gaita bank of turkey.

mevduatlarınız en yüksek faiz oranları ile değerlendirilir.
devamını gör...

çok uzun zamandır uğramadığım babanemin o huzur kokulu evine gittim bugün. 7 saate yakın tek başıma, doğa ile iç içe kaldım.. kurabiye yaptım(yemek bile istemezsiniz), ağaçları suladım, kitap okudum, meyve topladım, evi karıştırdım.. sanki yıllardır bu güne ihtiyacım varmış gibi. biraz da olsa unutabildim o günleri.. unutamayacağım günler arasına girdi diyebilirim...
beni bugün en mutlu eden sey ise babanemin papatya kokulu kitapları idi.. uzun zamandır kitap alamıyordum.. işte anlarsınız.. sabırsızlıkla bekliyorum hepsini okumak için.. umarım babanem çaldığım kitaplar için kızmaz... neyse yeter bu kadar.. hadi iyi akşamlar..
devamını gör...

aşkın üç rengi
bölüm 2

prens ve prenses; maskeli yüzlerin, katrana bulanmış kalplerin, kem gözlerin, haset dolu sözlerin yarattığı karanlığı bile aydınlatacak ışığa ve umuda sahip aşklarını yaşıyorlardı. aşklarının yoğunluğu zamanın akışını yavaşlatıyordu. kalpleri bir araya geldiğinde bir zaman tutulması yaşanıyordu sanki. ayrılığı hatırlatacak hiçbir kelime akıllarının ucundan geçmiyordu. ilgilendikleri tek şey gözlerinden yansıyan, yüreklerindeki yangının görüntüsüydü. bu yangın sadece ve sadece kendilerini yakıyordu. el ele tutuştukları vakit bu yangın sönmek yerine daha da alev alıyordu. ayrıca yaşadıkları mutluluk hissi ve neşe her yere bulaşıyordu. canı yürekten gülüşüyor olmalarından mütevellit, duyan herkese hayat enerjisi aşılanıyordu. ülkeye küsen doğa bile bu iki aşık için uykusundan uyanıyordu. kuşlar onlar için şarkı söylüyor, çiçekler onlara selam vermek için boynunu eğiyordu. doğanın tüm sakinleri onlarla birlikte bir müzikaldelermiş gibi dans ediyordu. aşkın en parlak halini bulmuş olan bu iki sevenin aklından ahmed arif'in o güzel dizeleri geçiyordu. "körsem, senden gayrısına yoksam, bozuksam, can benim, düş benim, ellere nesi."

birbirlerine yüce bir aşkla bağlı olduklarından dolayı kimsenin ne dediğini umursamıyorlardı. önemsedikleri tek bir şey vardı: çipil çipil aşk dolu bakan gözlerinin, yüreklerinde bıraktığı o his. birbirine çok uzak iki krallığın varisleri olmaları nedeniyle her gün görüşemiyor olmalarına rağmen aşkları güneşin doğuşu ve batışıyla daha da büyüyordu. aslında bu uzaklıklar onları daha da yakınlaştırıyordu. sonuçta "mesafe uzaklıkta değil, mesafe fedakarlıkta"*

gökte dolunayın dünyayı sahte bir güneş gibi aydınlattığı yalancı bir gün kıyafeti giyen gecede, prenses balkondan dışarıyı seyrediyordu. aklında sevdiceğinin aşk dolu bakan gözleri, kalbinde mevsim sayısını üçe düşürecek bir yangın... onu çok özlüyordu, ömür borcunu yavaş yavaş tahsil ediyor olmasına rağmen prens gelemiyordu.
prens de aynı duyguları yaşıyordu. hasreti, tüm ülkenin görüşünü kısıtlayan ulu dağlar kadar büyüyorken artık yüreğine söz geçiremiyordu. zamanın ne kadar geç olduğuna aldırmadan, dolunayın aydınlattığı yollara kendini vuruyordu...

prenses yüreğinden: "şu an yanımda olmanı çok isterdim. ama değilsin. sen oradasın; ve orası ne kadar şanslı olduğunu bilmiyor."* diye geçiriyorken, yüreğinde hep zuhur eden o dileğinin aslında çoktan kabul olduğunu, kafasını gökten yere çevirdiği vakit prensi görünce anlıyordu. kendini o kadar mutlu hissediyordu ki, yüzünde yüzlerce çocuğun neşesine eş değer bir gülüş oluşuyordu. bu oluşan müstesna gülüş ile kanadı kırık kuşların bile uçabileceği söyleniyordu.

dolunayın sahte ışıklarını bile gölgede bırakabilecek bir ışıltıya sahip gözlerin sahibi prensesi gören prens başlıyor serenadına:
"ne alemdesin yaşama sevincim benim".*
prenses de başlıyor prensin yüreğini kelepçeleyecek güzel sözlerine: "her şey seni bekliyor, her şey gelmeni. içeri girmeni, senin elinin değmesini, gözünün dokunmasını, ve her şey tekrarlıyor; seni nice sevdiğimi..."*
prens gülümsüyor ve devam ediyor:
"dün de görüşemedik... iki yüzyıl görüşememişiz gibi geldi ve üç yüzyıllık göresim geldi seni."*
prenses: "benim aklım fikrim sende, senin gelişinde, seni ne zaman göreceğimde, seni nasıl göreceğimde, beni görür görmez ne diyeceğinde."*
prens duraksıyor çünkü kalbi krallıkta uyuyan herkesi uyandırmaya yetecek bir ses çıkarmak istercesine delicesine çarpmaya başlıyor, bu heyacanın etkisiyle söyleyeceklerini unutuyor. derin bir nefes alıyor ve yapmış olduğu serenadı şu sözlerle sonlandırıyor: "adresim oldun benim, biliyorsun değil mi, alınyazım oldun. korka korka çaldım kapını. ne yapayım sevdim seni. sensin artık ne varsa."*
prenses sevincinden yerinde duramıyordu. koşa koşa kendisine serenad yapmak için bunca yolu tepmiş olan aşığının yanına iniyordu ve birbirlerine öyle bir hasret ve tutku ile sarılıyorlardı ki, onlara uzaktan bakan biri yüzyıllar boyunca birbirlerini görememiş, geçen bu yılların etkisiyle dayanılmaz hale gelen özlemlerini azaltmak isteyen iki sevdalı görüyordu. büyük tutkularının kırmızısıyla sarf ettikleri sözler de "öyle bir aşığım, öyle bir aşığım ki ancak fuzuli şairin yüreği böyle aşkla çarpabilmiştir."* oluyordu.
tabii gece onlar için daha yeni başlıyordu. elleri sımsıkı kenetlenmiş bir şekilde bahçede yürüyüşe çıkıyorlardı. bu güzel seranad sonrası konuşmaktan, güzel güzel sözler söylemekten yorulduklarını sanmayın sakın. aksine bizim aşıkların en sevdiği şey birbirlerine güzel sözler söylemekti... kalplerinin atışı gecenin sessizliğini inletiyordu, boş olan bahçe bu iki aşığın yüreklerinin çarpma sesiyle doluyordu.
prens: "yaşlanıp öyle kolkola yürüyelim mi? ne güzel yaşlanırsın sen."*
prenses gülüyordu. gülümserken şu cevabı veriyor:
"ölmezsem, ki buna hiç niyetim yok, seninle çok güzel günler göreceğiz."*
prensin aklına bir gün önceki konuşmalarında yaşadıkları tartışma geliyordu. istemeden de olsa onu kırdığını düşünüyordu ve şu soruyu soruyordu: "son tartışmamızda seni kırmak istemememe rağmen sana karşı sesimi yükselttiğim için özür dilerim, bana çok kızdın mı?"
prenses:
-"ben sana kızsam, kendime küserim."* ama üzüldüm de açıkçası. söylediklerinden dolayı değil, özlemimden dolayı. sonra "çocuk gibi ağladım. o kadar hiç, o kadar boş, manasız. öyle haksız yere uzağım ki senden..."* oturdum, ağladım bende çok özlediğimden.
bu cevap sonrası prens daha da sıkı sarılıyor sevdiğine. tatlı bir yelin esmesiyle prenses ufak bir titreme yaşıyordu. bunu fark eden prens:
"üşüdüysen söyle sevgilim, seni bir kat daha seveyim."* dedi.
prensesin ona tatlı tatlı baktığını görünce de cümlelerin arkası kesilmiyor ve yenilerini eklemeye devam ediyor:
"sevmek az gelirse korkma, sana ölürüm."*
prenses ne diyeceğini bilemiyordu. evet, biraz üşüyordu fakat prens öyle güzel sözler söylüyordu ki prensesin yüreğindeki yangını adeta körüklüyordu bu sözler ve bu sıcaklık onun tüm vücuduna yayılıyor olmasından dolayı artık hiç üşüme hissetmiyordu. sadece alev alev yanan yüreğini hissediyordu. onun da bu sıcaklığı hissetmesini istercesine daha da sıkı sarılıyordu prensine.
bu sıcaklığın etkisiyle prensesimiz başlıyordu konuşmaya:
"sana ne demeliyim bilmiyorum. güneşim desem güneş batıyor. hayatım desem, hayat kısa. gülüm desem, o da soluyor. sana 'canım' demeliyim. çünkü bu can seninle yanıyor."*
bizim prensimiz de çok romantik olduğu için aklında hep güzel sözler oluyordu. yıllarca bu aşk için biriktirdiği tüm güzel sözleri prensesinin gönül yollarına seriyordu.
prens: "sen oradan bir canım dersin. benim kalbim kaburgamın altına sığmaz burada."*
prenses yüreğinin rengini yansıtan yanaklarını gizlemek istercesine yüzünü çeviriyordu çünkü bu güzel sözler karşısında çok utanıyordu.

yürümeye devam ederlerken prenses saate bakıyor ve zamanın çok çabuk geçtiğini fark ediyordu. artık geri dönme vakti geldiği için içinde bir hüzün oluşmaya başlıyordu.
prense dönüp: "zaman sen olmayınca geçmiyor, sen olunca da yetmiyor."* dedi.
prens : üzülme sevgilim hem "seni görmek bir insan gözünün yapacağı en güzel iş"*. seni gördüğüm bu birkaç saat de bana yeter. ayrıca "şu kâinat denen nesnenin içinde en çok sevdiğim yürek, üstüne en çok titrediğim insan kalbi senin göğsündekidir."* diye cevap veriyordu.
prenses bu sözlerle mest oluyordu olmasına fakat bu sözler dönüş yolunda sessizliğe bürünmesine mani olamıyordu. o yol hiç bitmesin istiyordu. prensesin dalgın ve düşünceli olduğu gören prens ona bir sorun olup olmadığını sorduğu zaman prenses her şeyin yolunda olduğunu söyleyerek şöyle bir cevap veriyordu:
"ne var ki elimizde, yaşamaktan ve çocukça sevmekten başka"*. yaşam sevmeyince anlamsız aslında. ben "seviyorum seni. denizi uçakla ilk defa geçer gibi. istanbul'da yumuşacık kararırken ortalık, içimde kımıldanan bir şeyler gibi, seviyorum seni, 'yaşıyoruz çok şükür!' der gibi.* sensiz olmak gibi bir düşüncem yok artık. ama bazen korkmuyor da değilim. ya bu bir rüyaysa ve her şey bir anda kayıp giderse elimizden.
olumlu ve güzel sözler söylemesine rağmen prensesin üzgün bir ifadeye sahip olduğunu gören prens yüreğine bir hançer saplanmış gibi hisseder ve dilinde tuttuğu sözlere özgürlüklerini verircesine:
"lanet olsun, ne muazzam şey seni sevmek! sen benim aşkım, sen benim kızım, sen benim yoldaşım, sen benim küçük annemsin. canım, birtanem, seni sevmeden önce dünyayı sevmesini bile bilmiyormuş. bu şehir güzelse senin yüzünden, bu elma tatlıysa senin yüzünden, bu insan akıllıysa senin yüzünden."* korkma artık sende. hem keyfini çıkar bu güzel zamanların "yan yanayız ve şehir böyle mucize görmedi."* ayrıca "yaşamak ümitli bir iştir, sevgilim. yaşamak: seni sevmek gibi ciddi bir iştir."* der.
kulaktan kalbe hızlıca ulaşan bu sözler prensesin asılan yüzünün tekrardan gülümsemeye başlamasına sebep olmuştu. prens sonuna kadar haklıydı, sevince insan sevdiğine kaybetmekten korkmamalıydı. ne kadar çok korkarsa kaybetmekten sevdiğini, o kadar hızlı yaklaşırdı kaçınılmaz sona. sevmek ciddi bir duygudur ve o duygunun olduğu yerde ne korku olur ne gurur...

gecenin ortasında parlayan yıldızların yanına mutluluklar asan bu iki aşık onları uzaktan uzaktan gözleyen o kötü gözlerden habersiz özlemlerini gideriyordu. aşıklarımız bu durumu fark etmese bile bu, kötü niyetli gözlerin gizliden gizliye onları gölgeleri gibi izlediği gerçeğini değiştirmiyordu.

prensesine şatosuna kadar eşlik eden prensimizin artık geri dönme vakti geliyordu gelmesine fakat prenses onu hiç bırakmak istemiyordu. yeryüzünde sel oluşturacak bulutların içerisinde bekleyen yağmurlar gibi bekliyordu prensesin gözyaşları. hüzünlü bakışlarının arasından şu kelimeler bir bir döküldü ağzından:
"gitme. çünkü kaybolmuş gibi hissediyorum sen gidince. bilemiyorum ellerimi nereye koyacağımı. boğazım düğümleniyor, yutkunamıyorum. çünkü bir ağrı saplanıyor ciğerlerime, dayanamıyorum.
gitme. seninle güzelleşiyorum ben. kaybettiğim kimliğimi buluyorum kokunda... baharlar buluyorum, sebepler buluyorum, yarınlar buluyorum."*
prensin de gözleri doldu. sımsıkı sarıldı bir kez daha, öptü prensesi hiç bırakmak istemezcesine.
dudakları ayrılıyordu fakat bu sefer elleri bir türlü bırakamıyordu birbirini. sanki bir daha görüşemeyeceklermiş gibi hiç ayrılmak istemiyorlardı. ellerinden sonra gözleri daha da zor ayrıldı. sonuçta "ilk bakışta değil, son bakıştadır aşk. yani ayrılırken sana nasıl bakıyorsa, o kadar sevmiştir seni."* onlar da birbirlerini o kadar çok seviyorlardı. o kadar aşıklardı birbirlerine.

hem bu sadece saf değil aynı zamanda çocuksu bir aşktı çünkü ilk ve son aşklarıydı. bazen çocuklaşıyorlardı, bazen kıskanıyorlardı, bazen de küsüyorlardı ama bunların hepsi sevgilerinin içindeki küçük tatlı oyunlar gibi oluyordu. onlara ayrı bir tatlılık katıyordu. hem onlar sadece sevgili değildi. aynı zamanda da en yakın arkadaşlardı. bu yüzden belki de bu kadar bağlılardı. bakmayın onların çok iyi anlaştıklarına aslında ayrıldıkları çok konular vardı fakat onlar bunları dert etmiyordu. her farklı fikri aşk bahçelerine ektikleri yeni bir çiçek gibi görüyorlardı ve bu yüzden o bahçe bu kadar güzel bu kadar renkli ve bu kadar vazgeçilmezdi...

prenses şatoya gözleri yaşlı gidiyorken, prens evine doğru yol almaya başlıyordu. prens gözden kaybolana kadar arkasından tatlı bir tebessümle gizlice onu izliyordu prenses. içlerinden "ben bugün yine doludizgin, tasnifsiz ve çerçevesiz ağışım. ne mutlu bana."* diye düşünüyor, bir sonraki buluşmalarını heyecanla bekliyordu ikisi de.
her şey güllük gülistanlık peri masalı gibiyken o kaçınılmaz hazin olayların başladığı ana yaklaşıyorlardı...

edit: eveett merhabalar tekrardan. yazımızın ikinci bölümünün ilk kısmıyla karşınızdayız. bu aslında özel bir bölüm. dün sevgili şairlerimizden ahmed arif'in bugün de nazım hikmet'in ölüm yıldönümü. biz de hem onlara hem de şiirleri, sözleri yüreğimizi okşayan o çok sevdiğimiz şairlerimize özel bu bölümü yazdık. yeni bölümün bugün gelmesinin sebebi de buydu. onların o güzel sözlerini kullanarak bir bölüm hazırlayalım istedik ve umarım beğenmişsinizdir*.
şairlerimizi sevgi ve rahmetle anıyoruz. onlar olmasaydı edebiyat hep bir eksik kalırdı...
haftaya görüşmek üzeree.
devamını gör...

yerimizi aldık. bizi pandemi bitirdi pandemi.
devamını gör...

(bkz: mazoşist) başka bir açıklaması olamaz diye düşünüyorum. bunun bir tık üstü zaten*
devamını gör...

ıçinde bulunmak istemediğin ama zorunda olduğun insanların arasında.
devamını gör...

oecd tarafından hazırlanan “yetişkin becerileri “ çalışmasında türkiye’nin içler acısı durumunu gösteren rapordur.
özellikle temel yeteneklere (okuma-yazma, okuduğunu anlama, basit matematik bilgisi, basit problem çözme) bakıldığında şili’den sonra sondan ikinci olmamız çok acıdır:
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
rapora göre;
- türkiye’deki yetişkinler, yetişkin becerileri araştırmasına katılan diğer oecd ülkeleri ile kıyaslandığında değerlendirme yapılan her üç alanda da (sözel beceriler, sayısal beceriler ve teknoloji zengin ortamda problem çözme becerileri) ortalamanın altında performans göstermişlerdir.

- türkiye’deki 16-24 yaş grubu ortalaması ile oecd 16-24 yaş grubu ortalaması arasındaki sözel yeterlilik farkları diğer yaş gruplarına nazaran çok daha düşüktür.

- türkiye’de eğitim düzeyi ile yeterlilikler arasındaki ilişki diğer katılımcı ülkelere nazaran oldukça düşük görünmektedir.

-türkiye, katılımcı ülkeler arasında özellikle ileri yaştaki yetişkinlerde olmak üzere bilgi işleme becerilerinde cinsiyete dayalı farklılıkların en yüksek olduğu ülkelerden biridir.

- bilgi işleme becerileri ile başkalarına karşı güven, kişinin siyasi süreçlerde etkin olduğuna dair inancı, sağlık gibi bazı sosyal sonuçlar arasındaki ilişki türkiye’de diğer ülkelere nazaran oldukça zayıftır.

tabi bunlar hep bilimsel çalışmalar.
bilimsel olunca ülkemizde önemsenmeyeceğim için aslında yok hükmündedir de diyebiliriz.
eyy oecd sen kimsin ya?

buradan
devamını gör...

16 almanca sinirdem yüzümü çizmiştim annemle babam okula gelip birinin beni dövdüğünü sanmışlardı.
hayır almancadan 16 aldığıma mı üzüleyim ailemin dayak yemedim dediğim halde bana inanmamasına mı bilemedim.
birdaha hiç almacayı sevmedim ama ingilizceyi çok seviyorum.
devamını gör...

müthiş bir soundtrack'i olan filmdir. filmin müziği youtube'daki illuminati temalı saçma sapan videoların vazgeçilmez müziğidir aynı zamanda.

devamını gör...

new york'un en şaşalı günlerinde orada yaşayan malcolm x demişki "dünyanın her yerinden insanlar amerikan rüyası yaşamaya geliyorlar, ama biz burada amerikan kabusundan başka bir şey görmedik"
dünyanın tadı hiç bir zaman iyi olmadıki, her zaman birileri çok iyi yaşarken, birileri bir yudum su bulamadığı için öldü ve insanlık sürdüğü sürede böyle gidecek galiba. her zaman iyi, güzel insanlar olacak ve kötü, zalim insanlar olacak. yapabileceğimiz tek şey elimizden geldiğince iyiliği yaymak ve korumak, yoksa dünyanın tadını kaçıracak kötüler her zaman olacak.
devamını gör...

#nickaltının kalbi#

orta dogu ve balkanların ev favcı ve oycu yazarını sizlere takdim ediyorum. oylarıyla ruhumuzu okşayan, favlarıyla bize motivasyon kaynağı olan; engin düşünceleri ve farkli bakış acısıyla ışık gibi göze çarpan saygıdeğer yazarımız. var olsun. bizimle olsun. sözlüğümüzün kıymetli inci tanesi degerli yazarımız. favlamaya devam. sag olsun. kalemi sözlüğe inci saçsın.

(bkz: epsilondelta ile günün yazarı programı)
devamını gör...

dert sahibi kimsenin ah etmesi, ah u zar etmesi.
2013 yılında, “yadigar” albümüyle tanınan grup. birbirinden kıymetli eserleri dinleyiciyle buluşturmuşlardır.

devamını gör...

dahi bir besteci olduğuna şüphe yok. lakin bestelerini kendisi söylemesin be kardeşim. tenekeden bozma sesi var.
ucuzun da ucuzu romancıdır. romanlarının bu kadar çok satması, ülkemizde son 30 yılda roman dahil tüm sanat beğenilerinin yerlerde sürünmesiyle bağlantılıdır.

solun içini boşaltan narsist de bir insandır. solculukla zerre ilgisi yoktur.
başta söylemem lazım ki atatürkle hiç bir sorunum yok. hele ki kemalist dostlarımın başımın üzerinde yeri var.
lakin şu hakikati cesurca söylemesi lazım birilerinin.
atatürk, nazım hikmet gibi bir şairi onlarca yıl zindanda çürüten kişidir.
halk arasında "yiğidim aslanım" diye bilinen şiiri, bedri rahmi "zindanı taştan oyarlar" başlığıyla nazım için yazmıştır.
livaneli ise bir konserinde "yiğidim aslanım burada yatıyor" diyerek defalarca anıtkabiri göstermiştir.
bir insanın, tarihe, şiire ve sola edebileceği en büyük ihanetlerdem biridir bu.
bilinçli bir dezenfarmasyondur.

atatürk devrinde sabahattin ali de sinop zindanında çürütülmüştür. atatürk yasalarıyla attila ilhan da mahpus yatmıştır.
ilhan'ın tek suçu, 16 yaşındayken sevgilisine nazım hikmet şiirleri vermektir.
devamını gör...

dibine kadar yaşadığım durumdur. çevremde idealarımı, hayallerimi, hedeflerimi paylaşacağım kimse yok. benimle birlikte yaşıyorlar. ne ailem, ne arkadaşlarım, ne eski kız arkadaşlarım... hiçbiri beni anlamadı ve anlamayacak. alıştım artık buna. çevremden dolayıdır dedim, internetten birkaç arkadaş edindim. ne kadar entelektüel gözükseler de onların da öyle olmadıklarının farkına vardım. dünyada elbet bana ve fikirlerime değer verecek insanlar vardır ama onlarla karşılaşmadıktan sonra ne anlamı var ki.
"yalnızlık da iyidir abii, ne güzel." değil abicim, güzel falan değil. evet üretkenim, evet kendime vakit ayırabiliyorum, evet birçok başarım var, evet para kazanıyorum. fakat bunları birileriyle paylaşmadıktan, konuşmadıktan, tartışmadıktan sonra benim açımdan yine hiçbir anlamı yok. eminim birçok insan benim yaşadığım durumu yaşıyordur. umarım hayat karşınıza size ve sizin düşüncelerinize değer veren insanlar çıkarır.

pinhani - yalnızlık
devamını gör...

kitaplar arası insan manzaralarını,
tüm tanımların da doya doya bulduğum güzel yürekli insan..

kahvenizi alıp
kitapların içinde seyahat haline girmek ve sonsuzluk içmiş anlatımları okumak isteyen gözlere,
şidetle tavsiye ettiğim manzara..

virginia woolf un "elbetteki diğerlerinden farklı:içinde daha fazla gerçek yaşam,
daha fazla can var" cümlesi ile kelimelerimi adına taçlandırmak istediğim yazar..

kaleminiz,
sözlükte varlığınız daim olsun.
devamını gör...

nikah memurunun gelin ve damattan aldığı "evet" yanıtının ardından çiftin medeni durumunu değiştiren ilanıdır.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

herkesi kendin gibi sanma. güvenme. herkese her şeyini anlatma.
devamını gör...

ekran sıcaklığı diye bir gerçek vardır. moderatörlerin ekran sıcaklığı insanın içini ısıtıyor.
devamını gör...

hayatta bazı şeyler, herhangi bir dilde açıklamak için çok karışıktır...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

"o gün yanan ateş, o gün kaybettiklerimiz, hala yüreğimizde, unutma, unutturma..."

yumrukluyorum duvarları, yumrukluyorum kara gecenin bedenini
ellerim kan içinde, nehirler taşmış yanaklarımda
37 can, 37 gül çatlamış susuzluktan sivas’ın içinde
nasıl uyku tutar gözlerimi
döne döne semaha duranlar tutuştu önce
sonra türküler sonra da şiir çığlıksız düştü türkülerin yanı başına
sivas sivas yiğitlik midir emanet cana kıymak
yiğitlik midir bir tutam ışığı kör bıçakla güneşten koparıp karanlığa kuban etmek
söyle hangi kitapta vardır elleri kolları bağlıyı yakmak
var mıdır kardelen akınında bir avuç inciyi ateşte tutmak
böyle garip düştüğüme bakma, böyle mahsun durduğuma
varsın ateşim suskunlukla beslensin
benimde yüreğim gençliğini almış yanına yürür başı dik
senin de dağların var sivas senin de dağların
dağlarında şahanların!
gün tutuşur canım gece tutuşur
yangınlarda tutsak canlar tutuşur
gülüm toprak olur yele karışır
yürür gelir canlar yollar tutuşur
sivas ellerinde sazım tutuşur
söz tutuşur canım türkü tutuşur
teller bizi söyler diller yarışır
özgürlüğü yazan kalem tutuşur
canlar can olurda eller tutuşur
dost evinde canım sevda tutuşur
pir sultanlar ölmez binler yetişir
akar gelir canlar tarih tutuşur -grup yorum-

not : arkadaşlar gerçek sayı 33 aydının katledilişidir. diğer 4 kişiden 2 si otel çalisanı, 2 si ise o cani, yobaz güruhtandır. şiirin orjinal halini bozmamak adına dokunmadım.
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim