elma kurdu (yazar)
tanımlarıyla karşılaştığımda mutlu olduğum bir yazar. uzun zamandır takipteydim ama profiline girip ard arda tanımlarını okumak bugüne kısmetmiş. okurken mutlu oldum be sözlük. an itibariyle kendisi benim için elma kurdu gezegeni. evet. benim yakınımda, samanyolunun sonsuz karanlığında neşe* saçarak dönüyor da dönüyor.
devamını gör...
14 şubat 2021 sözlük store indirimi
2 gün önce kişisel ileti özelliğini açtım bilseydim bugün indirimle açardım.
devamını gör...
roger arnaldez
islam üzerine çalışmalar yapmış 1911 doğumlu fransız profesör.
islam'da felsefi düşünce nasıl kötürümleşti isimli yazısından gördüğümüz kadarıyla islamı hiç anlamamış.
bu fransizlarda bir sıkıntı var herhalde... roger garaudy isimli abimiz de her fırsatta resmen islam'ın vaaddettigi sosyalizm* daha iyi şeklinde bişiler diyor.
kendisi islamı anlamamış ancak bugün bile dediklerinden bir şey anlamayan, sırf hava olsun diye ellerinde kitaplarını taşıdıklari ibn rüşt'çülere karşı gazali'nin net bir şekilde herkese haddini bildirdiğini, hatta gazali'ye cevap verme cüretinde bulunan ibn rüşt'ün gazali'den çok şey öğrendiğini yazabilmistir ki tutarsızlığın tutarsızlığı isimli eserin bir çok yerinde bunu okuyabilirsiniz.
umarım yazısında bahsi geçen arap kelimesinden islam ümmetini değil, sadece arap milletini kastetmektedir ki aksi halde bir facia olur. çünkü kendisi "araplarin" felsefeye yeterince önem vermediğinde bahisle, verselerdi galile, newton gibi nice bilim insanı yetiştirmis olabileceğini söyler. hmmm... eğer böyle ise bu dünya böyle dengede duramaz, bunun arkasında da bir kıta olmalı diye biruni'ye, hipokrat'ın yaninda bile başında taç ile resmedilen ibn sina'ya... ve daha nicelerine büyük haksızlık etmiş olur ki bence arap diyerek islam ümmetini kastetmektedir ve bilim dünyasına sayısız katkısı olan müslüman bilim insanlarını yok saymaktadir.
islam'da felsefi düşünce nasıl kötürümleşti isimli yazısından gördüğümüz kadarıyla islamı hiç anlamamış.
bu fransizlarda bir sıkıntı var herhalde... roger garaudy isimli abimiz de her fırsatta resmen islam'ın vaaddettigi sosyalizm* daha iyi şeklinde bişiler diyor.
kendisi islamı anlamamış ancak bugün bile dediklerinden bir şey anlamayan, sırf hava olsun diye ellerinde kitaplarını taşıdıklari ibn rüşt'çülere karşı gazali'nin net bir şekilde herkese haddini bildirdiğini, hatta gazali'ye cevap verme cüretinde bulunan ibn rüşt'ün gazali'den çok şey öğrendiğini yazabilmistir ki tutarsızlığın tutarsızlığı isimli eserin bir çok yerinde bunu okuyabilirsiniz.
umarım yazısında bahsi geçen arap kelimesinden islam ümmetini değil, sadece arap milletini kastetmektedir ki aksi halde bir facia olur. çünkü kendisi "araplarin" felsefeye yeterince önem vermediğinde bahisle, verselerdi galile, newton gibi nice bilim insanı yetiştirmis olabileceğini söyler. hmmm... eğer böyle ise bu dünya böyle dengede duramaz, bunun arkasında da bir kıta olmalı diye biruni'ye, hipokrat'ın yaninda bile başında taç ile resmedilen ibn sina'ya... ve daha nicelerine büyük haksızlık etmiş olur ki bence arap diyerek islam ümmetini kastetmektedir ve bilim dünyasına sayısız katkısı olan müslüman bilim insanlarını yok saymaktadir.
devamını gör...
acun medya akademi
bu kadarı da fazla artık. ülke iyice bok yerine döndü. acun kim ki kalkıp yeni bi bölüm açacak yetki veriliyor. acun'un vasfı ne ki sırf onun şirketinde çalışabilmek için millet senelerce okuyacak. evet büyük bi işsizlik sorunu var, gençler için istihdam sağladığı düşünülebilir ki neredeyse herkes acun'un şirketinde çalışmak ister. ülkemizde zaten haddinden fazla üniversite, fakülte mevcut. ama buralarda okuyanlar acun medyaya kabul edilmek için yeterli değil anlaşılan. saçmalık ötesi bi durum. sırf parası var diye bu kadar yetki, vasıf verilmemeli kimseye.
devamını gör...
uyku felci
diğer ismi ve bildiğimiz adıyla karabasan.
uyanıldığı halde uyumanın devam etmesi ve bilinç açık olsa bile bedenin kımıldayamaması ve konuşamama durumudur. sırt üstü yatıldığında görülür. dindarlara göre bu durumun cinler yüzünden olduğu ve dua okuyarak atlatılacağına inanılır.
uyanıldığı halde uyumanın devam etmesi ve bilinç açık olsa bile bedenin kımıldayamaması ve konuşamama durumudur. sırt üstü yatıldığında görülür. dindarlara göre bu durumun cinler yüzünden olduğu ve dua okuyarak atlatılacağına inanılır.
devamını gör...
mary and max
adam elliot'ın yazdığı ve yönettiği 2009 yapımı bir stop motion filmdir. adam elliot, hikayenin kendi başından geçen bir mektup arkadaşlığından esinlendiğini söylemiştir.
filmde max’in kurduğu; "küçükken yalnızca kendim olmak istiyordum", "neden asla zamanında gelmeyeceklerse otobüsler için zaman çizelgesi hazırlıyorlar", "sadece iki şeyde sonsuzluk vardır ; evrende ve insanın mantıksızlığında", cümleleri gibi, film boyunca naif sözler ve davranışlar insanı etkisi altında bırakıyor.
devamını gör...
salonda yatmak
evdeki en güzel yerdir,televizyon var ve televizyon önünde uyuya kalmak en güzeli.
devamını gör...
ağrı'da altın ve gümüş rezervleri tespit edilmesi
ege'nin bergama, soma , alaşehir, ödemiş arasında ve akhisar taraflarına kadar uzanan dağlık bölgelerinde, yoğun pırlanta ormanları tespit edildi hasad çalışmaları 2023 yılında başlanacak , ilk hasad cumhuriyetin 100 yılına yetiştirilecek dendi ...
devamını gör...
insanlığa güncelleme gelse ilk istenecek özellik
kapatma tuşu gelse iyi olur demek istediğim başlıktır. boş konuşanların kapatma tuşuna basıp susturacaksın.
devamını gör...
havadan on bin lira gelse sarf edeceğiniz şey
paramın yetmediği kitapları almak. sokak kedilerine mama almak. kutularca kahve almak. anneme hediye almak . güzel bir fotoğraf makinesi almak, gitar almak...
devamını gör...
yolda yürürken kitap okuyan insan
yolda yürürken yapılmaması gerekenler diye başlık açılsa altına kitap okumak yazarım.
devamını gör...
geceye bir kemal sunal repliği bırak
"parka gidecekmiş iki gözümün çiçeği" *
devamını gör...
taras bulba
gogol'un mirgorod öykülerinde yer alan ilk cildin ikinci öyküsü. kendi içinde barındırdığı muazzam ironi ile muhtemelen gogol'un kaleminden çıkmış olan en etkileyici eserlerden biri bu kazak destanı. çocukluk yıllarını vasilyevka'da geçiren gogol panayırlar ve düğünlerde halk ozanlarından dinlediği şarkılar, söylenceler ve hikayeler ile zamanını geçirdi ve bunun etkisi ile aslında erken dönem eserlerinin bir kısmı bu halk hikayelerinden, destanlardan ve masallardan izler taşıdı. bundan ötürü taras bulba gogol'un çocukluğunun izlerini taşıyan bir eser demek yanlış olmayacaktır. destan ismini ana kahramanı olan kazak taras bulba'dan alıyor. eserin üzerine odaklandığı kişi taras bulba olsa bile ilk bölümünde uzun uzun kazak boylarının yaşamlarını, geleneklerini, uyguladıkları cezaları yani bir nevi bu yarı göçebe savaşçı topluluğun adalet anlayışını ve ne kadar milliyetçi bir biçimde hareket ettiklerine odaklanıyoruz. öykü taras bulba'nın kiev papaz okuluna göndermiş olduğu büyük oğlu ostap ve küçük oğlu andrey'in dönüşü ile başlıyor daha sonra ise bu üçlünün kazak savaşçılarının bir ataman altında toplandığı zaporozhye'ye uzanan yolculuğunu izliyoruz. bu yolculuk boyunca gogol bozkırları öyle güzel betimlemiştir ki bugün bile aklımdan görüntüsü çıkmıyor. lehler ve kazaklar'ın ucu nereye varılacağı kestirilemeyen savaşının orta yerinde taras bulba gibi savaşmayı yaşam amacı olarak gören bir adamın küçük oğlu andrey'in kovno voyvodasının kızına aşık olarak taraf değiştirmesi william shakespeare trajedilerini aratmayacak cinstendir. en sonunda taras bulba onu kendi elleri ile vurmak zorunda kalmış, büyük oğlunun ise lehlerin elinde işkence görerek ölmesini seyretmeye mahkum olmuştur.
eser bir kazak coşkunluğu ile anlatılsa bile sanılanın aksine gogol milliyetçilik ve dindarlık altına gizlenmiş olan ve bir ırkı kıyıma götüren tüm bu düşüncelerin anlamsızlığını bir çok bölümde üstüne basa basa alaya alır. özellikle taras bulba'nın ölümü güzel bir kara mizah örneğidir. leh birliklerinden kaçan taras bulba tütün kesesini düşürür ve herhangi bir polonyalının onu bulup kullanması fikrinden o kadar tiksinir ki geri dönüp sazlıkların arasında onu aramaya koyulur. bu aptallığı ise yakalanmasına ve en sonunda acımasızca öldürülmesine sebebiyet verir. taras bulba'da bulunan pek çok detay dönemine bir çok noktada ışık tuttuğu gibi ani-semitizm izleri de taşıyor fakat 1962 yılında yul brynner, tony curtis ve christine kaufmann'ın rol aldığı taras bulba filminde bu detay tamamen yok sayılmış durumda. 2009 yılında çekilen ve bohdan stupka'nın oyunculuk dersi verdiği taras bulba filmi ise bu dahil pek çok konuda gogol'a daha sadık kalmıştır. özellikle yul brynner muhteşem bir oyunculuk sergilese bile ne yazık ki 60'larda çekilen film taras bulba'yı hiç yansıtmaz hatta neredeyse öykü tahrip edilmiştir ve taras bulba bir kahraman edası ile izleyiciye servis edilmiştir. özellikle son sahnede kahkaha atmaktan kendimi alamadım, ne alaka taras bulba gibi bir adamın çıkıp şehri ele geçirdik ama kimseye zarar verip çalıp çırpmayacağız demesi? ne yazık ki üzeri kahramanlık sosu ile bulandığı için film oyuncularına rağmen öykünün etkileyiciliğinden oldukça uzak bir çizgide. eserin çevirisine gelecek olursak eğer koleksiyonerler için 20'li yıllarda basılmış olan constance garnett imzalı mirgorod ülke sınırları içerisinde bulunması zor olsa bile bulunabilecek bir çeviri ama dili çok ağır, kendi adıma okuduğumdan bir şey anlamadığım için ikinci sayfada bıraktım. dilimize pek çok çevirmen tarafından çevrilmiş olsa bile mehmet özgül ve nurullah ataç çevirileri okunabilir düzeyde.
"ama ilerde neler olacağını kimse kestiremez. bataklıklardan kalkan bir güz sisine benzer gelecek denen bilinmezlik. o sisin içinde güvercin atmacayı, atmaca güvercini tanımaksızın boşlukta döner dururlar... ölüme kıl payı yaklaşmışken bile tehlikeyi göremezler." s.68
"onlar ilerledikçe bozkır da büsbütün güzelleşiyordu. şimdi yeni rusya dediğimiz güney bölgesi, o zamanlar ta karadeniz'e değin uzanan ıssız, yemyeşil topraklardı. yabanıl otların bürüdüğü bitmez-tükenmez kırlar hiç saban yüzü görmemişti. adam boyu yükseklikteki bitki örtüsünü yalnızca buralardan gelip geçen atlılar çiğnerlerdi. bu yerlerde doğa öylesine güzeldi ki, yeşilli-kırmızılı milyonlarca çiçek, geniş ovaları uçsuz-bucaksız bir renk denizine dönüştürürdü. otların ince uzun sapları arasında mavi, mor, lacivert çan çiçekleri boy gösteriyor; katırtırnakları sarı çiçeklerini kat kat açıyor; ak yoncalar şemsiye biçimi yaprak kümeleriyle yükseliyor; buralara nereden geldiği bilinmeyen buğdaylar başaklarını sallıyorlardı. çil keklikler dolaşıyordu ince bitki kökleri arasında. havayı binlerce kuşun cıvıltısı doldurmuştu. gökte bir atmaca kocaman kanatlarını açmış süzülüyor, keskin gözleriyle otların arasını tarıyordu. uzaklarda bir gölde uçuşan yaban kazlarının çığlıkları yankılanıyordu arada bir. ölçülü kanat vuruşlarıyla havalanan bir martı göklere doğru yükseldi, mavilikler arasında yiterek bir noktaya dönüştü. fakat sonra geriye döndü, tüyleri güneşte ışıl ışıl yanmaya başladı. ah, bozkırlar, canım bozkırlar, ne kadar da güzelsiniz!" s.32
" o temmuz gecesinin güzelliğine şimdi bir de korkunç, görkemli bir kızıllık karışmıştı. çevreyi yakıp kül eden yangınların kızıllığıydı bunlar. alevler gökyüzünün bir köşesini kan rengine boyadıktan sonra hareketsiz dururken; başka bir köşesinde yeni yeni yangınlar çıkararak göğe doğru fışkırıyor, sıçrayan ateş parçaları sanki yükselip yıldızların altında sönüyordu. yanmış bir manastırın kapkara kaburgası, kudurgan ateşin kızıllığında, kolları havada açık duran öfkeli bir keşişe benzetilebilirdi." s.70
"kasyan nerelerde! borodavka'ya ne oldu? koloper'den, pidsişok'tan ne haber?" borodavka'nın tolopan'dan asıldığını, koloper'in kizikirmen kalesi önünde diri diri derisinin yüzüldüğünü, pidsişok'un kellesinin uçurulup tuzlandığını, sonra bir fıçı içinde istanbul'a gönderildiğini duyunca bulba başını önüne eğdi; "yaman kazaklardı! hepsi de yaman kazaklardı!" diye mırıldandı. s.43
ordu komutanı elçiye;
- başrahibine benden ve bütün zaporojyelilerden selam söyle, dedi. bizden korkmalarına hiç gerek yok, çünkü çubuğumuzu daha yeni yakıyoruz. aradan çok geçmedi, o görkemli manastırı alevler sardı; dev gözlerini andıran karanlık gotik pencerelerden, dalga dalga ateşler saçıldı. kaçışan keşişlerin, yahudilerin, kadınların oluşturduğu yığınlar kentlere doluştular. oralarda askeri birlikler bulunduğunu, kentlerin ne de olsa iyi korunacağını sanıyorlardı. s.65
eser bir kazak coşkunluğu ile anlatılsa bile sanılanın aksine gogol milliyetçilik ve dindarlık altına gizlenmiş olan ve bir ırkı kıyıma götüren tüm bu düşüncelerin anlamsızlığını bir çok bölümde üstüne basa basa alaya alır. özellikle taras bulba'nın ölümü güzel bir kara mizah örneğidir. leh birliklerinden kaçan taras bulba tütün kesesini düşürür ve herhangi bir polonyalının onu bulup kullanması fikrinden o kadar tiksinir ki geri dönüp sazlıkların arasında onu aramaya koyulur. bu aptallığı ise yakalanmasına ve en sonunda acımasızca öldürülmesine sebebiyet verir. taras bulba'da bulunan pek çok detay dönemine bir çok noktada ışık tuttuğu gibi ani-semitizm izleri de taşıyor fakat 1962 yılında yul brynner, tony curtis ve christine kaufmann'ın rol aldığı taras bulba filminde bu detay tamamen yok sayılmış durumda. 2009 yılında çekilen ve bohdan stupka'nın oyunculuk dersi verdiği taras bulba filmi ise bu dahil pek çok konuda gogol'a daha sadık kalmıştır. özellikle yul brynner muhteşem bir oyunculuk sergilese bile ne yazık ki 60'larda çekilen film taras bulba'yı hiç yansıtmaz hatta neredeyse öykü tahrip edilmiştir ve taras bulba bir kahraman edası ile izleyiciye servis edilmiştir. özellikle son sahnede kahkaha atmaktan kendimi alamadım, ne alaka taras bulba gibi bir adamın çıkıp şehri ele geçirdik ama kimseye zarar verip çalıp çırpmayacağız demesi? ne yazık ki üzeri kahramanlık sosu ile bulandığı için film oyuncularına rağmen öykünün etkileyiciliğinden oldukça uzak bir çizgide. eserin çevirisine gelecek olursak eğer koleksiyonerler için 20'li yıllarda basılmış olan constance garnett imzalı mirgorod ülke sınırları içerisinde bulunması zor olsa bile bulunabilecek bir çeviri ama dili çok ağır, kendi adıma okuduğumdan bir şey anlamadığım için ikinci sayfada bıraktım. dilimize pek çok çevirmen tarafından çevrilmiş olsa bile mehmet özgül ve nurullah ataç çevirileri okunabilir düzeyde.
"ama ilerde neler olacağını kimse kestiremez. bataklıklardan kalkan bir güz sisine benzer gelecek denen bilinmezlik. o sisin içinde güvercin atmacayı, atmaca güvercini tanımaksızın boşlukta döner dururlar... ölüme kıl payı yaklaşmışken bile tehlikeyi göremezler." s.68
"onlar ilerledikçe bozkır da büsbütün güzelleşiyordu. şimdi yeni rusya dediğimiz güney bölgesi, o zamanlar ta karadeniz'e değin uzanan ıssız, yemyeşil topraklardı. yabanıl otların bürüdüğü bitmez-tükenmez kırlar hiç saban yüzü görmemişti. adam boyu yükseklikteki bitki örtüsünü yalnızca buralardan gelip geçen atlılar çiğnerlerdi. bu yerlerde doğa öylesine güzeldi ki, yeşilli-kırmızılı milyonlarca çiçek, geniş ovaları uçsuz-bucaksız bir renk denizine dönüştürürdü. otların ince uzun sapları arasında mavi, mor, lacivert çan çiçekleri boy gösteriyor; katırtırnakları sarı çiçeklerini kat kat açıyor; ak yoncalar şemsiye biçimi yaprak kümeleriyle yükseliyor; buralara nereden geldiği bilinmeyen buğdaylar başaklarını sallıyorlardı. çil keklikler dolaşıyordu ince bitki kökleri arasında. havayı binlerce kuşun cıvıltısı doldurmuştu. gökte bir atmaca kocaman kanatlarını açmış süzülüyor, keskin gözleriyle otların arasını tarıyordu. uzaklarda bir gölde uçuşan yaban kazlarının çığlıkları yankılanıyordu arada bir. ölçülü kanat vuruşlarıyla havalanan bir martı göklere doğru yükseldi, mavilikler arasında yiterek bir noktaya dönüştü. fakat sonra geriye döndü, tüyleri güneşte ışıl ışıl yanmaya başladı. ah, bozkırlar, canım bozkırlar, ne kadar da güzelsiniz!" s.32
" o temmuz gecesinin güzelliğine şimdi bir de korkunç, görkemli bir kızıllık karışmıştı. çevreyi yakıp kül eden yangınların kızıllığıydı bunlar. alevler gökyüzünün bir köşesini kan rengine boyadıktan sonra hareketsiz dururken; başka bir köşesinde yeni yeni yangınlar çıkararak göğe doğru fışkırıyor, sıçrayan ateş parçaları sanki yükselip yıldızların altında sönüyordu. yanmış bir manastırın kapkara kaburgası, kudurgan ateşin kızıllığında, kolları havada açık duran öfkeli bir keşişe benzetilebilirdi." s.70
"kasyan nerelerde! borodavka'ya ne oldu? koloper'den, pidsişok'tan ne haber?" borodavka'nın tolopan'dan asıldığını, koloper'in kizikirmen kalesi önünde diri diri derisinin yüzüldüğünü, pidsişok'un kellesinin uçurulup tuzlandığını, sonra bir fıçı içinde istanbul'a gönderildiğini duyunca bulba başını önüne eğdi; "yaman kazaklardı! hepsi de yaman kazaklardı!" diye mırıldandı. s.43
ordu komutanı elçiye;
- başrahibine benden ve bütün zaporojyelilerden selam söyle, dedi. bizden korkmalarına hiç gerek yok, çünkü çubuğumuzu daha yeni yakıyoruz. aradan çok geçmedi, o görkemli manastırı alevler sardı; dev gözlerini andıran karanlık gotik pencerelerden, dalga dalga ateşler saçıldı. kaçışan keşişlerin, yahudilerin, kadınların oluşturduğu yığınlar kentlere doluştular. oralarda askeri birlikler bulunduğunu, kentlerin ne de olsa iyi korunacağını sanıyorlardı. s.65
devamını gör...
hala koronovirüse yakalanmamış insan
benim.. ama her an yakalanacakmisim diye de korkmuyor değilim..
devamını gör...
murat soner
youtubeda kaliteli bir şekilde dizi ve film eleştirerek kendi emeği ile yükselen kişidir.
devamını gör...
16 şubat 2021 bilim kurulu toplantısı
devamını gör...
yazarların şu an dinledikleri şarkı
yüksek sadakat - belki üstümüzden bir kuş geçer
nickimin esin kaynağı olan şarkı.
nickimin esin kaynağı olan şarkı.
devamını gör...
normal sözlük'ün hali ile ilgili çok erkenci davranılması
evet , henüz 2 aylık bebek kıvamında olan sözlük için, onlarca başlıklar açıldı, gerek sevildi, gerek yerildi ama haksızlık ettiklerinin de farkına varılmadı.
çok değerli beyler-hanımefendiler!!!
biraz sabırlı olun, bebeği, sevgiyle , şefkat ile büyütün. o daha bebek; ağlayacak, acıkacak, gaz çıkaracak, kusacak, kendini hemen ifade edemeyecek.
lütfen büyümesini sabırla izleyin, bekleyin demiyorum, çünkü bizler onun anne ve babası olarak davranıp, yetiştireceğiz. yıllar geçip büyüdüğünde ancak, işte bu çocuk olmuş diyeceğiz.
selametle.
bir dost.
çok değerli beyler-hanımefendiler!!!
biraz sabırlı olun, bebeği, sevgiyle , şefkat ile büyütün. o daha bebek; ağlayacak, acıkacak, gaz çıkaracak, kusacak, kendini hemen ifade edemeyecek.
lütfen büyümesini sabırla izleyin, bekleyin demiyorum, çünkü bizler onun anne ve babası olarak davranıp, yetiştireceğiz. yıllar geçip büyüdüğünde ancak, işte bu çocuk olmuş diyeceğiz.
selametle.
bir dost.
devamını gör...
solace
ben geç bulduğumdan mıdır, köşede bırakılmış bulduğum için midir bilmem ama bana ikinci sınıf bir film izleyeceğim havası vermişti film. oyunculara bakıyorum anthony hopkins, jeffrey dean morgan,abbie cornish, colin farrell gibi oyuncular var içinde ama nedense ön plana çıkmamış bir film gibi gelir bana.
vahşi cinayetler işleyen ve ardında iz bırakmayan bir seri katili yakalamaya çalışan bir dedektifin hikayesini konu alan polisiye filmidir solace. kızını kaybettikten sonra emekliye ayrılarak hayat ile ilişkisini kesmiş bir tıp uzmanını da kendisi ile çalışmaya ikna etmeye çalışıyor dedektifimiz. entelektüel ve gizemli bir roldeki hopkins, uçarı kaçarı bir karakteri benimsemiş farrell... gerçekten iyi aktörlerin oynadığı ve sırf bu yüzden bile izlenebilecek bir film.
daha yüksek gerilimde ilerlemesi istenen sahneler, yükselmesi beklenen bir tempo ile bırakabilir bu film fakat dediğim gibi gizemli, mistik, insan üstü bir gerilim filmi havasında giden film oyuncuları için bile kesinlikle izlenebilir. bunu söyleme sebebim de olur da konusu ya da ilk yarısı sizi izlemeye itmezse diye idi.
evlat, doğruyu yapmak zorunda olmak hissi, öngörü vb. gibi izleyiciyi de ekran karşısında ikileme sokabilecek konuları güzel işlemiş olmasından ve filmin sonunda kadar insan içindeki merakı söndürmemesinden dolayı bu filme puanımı düşük vermezdim. bir yerde se7en filminin devam projesi olduğu fakat iptal edilerek başka bir film olarak planlandığını okumuştum. gayet güzel bir film olmuş, keyifli bir izleme zevki sunar diye düşünüyorum.
vahşi cinayetler işleyen ve ardında iz bırakmayan bir seri katili yakalamaya çalışan bir dedektifin hikayesini konu alan polisiye filmidir solace. kızını kaybettikten sonra emekliye ayrılarak hayat ile ilişkisini kesmiş bir tıp uzmanını da kendisi ile çalışmaya ikna etmeye çalışıyor dedektifimiz. entelektüel ve gizemli bir roldeki hopkins, uçarı kaçarı bir karakteri benimsemiş farrell... gerçekten iyi aktörlerin oynadığı ve sırf bu yüzden bile izlenebilecek bir film.
daha yüksek gerilimde ilerlemesi istenen sahneler, yükselmesi beklenen bir tempo ile bırakabilir bu film fakat dediğim gibi gizemli, mistik, insan üstü bir gerilim filmi havasında giden film oyuncuları için bile kesinlikle izlenebilir. bunu söyleme sebebim de olur da konusu ya da ilk yarısı sizi izlemeye itmezse diye idi.
evlat, doğruyu yapmak zorunda olmak hissi, öngörü vb. gibi izleyiciyi de ekran karşısında ikileme sokabilecek konuları güzel işlemiş olmasından ve filmin sonunda kadar insan içindeki merakı söndürmemesinden dolayı bu filme puanımı düşük vermezdim. bir yerde se7en filminin devam projesi olduğu fakat iptal edilerek başka bir film olarak planlandığını okumuştum. gayet güzel bir film olmuş, keyifli bir izleme zevki sunar diye düşünüyorum.
devamını gör...

