zevkleri olan gizemli bir kadın.

-ne tür bitkiler? bu soruyu ancak sigaramı yakıyorken sorabilirdim, yakmadan sormak güvensizlik yaratırdı.

-atropa belladona ve pelin otuyla karıştırdım. pelin otu güzel bir tat bırakıyor, diğeride biraz gevşemeni sağlıyor.

-ilginç, daha önce hiç böyle bir karışım duymadım, dedim. sigaradan çektiğim ilk nefes biraz sertti farklı bir tadı vardı, sigaranın içinde başka bir şeyler olduğu kesindi. artık kadına daha rahat bakabiliyordum, degajesi öyle bir girdap yaratıp beni içine çekiyordu ki gözlerimin kaymasına engel olamıyordum. göğüslerinin arasındaki kelt haçına tutunup kendimi boğulmaktan kurtarıyordum her seferinde. kadınla iletişim kurdukça daha çok rahatsız olsamda kendimi alıkoyamıyordum. şu kelt haçını neden takmıştı acaba.

masada ki gazetenin tarihi gözüme takıldı 31 ekim, kenarda, üzerine korkutucu bir gülen surat kazınmış bal kabağı fotoğrafı duruyordu. 31 ekim, 1 kasım... bu gece samhain bayramı yani cadılar bayramı diye bildiğimiz aslında kelt halkına ait olan kutsal bir gün. kendiliğinden kaşlarım çatılmaya başladı. arkama yaslandım, sigaradan daha derin ve daha hızlı nefesler alıyordum, elimde olmadan zihnim bir şeyleri birleştirmek istiyordu...


**********

buraya ne için gelmiştim? kadın resmen aklımı başımdan aldı. hava kararmak üzere, avukat hala içerdeki müvekkili ile görüşüyor. bende burda venüstrafobi atakları geçiriyorum. çıplak gözle güneşe bakmaya ne kadar dayanabiliyorsam, bu kadına bakmaya da o kadarcık dayanabiliyordum. karbeyaz teninin ne kadar yumuşak ve pürüzsüz olabileceğini hayal ettim. yüzüne nispeten ayaklarına bakmaya cesaret edebiliyordum, bu havalarda çorapsız, bilekten sarmalı topuklu ayakkabı giyilir mi üstelik tertemiz, dış kapıya kadar arabayla gelmiş olmalı. sadece ayak bilekleri bile bir kadının güzelliğini tek başına anlatabilecek kadar bilgi verir insana. bilekten sarmalı topuklu, ayağı kitap gibi gösteren en hoş kadın ayakkabısı, kadın çok zevkli kıyafeti, çantası sigara içerken ki yüz ifadesi, jestler dumanı üfleyişi, o dumanın odanın içinde yayılıp soluduğum havayla ciğerlerime dolması, her şey fevkalade...

-öğrenci misiniz?

duyduğu sesle irkilip, uykudan uyanan bir çocuk gibi ayıldım daldığım yerden.

-evet öğreniyoruz. yani evet öğrenciyim.

öğreniyoruz mu dedim ben? ağzım mı gevşedi acaba, kendimi tuaf hissediyordum.

-hangi bölüm?

-türk ana halk dilimi bölü, nele oluyor konujamıogn. (öksürüp boğazımı temizlemeye çalışıyorum) kahvemden bir yudum aldım, dilim kütük gibi ağır, oynatamıyordum.

-ahhaahaa iyi misiniz?

bu sinsi gülüş, tam bir cadı kahkahası.

-ana veriğin sıgara işinde ne ardı?

öyle küçümseyici bakışlarla, bana bir kuklaymışım gibi bakıp gülümsüyordu.

-biraz atropa belladonna yağı ve pelin otu vardı sadece, hoşuna gitmedi mi?

atropa belladonna bella güzel donna kadın demek italyancada, ne yani güzel avrat otundan mı bahsediyor, bu tam cadı işi işte beni zehirledi mi şimdi?

-seeen irrr jadızınn.

ağzım yüzüm yamulmuş gibi hissediyordum çenemi dilimi dudağımı zorla kımıldatabiliyordum. daha önce güzelliğinden korktuğum kadının şimdide şerrinden korkmaya başladım psikoz geçirmeme ramak kalmıştı. tüm uzuvlarıma ağırlıklar çökmüş vucudumda bir karıncalanma başlamıştı kıpırdayamıyordum ve odadaki her şey büyüyordu. kadın bana sinsice baktı ve,


-beni farkedeceğini biliyordum bu yüzden seni seçtim.

-he sejmesi?

-auranı görebiliyorum, seni içeri girerken gördüm ve takip ettim, bu gece birini baştan çıkarmam lazımdı malum ritüeller, sende bunun için çok uygun görünüyordun. aahhhahhhaa.

-gkonyen, zeen ir helt jadısızın.

-ahhhaaahhhha yok artık bunu nasıl anladın, seni hafife almışım sanırım. söylemek istediğin başka bir şey varsa şimdi tam zamanı çünkü birazdan uçmaya başlayacaksın ve uyanınca benimle karşılaştığın için çok sevineceksin.

-zehnde aynı sıgaradn içjdin ama benib givi olmadın neden??

-ahhhahhhaa çok sevdim seni, bundan sonra yediğine içtiğine dikkat edersin...

bunu söylerken karadut çayı içtiği fincanı elinde sallıyordu cümlesini bitirip fincandaki son yudumuda içerken bana göz kırptı. karadut çayı pan zehir olmalıydı. tanrım dünyanın en güzel kadını karşımda ve ben çarpılmış gibi hissediyordum. cadı veya uzaylı daha önce bu levelde bir güzellik görmemiştim şiddeti giderek artan bir zarafet... onu istiyordum, yürekten istiyordum, her zerrem onu arzuluyormuşçasına dilim damağım kurumaya başladı. kilitlenen vucudum hafiflemeye başladı, kasıklarımda soğuk ve ferahltıcı bir esinti başladı, testislerimin içindeki 4 silindirli turbo motorun pistonları vızırvızır çalışmaya başladı. aletim, paladyum nikel karışımı tank zırhı delen kalibresi 1500 bir mermi gibi ateşlenmeye hazır hale geldi.

sertleştim, kilitlendim, öfkeliydim, şehvet doluydum, eğer bana verdiği zehirli bitki beni öldürmezse çok kötü bir trip yaşayacaktım. önce bakışım bulandı daha sonra renkler hiç olmadıkları kadar parlamaya başladılar. kafam kafatasımdan sızıyordu, istediğim her şeyi görebiliyordum, kadının bacaklarını hayal etmeye başladığımda elbisesi yok oluyordu. hemen göğüslerini görmek istedim kadın çırılçıplaktı, uzanmak istiyordum, bedenim koltuğa yapışık olduğu halde hayaletimin kadına doğru uzanmasını hissettim. bedenimden çıkabiliyordum kadın çıplaktı, göğüslerini tutmak için elimi uzatıp dokunduğumda parmağıma bir diken battığını hissettim, dokunduğum yerden yani göğsünden bir anda çiçekler yeşillenmeye başladı hızlıca büyüyen sarmaşık çiçeği kadının bütün vucudunu sardı ve daha sonra koltuktaki bedenimi de ayaklarından yakalayıp sarmaya başladı o sarmaşık.

yavaşça farklı bir şekilde nefes aldığımı hissettim hayalet gibiydim silüetim vardı ama cismim yoktu duvarlardan geçebilirdim. sarmaşık yavaş yavaş kaybolmaya başladı ve tarifi imkansız bir huzur kaplamaya başladı içimi. her şey mavinin ve beyazın boşluğuna dönüşmeye başladı, her hangi bir zemine basmıyordum yerde yada havada değildim ama istediğim yöne süzülebiliyordum. var olmanın dayanılmaz hafifliği böyle bir şey olmalıydı galiba. zihnim giderek bulanıklaşmaya başladı sanki hep buradaymışım gibi hissetmeye başladım. gözlerimi kapatsamda görmeye devam ediyordum. artık başka bir şey olduğumu düşünmeye çalışırken tam orada film koptu ve gerisini hatırlayamıyorum malesef...

gözümü açtığımda acilde kolumda serumlaydım, hemşireyi yıllardır tanıyormuşum gibi o kadın nerde diye sordum hala bilincim yerinde değildi. daha sonra acil çalışanlarından öğrendiğim kadarıyla avukatın sekreteri beni baygınlık sebebi ile hastahaneye getirmiş tam 4 saattir kendimde değilmişim.

bir daha o cadıyla hiç karşılaşmadım, beni bir kurban olarak seçmişti beni bir oyuncak gibi kullanmıştı, bir daha asla böyle bir şeye izin vermemek için cadılara karşı yöntemler geliştirmeye karar verdim.
devamını gör...

kalem olmak isterdim. hatta bir şairin en sevdiği kalem olmak isterdim. çok merak ederdim acaba bugün hangi güzel duyguların aktarılmasına vesile olacağım diye.
devamını gör...

jura.*

edit: kendimi bulduğum bir başlık, harika.
devamını gör...

(bkz: soğuk yerel rüzgarlar)dan biridir.

türkiye'de karadeniz ve marmara bölgelerinde oldukça etkilidir.
devamını gör...

kimsenin aşktan, sanattan başka bir şeyden dolayı kaygılanmadığı bohem bir diyarda yaşamak isterdim. insanın ruhunu biraz da bulunduğu atmosfer yoğuruyor çünkü.
devamını gör...

bizi biz yapan, gerçekte olduğumuz ve ya başkalarına gösterdiğimiz tarafımız değil, iki farklı kişiliğimizin arasındaki farklardır.
devamını gör...

evinizi kesinlikle temiz tutun.evde başka kimsenin olmaması bu konuda fazla rahatlığa neden oluyor belki, ama emin olun ki evin kirli ve dağınık olması o evden sizi soğutur. eğer bunları öteleyip daha sonra yaparım kafasına girerseniz; dağ gibi bulaşık ve toz içinde halılarla ortada kala kalırsınız. bu sefer de hem yalnız ve hem de baskı altında hissedersiniz. işte bu nedenlerle sözlükçüler yalnızlığın huzuru temizliktedir.*
devamını gör...

yaklaşık 380 saat oynadığım bir oyundur kendileri. bu saatleri gerçekten zevk alarak geçirdiğimi söylemek istiyorum ama oyunda bazı şeyler var ki beni hafiften oyunu bırakmaya itti. uzun bir süredir de oynamadım.
1- tekrar etme:
oyunda başınıza gelebilecek iki tane şey var, ya küçük bir ülke alır ve onu büyütürsünüz ya da büyük bir ülke alır onu daha da büyütürsünüz. bu oyunda asla küçülme yok. büyüdükçe sadece güçleniyorsunuz. tek kısıt hızlı büyümemeniz. aldığınız yerleri core yaparsanız ve koalisyon yemezseniz sıkıntı yok. bu, gerçekçiliğe çok büyük bir darbe. tamam bu bir oyun ama bence bu konuda gerçeğe biraz daha benzemeliydi. büyük ülkeler büyümekle ilgili sıkıntılar yaşasaydı. bu oyuna göre belli bir büyüklüğe ulaşan her ülke tüm dünyayı fethetmeliydi. bu özelliği hiç sevmedim. büyük ülkeler neden çöker kısmını hiç anlatmamış ve bu da oyunun zevkini almış. bu oyunda sadece büyümek var. bu yüzden de belli bir yerden sonra sıkıyor ve rakibiniz kalmıyor. işte, bu sıkıcı kısma ne zaman ulaşacağınız ilk başta aldığınız ülke ile alakalı. keşke ülke büyüdükçe bu sefer de onu dağılmadan tutmaya çalışmakla uğraşabilsek ama ne yazık ki böyle bir şey yok.
2- bilime ulaşma:
osmanlı alıyorum, biraz para veriyorum cebimden ve şak! artık rönesanstayız. biraz zaman geçiyor ve ben para biriktiriyorum, sonra vakti geliyor ve şak! artık osmanlı reformu da yaşıyor. 1800lere gelmeden osmanlı aydınlanmayı bile yaşıyor. böyle bir şey yok. bilime bu kadar kolay ulaşmak aşırı sıkıcı olmuş. avrupa ile oynarken tamam ama avrupa dışında oynarken bilimin yayılmasını beğenmedim. osmanlı ile yıllar boyunca bilimden nasipleneceğiz diye kıvranmalı, bu sırada da elimizdekileri korumak için çaba sarf etmeliydik. peki oyunda olan ne? para ver bilimi al ve genişlemeye devam et. daha çok genişleyip daha çok para kazan ve bilim gelirse al. bunun çözümü de yeni teknolojilerle açılan birimleri daha güçsüz yapmak değil, osmanlı'nın institution almasını bir şekilde zorlaştırmak. ben şahsen osmanlıyı belli bir yere getirip sonra avrupadan geri kalmamak için uğraşmayı tercih ederim ama oyunda öyle değil. hindistanda bile biraz mana yatırıp institution alabiliyorsunuz. öh yani.
3- oyunun bizi tarihsel olmaya zorlaması:
bu aslında bir zorunluluk değil ama yine de verdiği avantajlar o kadar yüksek ki insan mecburen iyi oynamak için tarihsel devam etmek zorunda kalıyor. yani zamanında osmanlı padişahları durum onu gerektirdiği için belli yerleri fethetmiş ama ben oyunu oynarken aynı şartlar oluşmuyor ki o zaman neden bana aynı sıra ile belli yerleri fethetmemi gerektiren görevler veriyorsun? sanki illa tarihteki aynı sıra ile devam etmem gerekiyor. sandbox olmasını ve görev ağaçlarının hiç olmamasını tercih ederdim veya olacaksa bile tarihteki sıra ile olmamasını isterdim. sonuçta zamanında o yeri fetheden kişi kendi zamanına göre uygun görmüş ama bu oyunda şartlar farklı her şey farklı ben niye o zamanki ile aynı şeyi yapmaya uğraşayım? sevemedim bu özelliği de.
4- poplar olmaması:
oyunda bilimi ve teknolojiyi bulmak krala bu kadar dayanmamalı. aksine, victoria 2 gibi poplar (population, şehirde yaşayan insanlar) olmalı her şehirde yaşayan ve bunlar bilim üretmeli ama eğer bu olmuyorsa da şehir şehir bölünmeli. şimdiki halinde teknolojileri sanki kralım buluyormuş gibi oluyor. oyun mana puanlarına fazla bağlı. bence bu da değişmeli. kral salak olursa ülke şak diye çöküyor, iyi olursa hemen şahlanıyor. böyle deyince gerçekçi oldu mu evet ama iyi kralların ülkeyi şahlandırması bu oyundaki ile aynı sebeplerden dolayı değil.
devamını gör...

hititlerde kralı denetleyen ve gerekirse yargılama yapan meclistir.

ancak bu yetkilerini zamanla kaybetmiştir.

kralın yetkilerinin kısıtlı olduğunun kesin kanıtıdır.
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim