#1080728
şaka maka hâlâ söz konusu mesaj gelmedi.
gayet güzel bir kahve falının kimsenin ilgisini çekmediğini düşünmekteyim ve bir fal sever olarak kendimi sorgulamaktayım..

salı akşamı sezon finaliyle görüşmek üzere..
devamını gör...

bu suriyelilere özgü bir durum değil. balkan ülkelerinden gelen kişiler de yös sınavına girmiyorlar, herhangi bir sınava girmiyorlar. sistem tamamen yanlış. ayrıca yös de başlı başına bir ayrımcılık. 12 yıl türkiye'de eğitim görüp sırf 3 kuşak önce bir dedesi farklı ülkede doğmuş diye yks'nin yanında bebek işi olan bir sınav.
devamını gör...

her hafta daha da güzel olan yayındır. keşke daha çok duyabilsek sizi. süpersiniz. sevgiler efendim.
devamını gör...

196. eğer bir adam başka bir adamın gözünü çıkarırsa onun gözü de çıkarılır.
197. eğer bir kişi başkasının kemiğini kırarsa onun kemiği de kırılır.

yukarıdaki hammurabi kanunları günümüzde hükmünü yitirmiştir elbette. ancak bazen insan düşünmeden edemiyor, kısasa kısas ilkesi hala bazı suçlar için uygun olabilir mi diye? her şeyi bir kenara bırakalım bütün suçları ve tecavüzü başka bir noktaya alalımve onun üzerinde yazalım biraz. daha önce “ 12 yaşındaydım bisikletime atladım ve okulun yolunu tuttum başka bir kitabın yorumunu yazarken de bahsetmiştim, hem de çok kısa bir zaman önce. tecavüz, basit bir ceza ile geçiştirilecek bir suç değildir. bence kısasa kısas ilkesi bu suç için bire birdir. hatırlayın, toplumsal hafızadaki gedikler ve güdüklükler eğer size uğramadıysa unutmadınız zaten, pippa bacca olayını, barış gelini picca, üzerinde gelinliği ile ülke ülke gezen bir sanatçıdır. bizde de bilirsiniz, hem kadın kutsaldır, hem gelinlik… picca, yolculuğu esnasında bir kaç hayvan pisliğinin tecavüzüne uğradıktan sonra öldürülür. bu haberi okuduğumda günlerce beynimde dolaşıp durmuştu hala da aklımın bir köşesindedir. ancak yapılan yorumlar televizyonda elbette ki bu tecavüzü lanetler nitelikteydi ama halk arasında pippa’ya kızanların sayısı da az değildi. ne işi vardı mesela kadın başına yollarda? neden otostop yapıyordu ki sanki, burası türkiye, başka yere benzemez? başka bir şey bulamamış mıydı üzerine giyecek? şimdi bu sorulara ben yanıt veriyorum: pippa bir amaç uğruna yollara düşmüştü, anlatacak şeyleri vardı. olmasaydı bile, tecavüz haklı görülemezdi. otostopta eylemin bir aracıydı ve evet burası türkiye, namus erkeklerin çarpık zihinlerinden sorulur, tecavüz ettikleri insanların namusu kirlenir, kendilerininkine halel gelmez. bir boy abdestidir erkeğe gereken, arınmak için. gelinlik, birçok insana sadece gerdek anını hatırlatsa da daha derin manaları vardı, anlatmama bile gerek yok. pippa’ya reva görülenden sonra hammurabi kanunlarının tecavüz konusunda uygulanması gerektiğini ciddi ciddi düşünmeye başlamıştım ki marta tıkkanen bu konuyu kendince ve de dahice kurgulamış.


kitap iki çocuk annesi olan ve çocuklarının velayeti mahkeme tarafından boşandığı eşine verilen kütüphan yardımcısı tova’nın bir barda dans ettiği adamın tecavüzüne uğraması ve bu olayı polise bildirmemesi üzerine kurulmuş. tova polise gidemiyor çünkü bütün toplumlarda tecavüzün utancı failde değil mağdurda saklanmaktadır. tecavüz etmek değil, tecavüze uğramak utanç vesilesidir. tova, erkek egemen bir toplumda her alanda kadınların arka planda kalmasındanzaten mustariptir.kadınlar yaşlandıklarında yenisiyle değiştirilecem bir meta olarak görülürler. kadınlanr aşağılanmaktan ve tartaklanmaktan hoşlanan acizlerdir. tova buna şiddetle karşı çıkar. başına gelen tecavüzden sonra içinde büyüyen şiddet ve kin ona parlak bir fikir esinler. tova, tecavüzcüsü martti wester’e tecavüz etmeye ve onu da aynı utanca düşürmeye karar verir. olayların gelişimindeki ahenk ne kadar büyük ve dertli bir yazarla karşı karşıya olduğumuzu bize gösterir. ayrıca hikaye sadece tecavüzle sınırlı kalmaz. tova’nın geçmişte kalan üç aşkı da farklı şekillerde karşımıza çıkar. çocuk yetiştirme konusunda eski kocası olan ve ziyadesiyle maço davranan jon randrers’la düştüğü anlaşmazlık da bize başka bir hikaye anlatmaktadır.
“bir erkeğe nasıl tecavüz edilir?” erkek egemen toplumlara, erkek çocukların yetiştirilme tarzındaki çarpıklıklara, erkeklerin kadınlar hakkında sahip olduğu hastalıklı saplantılara kin dolu ama mantıklı ve akıllıca bir cevap.
devamını gör...

gezi olayları sırasında (bkz: oruç aruoba) tarafından rte'ye yazılan açık mektuptur.


sayın erdoğan,

izmir, 17 haziran 2013
son iki gündür, ama aslında bu son iki haftadır, sizi düşündüm nedense, aklım hep üniversite hocalığı yaptığım yıllardaki (1973-1983) eski anılarıma geri dönüp durdu. ilk birkaç gün içinde de bunun nedenini kavradım: siz o yıllarda üniversite öğrencisiydiniz; benim de, kafaları sizinkine benzer biçimde çalışan birkaç öğrencim olmuştu. -yani, o islami “kafa”nın çalışma biçimini düşündüm, aslında- kendimi de sizinle birlikte bir üniversite amfisine geri dönmüş buldum... birçok nokta da, aradan geçmiş 30 yılın ardından, yerli yerine oturdu. bu noktaları size anlatmaya çalışmak için yazıyorum.

o yıllarda, size benzer, “islamcı” denilen öğrenciler de geliyordu üniversiteye. biz, hocalar olarak öteki; “devrimci” ve “ülkücü” olarak gelen öğrencilerin arasında, bunları kayırmaya eğilimliydik, çünkü o ötekiler arasında bir tür kıskaç içine düşüyorlardı.

eyleme yatkındılar

“mağdur” ve “mazlum” oluyorlardı, sizin deyimlerinizle. aslında, ideolojik olarak, en az ötekiler kadar “sıkı” bir “kafa yapıları” vardı - üstelik, eyleme de yatkındılar; ama bazen kendilerine “akıncı” ya da “mücahit” deseler de, ötekiler kadar şiddet yanlısı değillerdi. gerçi ötekilerin “tek yol devrim”, “tek vatan, tek millet” gibi graffitilerine karşılık “tek yol islam” yazıyorlardı duvarlara; ama ötekiler yazarken yakalamasınlar diye dikkat de ediyorlardı - ne de olsa ötekilerin çoğunlukla bıçakları, hatta tabancaları vardı; onlarınsa (galiba?) yoktu. ötekiler silahları aslında birbirlerine ve “polis”e karşı kullanıyorlardı; onları ise, arada öylesine bir pataklıyorlardı ama, olsun, ne olur ne olmaz...
siz de böylesi cenderelerden geçtiniz, tahmin ediyorum: hem de, “tek yol” sayarak içinde yetiştiğiniz islam ve kafanızdaki ezber kuran karşısında, “kâfirlik” olmasa bile “zındıklık” saydığınız bu ideolojilerin arasında; üstelik, en büyük kâfirler saydığınız “iki ayyaş”ın izleyicileri olma iddiasındaki “silah sahipleri”nin tehdidi altında, yapabileceğiniz pek bir şey yoktu. o “silah sahipleri”nin en sonuncuları, bereket versin (!) o iki ideoloji sahiplerini doğradılar, astılar. siz de imam hatip sonrası (bir lyceé’nin de kâğıdını alarak) zar-zor girdiğiniz iktisadi ve ticari ilimler akademisi’nden devşirme, bir işe yaramaz diplomayla, kendinizi kasımpaşa kaldırımlarında buldunuz. gerçi, herhalde, genç bir yaşta girdiğiniz gençlik örgütleri ve bağınız olan “düşünsel”, yani islami örgütler size göz kulak oluyordu; ama “lümpen proleter”diniz artık: kısa bir süre ayak topunu denediniz ama buna da yeteneğiniz olmadığını anladınız. hayatınız boyunca, “politikacılık” (“resmi” biyografinize göre limonata ve simit satmak) dışında, görünür bir “iş” tutmadınız; bilgi sahibi olmak anlamında bir “meslek erbabı” olmadınız.
o yıllarda, sizin dilinizden konuşur gibi görünen badem bıyıklı, rengârenk kravatlı bir makine profesörü, “din-iman” diye bağırıp çağırmaya başlamıştı; siz de onun yanına gidip “divan durup el bağlayarak” rahlei tedrisine çömeldiniz. (mekanik falan değil, politika tedrisatı görmek için tabii...) bu “kadayıf pişirici” iyiydi hoştu da, her şeyi yüzüne gözüne bulaştırıyordu; ama sizi de belediye başkanı yaptırdı. gene de işte, partinizin oyları yüzde 20’nin üstüne çıkmıyordu bir türlü; boyuna da kapatılıp duruyordu. siz de başka yolların denenmesi gerektiğine karar verip, “hoca”nızı da yüzüstü bırakarak, kendi “yol”unuzu yürümeye başladınız. yaptıklarınıza, kendi ilkeleri açısından, muarızlarınızdan hiçbirinin (tutarlı olarak) karşı çıkamayacağı yollar tuttunuz: insan hakları ve kişi özgürlüğü’ne dayanmak, “demokrat” olmak, avrupa birliği’ne girmek, çağdaş hukuk (“muasır medeniyet”-maazallah) normlarını yasalara sokmak...

islami takıntılar

bu yollar işe yarıyordu; hem demokratikleşiyormuşsunuz gibi bir görünüm veriyordu yaptıklarınıza hem de popülaritenizi, dolayısıyla aldığınız oyları artırıyordu. böylece, o üniversite yıllarında sizi ezip duran “solcu” ve “sağcı”ları (ve 12 eylül’den arta kalan herkesi) “sandık”ta alt ettikten sonra, asıl “muarız”ınız olan “silah sahipleri”ne yöneldiniz; tabii tamamen hukuklu ve demokratik görünen yollar kullanarak... gerçi arada bir islami takıntılarınız ortaya çıkıp sırıtıveriyordu (“zina”, “idam” gibi); ama bunları hemen düzeltiyordunuz ya da es geçiyordunuz.
böylece on yıl içinde “güçlü başbakan” oldunuz. artık önünüzde duracak hiçbir güç kalmamıştı ortada; ne sandıklı, ne tokmaklı, ne de silahlı... o zaman “fayrap” ettiniz: haydi bakalım; yok osmanlı’ydı, yok altı minareli “selatin” taklidi camiydi, yok “men-i mezkûrat”tı, yok “sünnilik-alevilik” idi, yok “dindar-kindar” gençlikti... “yürüdünüz bu yollarda”; ne de olsa “istatistik” sizden yanaydı.
derken, birden bir şey oldu: “küffar”a karşı “cihat” anıtı olacak (“iki ayyaş”tan ikincisinin yıktırdığı) bir garabeti “ihya” edip, kenarına “ilk ayyaş”ın ve ayyaşların hepsinin kurduğu cumhuriyetin de anıtının karşısına bir cami konduracağınız; solcuların da 1 mayıs meydanı olan yeri, “kafa”nıza göre düzenleyeceğiniz sırada, birkaç “çapulcu” (yoksa “kemirgen” mi?) ortaya çıkıp, atacağınız ilk adımla ezmeye çalıştığınız ağaçlara sarılıp, “yeter artık” dedi size. siz hemen “urun kellesin!” diye ünlediniz; ama, heyhat, birdenbire, nereden çıktıklarını anlamadığınız yüz binlerce ilave çapulcu çıkıverdi aynı alana, alanlara, bütün ülkeye...

emanete sahip çıkmak

anlamadınız: kendinizi, o eski çapulcu kâfir-zındıkların kapıştığı geçmişteki akademi amfisine geri dönmüş buldunuz. temizlediğinizden emin olduğunuz “silah sahipleri” de sanki kapıyı yeniden zorluyorlardı bile... hiç anlam veremediniz olup bitene: “feshüpanallah bunlar elhamdülillah yok olmamışlar mıydı inşallah?”
olmamışlardı. o “baş ayyaş”ın “emanet”iyle yetişmişlerdi ve şimdi emanetlerine sahip çıkıyorlardı bunlar; sizin de bol bol kullandığınız “hak” ve “özgürlük” söylemiyle, hiç anlayamadığınız tümceler kuruyorlardı bunlar, hem de... bunlarla nasıl baş edebileceğinizi bilemiyordunuz artık. bir de, üstüne üstlük, bir “şaklaban” çıkmıştı ortaya, kocaman amfinin en ortasında, “baş ayyaş”ın resminin önünde dikelip, size karşı duran. ardından binlercesi... ne yapmalıydınız bu amfiden çıkıp kurtulmak için; bu otuz yıllık kâbus bir bitse... ama çıkamıyordunuz, çünkü anlamamıştınız. üstelik amfiden çıkmak da istemiyordunuz ki...
artık tek bir yol kalmıştı: sandığa ve istatistiğe geri dönmek. o yol güvenliydi, kimsenin itiraz edemeyeceği bir yoldu, şimdiye dek de sizi hiç gücendirmemişti. bunu anladınız; en azından, tek çıkış olduğunu. ama gerisini hiç anlamadınız. şimdilerde de, o sandık için bağırıp duruyorsunuz. eh...
umarım burada yazdıklarım, size de benim gibi, otuz yıl öncesinin anılarını geri getirir de bugün yaşadıklarınıza anlam vermenizi ve kâbustan kurtulmanızı sağlar. ama, doğrusu, son günlerdeki tutumunuzdan, başlangıçta “iman” ettiğiniz yolunuzdan başka bir yol tutacağınız konusunda, pek bir umut görmüyorum.

her bir insan özgürdür

gene de, son bir şeyler söyleyeyim: sandık ve istatistik makbul bilgi edinme yollarıdır; ama görüyorsunuz buna rağmen, oradan çıkan sonuçlara aldırmayan birtakım “çapulcu”lar ortaya çıkarak, o “baş ayyaş”a uyup, özgürlükten (“istiklal”den ve tabii “gaflet, dalalet ve hıyanet”ten...) falan dem vurabiliyorlar. boş verin hepsine; nasıl olsa bunları sandıkla birlikte gömersiniz... onlar da birer “kul” olduklarını anlarlar; sizin kendinizin bir “hizmetkâr” olduğunuzu anladığınız (söylediğiniz) gibi...
ama şunu, hiçbir sandıkla ya da sandıkta, gömemezsiniz: her bir insan, özgür bir kişidir; her bir yurttaş da, eşit hak sahibi, geçerli söz sahibi, bir bireydir. bunu -bunları- da, hiçbir istatistik değiştiremez.
size saygılar sunuyorum, gene de.

25 haziran 2013
not: bu mektup verilen tarihlerde yazılmış; ancak gönderilmesi için, “belki umut vardır” kuşkusuyla sizin, “şiddete karşı şiddet” sözünü sarf etmenize dek bekletilmiştir.
size artık “saygılar” bile sunmuyorum…

o. a.
24 temmuz 2013
devamını gör...

gündeme bakarsanız anlarsınız.
devamını gör...

bir (bkz: friedrich nietzsche) sözüdür.bir insanı sırf mensup olduğu dine göre veya dindarlığına göre kişiliğini,karakteristik özelliklerini tanımlamanın oldukça yanlış olduğunu düşünüyorum . her şeyden önce insanı insan yapan özellikler evrenseldir.
devamını gör...

uyanmak*
devamını gör...

sözlüğün seviyesine bi şey oldu birkaç dakika içinde... hayırlısı.
devamını gör...

türkiye’nin nietzsche’si, türk edebiyatının önemli düşünürlerinden oruç aruoba;

“kendin olmayı yeniden öğrenmen gerek. yıllar yılı unuttun onu yalnızca. bunu da ‘koşullara’, ‘hayatın akışına’, ‘sorumluluklarına’ falan bağlamaya da kalkışma, bahane bulmaya çalışma. sendin; sendeki asıl senin anlamını, önemini, değerini gözardı eden - korkaklıkla işin kolayına kaçan... o işte şimdi hesabını soruyor o sahici senin, senden:

‘ne yaptın sen, sana!”

diyor ‘hani’ kitabında…

içinde muhakkak kendinizi bulacağınız bu incecik kitap; bana kalırsa oruç aruoba ile tanışmak için de en uygun kitaptır.

‘bulabilirsiniz’ demiyorum bakın, burası önemli:

bulacaksınız!

kimi ne kadar sevdiyseniz,
kimden ne kadar kaçtıysanız,
kimlere acı verip,
kimlerden acı çektiyseniz;
hepsini bu incecik kitabın içinde oruç aruoba’nın ağzından, elinden, dilinden...
bulacaksınız!

mesela müthiş bir soru bulacaksınız:

‘’benden habersiz beni nasıl yazabiliyor?’’

bulacaksınız!

hayatın anlamının aşktan ibaret olmadığını bulacaksınız…

neye ihtiyacınız varsa mesela, onu bulacaksınız…

okumayan bir çoğunuz bu kitabı okuduktan sonra ona kutsal kitap muamelesi bile yapacaktır… (deistler lütfen alınmasın.)

kitabın ismi diyorum eyyyyy romalılar!
kitabın ismi, kitabın içi aslında!
hayatımı sorguluyorum diyor, sorguladım!
hayatınızı sorgulayın diyor, sorgulatıyor...
hepsini bu incecik, innnncecik kitapla yapıyor oruç aruoba…

hararetle, hayretle, heyecanla, şiddetle, mutlaka ama mutlaka okumayan herkese tavsiye ediyorum.

bu kitabı okumak da yetmez...

sevdiklerinize, tanıdıklarınıza, akrabalarınıza hediye ederek okutun da...

tanımadığınız, sevmediğiniz, hatta hayatınızın bir yerine küçücük de olsa muhakkak dokunmuş herkesin, ulaşabileceği yerlerde muhafaza ediniz...
devamını gör...

hayatı boyunca sevgiyi arayan insana dönüşecek insandır. her tanıdığından en saf haliyle sevgi bekler ama her seferinde de yıkımla biten ilişkiler içinde bulur kendisini.
devamını gör...

üst edit: normal sözlük kitap edebiyat kulübü ile toplantımızı gerçekleştirdiğimiz ikinci kitap.

victor hugo'nun o meşhur 'sefil' kelimesini ilk kullandığı romanı olduğu söylenmektedir. romantizm akımı'nın çok önemli eserlerinden biridir. romantizm akımından da kısaca bahsedecek olursam, duygu ve düşüncelerin akımıdır. fransız ihtilaliyle gündem bulan hürriyet ve eşitlik kavramları edebiyata da yansımış, bir idam mahkumunun son günü'nde eşitlik, insan hakları, adalet gibi konulara değinilerek ses bulmuştur.

kitap, adına biraz zıt olarak bir idam mahkumunun son gününe giden son 6 haftayı anlatıyor. anlatım o kadar güçlü ki, insan sanki o kişi kendisiymiş gibi ya da o anlara tanıklık ediyormuş gibi hissediyor. sanki o kişinin gölgesi gibisiniz, her olaya, mahkumun her düşüncesine ve hareketine şahit oluyor gibi...

idamın zevkle karşılandığı bir dönemde müthiş bir eleştiri kitabı. halk bu kitabı okumaya hazır olmadığından en başta victor hugo kendi ismiyle yayınlamıyor. zaten kitapta idam cezalarını zevkle izleyen halka değinilmesi sebepsiz değil. çünkü eserin yazıldığı dönemin insanı da tam olarak öyle.

victor hugo'nun haddim olmayarak müthiş zeki biri olduğunu söyleyebilirim. mahkumun isminin, mesleğinin ve en önemlisi suçunun ne olduğunu bilmememiz bunun en büyük kanıtı. victor hugo şunun mesajını veriyor: suçluyu ortadan kaldırmak yerine suçu ortadan kaldırın. suçluyu ortadan kaldırmak suçu ortadan kaldırmıyor.

edebi açıdan tek kelimeyle muazzam. romantizm akımının müthiş bir temsili. fakat elbette victor hugo'yu kitleleri ikna etmeye çalıştığı için eleştirenler de var. öyleyse bugünkü toplantıda canım dostum ve başkanım aziz varvara alekseyevna tarafından yapılan tespiti hemen bırakayım ''victor hugo da olsan insanları memnun edemezsin!''

kitabın en sevdiğim yanını toplantıda da bahsetmiştim fakat burada da bahsedip tanımımı sonlandırayım:

bizler bir hata yaptığımızda kendimizi haklı çıkaracak sebepler bulmaya veya dış etmenleri suçlamaya çalışırız. fakat bir başkasının hatasında o kişiyi sorumlu tutarız. buna sosyal psikolojide self-serving bias yani kendine hizmet eden ön yargı diyoruz. kitabın sevdiğim yönü, hatası için kendisini sorumlu tuttuğumuz kişinin duygu ve düşüncelerine bu denli gerçekçi tanıklık edebilmemizdi. işte bu yüzden edebi açıdan fikrimce mükemmel bir eser diyebilirim.

ve son olarak* kafa sözlük kitap edebiyat kulübü'ne kitap hakkında farklı yönlerden de bakmamı sağladıkları, bilgi dolu yorumları ve aslında insanın ruh halini olumsuz etkileyebilecek bir kitabı bu kadar neşeyle tartışmamızı sağladıkları için teşekkürü borç bilirim.
devamını gör...

çok güzel bir meyvedir ama ülkemizde oldukça pahalıdır.

ayrıca 'pazarda ananasaldırdım' esprisinin de muhattabıdır.
devamını gör...

şu ana kadar aşı ile tarihe gömülmüş bir çok hastalık mevcuttur. ayrıca biontech aşısı şu an tüm lisanslarını almaya da hak kazanmıştır. yani artık öne sürülen gibi deney sıvısı değil tam lisanslı aşıdır. bilime güvenin aşınızı olun.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

isimlerini vermek istemeyen yazarlar keşke isimlerini verselerdi de onlara güzelce ve doyasıya teşekkür edebilseydik diye düşündüren kampanya.
devamını gör...

dozunda ve doğru şekilde kullanılırsa etkilidir.
çeşitli araçlar mevcuttur:
tükenmez kalem, fosforlu kalem,...
kullanılacak kağıda göre daha da çeşitlenebilir.
devamını gör...

aşırı modifiye,yere yakınlık,gürültülü egzoz.
devamını gör...

yutkunma korkusudur.

bu korkuya sahip olan kişilerin yutkunmayı önleyen fiziksel bir sıkıntısı olmadığı halde yutkunmaktan korktukları bilinmektedir.
devamını gör...

sessizce kutlamanız gereken gündür. kimsenin canını yakmayın hassas günler bunlar
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim