heykel
sanıyorum insanlığın başından beri medeniyet ile birlikte gelişip günümüze kadar gelmiş bir sanattır. birçoğumuz heykel dendiği zaman michelangelo'nun davud'unu musa'sını; auguste rodin'in düşünen adam'ını aklımıza getiririz fakar primitif toplumlarda bile heykelcilik görülmektedir.
verimlilik tanrısı magna mater heykelleri bu halklarda çoğalır; geniş kalçalı, iri gögüslü, taşkın karınlı buheykeller kişisel özellik taşımazlar. frontaldirler. çıplak veya giyinik-süslü olabilen bu heykellerde baş, vücuda oranla büyüktür ve vücut eklemleri belirtilmez. gözler iri, parlak; kaşlar göz şekline paraleldir. parmaklar uzun, hareket duruktur.
bundan sonra arkaik heykeller gelir. üç boyutlu heykeller bir çizgi üzerine oturtulur. insanoğlu ilk kez mekanı ifade eder. tipler yavaş yavaş kişilik özelliği göstermeye başlar ve eklemler daha da belirginleşir. primitif kadar abartılı olmamakla beraber gözler yine açıktır, her şeyi görüyormuş gibi görünür. süs unsurundan çekinilir.
sonra klasik heykeller başlar. tanrısal bir ifade yerini dünyevi insan tipine bırakır. iç dünyasını dışarı yansıtmaya çalışan bir insan modeli okunur. duygulanmalar görünür. optik görüntü idealize edilir. heykel yüzlerinde bir duygusal ifade yer almaz fakat bir insan görünüşü hakimdir. abartı yoktur; ölçüye ve dengeye önem verir. asimetrik vücut kuruluşu, simetrik arkaik duruştan ayrılır.
barok heykeli, resminden sadece renk eksikliği ile ayrılmaktadır. zarif ve uzun vücutlar, detaylar gösterilir. el kol hareketleri bir iş yaptıkları için değil görüntü güzelliği için kullanılır. madde ifadesi önemlidir. damarlar, adaleler gösterilir. pozlar, bir oyundaymış izlenimi verir.
verimlilik tanrısı magna mater heykelleri bu halklarda çoğalır; geniş kalçalı, iri gögüslü, taşkın karınlı buheykeller kişisel özellik taşımazlar. frontaldirler. çıplak veya giyinik-süslü olabilen bu heykellerde baş, vücuda oranla büyüktür ve vücut eklemleri belirtilmez. gözler iri, parlak; kaşlar göz şekline paraleldir. parmaklar uzun, hareket duruktur.
bundan sonra arkaik heykeller gelir. üç boyutlu heykeller bir çizgi üzerine oturtulur. insanoğlu ilk kez mekanı ifade eder. tipler yavaş yavaş kişilik özelliği göstermeye başlar ve eklemler daha da belirginleşir. primitif kadar abartılı olmamakla beraber gözler yine açıktır, her şeyi görüyormuş gibi görünür. süs unsurundan çekinilir.
sonra klasik heykeller başlar. tanrısal bir ifade yerini dünyevi insan tipine bırakır. iç dünyasını dışarı yansıtmaya çalışan bir insan modeli okunur. duygulanmalar görünür. optik görüntü idealize edilir. heykel yüzlerinde bir duygusal ifade yer almaz fakat bir insan görünüşü hakimdir. abartı yoktur; ölçüye ve dengeye önem verir. asimetrik vücut kuruluşu, simetrik arkaik duruştan ayrılır.
barok heykeli, resminden sadece renk eksikliği ile ayrılmaktadır. zarif ve uzun vücutlar, detaylar gösterilir. el kol hareketleri bir iş yaptıkları için değil görüntü güzelliği için kullanılır. madde ifadesi önemlidir. damarlar, adaleler gösterilir. pozlar, bir oyundaymış izlenimi verir.
devamını gör...
hangi yazar gözünde nasıl canlanıyor sorusu
devamını gör...
normal sözlük yazarlarının sözlüğü sahiplenmesi
ilk üyeleriyiz diye mi böyle olduğunu bilemediğim durumdur.
şahsen bu platform başarıya ulaşırsa neden bilmiyorum kendim başarmışım gibi gurur duyacağım. iki gündür buradayım ve benim gibi düşünenler olduğuna eminim.
şahsen bu platform başarıya ulaşırsa neden bilmiyorum kendim başarmışım gibi gurur duyacağım. iki gündür buradayım ve benim gibi düşünenler olduğuna eminim.
devamını gör...
insanı yoran şeyler
sevmediğim tiplerle özellikle akraba denen yaratıklarla bir arada olmak.araya çin seddi örsem de zaman zaman karşılaşınca sinirleniyorum.
devamını gör...
kloroplast
fotosentez yapan hücrelerde bulunur(bakteri hariç) bakterilerinde fotosentez yapanları vardır ama fotosentez için klorofil pigmentinin olması yeterlidir .kloroplast çift zarlı bir organeldir . kendine ait ribozomu ve rna'sı vardır . kendi enerjisini kendi üretir .
devamını gör...
aksaray malaklısı
malak kelimesi aksaray yöresine ait bir sözcüktür ve anlamı da dudak demektir. aynı şekilde kangal ırkına söylenen anadolu çoban köpeği tabiri, esasında aksaray ili ve çevresi anadolu'nun tam ortası olduğu için malaklı ırkına da yakıştırılmıştır. bu ismin, sonradan duyulması ve tanınması ise üreticilerin malaklı yavrularını yıllarca kangal altında satışa çıkarmaları ve bu şekilde tanıtmalarıdır. bu sebepten dolayı bu köpeğe sahip olanlar, köpeklerinin cinsinin malaklı olduğundan bile habersizdirler.
devamını gör...
kafası yastığa değer değmez uyuyabilen kişi
hep istediğim bu özelliğe sahip olanlar imrendigimdir. yorgun bile olsam asla hemen uyuyamam.
devamını gör...
hoşlanılan kişinin önünde rezil olmak
insanı utandıran bir durumdur efenim.
ah tanrım, bu hikaye aklıma geldi ki müsebbibi sol frame'e düşen "taekwondo" başlığıdır ve şimdi size, başlamadan biten savunma sporları kariyerimden bahsedeceğim.
sene, başımda buram buram ergenliğin tüttüğü seneler efenim, ben deniz yeni yeni çocukluktan genç kızlığa giriyorum, ortaokul öğrencisiyim ve kesinlikle yaz tatili için camideki kur'an kursuna gitmekten daha farklı planlar içindeyim.
o sıralar tv kanallarında sürekli dönen jackie chan filmlerinden etkilenmiş olacağım ki, yenilmez, yakalanmaz, maymun gibi atlayıp zıplayabilen bir dövüşçü olmaya karar verdim efenim evet. böylece mahallede kim bana sataşırsa onlara önce "dövüşmek istemiyorum" diyecek, sonra zorlamaları sonucunda gireceğim kavgayla ağız burun kırarak hakkından rahatlıkla gelebilecektim. hayal etmesi bile şahaneydi, şu coolluğa bakar mısınız, hadi o "iyi dövüşçü" filmlerini tarayın bir zihninizde:
(kötü adamlar grup halinde iyi dövüşçümüzün etrafını sarmıştır hususi sataşıyorlardır da bizim iyi dövüşçü son ana kadar onlarla dövüşmüyordur, yeneceğinden emindir zaten kavgayı)
-dostum bakın olay çıksın istemiyorum.
-ahhaha olay çıksın istemiyormuş, duyuyor musun jack?
işte bunu istiyordum arkadaşlar. olay çıksın istemiyorum ama yan cebime koyun o olayı!
aileme "dövüş öğrenmek istiyorum!!" çıkışı yapmamla birlikte şiddete meyilli annemin hemen "öğren kızım tabii, kendini koru" diyerek beni mahalledeki taekwondo kursuna yazdırması bir oldu. hevesle başlamıştım, kıyafetlerimi kendim ütülüyor, saçlarımı tarayıp sıkıca toplamadan asla salona adım atmıyordum. jilet gibiydim efenim, çok ciddiye almıştım bu işi, nitekim, beyaz kuşaktan siyah kuşağa uzanacak bu macera boyunca salondaki yenilmez sporcunun ben deniz olacağından çok emindim. çok film izlemiştim çok.
çocuklarınız ne izliyor bi bakın ebeveynler yani, bu kadarı da fazla. çocuğunuz bruce lee, jackie chan, yuri boyka, chuck norris ortak yapımı olsun ister misiniz yani? şu işe bakın, bir çocuğun hayali çıplak elle insanların kemiklerini kırmak olmamalı.
neyse efenim işte o yaz başladım ben kursa. orhan hocamız bizlerle baya ilgili biriydi, önce felsefeyi öğrenmemizi istiyor olmalıydı ki, bizi savunma sporu ahlakı üzerine hazırlanmış bir sayfalık bir yazıyı neredeyse ezberden okuyabilecek hale getirmek için çok uğraştı. tabii ben işin kemik kırma kısmındaydım. kime anlatıyorsun orhan hoca, morticia kan görmek istiyor, morticia kırılan kemiklerin sesini duymak istiyor. sonra da "ben size demiştim, olay çıkarmak istemiyorum diye!" diyerek hava atmak istiyor.
işte gel zaman git zaman kuşak sınavlarına kadar öğrendim bir şeyler efenim. bir iki yaz bu böyle devam etti. elbette orhan hocadan defalarca uyarı da aldım "morticia ısırmak yok!" "kızım rakibin yere düşünce bırak!! kızıım!! şş çocuklar ayrılın!!" ne zamanlardı ama; tüm çocuklar benden nefret ediyordu.
sonra o geldi... zannedersem aramızda bir yaş yardı-yoktu; kuşağı kırmızıydı. ah tanrım, ondan niye hoşlandım bilmiyorum ama o kuşakla çok karizma görünüyordu efenim. güzel dövüşüyordu. şahane dövüşüyordu... onunla süper bir ikili olabilirdik, dünyadaki herkesi birlikte dövebilirdik tanrım.
elbette hoşlandığıma dair hiçbir girişimde bulunamıyordum kendisine karşı çünkü ilk kez böyle bir hissi tecrübe ediyordum. çocukluktan çıkışımmış efenim o işte. karşı cinsten hoşlanmak, ne garip. oysa hep erkekleri dövesim gelirdi. şimdi, bir erkekten hoşlanıyordum işte. kursta gözüm onu arar olmuştu, orhan hoca ise hala daha beni evcilleştirmeye çalışıyordu. kursun mimli genç kızıydım, acaba hakkımda ne düşünüyordu hoşlandığım çocuk?
bir gün molada yanıma gelerek benle sohbet etti efenim:
-merhaba, ben cem.
-morticia.
-müsabakanı izledim, benimle de rakip olmak ister misin?
tanrım hoşlandığım çocuğu nasıl döveyim? ama aramızda bir şeylere vesile olabilirdi bu; kabul ettim. orhan hocamız bizleri ısındırmak için arada böyle dostluk müsabakaları düzenlerdi kendi içimizde. antrenman yaptırırdı. işte o gün biz cem ile birbirimiz karşısına geçmiştik. dizlerim titriyordu. korkudan değil efenim, kalp atışlarım değişmişti, nitekim onla dövüşerek de olsa fiziksel temasta bulunacaktım ve bunu düşündükçe heyecanımı kontrol etmede zorlanıyordum.
nihayetinde başladık; doğru düzgün tekme bile atamıyordum arkadaşlar heyecandan, aşırı hareketlilik, aşırı gereksiz bir saldırı haline girmiştim, sanki ona vurmazsam hoşlandığımı herkes anlayacak gibi geliyordu. o ise atakta değildi, daha çok savunmada duruyordu ve "napıyor bu deli" dercesine izliyordu. bir yumruk bir tekme... o son ap chagiyi atmayacaktım işte... parkede kaydım ve yere düştüm efenim. hem de öyle bir kötü düştüm ki kıçım kırıldı zannettim.
salondaki veletler gülmeye başlamazlar mı efenim, ağzına ettiğimin veletleri ne gülüyorsunuz?
kıçımı tutup ahlayarak yerden kalkarken, cem'in de bana güldüğünü gördüm. ah tanrım rezilliğe bakar mısınız, hoşlandığım çocuğun gözünde cuul dövüşen bi kill bill bride olacakken, sevimsiz anime karakterlerinden birine dönmüştüm. tanrım, utanç... o nasıl bi utanç. genç kızlar kırılgandırlar efenim, her ne kadar insanların kemiklerini kırmak da isteseler, hoşlandıkları çocukların karşısında kalpleri çabuk kırılır ve utanırlar.
ağlamaya başladım. işte rezillik gibi rezillik kısmı burası.
yere düşerek kıçını ağrıtan asabi genç kızın, uzaktan uzağa hoşlandığı çocuğun karşısında hüngür şakır ağlayarak sümüklerini çekmesi. o kadar çok ağladım ki, burnumun mukoza salgılarının kontrolünü kaybettim arkadaşlar, burnumun ucundan sallanıyordu bildiğiniz içindeki her şey. üstüne tüm sümüğümü koluma silerek çantamı toplamaya gittim. orhan hocamız "kızım dur bi, canın çok mu yandı, o kadar kötü düşmedin ama nasıl oldu" filan diye bir şeyler diyordu ancak bu kız kimseyi dinleyecek halde değildi.
çantamı alıp çıktım arkadaşlar ve bir daha da asla o salona adım atmadım.
eve vardığımda gururumdan annemlere hiçbir şey de diyemedim, "niye ağladın sen nooldu kızım?" diye ısrarla soran annem benden cevap alamayınca orhan hocayla filan konuşmaya gitti sonradan ama işte, düştü ağladı olduk efenim yani özetle.
o düşüş, o sümükler... hoşlandığım çocuğun önünde...
utançtan gidemedim salona. sonradan annemin "ne dirayetsiz kızsın morticia, insan bir kere düştü diye kurs mu bırakır?" temalı nasihatlerini dinledim durdum işte.
ah tanrım, bu hikaye aklıma geldi ki müsebbibi sol frame'e düşen "taekwondo" başlığıdır ve şimdi size, başlamadan biten savunma sporları kariyerimden bahsedeceğim.
sene, başımda buram buram ergenliğin tüttüğü seneler efenim, ben deniz yeni yeni çocukluktan genç kızlığa giriyorum, ortaokul öğrencisiyim ve kesinlikle yaz tatili için camideki kur'an kursuna gitmekten daha farklı planlar içindeyim.
o sıralar tv kanallarında sürekli dönen jackie chan filmlerinden etkilenmiş olacağım ki, yenilmez, yakalanmaz, maymun gibi atlayıp zıplayabilen bir dövüşçü olmaya karar verdim efenim evet. böylece mahallede kim bana sataşırsa onlara önce "dövüşmek istemiyorum" diyecek, sonra zorlamaları sonucunda gireceğim kavgayla ağız burun kırarak hakkından rahatlıkla gelebilecektim. hayal etmesi bile şahaneydi, şu coolluğa bakar mısınız, hadi o "iyi dövüşçü" filmlerini tarayın bir zihninizde:
(kötü adamlar grup halinde iyi dövüşçümüzün etrafını sarmıştır hususi sataşıyorlardır da bizim iyi dövüşçü son ana kadar onlarla dövüşmüyordur, yeneceğinden emindir zaten kavgayı)
-dostum bakın olay çıksın istemiyorum.
-ahhaha olay çıksın istemiyormuş, duyuyor musun jack?
işte bunu istiyordum arkadaşlar. olay çıksın istemiyorum ama yan cebime koyun o olayı!
aileme "dövüş öğrenmek istiyorum!!" çıkışı yapmamla birlikte şiddete meyilli annemin hemen "öğren kızım tabii, kendini koru" diyerek beni mahalledeki taekwondo kursuna yazdırması bir oldu. hevesle başlamıştım, kıyafetlerimi kendim ütülüyor, saçlarımı tarayıp sıkıca toplamadan asla salona adım atmıyordum. jilet gibiydim efenim, çok ciddiye almıştım bu işi, nitekim, beyaz kuşaktan siyah kuşağa uzanacak bu macera boyunca salondaki yenilmez sporcunun ben deniz olacağından çok emindim. çok film izlemiştim çok.
çocuklarınız ne izliyor bi bakın ebeveynler yani, bu kadarı da fazla. çocuğunuz bruce lee, jackie chan, yuri boyka, chuck norris ortak yapımı olsun ister misiniz yani? şu işe bakın, bir çocuğun hayali çıplak elle insanların kemiklerini kırmak olmamalı.
neyse efenim işte o yaz başladım ben kursa. orhan hocamız bizlerle baya ilgili biriydi, önce felsefeyi öğrenmemizi istiyor olmalıydı ki, bizi savunma sporu ahlakı üzerine hazırlanmış bir sayfalık bir yazıyı neredeyse ezberden okuyabilecek hale getirmek için çok uğraştı. tabii ben işin kemik kırma kısmındaydım. kime anlatıyorsun orhan hoca, morticia kan görmek istiyor, morticia kırılan kemiklerin sesini duymak istiyor. sonra da "ben size demiştim, olay çıkarmak istemiyorum diye!" diyerek hava atmak istiyor.
işte gel zaman git zaman kuşak sınavlarına kadar öğrendim bir şeyler efenim. bir iki yaz bu böyle devam etti. elbette orhan hocadan defalarca uyarı da aldım "morticia ısırmak yok!" "kızım rakibin yere düşünce bırak!! kızıım!! şş çocuklar ayrılın!!" ne zamanlardı ama; tüm çocuklar benden nefret ediyordu.
sonra o geldi... zannedersem aramızda bir yaş yardı-yoktu; kuşağı kırmızıydı. ah tanrım, ondan niye hoşlandım bilmiyorum ama o kuşakla çok karizma görünüyordu efenim. güzel dövüşüyordu. şahane dövüşüyordu... onunla süper bir ikili olabilirdik, dünyadaki herkesi birlikte dövebilirdik tanrım.
elbette hoşlandığıma dair hiçbir girişimde bulunamıyordum kendisine karşı çünkü ilk kez böyle bir hissi tecrübe ediyordum. çocukluktan çıkışımmış efenim o işte. karşı cinsten hoşlanmak, ne garip. oysa hep erkekleri dövesim gelirdi. şimdi, bir erkekten hoşlanıyordum işte. kursta gözüm onu arar olmuştu, orhan hoca ise hala daha beni evcilleştirmeye çalışıyordu. kursun mimli genç kızıydım, acaba hakkımda ne düşünüyordu hoşlandığım çocuk?
bir gün molada yanıma gelerek benle sohbet etti efenim:
-merhaba, ben cem.
-morticia.
-müsabakanı izledim, benimle de rakip olmak ister misin?
tanrım hoşlandığım çocuğu nasıl döveyim? ama aramızda bir şeylere vesile olabilirdi bu; kabul ettim. orhan hocamız bizleri ısındırmak için arada böyle dostluk müsabakaları düzenlerdi kendi içimizde. antrenman yaptırırdı. işte o gün biz cem ile birbirimiz karşısına geçmiştik. dizlerim titriyordu. korkudan değil efenim, kalp atışlarım değişmişti, nitekim onla dövüşerek de olsa fiziksel temasta bulunacaktım ve bunu düşündükçe heyecanımı kontrol etmede zorlanıyordum.
nihayetinde başladık; doğru düzgün tekme bile atamıyordum arkadaşlar heyecandan, aşırı hareketlilik, aşırı gereksiz bir saldırı haline girmiştim, sanki ona vurmazsam hoşlandığımı herkes anlayacak gibi geliyordu. o ise atakta değildi, daha çok savunmada duruyordu ve "napıyor bu deli" dercesine izliyordu. bir yumruk bir tekme... o son ap chagiyi atmayacaktım işte... parkede kaydım ve yere düştüm efenim. hem de öyle bir kötü düştüm ki kıçım kırıldı zannettim.
salondaki veletler gülmeye başlamazlar mı efenim, ağzına ettiğimin veletleri ne gülüyorsunuz?
kıçımı tutup ahlayarak yerden kalkarken, cem'in de bana güldüğünü gördüm. ah tanrım rezilliğe bakar mısınız, hoşlandığım çocuğun gözünde cuul dövüşen bi kill bill bride olacakken, sevimsiz anime karakterlerinden birine dönmüştüm. tanrım, utanç... o nasıl bi utanç. genç kızlar kırılgandırlar efenim, her ne kadar insanların kemiklerini kırmak da isteseler, hoşlandıkları çocukların karşısında kalpleri çabuk kırılır ve utanırlar.
ağlamaya başladım. işte rezillik gibi rezillik kısmı burası.
yere düşerek kıçını ağrıtan asabi genç kızın, uzaktan uzağa hoşlandığı çocuğun karşısında hüngür şakır ağlayarak sümüklerini çekmesi. o kadar çok ağladım ki, burnumun mukoza salgılarının kontrolünü kaybettim arkadaşlar, burnumun ucundan sallanıyordu bildiğiniz içindeki her şey. üstüne tüm sümüğümü koluma silerek çantamı toplamaya gittim. orhan hocamız "kızım dur bi, canın çok mu yandı, o kadar kötü düşmedin ama nasıl oldu" filan diye bir şeyler diyordu ancak bu kız kimseyi dinleyecek halde değildi.
çantamı alıp çıktım arkadaşlar ve bir daha da asla o salona adım atmadım.
eve vardığımda gururumdan annemlere hiçbir şey de diyemedim, "niye ağladın sen nooldu kızım?" diye ısrarla soran annem benden cevap alamayınca orhan hocayla filan konuşmaya gitti sonradan ama işte, düştü ağladı olduk efenim yani özetle.
o düşüş, o sümükler... hoşlandığım çocuğun önünde...
utançtan gidemedim salona. sonradan annemin "ne dirayetsiz kızsın morticia, insan bir kere düştü diye kurs mu bırakır?" temalı nasihatlerini dinledim durdum işte.
devamını gör...
çocuk yapmanın anlamsız olması
--- alıntı ---
çocuk sahibi olmamızın en temel nedeni, bunu yapma gücüne sahip olmamız tabii. o kadar maymun iştahlıyız ki, yapabileceğimiz ne varsa çoğunu yapmaya çalışıyoruz. yapabildiğimiz için yapıyoruz, yapmayı seçtiğimiz ya da yapmaya karar verdiğimiz için değil. sırf yapabiliyoruz diye çocuk yapmak olacak iş mi?
--- alıntı ---
gündüz vassaf, cehenneme övgü (syf.243)
çocuk sahibi olmamızın en temel nedeni, bunu yapma gücüne sahip olmamız tabii. o kadar maymun iştahlıyız ki, yapabileceğimiz ne varsa çoğunu yapmaya çalışıyoruz. yapabildiğimiz için yapıyoruz, yapmayı seçtiğimiz ya da yapmaya karar verdiğimiz için değil. sırf yapabiliyoruz diye çocuk yapmak olacak iş mi?
--- alıntı ---
gündüz vassaf, cehenneme övgü (syf.243)
devamını gör...
arthur friedenreich
bana göre dünyanın en iyi futbolcusudur. bugün bile dünyanın en iyi futbolcusu denilen pele bu adamı örnek almaktadır.
1239 maçta 1339 gol atmıştır. 1360 macta oynayan pele ise 1280 gol atmıştır. 1920'li yıllarda ünlü olan bu futbolcu dönemimizde pek bilinmemektedir. ki o zaman krampon gibi şeylerin tam olarak gelişmediğini varsayarsak, kendisinin siyahi olduğunu da unutmayarak, (maçlarda siyahlara atılan tekmeler faul olarak sayılmıyordu) mükemmel ötesi bir futbolcu olduğunu söyleyebiliriz.
1239 maçta 1339 gol atmıştır. 1360 macta oynayan pele ise 1280 gol atmıştır. 1920'li yıllarda ünlü olan bu futbolcu dönemimizde pek bilinmemektedir. ki o zaman krampon gibi şeylerin tam olarak gelişmediğini varsayarsak, kendisinin siyahi olduğunu da unutmayarak, (maçlarda siyahlara atılan tekmeler faul olarak sayılmıyordu) mükemmel ötesi bir futbolcu olduğunu söyleyebiliriz.
devamını gör...
pazartesi sendromu
cuma ve cumartesi hariç haftanın her günü yaşadığım sendrom. neden adına pazartesi demişler ki ?*
devamını gör...
hayatın bir kitap olsa konusu ne olurdu sorusu
bir bipolarin keşifleri..
devamını gör...
biriyle tartışınca elin ayağın titremesi
sabrımın son tanecikleri de alıp götürüldükten sonra istemesem de karşılık verip biriyle tartıştıysam akabinde başıma gelen durum. ne kadar soğukkanlı görünsem de uzun bir süre konuşurken sesim, durduğum yerde elim ayağım titrer. bunu yaşamayıp yırtık bir tip olmak için yapılması gerekenlere, güzel tavsiyelere açığım.
devamını gör...
cümlenin sonunu efendim sözcüğüyle bitirmek
hoşuma gittiği için kullanıyorum efendim. eğreti durduğunu ya da hiyerarşi için kullanıldığını da düşünmuyorum.
devamını gör...
bilgisayar
dilimize en güzel ve en kullanışlı olarak çevrilen kelime olabilir.
devamını gör...
kitap kokusu
yeni alınmış kitap kokusu bende mutluluk hormonu salgılıyor yemin ederim, bu mutluluğuma vesile olduğu için bir bilen'e teşekkürlerimi iletiyorum umarım sende hep mutlu olursun hayatının sonuna kadar güzel kafa sözlük yazarı...
devamını gör...
safiye ali
türkiye cumhuriyeti'inin ilk kadın doktorudur kendisi. anne ve çocuk sağlığı ile ilgili çalışmaları mevcuttur. süt damlası bakımevi ile ismi sıkça anılır. bugün kendisinin ölüm sene devriyesidir. mekanı cennet olsun.
devamını gör...
instagram kullanmayan yazarlar veri tabanı
neden bir başlık altında topluyorsunuz bizi? neslimiz tükensin diye üstümüze benzin döküp yakmasalar bari.
devamını gör...
atforvendetta
mekana oturuldugunda garsondan hesap talebinde bulunmamasi gereken kisi.
abi hesap sembolu bellidir, bu arkadas eliyle “marti” isareti yapiyo???
abi hesap sembolu bellidir, bu arkadas eliyle “marti” isareti yapiyo???
devamını gör...

