babaların kızlarının odalarına destursuz girmemesi
aynı zaman da çocuk eğitiminin bir parçasıdır. 3.5 yaşındaki kızımdan onu da ilgilendiren konularda izin istiyorum ki hem bir birey olduğunun farkına varsın, hem de babasının bile izin istediği konular da başkası izinsiz birşey yapamasın.
devamını gör...
şehrazad sendromu
yaşayan okurlar arasında en çok hayran olduğum ve bu dünya üzerinde yerinde olmak isteyeceğim nadir insanlardan biri olan profesyonel okur alberto manguel’e ait bir teşhis ve tespittir.
alberto manguel’e göre şehrazad sendromu hikaye dinlemeye olan bir tutkuyu anlatmak için kullanılan bir kavram. bu kavrama göre şehrazad sendromundan mustarip olan insanlar okumaktansa dinlemeyi tercih ediyorlar hikayeleri, masalları ve okunabilecek diğer her şeyi.
alberto manguel’e göre bu sendromun çıkış noktası da bizi define adası ile büyülemiş ve dr. jekyll ve mr. hyde ile kafamızı allak bullak etmiş olan büyük yazar, büyük deha robert louis stevenson’dur.
robert louis stevenson dadısının canlandırarak tiyatral bir formda anlattığı hikayelere tutkunmuş çocukken, hatta o kadar büyük bir tutkuya evrilmiş ki bu, bir zaman sonra vazgeçilmez olmuş büyük yazar için dinlemek. hatta o kadar ki robert louis stevenson yedi yaşına o kadar okuma yazma öğrenmemiş.
benim de tanıdığım çok sevimli bir insan var bu sendromla mücadele eden. * ama dinlemenin pasif teslimiyeti ile okumanın aktif saldırganlığı benim için kıyaslanamaz. böyle bir sendromun bana yaklaşması bile söz konusu değildir.
alberto manguel’e göre şehrazad sendromu hikaye dinlemeye olan bir tutkuyu anlatmak için kullanılan bir kavram. bu kavrama göre şehrazad sendromundan mustarip olan insanlar okumaktansa dinlemeyi tercih ediyorlar hikayeleri, masalları ve okunabilecek diğer her şeyi.
alberto manguel’e göre bu sendromun çıkış noktası da bizi define adası ile büyülemiş ve dr. jekyll ve mr. hyde ile kafamızı allak bullak etmiş olan büyük yazar, büyük deha robert louis stevenson’dur.
robert louis stevenson dadısının canlandırarak tiyatral bir formda anlattığı hikayelere tutkunmuş çocukken, hatta o kadar büyük bir tutkuya evrilmiş ki bu, bir zaman sonra vazgeçilmez olmuş büyük yazar için dinlemek. hatta o kadar ki robert louis stevenson yedi yaşına o kadar okuma yazma öğrenmemiş.
benim de tanıdığım çok sevimli bir insan var bu sendromla mücadele eden. * ama dinlemenin pasif teslimiyeti ile okumanın aktif saldırganlığı benim için kıyaslanamaz. böyle bir sendromun bana yaklaşması bile söz konusu değildir.
devamını gör...
hidano
beğenileriyle"ben burdayım."diyen canım yazar. güzel kalbi bize burada güzel yazılar okutmaktadır. yardımsever, fedakar, tatlı kişiliğini derinden hissettiğim kişidir. iyi ki burdasın. güzellikler, tatlı mı tatlı şekerler gönlünü hiç yalnız bırakmasın. geleceğin ruh doktoru, ruhumuza neşe katacağını bildiğimiz, minik yeğeninin teyzesi.
devamını gör...
kimi raikkönen
bu sene son sezonu olduğunu duyurmuş, emekliye ayrılacak f1 efsanesidir..
f1'e renk katan, en farklı karakterde yarış pilotlarından biriydi.. resmen kendine özgüydü, onun gibisi yoktu.. soğuk kanlılığı ve umursamaz tavırları, garip tepkileriyle "ice man" lakabının hakkını kesinlikle veriyordu.. şampiyonluğu ve bir çok başarısına rağmen hırsı pek yoktu, başarıları umursamıyordu, öylesine sürüyordu.. ama bu karakteri ve davranışlarının kendisini itici veya kötü biri yapmıyordu, tam tersi büyük bir hayran kitlesi toplamış, bir çok f1 sever tarafından ilgiyle takip edilmiş sevilmişti..
her zaman hırs yapmanın, disiplinli olmanın, başarılı olmaya çalışmanın, çok çalışmanın yaşamdan, yaşamaktan zevk almayı, yaşamanın tadını çıkarmayı engellediğini düşünüyorum.. adeta bir robot gibi, ruhsuz, tutkularından yoksun, tek derdi "şu virajı 0.01 saniye daha hızlı nasıl dönebiliriz" olan, her günü planlı yaşayan ve yarışlarda da bu planlarını uygulayarak f1 izleyicilerine ruhsuz, doğallıktan uzak, rekabetin olmadığı zevksiz yarışların izletildiği f1 dünyasında kendinden ödün vermeden, içinden geldiği gibi yaşayan, canı ne isterse onu yapan, canı ne isterse onu söyleyen, canı nasıl davranmak istiyorsa öyle davranan birisiydi.. insana insan olduğunu hatırlatan, yarın yaşayıp yaşamayacağımızın belli olmadığı, bu sebeple dünya dertlerini bir kenara bırakıp hayatta ne istiyorsak onu yapmamızı, tutkularımızın peşinden gitmemiz gerektiğini bize kendi yaşamı ile gösteren birisiydi..
