yazarların göz renkleri
mor.
devamını gör...
salmonella
bazı basın yayın organlarında virüs olarak belirtilse de virüs değil bakteridir. gıda ile beraber yutulursa minimum 6 saat, maksimum 4 gün içinde perişan eder. kaba tabir ile alttan üstten, yani ishal, karın krampları, ateş ile kendini gösterir.
devamını gör...
dünyanın en samimiyetsiz cümlesi
(bkz: ay hadi inşallah)
devamını gör...
tanımların arasındaki çizgilerin yok olması
her ani güncellemede, telefon mu bozuldu yoksa bozuk olan gözüm artık miyadını mı doldurdu diye beni korkutan sözlüğün, an itibariyle gelen özelliği. dur bakim biraz gezineyim, gözüm alışsın.
devamını gör...
how get away with murder
6 sezonluk amerikan yapımı bir dizi. aksiyon, suç severler ekran başına. hukuk, avukatlar, savcılar, mahkemelerin sahnede olduğu suit'ten sonra başarılı bulduğum bir dizi. kimin eli kimin boynunda türünden ters köşe bolluğu yaşatıyor. başrolde başarılı ve alfa bir avukat kadın yer alıyor. aynı zamanda hukuk dersi veriyor. mezun verene kadar yanına asistan aldığı 5 öğrenci var, eskileri mezun edince yeni dönem tekrar seçiyor ve olaylar böyle başlıyor. diziden çıkarmanız gereken anlam, katile yardım etmeyin falan(!) herhalde? öyle derin anlamlar içermiyor, mısırını patlatıp koltuğa yayıla yayıla izlemelik, arada başını koyup kestirmelik bir seri işte.
oliver ve conner'ı asla yakıştıramadım, conner'ı bencil sanıyordum ama oliver tam pick me boy çıktı. asistanlar arasından sevdiğim tek karakter conner'dır. geri kalan sümüksüklerin ağlayıp zırlamalarından sıkılıp çoğunlukla atlayarak izledim. annalise'in kocasının eski eşinden olan oğlunun adını hatırlayamadım, ama o da tam anlamıyla sinir katsayımı arttıran bir tipti. bu hikayede mutlu olmayı hak eden 4 kişi vardır, annalise, conner ve bonnie. hiçbir sahnede ağlamadım sanırım ama bonnie ve sevgilisinin beraber ölüşü mahvetmişti beni. tam kavuştular derken her şey mahvoldu, gördüğüm en dokunaklı ölümdü.
oliver ve conner'ı asla yakıştıramadım, conner'ı bencil sanıyordum ama oliver tam pick me boy çıktı. asistanlar arasından sevdiğim tek karakter conner'dır. geri kalan sümüksüklerin ağlayıp zırlamalarından sıkılıp çoğunlukla atlayarak izledim. annalise'in kocasının eski eşinden olan oğlunun adını hatırlayamadım, ama o da tam anlamıyla sinir katsayımı arttıran bir tipti. bu hikayede mutlu olmayı hak eden 4 kişi vardır, annalise, conner ve bonnie. hiçbir sahnede ağlamadım sanırım ama bonnie ve sevgilisinin beraber ölüşü mahvetmişti beni. tam kavuştular derken her şey mahvoldu, gördüğüm en dokunaklı ölümdü.
devamını gör...
ruşendil-i beşer
sıcacık tanımları olan, sevdiğim-beğendiğim bir yazardır.
bazı insanlar vardır o kadar samimidirler ki insan onları farkında olmadan ihmal eder, onu alınmaz sanır. aslında o yakınlıktandır. ben de yazarımı öyle sanmış olabilirim.
yoksa bu nick altı bu kadar geçe kalmazdı.
bilmem anlatabildim mi?
bazı insanlar vardır o kadar samimidirler ki insan onları farkında olmadan ihmal eder, onu alınmaz sanır. aslında o yakınlıktandır. ben de yazarımı öyle sanmış olabilirim.
yoksa bu nick altı bu kadar geçe kalmazdı.
bilmem anlatabildim mi?
devamını gör...
saç uzatan erkeklere tavsiyeler
akraba ziyaretine gitmemek olabilir. gittiğiniz takdirde kız yerine koyulup, esprilere konu olmanız an meselesidir.
devamını gör...
insanı en sakin anında bile sinir eden şeyler
hadsizlik.
devamını gör...
güne bir söz bırak
elini kalbine götürdü:
"burası var ya" dedi
"taşa, toprağa gerek kalmadan insanın gömüldüğü tek yer..."
~neşet ertaş
"burası var ya" dedi
"taşa, toprağa gerek kalmadan insanın gömüldüğü tek yer..."
~neşet ertaş
devamını gör...
renkli mahlasın çok pahalı olduğu gerçeği
sadece bir ay kullanmak için o kadar puan vermem. taso toplar gibi rozet toplarım daha keyifli. 14 rozetim var. miss...
devamını gör...
geceye ingilizce bir söz bırak
“trust, like the soul, never returns once it is gone”
(güven, ruh gibidir! çıktığı yere tekrar dönmez.)
(güven, ruh gibidir! çıktığı yere tekrar dönmez.)
devamını gör...
kara toprak
benim sadık yarim kara topraktır.
devamını gör...
balta
mavi sakal'ın kan kokusu albümünde yer alan sevdiğim şarkılardan birisidir. zaten albümü edinme hikayemi ve bu şarkılarla nasıl tanıştığımı ''başladım yürümeye'' başlığında yazmıştım ama biraz önce yine baltayı dinlerken buldum kendimi. eh yazmazsak olmazdı. albümün'ün ikinci sıradaki parçasıdır ve girişine bayılırım. sonra gelen dinginlik hissi de cabası. tabi erken yaşlarda dinlenen bir parça olması ve albümün bende hikayesinin olması bu şarkıların değerini benim indimde arttırır. şarkının sözleriyse, soruların ve cevapların peşinden koşmak açısından ve sorgulama sürecine etkisi sebebiyle önem arz eder.
misal;
''bu günlerde bir şeyler kafamı kurcalıyor
meclisler biz kara koyunları düşünür mü?''
tam da bu soruların zihninizi kurcalamaya başladığı dönemlerde, soruyu müzikal anlamda sürekli kafanıza çivi gibi çakması vesilesiyle cevabın peşine düşüp daha sık okumamıza sebep olmuştur.
bu günlerde bir şeyler kafamı kurcalıyor
vatan kurtaranlar, arkamızdan ne söylerler?
takiben ikinci can alıcı soru gelir ve size bunları düşünürken üzerinize düşen sorumluluğu hatırlatır.
bu baltaya oooo sakın sakın
bu baltaya oooo sakın sakın sap olma
ve can alıcı mesajlardan biri de buradadır. müesses nizamın, sistemin sapı olmamanız konusunda kendince öğüt verir. tabi siz kara koyunları, size vakti zamanında güzel bir ülke bırakan adamları/kadınları düşünürken, içinde bulunduğunuz ortamın saplarına kafayı takarsınız. ülkeyi bu noktaya taşıyanlar, işte o baltaya sap olanlardır. koca çınarı, sapı oldukları baltanın kesmesine destek olurlar. o sebeple de bu baltaya sap olmamak en doğru tercihtir. çınarınıza sahip çıkın!
şarkıyı şöyle bırakalım;
tabi sonrasında balta deyince aklıma bir de aşık ihsani gelir. onun türküsünü de çok severim. demek ki şarkı isimlerinde balta adının geçmesi bende olumlu etki doğuruyor. *
onu da şöyle bırakalım;
misal;
''bu günlerde bir şeyler kafamı kurcalıyor
meclisler biz kara koyunları düşünür mü?''
tam da bu soruların zihninizi kurcalamaya başladığı dönemlerde, soruyu müzikal anlamda sürekli kafanıza çivi gibi çakması vesilesiyle cevabın peşine düşüp daha sık okumamıza sebep olmuştur.
bu günlerde bir şeyler kafamı kurcalıyor
vatan kurtaranlar, arkamızdan ne söylerler?
takiben ikinci can alıcı soru gelir ve size bunları düşünürken üzerinize düşen sorumluluğu hatırlatır.
bu baltaya oooo sakın sakın
bu baltaya oooo sakın sakın sap olma
ve can alıcı mesajlardan biri de buradadır. müesses nizamın, sistemin sapı olmamanız konusunda kendince öğüt verir. tabi siz kara koyunları, size vakti zamanında güzel bir ülke bırakan adamları/kadınları düşünürken, içinde bulunduğunuz ortamın saplarına kafayı takarsınız. ülkeyi bu noktaya taşıyanlar, işte o baltaya sap olanlardır. koca çınarı, sapı oldukları baltanın kesmesine destek olurlar. o sebeple de bu baltaya sap olmamak en doğru tercihtir. çınarınıza sahip çıkın!
şarkıyı şöyle bırakalım;
tabi sonrasında balta deyince aklıma bir de aşık ihsani gelir. onun türküsünü de çok severim. demek ki şarkı isimlerinde balta adının geçmesi bende olumlu etki doğuruyor. *
onu da şöyle bırakalım;
devamını gör...
gece girilen tanımı sabah silmek
tek ben miyim bunu yapan? gece çenem düşer benim (sebebi beni ilgilendirir). sabah bi bakarım ulan ben ne yazmışım inşallah kimse görmemiştir diye silerim. oysa ne gerek var. düşünmüş de yazmışım. hoşuna gitmeyen başını duvara vrusun.
devamını gör...
aşka inanmamak
henüz ne olduğunu anlamadığım kavramdır aşk. o yüzden inanmıyorum belki birgün biri inandırır.
devamını gör...
zevkler ve renkler tartışılmaz sözünün anlamı
bize uymayan bir söz.
bir birey düşünün ki , a'dan z'ye tüm hayatıyla, tüm varlığıyla ilgili kararları başkası veriyor .
doğumdan itibaren başlayıp ölüp gömülene dek devam eden bir süreç bu .
tartışılmayan, sana özgü birşey kalmıyor ki geriye ...
bir birey düşünün ki , a'dan z'ye tüm hayatıyla, tüm varlığıyla ilgili kararları başkası veriyor .
doğumdan itibaren başlayıp ölüp gömülene dek devam eden bir süreç bu .
tartışılmayan, sana özgü birşey kalmıyor ki geriye ...
devamını gör...
kilosundan utanmadan manita yapmaya çalışan şişman kişi
yıl 2017'ydi hiç unutmuyorum. yeni biriyle tanışmıştım. çocuğun kız kardeşiyle olan iletişimi o kadar hayranlık uyandırıcıydı ki. bir an dedim ki evet olabilir. sonra konuştuk, o kadar rahat ve kolay ifade ediyor ki kendini, gülümsemesi, hayata bakışı. hayatımda kilosuyla bu kadar barışık başka bi adam görmemiştim. biri de dedemdi gerçi. gözleri çekik. esmer, benle aynı boyda ama çok eğlenceli, enerjik ve havalıydı. tıpkı emojili bi yastık gibi. sonra ona evet desem çevremdeki ki kuzenlerim en başta yer alırlar, bir yığın laf edeceklerini, hatta onu yıpratıp hayatımıza gölge düşüreceklerini düşünüp vaz geçtim. halbuki çocuk, daha tanıştığımız günün saatinde, biosuna tarih atmıştı. hala o bio durur. fenerliydi. fener'i, başkanı ali koç olan hocası şu olan, teknik adamı bu olan bir sürü hayalini de yazmış ve hepsi gerçek oldu. eğer kalbi gerçekten temizse ki öyle olduğuna yürekten inanmak istiyorum... kader yeniden deveran edecek. onun deyimiyle.
...
bence insanları kilosuna göre yargılamaktan toplumca değil dünyaca vaz geçilmeli. siz geçin ki, olması gereken de olacak yolu bulsun. yoksa insanların içerisinde büyük ukdeler kalıyor.

*
...
bence insanları kilosuna göre yargılamaktan toplumca değil dünyaca vaz geçilmeli. siz geçin ki, olması gereken de olacak yolu bulsun. yoksa insanların içerisinde büyük ukdeler kalıyor.

*
devamını gör...
sineklerin tanrısı
kitap okuduğunuz zaman gözlerinizle okumanız gerektiğinin ıspatı niteliğinde golding romanı.
türkçeye mina urgan çevirmiştir.
peki neden gözlerimizle okumalıyız? efendim bir defa sineklerin tanrısı'na sürükleyicilikten uzak derseniz çarpılırsınız. kitabın hem ingilizce orijinalini, hem de türkçesini okudum ve bu konudaki görüşüm nettir. ziyadesiyle sürükleyici, üç boyutlu karakterlere sahip bir kitaptır sineklerin tanrısı.
kitaba kurgu yoksunu da elbette ki diyebilirsiniz ancak bu sizin sadece edebiyat kuramı bilmediğinizi ıspatlar. kitap, toplumsal düzenin olmadığı -daha doğrusu yeniden inşa edilmeye çalışıldığı- bir adada mahsur kalan çocukların işbu düzeni inşa çabasını ustalıkla anlatır; kurgunun belkemiği olarak kabul edilebilecek alt-metin açısından da ziyadesiyle zengindir, insan doğasının temeline dair rousseau'cu ya da hobbes'çu bir okumasını, hatta ve hatta marquis de sade merkezli bir okumasını dahi yapabilirsiniz.
vahşileşen insanın bir kısmının düzene, diğer bir kısmının ise kana susamışlığa ve düzensizliğe yönelmesi üzerinden, apollon-dionysos odaklı nietzsche'ci bir okuması da yapılabilir bu romanın. kaç farklı kuram saydığımı saydınız değil mi? güzel. zira bu kadar çok kuramla okunabilecek bir roman, iddia edildiği gibi kurgusuz olsa böylesine zengin bir hinterland'ı okuyucuya sunamazdı.
"adı duyulduğu için çok satanlar listesine girmesi" meselesine gelince; külliyen yalan. türkiye'deki baskısını iş bankası yayınları yapmıştır bu kitabın, doğal olarak da iyi satmıştır. zira iş bankası yayınları kötü kitaba kolay kolay yatırım yapmaz. kitabın özelliği "adı duyulduğu için çok satması" olsaydı, edebiyat bölümlerinin postmodern edebiyat kuramı dersinde okutulmazdı diye düşünüyorum.
ha bir de tabii, "çok satan kitap kötü kitaptır" mentalitesini artık bir kenara bırakalım yahu.
bir kitabın çok satmasıyla onun iyi ya da kötü olmasının alakası her zaman yok. ancak gidip de jane eyre'e "adı duyulduğu için çok satıyor" derseniz, rezil olmanız işten bile değildir. gerçi bi' saniye. ha. neyse, tamam.
iyi okumalar. ingiliz edebiyatının başyapıtlarındandır diyemem bu kitap için, ancak iyidir.
sosyologlar, psikologlar okurken bayağı eğlenebilir.
gerçi ben nereden bileceğim ya, uzman mıyım ben? keh keh. *
türkçeye mina urgan çevirmiştir.
peki neden gözlerimizle okumalıyız? efendim bir defa sineklerin tanrısı'na sürükleyicilikten uzak derseniz çarpılırsınız. kitabın hem ingilizce orijinalini, hem de türkçesini okudum ve bu konudaki görüşüm nettir. ziyadesiyle sürükleyici, üç boyutlu karakterlere sahip bir kitaptır sineklerin tanrısı.
kitaba kurgu yoksunu da elbette ki diyebilirsiniz ancak bu sizin sadece edebiyat kuramı bilmediğinizi ıspatlar. kitap, toplumsal düzenin olmadığı -daha doğrusu yeniden inşa edilmeye çalışıldığı- bir adada mahsur kalan çocukların işbu düzeni inşa çabasını ustalıkla anlatır; kurgunun belkemiği olarak kabul edilebilecek alt-metin açısından da ziyadesiyle zengindir, insan doğasının temeline dair rousseau'cu ya da hobbes'çu bir okumasını, hatta ve hatta marquis de sade merkezli bir okumasını dahi yapabilirsiniz.
vahşileşen insanın bir kısmının düzene, diğer bir kısmının ise kana susamışlığa ve düzensizliğe yönelmesi üzerinden, apollon-dionysos odaklı nietzsche'ci bir okuması da yapılabilir bu romanın. kaç farklı kuram saydığımı saydınız değil mi? güzel. zira bu kadar çok kuramla okunabilecek bir roman, iddia edildiği gibi kurgusuz olsa böylesine zengin bir hinterland'ı okuyucuya sunamazdı.
"adı duyulduğu için çok satanlar listesine girmesi" meselesine gelince; külliyen yalan. türkiye'deki baskısını iş bankası yayınları yapmıştır bu kitabın, doğal olarak da iyi satmıştır. zira iş bankası yayınları kötü kitaba kolay kolay yatırım yapmaz. kitabın özelliği "adı duyulduğu için çok satması" olsaydı, edebiyat bölümlerinin postmodern edebiyat kuramı dersinde okutulmazdı diye düşünüyorum.
ha bir de tabii, "çok satan kitap kötü kitaptır" mentalitesini artık bir kenara bırakalım yahu.
bir kitabın çok satmasıyla onun iyi ya da kötü olmasının alakası her zaman yok. ancak gidip de jane eyre'e "adı duyulduğu için çok satıyor" derseniz, rezil olmanız işten bile değildir. gerçi bi' saniye. ha. neyse, tamam.
iyi okumalar. ingiliz edebiyatının başyapıtlarındandır diyemem bu kitap için, ancak iyidir.
sosyologlar, psikologlar okurken bayağı eğlenebilir.
gerçi ben nereden bileceğim ya, uzman mıyım ben? keh keh. *
devamını gör...