insanlar belki de bu yüzden kendisinden daha başarılı bir çok pilot var iken kendisini seviyordu, sempati duyuyordu.. insanların yapmak isteyip de yapamadığı, olmak isteyip de olamadığı kişiydi kimi raikkonen.. buz adam her zaman hatırlanacak, asla unutulmayacak.. sauber'de hissesi varmış duyduğuma göre.. umarım motorsporlarından uzaklaşmaz, gerek arka planda, gerekse direksiyon başında kendisini tekrar görürüz..
son olarak:
kimi raikkonen brezilya'da kayboluyor
monaco'da yarış dışı kalınca yatına gidiyor yatının adı da "one more toy" *
kimi raikkonen çölde yürüyor
enstantaneler özet
bir başka güzel enstantaneler
en sevdiğim:
kimi raikkonen lastik ısıtmıyor
f1'e renk katan, en farklı karakterde yarış pilotlarından biriydi.. resmen kendine özgüydü, onun gibisi yoktu.. soğuk kanlılığı ve umursamaz tavırları, garip tepkileriyle "ice man" lakabının hakkını kesinlikle veriyordu.. şampiyonluğu ve bir çok başarısına rağmen hırsı pek yoktu, başarıları umursamıyordu, öylesine sürüyordu.. ama bu karakteri ve davranışlarının kendisini itici veya kötü biri yapmıyordu, tam tersi büyük bir hayran kitlesi toplamış, bir çok f1 sever tarafından ilgiyle takip edilmiş sevilmişti..
her zaman hırs yapmanın, disiplinli olmanın, başarılı olmaya çalışmanın, çok çalışmanın yaşamdan, yaşamaktan zevk almayı, yaşamanın tadını çıkarmayı engellediğini düşünüyorum.. adeta bir robot gibi, ruhsuz, tutkularından yoksun, tek derdi "şu virajı 0.01 saniye daha hızlı nasıl dönebiliriz" olan, her günü planlı yaşayan ve yarışlarda da bu planlarını uygulayarak f1 izleyicilerine ruhsuz, doğallıktan uzak, rekabetin olmadığı zevksiz yarışların izletildiği f1 dünyasında kendinden ödün vermeden, içinden geldiği gibi yaşayan, canı ne isterse onu yapan, canı ne isterse onu söyleyen, canı nasıl davranmak istiyorsa öyle davranan birisiydi.. insana insan olduğunu hatırlatan, yarın yaşayıp yaşamayacağımızın belli olmadığı, bu sebeple dünya dertlerini bir kenara bırakıp hayatta ne istiyorsak onu yapmamızı, tutkularımızın peşinden gitmemiz gerektiğini bize kendi yaşamı ile gösteren birisiydi..
insanlar belki de bu yüzden kendisinden daha başarılı bir çok pilot var iken kendisini seviyordu, sempati duyuyordu.. insanların yapmak isteyip de yapamadığı, olmak isteyip de olamadığı kişiydi kimi raikkonen.. buz adam her zaman hatırlanacak, asla unutulmayacak.. sauber'de hissesi varmış duyduğuma göre.. umarım motorsporlarından uzaklaşmaz, gerek arka planda, gerekse direksiyon başında kendisini tekrar görürüz..
son olarak:
kimi raikkonen brezilya'da kayboluyor
monaco'da yarış dışı kalınca yatına gidiyor yatının adı da "one more toy" *
kimi raikkonen çölde yürüyor
enstantaneler özet
bir başka güzel enstantaneler
en sevdiğim:
kimi raikkonen lastik ısıtmıyor
devamını gör...
17 şubat 2021 uludağ'da intihar eden doktor
mobbing sebebiyle intihar ettiğini öğrendiğim doktordur. bu haberden daha acı olan ise bu haberi yayınlarken bile "zaten antidepresan kullanıyormuş, psikolojik sorunları varmış" ve beraberinde "lüks arabasıyla" ifadelerinin kullanılmasıdır. bir insanın değeri gerçekten bu kadar mı diye düşündürüyor insana. ülkemizde özellikle pandemi döneminde çok ağır şartlarda çalışan, istifa hakkı bile ellerinden alınan, defalarca fiziksel ve psikolojik şiddete uğrayan, buna rağmen haklarını aradıkça hala haklarında yasa çıkarılmayan, bu da yetmezmiş gibi kendisinden daha yüksekte olan meslektaşları tarafından mobbinge uğrayan bir sağlık çalışanı olsanız dahi böyle durumlarda hakkınız savunulmaz, konuşulmazsınız bile. ancak artık bunlara dayanamayıp intihar ettiğinizde arkanızdan "zaten psikolojik sorunları varmış" diye haber yaparlar, ha bunu yaparken lüks arabanıza gönderme yapmayı da ihmal etmezler. normalde umurlarında olmayacak insanlar gelip arkanızdan "bencil" der, fakat hakkınız yenirken siz bu haklarınızı ararken sizi görmezler bile. sırf mesleğinden ötürü insan yerine konulmazsın. bu mesleği seçtiğin için sanki başına gelecek her türlü olumsuzluğu ve kötülüğü hak ediyormuşsun, katlanmak zorundaymışsın gibi davranılır. hastalarından ayrı, toplumdan ayrı, meslektaşlarından ayrı psikolojik şiddete maruz kalırsın. ama yine de bencil olursun işte. bir sağlıkçı olarak artık böyle haberler görmeye tahammülüm kalmadı, gerçekten çok yazık. böyle haberler çok okuduk, çok da okuyacağız gibi görünüyor. sağlık çalışanlarının sadece sağlık çalışanı olmadığını; iş hayatında ayrı sorumluluklarla ve ağır yüklerle, özel hayatında ayrı sorunlarla uğraştığını ve her şeyden öte bir insan olduklarını unutmamalı. insanları insan olarak görebileceğimiz günlere..
devamını gör...
beyza ile tatlı sert
önce takip edip geri takibi görünce takipten çıkan bir yazar. ne gerek var böyle ergen tavırlara anlam veremedim.3-5 takipçiniz de az oluversin.
devamını gör...
alıklar birliği
bir john kennedy toole kitabıdır.
bu yaşıma kadar yüzlerce kitap okudum ama beni bu kadar etkileyen kitap çok az olmuştur. tek oturuşta okuduğum bu kitabı yıllar içinde birkaç kez daha okudum ve her seferinde aldığım zevkin ve yazara duyduğum hayranlığın katlanarak arttığını görmekle büyük bir mutluluk yaşadım.
john kennedy toole kitabı yayımlatmayı başaramadı. ve girdiği derin bunalım sonucu arabasında intihar etti. annesinin büyük çabaları sonucunda yayımlanan kitap yazarı öldükten sonra pulitzer ödülü kazanan ilk kitap oldu.
romanın başkahramanı alkolik annesinin çabalarına rağmen modern dünyanın her türlü saldırısına göğüs geren ve bu isyanına yandaşlar toplamaya çalışan ilginç bir adamdır.
ıgnatius o’reilly biraz don quixotte, biraz oblomov, bazen holden caufield, bazen de katip bartleby’ye benzer bir adamdır.
tembeldir, oburdur, uyanıktır. dünyaya kafa tutmak konusunda büyük bir isyan içindedir. dünya ile uyuşmayı reddeder. ve bunu da çok eğlenceli bir şekilde yapar. nerde bir dahi varsa alıklar onun etrafında bir birlik oluşturur. ıgnatius’un etrafı kalabalıktır çünkü o heykeli dikilecek adamdır.
bu yaşıma kadar yüzlerce kitap okudum ama beni bu kadar etkileyen kitap çok az olmuştur. tek oturuşta okuduğum bu kitabı yıllar içinde birkaç kez daha okudum ve her seferinde aldığım zevkin ve yazara duyduğum hayranlığın katlanarak arttığını görmekle büyük bir mutluluk yaşadım.
john kennedy toole kitabı yayımlatmayı başaramadı. ve girdiği derin bunalım sonucu arabasında intihar etti. annesinin büyük çabaları sonucunda yayımlanan kitap yazarı öldükten sonra pulitzer ödülü kazanan ilk kitap oldu.
romanın başkahramanı alkolik annesinin çabalarına rağmen modern dünyanın her türlü saldırısına göğüs geren ve bu isyanına yandaşlar toplamaya çalışan ilginç bir adamdır.
ıgnatius o’reilly biraz don quixotte, biraz oblomov, bazen holden caufield, bazen de katip bartleby’ye benzer bir adamdır.
tembeldir, oburdur, uyanıktır. dünyaya kafa tutmak konusunda büyük bir isyan içindedir. dünya ile uyuşmayı reddeder. ve bunu da çok eğlenceli bir şekilde yapar. nerde bir dahi varsa alıklar onun etrafında bir birlik oluşturur. ıgnatius’un etrafı kalabalıktır çünkü o heykeli dikilecek adamdır.
devamını gör...
ilk kez deniz görüldüğünde hissedilenler
lan bu ne kadar su....
devamını gör...
pedlerin siyah poşete koyulması
örümcek beyinli yobazların icat etmiş oldukları hadise. böyle bir yer gördüğünüzde oradan alışveriş falan yapmayın batsın bağnaz yobazlar.
devamını gör...
sad romance
sad romance, ji pyeong kwon adlı sanatçının drama sonatina albümünün nadide eseridir.
keman ile çalınan ve çok derin duygulara sevk eden hüzünlü bir tınısı vardır.
hiçbir klasik müzik birbiriyle kıyaslanamaz. çünkü onları klasik yapan da, her birinin farklı notaları ve içerdikleri anlamlardır. klasik müzik, insanın stresini hafifletirken bir yandan da yaratıcılığını arttırır, ilham kaynağı olur ve duyguları aktifleştirir. her bir duyguyu bağımsız olarak hissetmemizi sağlarken bir yandan da bu duyguların karışımıyla hissizlik de oluşabilir. birçok duyguyu aynı anda hissetmemiz bizi garip bir durumun içine sokabilir. bu yüzden başka şeylerde olduğu gibi müziği de ölçülü bir şekilde dinlemek insan ruhu için daha faydalı olacaktır.
bu müziğin içinde sanki her duygu birbiriyle dans ediyor ve yaşamlarının amaçlarını unutmuş gibiler. aynı bizler gibi. belki de her duygu, ruhumuzun tatması ve yaşaması için gereklidir. çünkü bir duygu olmadığı zaman, domino etkisiyle diğer duygulara da yansıyarak anlamsızlaşır. böylece insan giderek hissizleşir ki; hissizlik, bomboş bir uzayda süzülüp giden bir toz bulutu gibidir.
klasik müziğin yeri ben de çok ayrıdır. hatta her gün saatlerce dinliyorum desem şaşırmayın lütfen. :)
müziği dinlemeniz için bırakıyorum.
https://youtu.be/ja7jajne8a0
keman ile çalınan ve çok derin duygulara sevk eden hüzünlü bir tınısı vardır.
hiçbir klasik müzik birbiriyle kıyaslanamaz. çünkü onları klasik yapan da, her birinin farklı notaları ve içerdikleri anlamlardır. klasik müzik, insanın stresini hafifletirken bir yandan da yaratıcılığını arttırır, ilham kaynağı olur ve duyguları aktifleştirir. her bir duyguyu bağımsız olarak hissetmemizi sağlarken bir yandan da bu duyguların karışımıyla hissizlik de oluşabilir. birçok duyguyu aynı anda hissetmemiz bizi garip bir durumun içine sokabilir. bu yüzden başka şeylerde olduğu gibi müziği de ölçülü bir şekilde dinlemek insan ruhu için daha faydalı olacaktır.
bu müziğin içinde sanki her duygu birbiriyle dans ediyor ve yaşamlarının amaçlarını unutmuş gibiler. aynı bizler gibi. belki de her duygu, ruhumuzun tatması ve yaşaması için gereklidir. çünkü bir duygu olmadığı zaman, domino etkisiyle diğer duygulara da yansıyarak anlamsızlaşır. böylece insan giderek hissizleşir ki; hissizlik, bomboş bir uzayda süzülüp giden bir toz bulutu gibidir.
klasik müziğin yeri ben de çok ayrıdır. hatta her gün saatlerce dinliyorum desem şaşırmayın lütfen. :)
müziği dinlemeniz için bırakıyorum.
https://youtu.be/ja7jajne8a0
devamını gör...
normal sözlük'ün ekşi sözlük’ten farkı
az ve öz yazarlardan oluşuyor olması.
devamını gör...
lev nikolayeviç tolstoy
hayat hikayesini dinlemek için; dinle-izle
lev tolstoy’un adını duyduğunuz zaman aklınıza iki müthiş eseri gelir.
savaş ve barış – anna karenina
“tanrı’nın ülkesi içinizdedir. tanrı, aşk demektir.”
yaşantısıyla ilgili bu çağrısını hayatı boyunca herkese duyurmaya çalıştı.
rus edebiyatının temel taşları dostoyevski, maksim gorki, anton çehov ve turgenyev’den farklı küçük bir yanı vardı tolstoy’un. o küçük yan, rusya’nın yetiştirdiği en büyük yazarı olmasıdır.
28 ağustos 1828 yılında doğan tolstoy ailesine ait büyük topraklarda zengin bir birey olarak dünyaya geldi. öyle ki atalarından biri çar petro, yeğenlerinden biri şair ve oyun yazarı kont ve dedesi prens volkonski büyük katerina ordularının başkomutanı idi.
sosyal durumu ve sahip olduğu zenginlikler bakımından hayatının sonuna kadar refah içinde yaşayacağı belliydi. emri altında çalışan yüzlerce insanın yaşamı ve ölümü iki dudağının arasındaydı. isteseydi rus sosyetesinin içinde gününü gün edebilecek varlıklı bir adamdı. ama öyle yapmadı.
daha altı yaşına varamadan annesini dokuz yaşına geldiğinde de babasını kaybetti.
iyi kalpli tatyana teyzesinin hem kendisine hem de kardeşlerine bakmasıyla bu merhametli kadından çok şey öğrendi.
ilk gençlik çağından beri hem gerçeklerin peşinden koştu hem de hayatın güzel yanlarını ve çılgın zevklerini aramaya koyuldu.
dünyaya soylu bir aristokrat olarak geldiği halde hiçbir zaman bundan övünme payı çıkarmamış, tersine “yüzüm bir köylünün yüzünden farksız” demiştir.
tolstoy gençliğinde itibaren ne kadar çirkin olduğunun farkına varmaya başladı. bir seferinde şunu sormuştu ; “benimkiler gibi böylesine koca burunlu bu kadar kalın dudaklı böyle çipil ve küçük gözlü bir adamın dünyada mutluluğu bulması hiç mümkün müdür ?”
soru cevapsız kaldı.
çirkinliğini örtbas etmek için de daha sakalı çenesinden çıkar çıkmaz yüzünü mümkün olduğu kadar sakalıyla kapatmaya çalıştı.
eserlerinde yakaladığı başarı önce rusya sonra da bütün avrupa’ya yayıldı. çok defa onu görmek için uzak yerlerden geliyorlar sofada üstadı bekliyorlar ve içeriye iri yarı, heybetli görünüşlü, kocaman papaz sakallı bir devin, bir dâhinin gelmesini bekliyorlardı. fakat tolstoy içeriye girdiğinde herkes şaşıp kalıyordu. ziyaretçilerden birisi şunu karalamıştı; “kısa boylu, tıknaz bir adam: öyle çabuk hareketleri var ki sanki sakalı titriyor, yürümüyor, sanki koşuyor. “hoş geldiniz” derken o kadar neşeli ki insan karşısında bir çocuk var sanıyor”
ziyaretçiler, karşısındaki büyük ünü hayranlık ve hayal kırıklığı gibi karışık duygularla seyrederken birden yazarın kalın kaşlarının altındaki çipil gözleri çakmak çakmak yanıp tutuşur, delici bakışları misafirlerin üzerine dikilirdi. bunlar bıçak kadar keskin bakışlardı. hiç kimse gözlerini başka yöne kaçıramaz büyülenmiş gibi savunmaya çekilirdi. fakat bu durum sadece kısa bir an sürerdi ve bakışlar yerini yumuşak nazik bir gülümsemeye dönerdi. çünkü köylülerden onu ayıran en büyük özelliği gözleriydi. bütün duygularını gözleriyle anlatabiliyordu.
öyle bir göz ki bu büyük yazar maksim gorki “tolstoy’un gözlerinde yüzlerce göz gizlidir.” demiştir.
kazan üniversitesinde kendi sosyal sınıfından gençlerle çılgınca eylemlere girişmiş, yeni fizik denemeleri yapmıştır.
başkente gittikten sonra vaktini anlamsız ve hiçbir yararlı yönü olmayan sosyal çalışmalarla geçirmişti. kumara ve kadınların peşinden koşmaya vakit harcadığı sıralarda bu anlamsızlığı fark ettiğini ve yeteneklerini boşa tükettiğini hissediyordu. böyle bir durumda hemen elini eteğini çekmeye karar verdi.
topluma yararlı çalışmalar yapmak için ciddi bir iş programı hazırladı. fakat varlıklı olmasından dolayı vur patlasın çal oynasın yaşantısı yakasını bir türlü tam olarak bırakmadı.
tüm bunlara rağmen tolstoy ahlak yönünden kusursuz kalmayı arzuladı.
tolstoy üniversite’nin bitmesine yakın ilk ciddi kararını vermesi gerekiyordu. 1851’de babasından kalan toprakların yönetimi için yasnaya polyana’ya ailesi tarafından çağırıldı. çok kararsız kalan tolstoy ya gidip yönetimi devralacaktı ya da devlet memurluğu yapacaktı. hiç beklenmedik bir anda her ikisini de yapmayıp asker kardeşinin yanına katılıp tatar kabilelerinin isyanını bastırmak amacıyla kafkasya’ya gitti. gönüllü olarak askerlerin dağ köyüne yaptığı baskınlara katıldı.
yazarlık hayatındaki ilk ciddi adımlarsa burada başladı. sefer sırasında edindiği tecrübelerden yararlanarak “baskın” adlı kitabını yazdı.
bu kitap yazarın ilk denemesi değildi. st petersburg’da yayınlanan bir dergide “çocukluk” adında otobiyografik bir oyun yazmıştı. orduya katıldıktan bir süre sonra ise ilk romanı “kazaklar” kitabını yazmaya başladı.
“kazaklar” kitabı 1863 yılına kadar yayınlanmıştı ama onun öncesin sivastopol kuşatması üzerine yazdığı izlenimler olan “sivastopol hikayeleri” ününü pekiştiren çalışma oldu.
öyle ki turgenyev “bu genç yazar hepimizi gölgede bırakacak. en iyisi yazmaktan vazgeçmek” demişti.
tolstoy asker olarak hiç mutlu değildi, edindiği tecrübelerden sonra savaştan nefret etmeye başladı. yaşadığı dehşetli olaylar insan gururunun nasıl ayaklar altına aldığını göstermişti. hem sosyete içinde bulunup hem de savaşta yaşadığı olaylardan sonra hayatın anlamı üzerine düşünmeye koyuldu.
26 yaşında günlüğüne şunları yazdı; “insanı şaşkına çevirecek büyük bir fikrim var… insanoğlunun gelişmesine uygun yeni bir din kurmak. hazreti isa’nın dini… pratik bir din, gelecek için mutluluk vaat etmiyor, sadece bu dünya üzerinde mutluluğu sağlıyor… din aracılığıyla insanoğlunun birlik olması için bilinçli bir şekilde çalışmak…”
bu hedefe ulaşmak amacıyla usanmadan çalışmaya başlaması neredeyse çeyrek asır bekledi. fakat düşünce ile uygulamayı birbirinden ayıran çeyrek yüzyıl süresince hep bu hedefe ermek için uğraşıp didinmiştir.
ordudaki görevinden ayrıldıktan sonra günlüğüne yazdığı o fikirlerin tersine eğlenceli hayatına dönmüştü. fakat ahlak tutumu yüzünden yüzü asık ve huzursuzdu.
1858 yılında yasnaya polyana’ya döndü ve babasından kalan topraklarıyla ilgilenmeye başladı. artık köylülerin efendisi gibi yaşıyordu ve yaşadığı köydeki insanların hayatlarını inceledi.
iki yıl sonra bir avrupa turuna çıktı ve eğitim metotları üzerine incelemeler yaptı. döndüğünde devrimci metotları uygulayan bir okul açtı. derslere katılmak zorunlu değildi, çocuklar istedikleri yere oturabilir, dersleri ister izler istemezse izlemezlerdi. bu da çok uzun soluklu olmadı tabi, sağlık sorunları sebebiyle bir yıl sonra bu denemesinden vazgeçti.
tedavi gördüğü zaman polisler evini didik didik etmiş devrimci belgeler aramışlardı. fakat bulamadılar çünkü hiçbir zaman böyle belgeler tutmadılar. çizgi dışındaki eylemlerinden dolayı resmi makamlarla her zaman ters düşüyordu. soylu aileden gelmesi ve artık ünlü bir yazar olmasından dolayı bu tip polis takiplerinden kurtulması kolay oluyordu.
kendini tamamen topraklarına adadığı 1862-1876 dönemi en mutlu olduğu dönemdir. 1862 yılında eski aile dostunun kızı sofia behrs ile evlendi. en mutlu olduğu bu dönemde “savaş ve barış” ı yazmaya başladı. dünyaca ünlü bu romanın malzemesi ise hem kendi ailesi hem de annesinin ailesi olan volkonski’lerin arşivinden yararlandı. tolstoy bu romanıyla büyük bir deha olduğunu tüm dünyaya kanıtlamıştı.
1873 yılında ise ikinci en büyük eseri “anna karenina” yı yazmaya başladı. bu dönem onun için en zorlu bir dönemeçti. ona bakan teyzesi tatyana öldü, karısı hastalandı ve iki çocuğunu kaybetti. ayrıca resmi makamlar eğitimle ilgili çalışmalarını kösteklemekteydi. bütün bu olanlara karşın tolstoy, shakespeare dışında hiçbir yazarın ulaşamadığı biçimde insan karakterini çözümleyen “anna karenina” kitabını büyük bir ustalıkla yazdı.
ruhsal bunalımların baş gösterdiği 1876-1879 yıllarında intihar etmesine ramak kaldı ve canına kıymak isteğine bilinçli olarak karşı çıkabildi. bu eğilimden kurtulmasının en büyük nedeni ise 26 yaşında insanları kurtarmak için aklına gelen büyük fikrin etkisi vardır. bu fikri uygulamaya kararlıydı.
o andan itibaren tolstoy “insanların din aracılığıyla birlik olması” uğrunda çaba gösterdi. eserlerinin tamamı artık bu fikre hizmet etmeye başladı. basit bir köylü gibi yaşamak için hayatındaki her şeyi sadeleştirdi.
hayatının son döneminde evini, emlakini bırakıp köylüler arasına karışmak hayalini gerçekleştirmek için çabaladı. bu sebeptendir ki karısıyla olan büyük aşkı zarar görmeye başladı. karısından uzaklaşıp yeni hayatına adım attığı trende rahatsızlandı. bir hafta sonra 82 yaşında yaşama gözlerini yumdu.
lev tolstoy’un adını duyduğunuz zaman aklınıza iki müthiş eseri gelir.
savaş ve barış – anna karenina
“tanrı’nın ülkesi içinizdedir. tanrı, aşk demektir.”
yaşantısıyla ilgili bu çağrısını hayatı boyunca herkese duyurmaya çalıştı.
rus edebiyatının temel taşları dostoyevski, maksim gorki, anton çehov ve turgenyev’den farklı küçük bir yanı vardı tolstoy’un. o küçük yan, rusya’nın yetiştirdiği en büyük yazarı olmasıdır.
28 ağustos 1828 yılında doğan tolstoy ailesine ait büyük topraklarda zengin bir birey olarak dünyaya geldi. öyle ki atalarından biri çar petro, yeğenlerinden biri şair ve oyun yazarı kont ve dedesi prens volkonski büyük katerina ordularının başkomutanı idi.
sosyal durumu ve sahip olduğu zenginlikler bakımından hayatının sonuna kadar refah içinde yaşayacağı belliydi. emri altında çalışan yüzlerce insanın yaşamı ve ölümü iki dudağının arasındaydı. isteseydi rus sosyetesinin içinde gününü gün edebilecek varlıklı bir adamdı. ama öyle yapmadı.
daha altı yaşına varamadan annesini dokuz yaşına geldiğinde de babasını kaybetti.
iyi kalpli tatyana teyzesinin hem kendisine hem de kardeşlerine bakmasıyla bu merhametli kadından çok şey öğrendi.
ilk gençlik çağından beri hem gerçeklerin peşinden koştu hem de hayatın güzel yanlarını ve çılgın zevklerini aramaya koyuldu.
dünyaya soylu bir aristokrat olarak geldiği halde hiçbir zaman bundan övünme payı çıkarmamış, tersine “yüzüm bir köylünün yüzünden farksız” demiştir.
tolstoy gençliğinde itibaren ne kadar çirkin olduğunun farkına varmaya başladı. bir seferinde şunu sormuştu ; “benimkiler gibi böylesine koca burunlu bu kadar kalın dudaklı böyle çipil ve küçük gözlü bir adamın dünyada mutluluğu bulması hiç mümkün müdür ?”
soru cevapsız kaldı.
çirkinliğini örtbas etmek için de daha sakalı çenesinden çıkar çıkmaz yüzünü mümkün olduğu kadar sakalıyla kapatmaya çalıştı.
eserlerinde yakaladığı başarı önce rusya sonra da bütün avrupa’ya yayıldı. çok defa onu görmek için uzak yerlerden geliyorlar sofada üstadı bekliyorlar ve içeriye iri yarı, heybetli görünüşlü, kocaman papaz sakallı bir devin, bir dâhinin gelmesini bekliyorlardı. fakat tolstoy içeriye girdiğinde herkes şaşıp kalıyordu. ziyaretçilerden birisi şunu karalamıştı; “kısa boylu, tıknaz bir adam: öyle çabuk hareketleri var ki sanki sakalı titriyor, yürümüyor, sanki koşuyor. “hoş geldiniz” derken o kadar neşeli ki insan karşısında bir çocuk var sanıyor”
ziyaretçiler, karşısındaki büyük ünü hayranlık ve hayal kırıklığı gibi karışık duygularla seyrederken birden yazarın kalın kaşlarının altındaki çipil gözleri çakmak çakmak yanıp tutuşur, delici bakışları misafirlerin üzerine dikilirdi. bunlar bıçak kadar keskin bakışlardı. hiç kimse gözlerini başka yöne kaçıramaz büyülenmiş gibi savunmaya çekilirdi. fakat bu durum sadece kısa bir an sürerdi ve bakışlar yerini yumuşak nazik bir gülümsemeye dönerdi. çünkü köylülerden onu ayıran en büyük özelliği gözleriydi. bütün duygularını gözleriyle anlatabiliyordu.
öyle bir göz ki bu büyük yazar maksim gorki “tolstoy’un gözlerinde yüzlerce göz gizlidir.” demiştir.
kazan üniversitesinde kendi sosyal sınıfından gençlerle çılgınca eylemlere girişmiş, yeni fizik denemeleri yapmıştır.
başkente gittikten sonra vaktini anlamsız ve hiçbir yararlı yönü olmayan sosyal çalışmalarla geçirmişti. kumara ve kadınların peşinden koşmaya vakit harcadığı sıralarda bu anlamsızlığı fark ettiğini ve yeteneklerini boşa tükettiğini hissediyordu. böyle bir durumda hemen elini eteğini çekmeye karar verdi.
topluma yararlı çalışmalar yapmak için ciddi bir iş programı hazırladı. fakat varlıklı olmasından dolayı vur patlasın çal oynasın yaşantısı yakasını bir türlü tam olarak bırakmadı.
tüm bunlara rağmen tolstoy ahlak yönünden kusursuz kalmayı arzuladı.
tolstoy üniversite’nin bitmesine yakın ilk ciddi kararını vermesi gerekiyordu. 1851’de babasından kalan toprakların yönetimi için yasnaya polyana’ya ailesi tarafından çağırıldı. çok kararsız kalan tolstoy ya gidip yönetimi devralacaktı ya da devlet memurluğu yapacaktı. hiç beklenmedik bir anda her ikisini de yapmayıp asker kardeşinin yanına katılıp tatar kabilelerinin isyanını bastırmak amacıyla kafkasya’ya gitti. gönüllü olarak askerlerin dağ köyüne yaptığı baskınlara katıldı.
yazarlık hayatındaki ilk ciddi adımlarsa burada başladı. sefer sırasında edindiği tecrübelerden yararlanarak “baskın” adlı kitabını yazdı.
bu kitap yazarın ilk denemesi değildi. st petersburg’da yayınlanan bir dergide “çocukluk” adında otobiyografik bir oyun yazmıştı. orduya katıldıktan bir süre sonra ise ilk romanı “kazaklar” kitabını yazmaya başladı.
“kazaklar” kitabı 1863 yılına kadar yayınlanmıştı ama onun öncesin sivastopol kuşatması üzerine yazdığı izlenimler olan “sivastopol hikayeleri” ününü pekiştiren çalışma oldu.
öyle ki turgenyev “bu genç yazar hepimizi gölgede bırakacak. en iyisi yazmaktan vazgeçmek” demişti.
tolstoy asker olarak hiç mutlu değildi, edindiği tecrübelerden sonra savaştan nefret etmeye başladı. yaşadığı dehşetli olaylar insan gururunun nasıl ayaklar altına aldığını göstermişti. hem sosyete içinde bulunup hem de savaşta yaşadığı olaylardan sonra hayatın anlamı üzerine düşünmeye koyuldu.
26 yaşında günlüğüne şunları yazdı; “insanı şaşkına çevirecek büyük bir fikrim var… insanoğlunun gelişmesine uygun yeni bir din kurmak. hazreti isa’nın dini… pratik bir din, gelecek için mutluluk vaat etmiyor, sadece bu dünya üzerinde mutluluğu sağlıyor… din aracılığıyla insanoğlunun birlik olması için bilinçli bir şekilde çalışmak…”
bu hedefe ulaşmak amacıyla usanmadan çalışmaya başlaması neredeyse çeyrek asır bekledi. fakat düşünce ile uygulamayı birbirinden ayıran çeyrek yüzyıl süresince hep bu hedefe ermek için uğraşıp didinmiştir.
ordudaki görevinden ayrıldıktan sonra günlüğüne yazdığı o fikirlerin tersine eğlenceli hayatına dönmüştü. fakat ahlak tutumu yüzünden yüzü asık ve huzursuzdu.
1858 yılında yasnaya polyana’ya döndü ve babasından kalan topraklarıyla ilgilenmeye başladı. artık köylülerin efendisi gibi yaşıyordu ve yaşadığı köydeki insanların hayatlarını inceledi.
iki yıl sonra bir avrupa turuna çıktı ve eğitim metotları üzerine incelemeler yaptı. döndüğünde devrimci metotları uygulayan bir okul açtı. derslere katılmak zorunlu değildi, çocuklar istedikleri yere oturabilir, dersleri ister izler istemezse izlemezlerdi. bu da çok uzun soluklu olmadı tabi, sağlık sorunları sebebiyle bir yıl sonra bu denemesinden vazgeçti.
tedavi gördüğü zaman polisler evini didik didik etmiş devrimci belgeler aramışlardı. fakat bulamadılar çünkü hiçbir zaman böyle belgeler tutmadılar. çizgi dışındaki eylemlerinden dolayı resmi makamlarla her zaman ters düşüyordu. soylu aileden gelmesi ve artık ünlü bir yazar olmasından dolayı bu tip polis takiplerinden kurtulması kolay oluyordu.
kendini tamamen topraklarına adadığı 1862-1876 dönemi en mutlu olduğu dönemdir. 1862 yılında eski aile dostunun kızı sofia behrs ile evlendi. en mutlu olduğu bu dönemde “savaş ve barış” ı yazmaya başladı. dünyaca ünlü bu romanın malzemesi ise hem kendi ailesi hem de annesinin ailesi olan volkonski’lerin arşivinden yararlandı. tolstoy bu romanıyla büyük bir deha olduğunu tüm dünyaya kanıtlamıştı.
1873 yılında ise ikinci en büyük eseri “anna karenina” yı yazmaya başladı. bu dönem onun için en zorlu bir dönemeçti. ona bakan teyzesi tatyana öldü, karısı hastalandı ve iki çocuğunu kaybetti. ayrıca resmi makamlar eğitimle ilgili çalışmalarını kösteklemekteydi. bütün bu olanlara karşın tolstoy, shakespeare dışında hiçbir yazarın ulaşamadığı biçimde insan karakterini çözümleyen “anna karenina” kitabını büyük bir ustalıkla yazdı.
ruhsal bunalımların baş gösterdiği 1876-1879 yıllarında intihar etmesine ramak kaldı ve canına kıymak isteğine bilinçli olarak karşı çıkabildi. bu eğilimden kurtulmasının en büyük nedeni ise 26 yaşında insanları kurtarmak için aklına gelen büyük fikrin etkisi vardır. bu fikri uygulamaya kararlıydı.
o andan itibaren tolstoy “insanların din aracılığıyla birlik olması” uğrunda çaba gösterdi. eserlerinin tamamı artık bu fikre hizmet etmeye başladı. basit bir köylü gibi yaşamak için hayatındaki her şeyi sadeleştirdi.
hayatının son döneminde evini, emlakini bırakıp köylüler arasına karışmak hayalini gerçekleştirmek için çabaladı. bu sebeptendir ki karısıyla olan büyük aşkı zarar görmeye başladı. karısından uzaklaşıp yeni hayatına adım attığı trende rahatsızlandı. bir hafta sonra 82 yaşında yaşama gözlerini yumdu.
devamını gör...
abdulseyidbincabbar
yahu tamam sözlükte troll olsun olmasın demiyoruz, hobi olarak yine olsun. ama artık kaliteyi abaza ergen seviyesine düşürdüler. cinsel, leş başlıklar ve tanımlar aldı gitti. sözlük modlarıyla iyi anlaşmama rağmen, elli kere söyledim size banlayın artık şu adamları diye. neden kimse bunun üzerine düşmüyor anlamıyorum artık ?
devamını gör...
türbanlı hakime güvenir misiniz sorunu
bkz: #1761042aynı eşit muameleyi baş örtüsü olmayınca göreceğinin garantisini kim veriyor? garantör kim? kefil misiniz? vicdan adalet hak hukuk bunlar giyime kuşama dine inanca bağlı şeyler değildir. yıl olmuş 2022 tartışılan mevzuya bak. muasır medeniyetler seviyesinde maşallah. devammmm
devamını gör...
yazar nicklerinden cümle kurmak
cenk'in arka bahçesi'nde oturuyoruz bir gece. lilium kokusu sarmış dört bir yanımızı. keyifsiz bu akşam biraz. hüzün candır diyor durduk yere. güneş doğacak yeniden merak etme diyorum ona. hepböylebiter değil mi geceler diyor. bir bilge buyucu bile olsam doğru yanıtı veremeyeceğimi söylüyorum. ama bak sokak lambasi aydınlatıyor bahçemizi, umut her zaman var diye ekliyorum. bengaripsengüzeldünyaumutlu yani öyle mi diyor. haklıyım ama mutlu değilim ben de, boş ver diyorum.
devamını gör...




